CEZA

2462 Words
CEZA Ara sokaklardan hızla geçip oteli bulmaya çalışıyordum. O kadar hızlı koşuyordum ki şu anda annemin Amerika’da form tutmam için beni sürekli koşturduğu günlere dua ediyorum. Geri döndüğüm zaman sırf bu yüzden anneme sarılıp teşekkür edecektim. On dakikadır koşuyor olmamıza ve hâlâ boynuzunu bana geçirmemiş olmasına şükrediyordum. Ben hızla koşarken Doruk arkamdan bağırıyordu: “Seni bir elime geçireyim!” Eminim beni yakaladığında aklından geçirdiği her şeyi yapabilirdi. Tabi ki aklından geçirdiklerinin çoğunda su vardı. Beni kesin boğardı. On dakikalık kovalamacanın ardından oteli önümde belirdiğinde neredeyse sevinç çığlığı atacaktım. Son bir gayretle hızla içeriye daldım. Merdivenlere yönelirken ne olduğunu kavramaya çalışırcasına bana bakan güvenliğe, “Arkamdan kırmızı görmüş bir boğa geliyor. Onu tut, olur mu? Beni yakalarsa parçalayacak. Lütfen” dediğimde adam hızla arkama baktı. Bu sayede ben de hızla merdivenlere yöneldim ve tam yarısına kadar çıkmışken arkamdan, “Sen, fındık, buraya gel!” diye haykıran bir sesle duraksadım. Nefes nefese yavaşça arkamı döndüm ve Doruk’un güvenlik tarafından zapt edilmeye çalışıldığını gördüm. Onun o öfkesi, kaslarının gerilişi, gözlerinden ateşlenircesine fışkıran sinir... Allah’ım bu adam ne kadar seksi olduğunun farkında mı diye düşünürken içindeki ses bir yanına git de sana seksiliği göstersin, salak diye haykırıyordu. Doruk onu tüm gücüyle durdurmaya çalışan güvenliğe, “Lan bir bırak! Şu fındığın kafasını kırayım, ondan sonra bana istediğini yapabilirsin” dedi. Panikle, “Hayır! Hayır! Sakın bırakmayın! Lütfen” diye yalvardım. Doruk duraksadı ve daha korkutucu çıkan sesle, “Bu iş burada bitmedi, fındık! Ben sana ne olduğumu göstereceğim! Sana inanıp dışarı çıkanda kabahat” diye haykırdı. Yumuşamasını umarak en şirin sesimle, “Sen de beni havuza attın. İntikam aldım işte” dedim. Doruk yumuşamak yerine daha da öfkeyle adamın elinden kurtuldu ve bana doğru koşmaya başladı. Ben de çığlık atarak geri geri kaçmaya başladım. Bu esnada öteki taraftan gelen ikinci güvenlik görevlisi tarafından yakalandı. “Bunun sonucunu bekle, fındık!” diye kükremeyi de ihmal etmedi. Onun bu korkutucu görüntüsünden kaçarak hızla odama girdim ve kapıyı kapattım. Sırtımı kapıya dayayıp nefesimi kontrol edebilmek için savaş veriyordum. Ama suratıma yayılan gülümseye de engel olamamıştım. Adamın söylediğiyle şaşkına dönen, sonrasında da gözleri kocaman olup yumruğunu savuran Doruk’un yüzü daha halen gözlerimin önündeydi. Ve bu durum daha da çok gülmeme sebep olmuştu. Ben Hande Salman’ın kızı İpek Salman, benimle uğraşmak, hele bir de beni havuza atmak ne demekmiş görmüş oldun, bay uyuz dedim içimden ve zafer yürüyüşüm eşliğinde banyoya geçtim. Makyajımı temizleyip duşumu aldım. Geceliğimi giyip yatağa uzandığımda yarın başıma gelebilecekleri düşünmeye başladım. Havuza atılmak ya da denize açılıp ortasına bırakılmak… Acaba yarın odamdan hiç çıkmasam da Mert abim ve diğerleri gelene kadar burada mı beklesem diye düşündüm. Yarın ne olursa olsun Doruk’un eline geçmemem gerekiyordu. Sabah ışıkları güzel bir güne beni uyandırırken yatakta gerildim ve gözümün önünde beliren Doruk’la hızla çığlık atıp doğruldum. Doruk bu durumdan bir hayli keyif almış görünüyordu. Sırıtarak, “Merhaba, fındık” diye seslendi. Odaya nasıl girmiş olabileceği konusunda düşünmek yerine aklıma bana ne yapacağı, elinden nasıl kurtulacağım hakkında bir sürü senaryo geldi. Bu senaryolar yüzümden okunuyor olmalıydı ki Doruk yüzüne yayılan zevk sırıtması eşliğinde konuştu: “Her şeyin bir bedeli vardır, fındık. Sana yaptığının yanına kalmayacağını söylemiştim” dediğinde boğazımdaki yumruyu yutkunmadan edememiştim. Korku tüm bedenime yayılmıştı. Gözleri kararmış Doruk intikam bakışları atarken bedenimden bir ürperti geçti. İçimi titreten bakışına son vererek üzerimdeki örtüyü çekip bir an duraksadı. Çünkü şort geceliklerden giyiyordum. Ve kırmızıydı. Birkaç saniye içinde kendini toparlayıp elindeki örtüyü bacaklarıma örttü. “Tam kapının önündeyim. Üzerini değiştirmek için sadece on dakikan var” dedi. Sonra hızla odadan çıktığında bedenimi ateş bastığını fark ettim. Hatta karıncalandığını. İki gün içinde onu her gördüğümde tekrarlanan bir histi bu. Güzel ama rahatsız edici bir durumdu. Etkileyici biri olsa da ona karşı gıcıklıktan başka bir his beslememem gerekiyordu. Derin bir nefes aldım. Hızla banyoya geçtim. Elimi yüzümü yıkarken aynadaki yüzüme baktım. Bu odanın kapısından çıkmadan kaçmanın bir yolunu bulmam gerekiyordu. Banyodan hızla çıkıp kıyafetlerimi giydim. Kot şort ve askılı badi işimi görürdü. Hızla açık olan cama doğru gittiğimde camın dışında kocaman bir ağaç gördüm. Ağacın gövdesi balkona yakındı ve eğer o gövdeye ulaşabilirsem kapıdan çıkma ve yakalanma riskini ortadan kaldıracaktım. Akşama kadar saklanmak benim için yeterli olacaktı. En azından Mert abimler beni denize, havuza atma riskini engellerlerdi. Telefonumu boyun askısına asıp derin bir nefes aldım. Sonra balkonun korkuluklarına tutunup kendimi ağaca doğru sarkıttım. Kolumu uzatarak ağacın gövdesini kavradım. Ardından derin bir nefes daha aldım. Bunu yapabilirdim. Bugüne kadar birçok ağacın tepesine çıkmış ve aynı başarıyla inmiştim. Bunu da başarabilirdim. Kendimi itip gövdeye yapıştım. Sonra yavaşça aşağıya doğru hareket ettim. Birkaç dakikalık zorluğun ardından sonunda ayakların toprağın üstünü buldu. Ellerimi çırpıp sevinçle işte bu kadar, sen kapıda bekle dur, uyuz efendi diye söylendim. Yırtmıştım. Şimdi saklanır ve akşama kadar da ortalığa çıkmazsam kurtulmuş olurdum. Akşam birkaç iğneli lafla da bu konuyu kaptırdık diye düşündüğüm anda kulaklarıma ulaşan, “Yerinde olsam o kadar sevinmezdim, fındık” kelimeleriyle duraksadım. Lanet olsun, Doruk tam arkamdaydı. Bu nasıl olabilirdi. Kapıda duruyordu. Bu yolla kaçabileceğim nasıl aklına gelirdi diye düşünürken gözlerimi sıkıca yumdum. İçimden sessizce küfrederek olduğum yerde yavaşça döndüm ve onunla göz göze gelerek yutkundum. Ağaçtan inerken sanırım beni görmüştü ve eline dalga geçecek daha büyük bir koz vermiştim. Doruk birkaç saniyelik bir sessizliğin ardından, “Maymunculuk oynaman bittiyse gidelim. Senin için çok zevkli planlarım var!” dediğinde bacaklarımın titrediğini fark ettim. Kalbim atışını hızlandırırken aklımdaki ceza senaryoları birbirini kovalamaya başlamıştı. Her birinde de su vardı. Denizde boğulma sahnesi, havuzda boğulma sahnesi… Derken panikle, “Ben her cezaya razıyım, yeter ki beni havuza veya denize atma!” dediğimde duraksadı. “Hızlan biraz” diye söylendi ve yürümeye devam etti. Kaçış olmadığını, ondan kurtulamayacağımı anladım ve el mecbur peşine düştüm. Otelde kahvaltı saatiydi. İkimiz de açık büfeye gidip kahvaltı tabaklarımızı doldurmaya başladık. Gerçi ben tabağıma her zamanki gibi birkaç zeytin, peynir ve domates salatalık koydum. Bir bardak portakal suyunu da aldıktan sonra masaya geçip yemeye başladık. Yirmi dakika süren bir kahvaltının ardından masadan kalkmaya yeltendiğim sırada Doruk, “Kahvaltın bittiğine göre cezana geçebiliriz” dedi. Ceza kelimesi öyle birden kulağıma dolunca ve üstelik bu ses tonuyla sarf edilince fazlasıyla korkutucu olmuştu. Ayağa kalktığımda ayaklarımın titremediğini söylesem yalan olurdu. Doruk o keskin bakışlarıyla bana yaklaşırken ben de yavaş adımlarla geriye doğru gidiyordum. Hatta bir ara ardıma bakmadan kaçmak istedim. Bu karşılıklı yürüme eşliğinde havuzun kenarına geldiğimizde korku dolu gözlerle Doruk’a baktım. Yüzündeki intikam sırıtışı büyürken benim gözlerim de korkudan kocaman olmuştu. Yani bunu yapamazdı, değil mi? Yani yapmamalıydı. Lanet olsun, yapmazdı. Kesinlikle yapmazdı. Yapmaması gerekiyordu. Ona yalvarmıştım, buna rağmen yapmazdı. Gözleri acımasızca gözlerime bakarken bu durumdan büyük zevk aldığını belli eden yüzündeki sırıtış onu hiç çekici kılmıyordu. Bu hiçbir şekilde eğlenceli bir ceza değildi. Yani tamam, cezanın eğlencelisi olmazdı ama bunu yapmamalıydı. Bir an dudakları alaycı bir şekilde kıvrıldı. Ben korkuyla ona bakarken aynı korkunun titrettiği sesimle, “Ta-tamam, özür dilerim. Sana her türlü cezaya razıyım dedim. Ama lütfen aklından geçeni unut” dediğimde gözleri havuzu taradı ve sonra bana bakarak, “Aslında seni şu havuzun tam ortasına atıp çırpınmanı ve son nefesini vermeni izleyecektim. Hatta soğuk bir şeyler bile söylemiştim” dediğinde gözlerim daha da kocaman oldu. Panikle, “Ama vazgeçtin, öyle değil mi?” diye sordum. O esnada kaşları şaşkınlıkla havaya kalkan Doruk’un bu haline, “Yani başka bir ceza buldun?” diye sordum. Doruk bu şirinliğime dayanamayarak hırlamayı andıran bir sesle, “Bugün ölün işime yaramaz” diye karşılık verince yutkundum. Doruk benim bu halime daha da keyifli bir sırıtmayla baktı. Ve ben içimden Allah’ım yani niye yaratırsın ki böyle adamları, anladık tipi veriyorsun da kalbi niye sadece yaşaması için var. İçine birazcık da duygu kırıntısı serpiştirsen, ne diye ruhuna bolca uyuzluk ekliyorsun diye geçirdim. Sonra bu isyanımı bozan, “Düş önüme” diyen Doruk oldu. Onun ne dediğini anlamadan şaşkın şaşkın bakarak, “Ne?” diye sordum. Doruk, “Mertler akşama inmiş olacak. Benim de otel için bir şeyler almam gerekiyor. Bazı tadilatları kendim yapacağım. Sen de benim için birinin çırağı olacaksın” diye açıkladı. Gülümsedim. “Ceza bunun neresinde?” diye sorunca Doruk gözlerini öyle bir devirdi ki resmen dilime küfrettim. Sonra alaycı bir tavırla, “Seni bir Necla teyzeyle tanıştırayım da akşam seni almaya geldiğimde cezanın nerede olduğunu söylerim” dedi. Akşama kadar yanımda olmayacağını anlamış oldum. Bu da demek oluyor ki su yoktu, deniz yoktu. Ve tabi ki boğulmak da yoktu. Sevinçle sırıttım. Doruk, “Öncelikle şu sırıtmana bir son ver” dedi. Üzerimi şöyle bir süzerken yine tüm bedenimin karıncalanmasını sağladı. Gözleri tekrar gözlerimle buluşunca, “Git üzerine bir eşofman ya da kot giy” dedi. Sert bir sesle, “Şortumun nesi var?” diye sordum. Doruk derin bir nefes alıp sakinleşmek istercesine bekledikten sonra, “Dediğimi yap! Bugün adam dövme havamda değilim!” Duraksadım ve kendimi toparlayarak, “Burası Alaçatı” karşılığını verdim. Doruk hızla “Havuz seçeneği daha makul görünüyor. En azından orada konuşma gibi bir derdin olmayacak” dediğinde bu durumun verdiği panikle gözlerim büyüdü. Birkaç adım geriye kaçarak, “Tamam tamam” deyip yanından geçip hızla merdivenlere yöneldim. Bu esnada arkamdan, “Beş dakikan var’” diye bağırdı. İçinden ben sana gösterirdim beş dakikayı ya neyse diye geçirdim ve Mert abimler gelmeden ikinci bir atak yapmayı düşünmüyordum. Ama çenemi tutmama kararımın da arkasında duracaktım. Taktikler Merve teyzemden. Sağ olsun bir erkek canından nasıl bezdirilir konusunda Melek, ben ve Rüya’ya sıkı bir ders vermişti. Melek hariç Rüya ve ben işi kapmıştık. Yaklaşık on beş dakikada hazırlanmış ve aşağıya inmiştim. Üzerime kot bir şort giymiştim. Yani ilk şortum kumaştı ve kısaydı. Bu ona göre daha uzundu ve onun da dediği gibi bir kottu. Şortun üzerine askılı bir badi giydim. Saçlarımı toplamamıştım. Makyajla da uğraşmadım, şapkamı alıp hızla telefonumu arka cebime koydum ve resepsiyona inmek için odadan çıktım. Tamam, ben onun ne demek istediğini fazlasıyla anlamıştım ama birazcık uyuzluktan da bir şey çıkmaz diye düşünerek aşağı indim. Aşağıda beni bekleyen meteorla göz göze geldiğimde dilim tutuldu sandım. Çok yakışıklıydı. Beni tepeden tırnağa süzdükten sonra derin bir nefes aldı. “Ya kızım senin ayarın yok mu?” diye söylendi. Sıkıntılı bir sesle, “Yine ne oldu?” diye söylendim. Doruk parmağıyla şortumu işaret ederek sordu: “Öncekinden farkı ne?” Ben tekrar ellerimi belime yerleştirerek çemkirme edası takındım. “Bu ondan daha uzun” karşılığını verdim. Evet, diğeri popomun dibinde biterken bu basenlerime kadar iniyordu. Doruk gözlerini kısarak, “Bir parmak kadar uzun” dedi. Sonra konuşmama fırsat vermeden devam etti: “Plaja gitmiyoruz!” diye azarlar ses tonuyla konuştu. Ben üzerimdeki şorta şöyle bir baktım ve tam bir şey diyecektim ki Doruk parmağını tehditkâr bir şekilde sallayıp, “Tek kelime etmeden odana çık ve üstüne bir tane kot giy” diye emretti. Sesi o kadar canına okurum tonunda çıkmıştı ki açtığım ağzımı kapamak zorunda kaldım. Oflayarak odama çıkmak üzere merdivene yöneldim. Doruk arkamdan, “Mümkünse uzun olsun” diye bağırmasına hiç ona dönmeden sinirle karşılık verdim: “Şalvar giymeme ne dersin?” Doruk alaycı bir ses tonuyla, “Fena fikir değil” diyerek karşılık verdi. Uyuzluğunu son haddine kadar kullanıyordu. Sadece akşama kadar sürecek. Sonra Mert abim, Savaş falan burada olacak ve bu uyuz onların yanında bana bir şey yapamayacağı için ona istediğim işkenceyi uygulayabilirim. Sadece sabretmem gerekiyor… Bir saat sonra saçma sapan bir ton malzeme aldıktan sonra ne kadar sokak varsa dolaşıp küçük bir otelin önüne gelmiştik. Bu arada ben resmen yorgunluktan bitmiştim. Doruk aldığı tüm malzemeleri benim elime tutuşturmuş ve neredeyse tüm Alaçatı sokaklarını bana gezdirmişti. Her defasında kolunun ağrıdığını söylemiş ve bitmeme sebep olmuştu. Ayı işte, aklınca ceza veriyordu. Malzemeleri inşaata bıraktıktan sonra tam oturuyordum ki, Doruk, “Hiç oturma, fındık, iş başına” diye gürleyince yerimde sıçradım. Hızla, “Ya ne işi, öldüm” diye çemkirince Doruk alaycı bir tavırla karşılık verdi: “Havuz arka bahçede ve sanırım dolu!” Derin bir nefes verdim. Hızla ne söylediyse yaptım. Saatlerce abuk sabuk şeyler istedi. “Çivi, çekiç” deyip durdu. Ben de her birinde bolca sitem ettim. Şu anda yaptığı sadece bana değil, kendisine de işkenceydi. Çenem son sürat çalışıyordu. Ta ki bu uyuz tişörtünü çıkarana kadar… Nefes mi, o da ne? Gözlerim o biçimli kaslarında dolanırken bir erkeğin bu şekilde yaratılmaması konusunda yüzlerce neden sunabilirdim. Bir insan bu kadar yakışıklı, bu kadar çekici olabilir mi diye düşünüyordum. Doruk, “Beni yemeyi bırak da şu askıyı ver” deyince içimden tamam, bu kadar da öküz olabiliyor işte diye söylendim. Öğle saatlerinde artık dinlenmem gerektiğini anladım. Tam oturuyordum ki içeriye giren bir teyze dikkatimi çekti. Kadın elli beş yaşlarında, hafif şişman ve pek sinirli bir kadındı. Ellerini beline yerleştirerek, “Çoktan yemek saati geldi. Hani bana yardımcı olacak birini bulacaktın!” dediğinde gözlerim Doruk’u aradı. Karşılaştığım bu bakışla gözlerim büyüdü. Adi pislik! Bu kadar saat canıma okumuş olması yetmiyormuş gibi bu sıcakta bir de beni mutfağa sokacaktı. Ona bunların da bedelini ödetecektim. Hepsini bir bir, hatta her biri için ayrı cezalar belirleyerek… Çıldırmak üzereydim. Tam elli kişiye yemek servis etmiş, boş tabakları toplamış, artıkları temizlemiş ve bulaşıkları yıkamıştım. Tüm masaları silmiş, hatta yerleri dahi süpürmüştüm. Tam işim bitti derken içeriye giren Doruk eğlenceli bir sesle, “Çok iyi iş çıkardın. Necla teyze seni her gün çalıştırmayı düşünüyormuş” dedi. Elimdeki süpürgeyi kafasına fırlatmak istedim. Sabrımı fena zorluyordu. Ama katlanmak zorundaydım. En azından kısa bir süre daha… Nihayet işlerim bitmişti. Aslında bana biçilen ceza sona ermişti. Şimdi otele geçip üzerimizi değiştirerek havalimanına gidecektik. Yorgunluktan ölüyordum. Her yerim ağrıyordu. Yirmi dakikada otele gelmiştik. Duş aldıktan sonra üzerime elbiselerimden birini geçirdim. Saçlarımı yine açık bıraktım ve olabildiğince hızla odadan çıktım. Resepsiyonda bir öküz görünmediği için havuz tarafına geçtim ve Doruk’u beklemeye başladım. On dakika geçmişti ki havuzun bar kısmından yaklaşan bir adam dikkatimi çekti. Adam sarhoş gibi bir sağa bir sola yatıyordu. Hatta gibisi azdı. Adam gerçekten sarhoştu. Bana doğru yaklaşırken ürkekçe kenara çekildim. Adamla bir anda göz göze gelince bakışlarından resmen ürktüm. Kapkara gözleri vardı. Bakışları korkutucu derecede iğrençti ve bu iğrençliğe o pis sırıtması da eklenince ortaya kaçmayı gerektirecek nedenler çıkıyordu. Adam itici bir sarhoş ağzıyla, “Selam, güzellik, yalnız mısın?” diye sordu. Birkaç adım geriye giderek o iğrenç kokudan uzaklaştım. Tanrım, iğrenç kokuyordu. Sert bir şekilde, “Hayır, yalnız değilim” karşılığını verdim. Bu arada kapının oraya doğru bakınarak Doruk’u arıyordum. Ortalarda görünmüyordu. Adam bana yaklaştıkça ben de havuza doğru geriliyordum. Leş gibi içki kokuyordu ve uzaklaşması için, “Bak erkek arkadaşım şimdi gelir. Ve senin için hiç iyi olmaz” dedim. Adam, “Senin sevgilin salak mı? Böyle bir kızı burada bir başına bırakmış. Kaparlar diye korkmuyor mu?” diye sorduğunda tüm bedenimi bir ürperti kapladı. Dilim tutulmuştu. Tek kelime edemiyordum. Adam iyice yaklaştığında artık iyice havuzun kenarına yaklaşmıştım. Adam bir anda üzerime yıkıldı ve aynı anda hızla çekilince kolu karnıma çarptı. Bu darbeyle dengemi kaybettim. Attığım çığlık tüm oteli ayağa kaldırmıştı. Çığlığımı kesen, Doruk’un bir anda beni belimden kavraması ve onunla göz göze gelmemdi. Bir anlık bakışmanın ardından Doruk, “Kulağımın içine ettin, fındık” demesi sadece içime yüklenen huzurla gülümsememe neden olmuştu. Bu gülümsemeyse Doruk’un kollarında havuza düşene kadar sürmüştü.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD