Otel odasından çıktıktan sonra daha az önce yaşadığım edepsiz ama tutku dolu anlar gözümün önüne geldi. Bundan sonra sadece hayallerde olacak bu beraberlikten asla pişman değildim. Düşüncelerimden dolayı kendimi kınamam gerekirken tanımadığım biriyle beraberlik yaşamak çok kötü bir olay olarak gelmemişti çünkü Çakır’ın çok farklı bir havası vardı.
Bir kadına dokunması yeterdi, onu istemesi için. Aslında, her zaman sevdiğim adamla beraber olmayı kafama koymuştum fakat bu mümkün olmayacaktı. Taylan da ilkim olsun istemiyordum. Onunla sevgili olmamın birkaç sebebi vardı. Birincisi, çocukluğumuzun bir arada geçmesiydi. İster istemez yakındık ve bunu farklı yorumlayıp nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde kendimi onunla sevgili bulmuştum.
Belki de erkenden biterdi fakat babamlar çok mutlu olunca ayrılamadık. İkisinin de amacı, ortaklığın bizim evliliğimizle daha da ilerleyeceğiydi bu yüzden her zaman bizi destekleyip ayrılmamımız için her şeyi yapmışlardı.
İkinci nedeni de onunla ikon bir çift olmuştuk ve her yerde dikkat çekiyorduk. Magazinde en yakışan çiftler sıralamasında her sene zirveyi oynardık. İnsanların bizim için açtığı fan hesapları bile vardı. Her adımımız sosyal medyada viral olurdu. Bu da benim ve onun hoşuna gidiyordu çünkü göz önünde olmayı seviyorduk.
Taylan aslında yakışıklıydı ve her kızın sevebileceği karizmaya sahipti. Uzun boylu, esmer ve mavi gözlere sahipti. Bunun farkında olup kadınlarla çok samimi olurdu. Gram kıskanmazdım. Birkaç kez de sekreterinin göğüslerine bakarken görmüştüm. İçimde kasırgaların kopması gerekirken hiçbir şey hissetmemiştim.
Ayrılmak için bir atak geliştirmem çok zordu. Haftaya nişanımız vardı. Onu sadece arkadaş olarak seviyordum çünkü insan, sevdiğine bedenini emanet ederdi. Oysa ben bir başkasına bedenimi vermiştim. Bundan asla da gocunmamış ve aksine sevişirken aklıma Taylan dahi gelmemişti. Bu, beni orospu yapar mı? Yaparsa yapsın! Umurumda değildi.
Erkek istediğini yaparken kadının da özgürlükleri vardı. Onların ihtiyaçları varsa bizim de vardı. Odadan çıkmıştım ama aklımda hâlâ Çakır vardı. Topuklu ayakkabılarım zeminde ses çıkartırken odamıza girdim. Yani Taylan’la olan. Taylan, belinde havlusuyla duştan çıkmıştı. Hiçbir şekilde bana çekici gelmiyordu. Abime bakarken nasıl düzsem öyle bakıyordum.
Beni görünce kaşları çatıldı. “Dağılmış gibisin,” dediğinde kendime lanet okudum. Yüzüme bile bakmadan dışarı çıkmıştım. Gece, çok uzun ve tutkulu geçmişti. “Sana öyle gelmiş,” deyip hızlıca banyoya girdim. Arkamdan ıslık çalmıştı. Sürekli sevişme imaları yapmaktan bıkmamıştı ama ben onu reddetmekten sıkılmıştım.
Salak, anlamamıştı bile ya da salağa yatıyordu. Benim kimseyle beraber olamayacağımı düşünüyordu ama yapmıştım. Banyoya girip üzerimdekileri çıkarttım. Dün akşamın izlerini silmem gerekiyordu. Lifi alıp üzerine Taylan’ın duş jelini sıktım. Duş jelimi getirmemiştim.
Lif ile bedenimi yıkarken dün gecenin görüntüleri beynimde görüntülendi. Onun göğüslerime tutuşu geldi, gözümün önüne. Görüntüleri beynimden silip durulandım. Duştan çıktıktan sonra bornozumu giyip odaya döndüm.
Taylan da altına sadece şort giymiş, telefonla konuşuyordu. Ben de dolaptan eşyalarımı alacakken birden arkamda belirdi. “Görüşürüz,” deyip telefonu komodine bıraktı. Bakışları, vücudumu tararken valizden kıyafetlerimi aldım. “Hazırlan da hemen kıyafet işini halledelim. Annemler aradı,” diye açıkladı.
“Olur,” deyip banyoda üzerimi giyindim. Çok yorgun olduğum için spor şeyler tercih etmiştim. Kot bir jean, üzerine crop giymiştim. Deri ceketimi üzerime alıp spor ayakkabılarımı giydim.
Saçımı salık bırakıp yüzüme hiçbir şey sürmedim. Bu şekilde bile güzeldim. Her ay yaptırdığım cilt bakımları işe yarıyordu. Taylan’la çıktığımızda ünlü bir modacıya geldik. İkimiz de akıcı bir şekilde Fransızca bildiğimiz istediğimiz tarzda kıyafetleri anlattık. Ben, dantelli bir nişanlık istiyordum.
Modacı ölçülerimizi aldıktan sonra İstanbul’a göndereceğini söyledi. Taylan’la yemek yedikten sonra otele geri dönmüştük. Taylan, yatağa uzanıp bir maç açınca ben de terlediğim için yeniden duşa girdim. Duşta üzerimi liflerken aklımdaki tek kişi Çakır’dı.
Bana dokunuşları, bakışı… Hiçbir şeyi gözümün önünden gitmiyordu ve ben onu görmeden nasıl duracağımı düşünüyordum. Alışmak zorundaydım. Bir kere gördüğüm bir adama bu kadar bağlanmam normal değildi. İlk kez seviştiğim için böyle düşünüyor olabilirdim ama ne olursa olsun o beyinim bir köşesinde unutulmaz adam olarak kalacaktı.
Duştan çıkıp üzerimi giyindim. İçeriden bağırma sesleri gelince odaya geçtim. Taylan sinirli bir şekilde telefonla konuşuyordu. Ne olduğunu merak etmiştim. “Onun benim nişanımda ne işi var? Sen, benimle dalga mı geçiyorsun?” diye kükredi. Sırtı bana dönük olduğu için beni görmüyordu. “Baba,” dedi, dişlerinin arasından. Ercüment Amca ne diyorsa Taylan çok sinirlenmişti.
Birinin gelmesi onu hoşnut etmemişti ama kimdi? Telefon konuşması bitince hırsla telefonu yere fırlattı. “Ne oluyor?” diye sordum. “Üvey abim geri dönüyor. Nişanımıza katılacakmış. Hemen dönmemiz gerek ortamı ona bırakamam,” deyip valizini hazırlamaya başladı. Üvey abisi, babasının ilk eşinden olan ve Taylan’ın hiç sevmediği biriydi. Amerika’da yaşadığını biliyordum.
Daha önce adını bile duymamıştım çünkü Taylan ondan hazzetmezdi. Bu yüzden sormazdım da. “Temelli mi?” diye sordum. Kafasını sinirle salladı. “Evet, temelli dönüyor ve şirkette yönetim kuruluna girecekmiş,” dedi.
Şirkette Taylan, abim ve ben çalışıyorduk. Babamlar artık emekliliğin tadını çıkartıyordu. Demek ki yeni biri katılıyordu. “Abim ne dedi, bu işe?” diye sordum. Alayla “Abin çok sever, üvey abimi. Amerika’ya her gittiğinde onun misafiri olur,” dediğinde kaşlarımı havaya kaldırdım. Bunu kıskanıyordu.
Abim, Taylan’ı hiç sevmezdi. Bunun da farkında olmalıydı. Şirkette fırtınalar eseceği belliydi. Taylan’ın sinirli hâli hiç çekilmezdi. İçimden sabır dilerken valizimi hazırlayıp göbeği açık bir tişört ve kısa taytlarımdan birini giydim. Spor ayakkabılarımı giydikten sonra saçımı topuz yapıp gözlüklerimi taktım.
Taylan da spor bir kıyafet tercih edince görevliler valizlerimizi aşağıya taşıdı. Paris’ten ayrıldığım için hüzünlüydüm çünkü Çakır’ı özleyecektim. Onunla yeniden karşılaşmayı çok isterdim ama imkânsızdı. Otelden ayrılıp havaalanına gittik. Taylan’ın özel jetiyle Türkiye’ye gidecektik.
Taylan, resmen diken üzerindeydi ve çok sinirli gözüküyordu. “Taylan, sakin olur musun?” diye sordum. Bana bakmadı, bile. “Olamam, Mina! Sen, olayları bilmiyorsun!” diye tısladı. Bazen, bana bağırıyordu ve bu durum beni çok sinirlendiriyordu.
“Bana bağırmayı kes! Ben, senin çalışanım değilim!” diye karşı çıktım. Kimse, bana böyle davranamazdı. Taylan’ın sinirlendiğinde gözünün dönmesinden nefret ediyordum. “Sana öyle davranmıyorum,” dedi.
Tersimin pis olduğunu çok iyi bilmesi gerekiyordu. Kolundan tuttum. Yüzlerimizi birleştirdim. “Hareketlerine çekidüzen vermezsen nişanı bozmak için elimden geleni yaparım, Taylan! O, çok sevdiğin şirket de üvey abine kalır,” dedim. Gözlerindeki ateşi görsem de bir şey söyleyemedi. Biz evlenmezsek şirketin ona kalmayacağını çok iyi biliyordu.
Yutkunuşunu görmek hoşuma gitmişti. Kolunu bırakıp arkama yaslandım. “Ben de öyle düşünmüştüm. Bir ay sonra nişanımızda sorun yaşamak istemiyorum, Taylan!” deyip ayak ayak üzerine attım. O ise kulağıma yaklaştı. “Bu hallerin beni fena hâlde azdırdı,” deyip bakışlarını erkekliğine döndürdü. Gerçekten de hatrı sayılır bir şekilde meydandaydı.
Gülümseyip dudaklarımı yaladım. Ben de kulağına doğru nefesimi vere vere geçtim. “Lavabo ileride,” deyip geri çekildim. Hayal kırıklığıyla bana baksa da umursamayıp dergimi elime aldım.
Taylan’dan
Mina’nın bu hâlinden nefret ediyordum. Asla benimle beraber olmak istemiyordu ama sonunda bu amacıma ulaşacaktım. Onunla beraber olmadan şu dünyadan göçersem mezar taşıma yazmaları gerekiyordu. Kafama koyup yapmadığım hiçbir şey yoktu. Üvey abimi buradan göndermek gibi… Ama geri geliyordu.
Düşüncelere ara vermek zorundaydım çünkü erkekliğim hiç rahat durmuyordu. Lavaboya gidip işimi görecekken bir hostesin bana doğru geldiğini gördüm. Minicik eteğiyle adeta bana açık kapı gösterirken “Bir şey mi istediniz, Taylan Bey?” diye sordu. Mina duymadan işimi halledebilirdim.
Çapkınca sırıtıp elinden tutup dudaklarıma götürdüm. Küçük bir öpücük bahşettikten sonra “Seni,” dediğimde bakışları değişti. Bu, seni istiyorum demek oluyordu. Lavaboya girdiğimizde ne yapacağını biliyordu. Hemen pantolonumun kemerini çıkartıp erkekliğimi meydana çıkarttı. Gözlerimin tam içine bakarak ağzına alınca dişlerimi sıktım. Eğer inlersem Mina duyabilirdi.
Erkekliğimi tatmin edince ben de onu elleri lavaboya gelecek şekilde döndürüp hiç ön sevişme yapmadan içine girdim. Zaten, ıslaktı ve kadınlığı genişti. İki gel gitten sonra içinden çıkıp haykırarak boşaldım.
İşim bitince kıza bunun yaşanmadığına dair söz verdirtip her seyahatimde ödül alacağını söylediğimde gülüp cilveli bir şekilde tuvaleti terk etmişti.
Tatmin olmuş bir şekilde içeriye döndüğümde Mina hâlâ dergileri karıştırıyordu. Ruhu bile duymamıştı. Birbirimize muhtaçtık ve asla ayrılamazdık. Mina’nın benden başka kimseyle beraber olmayacağını bildiğim için ona sahip olana kadar birileriyle kendimi tatmin etmek zorundaydım. Benimle beraber olmayarak dolaylı olarak buna izin vermiş sayılıyordu.
Yanına oturduğumda “Fermuarın açık,” dedi. O kadar dikkatliydi ki… Hemen fermuarımı kapatıp Türkiye’ye dönene kadar da film izlemiştim. İniş gerçekleşince Mina ile eve gitmek üzere yola çıktık. Sevgili üvey abim ile karşılaşacağım için sinirliydim. Evin önüne geldik. Evlerimiz karşılıklıydı. Yanağımı öpüp “Ben, eve geçiyorum. Çok yorgunum. Her ne kadar üvey abinle tanışmak istesem de,” dediğinde kaşlarımı çattım.
“Mina,” dediğimde gülüp “Tamam, tamam sustum,” dedi. Mina kendi evine geçtikten sonra hiç istemesem de bize geçtim.
Valizimi korumalar taşırken ben doğrudan salona gittim. Babam, annem ve üvey abim oturup kahve içiyordu. Annem, hoşnutsuzca üvey abime bakarken babam gayet memnun görünüyordu. Beni gördüklerinde annem “Oğluşum,” deyip bana sarıldı. “Burada kalmaması için elimden geleni yapacağım,” dedi.
Burada, bizimle mi kalacaktı? Bu, çok fazlaydı. Babam bunu yapamazdı. Üvey abim ayağa kalkıp bana sırıttı. “Taylan,” dediğinde sinirle “Çakır,” dedim. İkimiz de birbirimize meydan okuyan bakışlar atarken savaş alarmları çalmaya başlamıştı. Bu savaşta kazanan tek kişi olacaktı. Ya o ya da ben!