Kötü bir kâbusun geri gelmesi gibiydi. Havuzun ortasında kollarımı sımsıkı Doruk’un boynuna dolamış tutunuyorum. Tıpkı yıllar önce beni boğulmak üzereyken denizden çıkaran babamın boynuna doladığım gibi. Tüm bedenime aynı güven hissi dolmuştu. Hıçkırıklarıma son veremiyor, boynunu sıktıkça daha sıkı sarıyordum. Doruk da korkumu hissetmişçesine belime sarmış olduğu kolumu çekip beni uzaklaştırmak yerine daha çok sarılıyor ve beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Bir yandan da,
“Özür dilerim, yüzme bilmediğini düşünmedim” dediğinde ona sadece sarılmış ve hıçkırarak ağlayarak karşılık vermiştim. Doruk yüzerek havuzun merdivenine yaklaştığında beni kendinden biraz uzaklaştırıp kendi çevremde döndürdü. Sırtım Doruk’un göğsüyle birleşmiş ve kolu arkamdan beli[1]me dolanmıştı.
“Hadi, fındık. Merdivenlere tutun” dediğinde titreyen kollarımı tırabzana uzattım. Yavaşça merdivenlerden çıktım ve basamak tam bittiğinde yere yığılacakmış gibi hissettim. Bu yere yığılmayı engelleyen güçlü kollar yine Doruk’a aitti ve Doruk,
“Tamam, gel bakalım” deyip beni kucakladığında başım göğsüne yaslandı. Tüm bedenin sanki benim değilmiş gibiydi. Kolumu bile kaldıramıyordum. Doruk beni şezlonglardan birine yatırdı,
“Hastaneye götürmemi ister misin?” diye sordu. Sesi tümüyle endişe ve şefkat yüklüydü. O anda nefesim daraldı ve derin derin soluk almaya başladım. Lanet olsun, şimdi panikatağın hiç ama hiç sırası değildi. Bu olamazdı. Olmamalıydı. Sık sık alamaya başladığım nefeslerin arasından Doruk’la göz göze geldim. Ters giden bir şeyler olduğunu anlamıştı. Endişeyle,
“Kötü mü oldun. Hastane yakın, götüreyim mi?..” diye sorduğunda.
“Sorun yok. Sadece su” diye fısıldadım. Doruk hızla uzaklaştı ve yine aynı hızla başımda bitti. Bana uzattığı suyu aldım ve içerek rahatlamaya çalıştım. Az da olsa işe yaramıştı ve nefesim düzelmiş, panikatağım geri gitmişti. Doruk biraz kendime gelene kadar ne soru sormuş ne de bir müdahalede bulunmuştu. Sadece karşımda oturup beni izlemişti. Sonra kendimi toparlamıştım. Gözlerine sitemle bakarak,
“Sanırım gerçekten ayıldım” dediğimde derin bir nefes alıp verdi.
“Yüzme bilmediğini söyleseydin atmazdım” dediğinde sesimi bir perde yükselterek,
“Söylemeye çabaladım ama duyma yetini resmen kaybetmiştin” dediğimde bu sefer Doruk’un sesi yükseldi:
“O kadar hakaretten sonra normaldir” dedi. Ben artık bu atışmaya bir son vermek için,
“Odama çıksam iyi olacak” dedim. O da konuyu ve tartışmayı uzatmadan beni odama çıkarmıştı. Odaya girdiğimde üzerim sırılsıklamdı. Gözlerimden halen istemsizce yaş akıyor ve gerçekten çok ama çok yorgundum. Yavaşça banyoya gidip bir duş aldım. Bir yüzücü atleti ve şort giyip yatağa uzandım. Bu gece yaşananlara anlam veremiyordum. O kulüpte oturmam onu ilgilendirmiyordu. Beni korumak, bana sahip çıkmak zorunda değildi. Ve en önemlisi de beni hiç ama hiç havuza atmak gibi bir hakkı yoktu. Bu geceki korkumu ona muhakkak ödetecektim. Sonunda ne olacağı hiç umurumda değildi. Bunun bedelini gerçekten ödeyecekti. Ama şimdi uyumam ve kendime gelmem gerekiyordu. Yatağa girer girmez gözlerim kapandı ve tüm bedenimi uyku kapladı…
Sabah uyandığımda dün akşamki kasılmalarım yüzünden tüm bedenim ağrıyordu. Yataktan kalkmam, üzerime bir elbise geçirip aşağıya inerek kahvaltı bölümüne geçmem işkence gibiydi. Yaklaşık bir saatimi alan bu hızlı işlem bile beni fazlasıyla yormuştu. Yemek bölümünün kapısından etrafa bakındığımda yakışıklı odundan eser yoktu. Ortalıkta görünmüyor oluşu benim için iyi sayılırdı. Ama bu onunla karşılaşmayacağım anlamına da gelmiyordu. Üstelik ondan alınacak bir intikamım vardı. Şimdilik bir planım yoktu ama intikam hedefi kesinlikle bana bakıyordu. Ben bu düşüncelerle hayal dünyamda yapabileceğim intikam planlarıyla zevk turları atarken kulaklarıma ulaşan sesle yerimde sıçradım. Bu kadar korku ve boş bulunma yeterliydi. Neden insan gibi davranması gerektiğini bir türlü kavrayamıyordu. Normal insanlar gibi merhaba diyerek selam vermiyordu. Tamamen ukala ve alaycı bir ses tonu takınarak,
“Buradan bakınca tam bir kaçığa benziyorsun” dedi. Gözlerim öfkeyle gözlerini buldu. İşte o an ne söyleyeceğimi unutup teklemiştim. Bu gözlerde bir büyü olduğuna artık emindim. Karşısındakini büyülüyor ve karşı konulması imkânsız oluyordu. Kahverengi gözleri -babamın gözleri hariç hiçbir zaman çekici bulmamıştım. Babam dışında hiçbir erkekte bu kadar hoş ve büyüleyici durmuyordu. Tabi Mert abim ve Yiğit amcamı da dâhil etmem lazım. Ama bu bakışlar beni benden alıyor, içime bir büyü gibi işliyordu. Sanki kalbime dokunup beni karanlık bir çukura çekiyor, nefes almamı engelliyordu. Bu durumu hemen düzeltip kendimi toparladım. Fazlasıyla aptal gibi duruyordum. Onu her gördüğümde sadece şaşkın ördek gibi bakakalıyordum. Bunun artık bir son bulması gerekiyordu. Ardından aynı onun gibi alaycı tavır takınıp,
“Sen de buradan bakılınca tam bir uyuza benziyorsun” karşılığı verdim. Doruk bu cümleme sırıtarak ve o sırıtmayla aklımı başımdan alırcasına gözlerime tekrar bakarak dibime kadar geldi.
“Ben uyuzum, inkâr etmiyorum, fındık! Ama sen tamamen bir kaçıksın ve gerçekten bu bünyeye zararsın” dediğinde ağzım açık kalmıştı. Burnuma dolan kokusu tüm bedenimi sarmıştı. Yüzümü yalayıp geçen nefesi ise büyülenmeme neden olmuştu. Tam bu duruma bir son verip bir şey söyleyecektim ki parmağını yüzüme tehditvari doğrultup,
“Kavga etmek için yeterince yoğun bir gün. Kahvaltı yapıp işimin başına dönmem gerekiyor. Sen de uslu bir fındık ol da kimse kızmasın, anlaştık mı?” diye sordu. Tabi bu soruyla bedenim öfke ile dolmuştu. Hâlâ benimle dalga geçiyordu ve bana fındık diyordu. Ukala, uyuz, öküz ve hatta ODUN!.. Konuşmama izin vermemiş, karşıma oturup kahvaltısına devam etmişti. Ben de her ne söyleyeceksem yutup zaferi intikam zamanına saklamıştım.
Kahvaltı yoğun bir sessizlikte geçmişti. Gözleri bir an olsun telefonundan ayrılmamış, üst üste gelen mesaj trafiğinde kaybolmuştu. Eminim masanın diğer ucunda benim olduğumu dahi unutmuştu. Kahvaltının ardından hızla kalkmış ve bana tam bir abi edasıyla,
“Uslu kız ol” deyip gitti. Sanki vebalıymışım gibi resmen kaçmıştı. Onun arkasından sinsice bakıp ona bugünü dar etmek için yemin etmiştim. Doruk bugünün sonunda kafayı yemiş olacaktı. Nasıl olacağını bilmiyorum ama bir açık yakalayıp bunu fırsata çevirecektim. Otelde fazlasıyla tek başıma kalmıştım. Üzerimi değiştirip bir şeyler içmek için dışarıya çıktım. Dün akşamki kafenin önünden geçtiğim esnada aklıma gelen görüntülerle yumruklarımı sıktım. Sabahtan beri düşünüyordum ve ne yapacağımı bulamıyordum. Dayanılacak gibi değildi. Bir şeyler bulmam gerekiyordu. Hem de birkaç saat içinde uygulamaya sokabileceğim bir şeyler…
Kafeye oturmuş elimde soğuk limonatamla önümdeki iki uçarı kıza bakıyordum. Kızlar gerçekten salak mıydı? Yoksa salak gibi mi davranıyorlardı? Bilemiyordum. Ama birden,
“Ay, işte yine geçiyor” diye bağıran kıza baktım. Ve tepkisini sergilediği kişiye doğruldum. Gözlerinin hedefinde Doruk vardı. İçime dolan öfkenin nedenini çözemedim ama dişlerimi sıktığıma emindim. Kızlardan diğeri,
“Of, bu çocuğu iki gündür görüyorum. Taş ya!.. Ama kimseye bakmıyor” dediğinde yanındaki diğer sarışın,
“Evet, dün akşam havuz kenarında bir kız gitmiş yanına. Kızı kovmaktan beter etmiş” dediğinde duraksadım. Sonra şeytan boynuzlarım çıktı ve aklıma gelen intikam planıyla yüzümü sinsi bir sırıtış kapladı. Oturduğum masadan kalkıp kızların masasına geçtim.
“Şey, o kızlara bakmaz” dediğimde kızların dikkati bir anda bana yöneldi.
“Neden bakmasın, kız arkadaşı falan mı var?” diye sordular. Gülümseyerek,
“İlişkisi yeni bitti. O yüzden canı sıkkın ve kadınların ona yaklaşmasından hoşlanmıyor” dediğimde esmer kız sanki bir kedi yavrusu görmüşçesine çıkardığı sesle,
“Ay ben onun aşk acısını gideririm” derken tüm sinirlerimin gerildiğini hissettim. Buna bir anlam veremesem de hızla,
“Kuzum o sana da bakmaz” diye karşılık verdim. Kız hızla beni süzüp söylediklerime benden çok sinirlenerek,
“Güzel olmadığımı mı söylüyorsun sen?” diye hırladı. Aldığım tepki karşısında panikleyerek,
“Ya yok! Bu adam kızlara bakmıyor. Onu demek istedim” dedim. Kızların gözleri kocaman oldu. Sarışın olanı, “Yani gay mi?” diye sordu. Duyduğum soru karşısında kıpkırmızı oldum.
“Evet, gay” karşılığı verdim. Esmer olan gayet içten gelen acı bir sesle,
“Yazık, çok da yakışıklı” dediğinde Doruk’un ölümcül bir hastalığı olduğunu falan hissettim. İçim acıdı ama bunu hak etmişti. Sarışın olan da aynı ses tonuyla konuşmaya başladı:
“Ona yardım edelim o zaman!” Ne dediğini anlamayan bakışlarla onu süzdüm. Kız yine aynı tonda şakıyan sesiyle,
“Murat’ı çağıralım. O sever bu gibi durumları. Hem arkadaşın için de teselli olur” dedi. Onun bu söylediğine şaşkınlıktan,
“Hey, gay bir arkadaşın mı var?” diye sordum. Kızlar kahkaha atarak,
“Evet, o da burada tatil yapıyor. Akşama buraya gelecek. Yanımıza” diye açıkladı.
“Hangi barda olacaksınız? Ben de bizimkini alıp geleyim. Belki iyi gelir” diye sordum. Kızlar akşam hangi barda olacaklarını söyleyip yanımdan uzaklaştılar. Sinsi sırıtmam suratıma daha çok yayıldı. Beni havuza atmak ne demekmiş göreceksin, bay uyuz. Bunun intikamını alacağımı söylemiştim... Hem de mükemmel bir intikam eşliğinde. Planlasam bu kadar iyi olamazdı. Onun için bu şansı sonuna kadar kullanmam gerekiyordu.
Her şey tamamdı. Çok güzel hazırlanmıştım. Çantamı ve telefonumu aldıktan sonra odadan çıkıp merdivenlerden indim. Bu gece geriye sadece bay uyuzu ikna etmek ve onu kızların gidecekleri bara götürmek kalmıştı. Tabi bunun için de tüm şirinliğimi kullanmam gerekiyordu. Suratıma babamı bir şeylere ikna etmek için kullandığım şirin sırıtmamı takınarak etrafta bir adet uyuz aramaya başladım. Aranan uyuz havuz başında görüş alanıma girdi. Sevinerek hızla yanına gittim. Beni gördüğünde ilk önce tepeden tırnağa süzdü ve gözleri gözlerimi o keskin bakışlarıyla bulduğunda nefesim kesildi. İnsan bu bakışlara sahipse karşısında hiçbir kadının şansı yoktu. İnsaf be adam, böyle bakılır mı diye içimden söylendim. Bakışlarından sanki bedenim karıncalanmıştı. Onun o delici bakışlarına rağmen yürümeye devam eden ayaklarıma bir dizi küfür sarf ettikten sonra Doruk’un tam karşısında durdum. Kuruyan boğazımı yalancı bir öksürükle temizledim ve kaybolan sesimi bulup,
“İyi akşamlar” dedim. Doruk elindeki pet şişeden suyu bir dikişte içti ve alaycı bakışlarıyla,
“İyi akşamlar, demek için çok erken” dedi. Ve o kahve gözleri beni tekrar süzüp parmağıyla beni göstererek,
“Şu kıyafetle havuz başına oturmaya gelmediğine yemin bile edebilirim” dediğinde elimdeki çantayı kafasına fırlatmak istedim. Odun işte, hem de yontulmamışından. Ama intikama giden her yol çekilir. Sadece bir saatlik katlanma sonrası intikamın acı olacak! Sabret kızım İpek!.. Annem ne derdi: Birinden intikam almayı istiyorsan, önce sakin olacak ve onu sinir edecek zamanı kollayacaksın. Ben de tam olarak öyle yapıyorum ve söylediklerini umursamayıp suratıma en şirin gülümsememi yerleştirerek,
“Şey, çok sıkıldım! Yani buraya eğlenmeye geldim, odamda oturmaya değil, öyle değil mi?” diye sızlandığımda Doruk o dehşet kaşlarını havaya kaldırdı ve kötü bir abi gibi karşılık verdi:
“Bu gece adam dövme havamda değilim. Kır dizini de otur oturduğun yerde” karşılığını verince duraksadım. Nasıl oluyor da bu kadar kaba bir insan olabiliyordu. Bu olumsuzluğa rağmen sinirimi bozmadım ve kendimi toparlayarak,
“Sen nerelisin?” diye sordum. Hızla,
“Artvin” dediğinde bu lafların tanıdık gelmesine şaşırmamam gerektiğini anladım. Aynı babamın cümleleri, tam bir Karadeniz stili… Yani babam Rizeli ve Doruk’tan pek de farklı olmayan bir sürü cümle kuruyordu. Derin bir nefes aldım ve Doruk’a bir adım daha yaklaşıp,
“Söz veriyorum başımı derde sokmayacağım. Uslu bir kız olacağım. Ayrıca sen gelmesen de olur” dediğimde Doruk bu sefer kocaman olmuş gözlerle bana baktı.
“Bu saatte o kıyafetle, tek başına, üstelik bar, ha?” dedi ve sonra alaycı bir tavırla gülümseyerek,
“İnanması zor ama sen bir de uslu bir kız olacağım mı dedin?” diye sordu. Elini unut gitsin dercesine sallayıp,
“Yatağa, fındık. Sütünü içmeyi de unutma” dedi. Yerimde tepinmek istedim. Hem de zıplaya zıplaya ağlayıp istediklerini yaptırmaya çalışan küçük veletler var ya, tıpkı onlar gibi. Sonra derin bir nefes aldım. Sakin kalmaya çabalayarak ve durumu netleştirmek için sert bir sesle,
“Ben bara gideceğim. Ya gelir yanımda durursun ya da burada böyle bir başına oturursun. Sadece bir aylığına Türkiye’ye geldim. Alaçatı’da birkaç gün kalacağım. Onun için de odama kapanmaya hiç niyetim yok” dedim. Doruk şaşkınca suratıma bakarken kollarımı göğsümde birleştirdim ve sadece gözlerine odaklanarak baktım. Birkaç saniyelik inatlaştığımız bakışmamızda Doruk oflayarak pes etti. Bu sefer yerimde zıplamak istiyordum. Doruk gergin, tedirgin ve bir o kadar da meydan okuyan bir sesle,
“Tamam, ama seni şimdiden uyarıyorum! Uslu duracaksın ve kimseyi pert etmeme sebep olmayacaksın, anlaştık mı?” diye sordu. Sevinçle yerimde zıplayarak boynuna sarıldım. Bu durumun farkında olmadan çığlık atarak,
“Tamam, kabul” dediğimde Doruk nefes alamadığını belli edercesine homurdandı:
“Beni öldürürsen, gidebileceğin tek yer hapishane olur. Ve bahse girerim ki bar kadar eğlenceli olmayacaktır!” Duraksadım ve hızla boynundan ayrılıp şaşkınca,
“Şey, pardon “diye gevelemeye başladım. Burnumda hâlâ onun o keskin kokusu duruyordu. Allah’ım, o nasıl bir kokuydu? Saatlerce öyle durabilirdim. Neyse, hedefimizden kesinlikle şaşmamamız gerekiyordu. İstikamet, intikam.
Yaklaşık yirmi dakika içinde Doruk hazır vaziyette karşımda duruyordu. Siyah bir kot, beyaz bir tişört giymişti. Koluna da spor bir saat takmıştı. Son derece seksi görünüyordu. Bir insan evladının bu kadar etkileyici olmaması gerekiyordu. Bu spor halinin birkaç dakika öncekinden pek farkı yoktu. Ama o bu haliyle kesinlikle bu gece bardaki bütün kızların aklını alacaktı. O kirli sakalı, o geniş omuzları ve kaslı bedeni… Sonra o bakışları ve kendinden emin duruşu. Bu adamın sıradan yürüyüşü bile beni benden almıştı. Bu aptalca düşünceleri bir kenara bıraktım ve hemen yanına geçip yürümeye devam ettim. Bara girdiğimizde kendimize oturacak bir yer bakarken gözüm bugünkü kızlara takıldı. Onlar da beni gördüklerinde ellerini araba silecekleri misali sallamaya başladılar. Onarlın bu anlamsız sevinçlerine gülümsemeden edemedim. İkisi de katıksız saf salaktı. Doruk kızlara güldüğümü fark ederek,
“Bana sakın o salakların yanına gideceğini söyleme” diye hırladı. Ben de ona sinsice gülümseyerek,
“Evet, onların yanına gideceğim” dedim. Doruk gözlerini sabır dilercesine havaya dikti. Tanrım ne kadar seksi göründüğünün farkında olduğunu sanmıyorum. Ama şu anda gerçekten çok seksi görünüyordu. Doruk derin bir nefes aldı. Gözlerini o keskin bakışlarla gözlerime kilitledi.
“Bu gece senin... Ve ben şurada oturuyor olacağım. Gözümün önünden ayrılma, fındık. Gözünün yaşına bakmam. Ve inan bu sefer seni o havuza attığımda son nefesini verene kadar beklerim” dedi. Sesindeki ciddiyet bende ürperme oluşturdu ve yutkunmama neden oldu. Onun o keskin bakışları altında sesimi bulmaya çalıştım ama konuşamadım. Hâlâ onay beklercesine suratıma bakmasına sadece kafamı sallayarak tepki verdim. Bu gecenin sonunda eğer yaşıyor olursam kesinlikle mucizevi bir şey olurdu. Ama artık iş işten geçmişti, geri dönemezdim. Doruk bara oturup kendisine bir içki söyledi. Ben de kızların yanına geçmiştim. Kızlardan sarışın olanı benim masaya oturmamla hemen sordu:
“O neden gelmedi?” İçimden eğlence için gelmemesi gerekiyor diye haykırırken tedirgin bir sesle,
“Yalnız kalmak istiyormuş” Bu söylediğime esmer olan kız,
“Bu taş gibi adamın kendi cinsinden hoşlanması tam bir ziyanlık” dediğinde sinsice sırıttım. Tabi ki gerçekten öyle olsa ben de hayal kırıklığına uğrardım. Şu anda bar taburesinde tüm vücudu erkek kromozomlarıyla dolu bir adamı gay sanıyorlardı. Bu onlar için ne kadar acı!.. Bu gece yaşanabileceklerden her ne kadar korksam da eğlenceli olacağını düşünerek daha da sırıttım. Birkaç saniye içinde yanıma gelen garsona bira siparişi verdikten sonra beklemeye başladım. Yanımdaki kızların salaklıkları ve ilginç dansları yüzünden bulunduğumuz masaya fazlasıyla ilgi vardı. Doruk’la arada bir göz göze geliyorduk. Onun kaş göz işaretlerinden yanımıza gelen öküzlerden uzak durmam gerektiğini anlayabiliyordum. Yaklaşık on dakika sonra elinde bir meyve suyuyla gelen garsona salak salak bakıyordum ki bakışmayı kesip çemkirme moduna geçtim.
“Bira istemiştim, yanlış oldu galiba?” dedim. Garson soruma karşılık biraz alaycı ve mahcup bir ifadeyle,
“Abiniz henüz on sekiz yaşınızı doldurmadığınızı ve sizi sadece eğlenmek için getirdiğini söyledi. On sekiz yaşından küçüklere alkol satışımız yok. Abiniz olmasa sizi buraya almam bile yasak, üzgünüm” dedi. Sadece birkaç saniye uzaylı görmüş gibi garsona baktım. Sonrasında gözlerim bar taburesinde oturmuş soğuk birasını yudumlarken bana pis pis sırıtarak bakan Doruk’u buldu. Gerçekten uyuzdu. Katıksız odun. İntikamımı alırken bu olay için de zevkten dört köşe olacağıma dair kendime söz verdim. Kendimi toparlayıp yüzüme sinsi gülüşümü yerleştirdim ve önüme bırakılan meyve suyundan kocaman bir yudum aldım. Hay lanet, şeftali suyu mu? Ben şeftali suyundan nefret ederim! Ben bu iğrenç tadı ağzımdan atmaya çabalarken masamıza gelen bir adamla duraksadım. Yemyeşil gözleri suratına vuran ışıkla anında belli oluyordu. Boyu neredeyse uyuz Doruk kadar vardı. Öyle kaslı falan değildi ama cılız da sayılmazdı. Yakışıklı, karizmatik ve kibar biriydi. Ta ki konuşmaya başlayana kadar. Adam selam verdi:
“Cicişler, nasılsınız?” Saydığım bütün özellikleri kaldırıp çöpe attım. Aklımdan tüm hayal kırıklığım kesinlikle yüzümden okunabiliyordur diye düşündüm. Adam bildiğiniz gaydi. Tüm kızların hayalleri gibi yıkılmış durumdaydım. Adam,
“Ee, kızlar! Nerede kalbi kırık erkeğim” diye sordu. Gözlerim kocaman oldu. Bu şimdi hemen Doruk’un yanına mı gidecekti? Ben daha tepki veremeden yanımdaki sarışın yelloz,
“Bak işte, bar kısmında. Sırtı bize dönük olan var ya, esmer olan, işte o” diyerek parmağıyla işaret etti. Adam,
“Wow, çok iyiymiş” dedi ve Doruk’a doğru yürümeye başladı. Hiçbir şey yapamadan sadece hızla Doruk’a doğru yürüyüşünü izlemiştim. Aslında adam çok tatlıydı. Yani hoş vakit geçirilebilir, sempatik ve eğlenceli birine benziyordu. Tabi bu sempatiklik Doruk için nasıl bir anlam ifade edecekti, onu da birazdan görecektik. Yalnız beni havuza atmanın elbette bir bedeli olacaktı. Adam Doruk’un yanına giderken ben de çıkışa doğru ilerledim. Ortalık karışınca oradan hızla kaçmalıydım. Yani o sinirli haliyle Doruk’un eline geçmeyi hiç istemezdim. Bir çırpıda kapının ağzına gelmiştim. Tabi ki şöleni uzaktan da olsa izleyecektim. Bar bölümüne gözlerimi dikip baktığımda adamın çoktan Doruk’un yanına gittiğini ve Doruk’un karşısındaki adamın hareketlerini ve ne istediğini anlamaya çalışır halini gördüm. Bu duruma gür bir kahkaha attım. Haddinden fazla komiktiler. Benim bu keyifli dakikalarım adamın söylediği bir şeye Doruk’un yüzüne bile büyük gelecek şekilde gözlerini açmasıyla son buldu. Doruk bu şaşkınlığın ardından adamın yakasına yapıştı. Sadece yakasına yapışmakla kalmadı, zavallıma sıkı bir de yumruk geçirdi. Sarışın ve yanındaki kuyruğu esmer sürtük çifti hızla yanlarına gitti. Zor bela Doruk’u durdurduklarında her ne söyledilerse o kahve gözlerin karardığını gördüm. O karanlıkta alev almış gözlerle bakışlarımı yakaladı. İçimden, ‘Sen bittin kızım İpek! Bu adam seni havuza değil, hiç üşenmeden denizin ortasına kadar götürüp oracığa atar diye geçiriyordu. Aklım ise bangır bangır sen hâlâ burada mısın, geri zekalı? Koş diye bağırıyordu. Tabi ki aklımın sesini dinledim ve ardıma bakmadan kaçmaya başladım.
“Seni var ya!” diye bağıran, pardon haykıran Doruk’un eline geçersem bu benim bittiğimin resmiydi. Beni kesin öldürürdü. Yani daha yirmi bir yaşındayım. Önümde yaşamam gereken bir hayat olduğunu düşünüyordum. Onun için ardıma bakmadan hızla kaçmaya başladım. Arkama bakmama gerek yoktu çünkü kesinlikle kızgın bir boğa gibi peşimden kovalıyor olduğu kesindi.