Birinci Bölüm -YENİ GÖREV-

1852 Words
~ Günümüz ~ Alarmımın sesi beynimin içinde yankılanıyordu. Elimle susturmaya çalışsam da ısrarla susmuyor, daha da tiz bir sesle ötmeye devam ediyordu. Gözlerimi aralayıp biraz daha ayılınca kendi alarmımın olmadığını anlamam iki saniyemi aldı. Uzun bir aradan sonra bana görev için verdikleri alarmdan geliyordu. Şaşkınlığımdan sıyrılıp fırlayarak yataktan çıktım ve dolabımdan küçük alarmı aldım. Çalan alarma uzun uzun baktım ve sesini kıstım. İstemsizce boşluğa gözümü dikip sırıtmaya başladım. “İşte yine başlıyoruz...'' Ben Ecem. Ecem Güven. 20 yaşında, ailesi tarafından zorla devlet işleriyle uğraştırılan bir ajan. Fazla havalı duruyor değil mi? Eğer benim gibi bir hayat yaşamıyorsanız, gayet havalı aslında. Anne ve babamda benim yaşlarımda eğitime başlamış, bir görev sırasında tanışmışlar. Kısa bir süre sonra evlenip, 5 yıl sonrasında da onlara göre çürük meyveleri olan ben doğmuşum. Doğduğumdan beri normal bir çocuk olarak büyümedim. Yaşıtlarım evcilik oynarken ben dövüş kurslarına gidiyordum. Onlar birinci sınıfa başlamışlarken ben iki yeni dil öğreniyordum. Normal değildim işte. Bu yüzden ailem olarak nitelendirilen insanlarla aramın iyi olduğu pek söylenemezdi. İşin garip yanı onlardan haz etmediğimi yüzlerine söylesem de beni umursamadıkları gibi gayet bilmiş bir tavırla “Çalışmalarına devam et, sakın hiçbirini aksatma” diyorlardı. Aile değiliz işte. Sadece mecburiyetten bir araya gelen 3 insanız. Alarmı yatağa fırlatıp hemen banyoya koştum. Elimi yüzümü yıkayıp aynadaki hayattan bezmiş yansımama baktım. Birden bire ne olmuştu ve yine beni ne tür bir facia bekliyordu? Geçen koca 2 yıl... Dışı 20 ruhu 70'lik teyze olan ben, yine aynı şeyleri kaldıramayacak kadar yorgundu. Anılar her hücreme ilmik ilmik işlenmişken her şey daha da zorlaşıyordu. Derin nefesler alırken silkelenip banyodan çıktım ve odama geçtim. Eşofmanlarımı üzerimden çıkarıp siyah kot pantolonumu ve atletimi üstüme geçirdim. Saçlarımı at kuyruğu topladıktan sonra telefonumu cebime tıkıp aşağıya indim. Bir şeyler atıştırmak için mutfağa geçtiğimde kahvaltı masasının üstünde bir not buldum. “İş için İngiltere'ye gidiyoruz. Dikkatli ol.” HARİKA. Yurt dışına gidiyorlardı ve bunu bana notla anlatıyorlardı... Kağıdı buruşturup masanın üstüne fırlattım. Bizimkisi iş arkadaşı ilişkisine dönmüştü aslında. Evlendiklerinde de 5 dakikalık zevklerinin esiri olmuş, beni yapmışlardı herhalde. Üstüne bu lanet hayatı başıma sarıp beni yapayalnız bırakmışlardı. Ajanlıkmış. Ben kurtaracağım ya herkesi. Buzdolabının kapağını açtığımda bana cazip gelen bir yiyecek görmediğim için geri kapatıp evin çıkış kapısına yöneldim. Ayağıma converslerimi geçirip kapının arkasındaki anahtarları aldım ve evden çıktım. Hızlı adımlarla sokakta ilerliyordum. Tamam, fazlasıyla şikayet ediyordum bu işi ama bir yerde kafamı dağıtmamı sağlayan tek şeydi. Yalnız kaldığım her an, geçmişimi hatırlamakla geri dönüyordu ve beynim, gitgide hastalıklı bir hal almaya başlamıştı. 2 yıl içinde ufak tefek görevlere çıkmıştım ama bu alarm çaldıysa yine beni uzun bir yolculuk bekliyordu. 15 dakikalık yürüyüşün ardından tabelasında koskoca ‘Cafe-Deyim’ yazan yere girdim. 'Normal' insanların oturduğu kattan aşağı indim. Soluk ışıklandırmayla aydınlatılan koridoru da aştıktan sonra mahzen kapısına benzeyen ağır kapıyı açtım. Hepsi benden tarafa baktığında hafifçe sırıttım. Onları en son 5 ay önce görmüştüm ve kısa sürede bu kadar çökmelerini beklemiyordum. Hasan amcam yani amirim yine tüm sıcaklığıyla bana gülümserken bakışlarımı odada gezdirdim. Yeni bir kaç eleman gelmişti ama benim gözüme takılan onlar değildi. Yeşil gözleriyle beni süzen Ege'deydi. O burada ne halt ediyordu? Şaşkınlıkla ona bakarken, onun bu durumdan gayet memnun bir havası vardı. Yine aynı sırıtış. Yine sevimsiz havaları. Aslında tam anlamıyla baş belası. Ailemden sonra üçüncü nefret ettiğim insan olur kendisi. “Vay vay vay. Kimleri görüyorum.” diyerek beni sinirlendirmeye başlamıştı bile. Gözlerim onda takılı kalırken bana doğru yaklaşıyordu. “Uzun zaman oldu Ecem,” diye sırıtarak bana sarılmaya çalıştığında hızla geri adım atıp sinirle ona baktım. Kollarını indirip alaycı bakışlarla bana bakmaya devam etti. Bakışlarımı ondan çekip Hasan amcaya döndüm. “Neler oluyor amirim?” dedim endişemi saklayamayarak. “Otursana Ecem,” dedi sakinleştirmeye çalışarak. Koltuğa ilişip ağzından dökülecek sözleri bekliyordum. Karşımdaki koltuğa Ege'de oturduktan sonra Hasan amcanın bakışları bir onda bir bende gezinmeye başladı. Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. “Ne olur o bakışlarının anlamı aklıma gelen şeyle aynı olmasın,” dedim ümitle. Bakışlarımı Ege'ye çevirdiğimde odaya girdiğimden beri yüzüne yerleşmiş aynı sırıtışla bakıyordu. Bu sanki daha çok 'Şimdi bittin.' bakışıydı. Hasan amcanın ağzından duymak istemediğim kelimeler dökülmeye başladığında “Ne! ?” diye odanın içini dolduran bir çığlık bastım. Ah... Tam da tahmin ettiğim gibi 2 yıl önceki görevin aynısıydı. “Amirim bana inadına mı yapıyorsun?” diye sordum sitemle. En iyi o biliyordu neler yaşadığımı. “Elimdeki şu anda boş olan 2 genç sizsiniz.” “Ya Cenk gelseydi bari. Oda boşta,” dedim ümitle. Cenk şu hayatta anlaşabildiğim tek insandı. Sık sık görüşemesekte bir araya geldiğimizde zaman daha huzurlu geçiyordu ve ben biraz huzur arıyordum. “Cenk başka görevde. Hoşunuza gitsin veya gitmesin birbirinize katlanmak zorundasınız “dedi net bir şekilde. Umutsuzca gözlerimi ondan çekip Ege'ye baktım. İfadesizce bana bakıyordu. Cenk'in adını duymak ona iyi gelmemişti belli ki. “Görev hakkında az da olsa bilginiz var zaten. Yarın sabah erkenden İzmir'e gidiyorsunuz ve birbirinizi öldürmüyorsunuz. Şimdi çıkın hazırlanın,” dedi emredici sesiyle. Birde yarın mı? Resmen benimle dalga geçiyordu. Daha onun karşımda oturduğuna inanamazken kaç ay aynı eve hapsolacak ve yüzyüze bakmak zorunda kalacaktık. Cidden neyin bedelini ödüyordum ben? Görev ise bilindikti. Bize isimleri verilen ailelerin çocuklarıyla arkadaşlık kurmak ve içlerine sızmaktı. İkimizde 18 yaşında olduğumuz için lise sondan devam edecektik ama korkum çoktan kalbime sızmıştı. Bunca zaman sonra değişip değişmediğimi bilmiyordum ve bu daha da endişelenmeme sebep oluyordu. Ayaklanıp odadan çıkacakken Ege'de sırıtarak arkamdan geliyordu. Kapıyı açtığımda Hasan amcanın sert sesi bizi durdurdu. “Umarım önemli kuralımızı unutmamışsınızdır. AŞIK OLMAK YOK! Ne oradan birine ne de birbirinize.” *** Hasan amcanın son uyarısıyla arkama bakmadan kafeden ayrıldım. Bütün havaya içime çekip sakin kalmaya çalışıyordum. En büyük problemim de bu, çok çabuk sinirlenip bağırabiliyordum. Arkamdan bir el omzuma dokundu. Döndüğümde Ege, o keskin yeşil gözleriyle ve her zaman ki sırıtışı ve boş bakan gözleriyle bana bakıyordu. Yeşili o kadar yoğundu ki bakışları içinde yok olmak mümkündü. Uzunca kirpikleri güzelliğine güzellik katarken, sırıttığında yanağında beliren gamzesi daha bir sevilesi yapıyordu onu. Uzun süre dalmış olacağım ki elini yüzüme doğru salladı. “Fazla bakma asi kızım kuruyup gideceğim karşında.” deyince onu övdüğüm tüm kısımlara küfür edip, sinirle nefes vererek bir şey demeden yürümeye başladım. Hala bana asi kızım diyordu. Ne zaman ona diklensem veya sinirle baksam bunu söylerdi. Gerçi her ona sinirlenip, diklendiğimde gülse de kendince bu lakabı takmıştı bana. Arkamdan bana yetişip önüme geçti. “Hayır neyin tribindesin anlamıyorum ki oldu bitti. 18 yaşındaydık daha ne yaşadığımızın bile farkında değildik.” dedi sakince. Kollarımı kavuşturup, tek ayağımı yere vurarak ritim tutmaya başladım. Israrla susuyordum çünkü ağzımı bir açsam benden hiç beklenmeyecek şekilde konuşmaya başlayacaktım. Öfkeyle nefesimi dışarı verirken yürümeye çalıştım ama tekrar önüme geçip durdurdu ve sırıtmaya başladı. “Ohooo! Şimdi anladım.” dedi gözlerimin içine bakarak. Anlamazca ona bakarken sırıtmaya devam ediyordu. Ne kadar gülüyor bu çocuk. “Asi kızımız hala benden hoşlanıyor.” dedi bir anda. Anın verdiği şokla gözlerimi büyüttüm. Bir kaç saniye sonra öyle bir kahkaha patlattım ki bu onu şaşkına çevirmişti. Gülmeye devam ederek yanından geçtim ve yürümeye başladım. Aslında bütün söylemek istediklerimi gülerek atıyordum. Onun karşısında konuşmak fazla zorluyordu beni. Her kelimemi dalgaya alacak kadar kendini beğenmiş birisiydi çünkü. Ama bu defa olmayacaktı. Tekrar beni rezil etmesine izin vermeyecektim. Hatta hiç konuşmayacaktım. Evet evet yapacaktım bunları. Deli gibi kafamı sallarken ve içimden kuralları sıralarken eve gelmiştim bile. Hızla içeri girip soluklanmaya başladım. Hala olayın etkisinden çıkamamıştım. O buradaydı. 2 yıl aradan sonra yine karşımdaydı ve fazlasıyla değişmişti. Huylarından bahsetmiyorum tabi ki. Umursamaz, kendini beğenmiş, bencilin tekiydi. Gözlerimi yumup sakinleşirken, beni düşüncelerden sıyıran telefonumun sesi olmuştu. Cebimden çıkarıp ekrana baktığımda ufak çaplı bir şok geçirdim. 'Annem' yazıyordu. Annem beni arıyordu. “Efendim?” dedim şaşkınlığımı gizleyemeden. “Yeni görevini öğrenmişsindir.” dedi hızlı biçimde. Zaten ne bekliyordum ki? Halimi hatırımı sorup, benimle ilgilenmesini mi? “Evet öğrendim.” “İyi çok dikkatli ol ve sakın batırma.” dedi ve yüzüme kapattı. Sinirle telefonu koltuğa fırlatıp odama çıktım. Hayır ne istiyorsunuz benden anlamıyorum ki. Üstümdekileri çıkarıp şortumla tişörtümü geçirdim üstüme ve mutfağa indim. Gerginlikten fazlasıyla acıkmıştım. Sabah hiç cazip gelmeyen yiyeceklerin hepsini yiyebilirdim. Kahvaltılıkları çıkarıp tepsiye dizdim ve kahvemi koyup salona geçtim. TV'yi açıp izlemeye başlasam da aklım başıma gelecek olaylardaydı. 2 yıl da değişmiştim ya da değiştiğime inanmak istiyordum. Yaşadığım onca şeyin acısı fazlasıyla çıkmıştı benden. Korkuyordum. Yine aynı şeyleri yaşamamak için elimden geleni yapacağımı bilsem de korkuyordum. İster istemez en fazla ne yapabilir ki dşye soruyordum kendime. İşte bütün yıl cevabını bulamayacağım tek soru olacaktı. *** Tüm gün düşünmekten akşamı etmiştim bile. Hala kucağımda duran tepsiyi mutfağa bırakıp, daha fazla kendime eziyet etmeyi kestim ve odama çıktım. Yatağın altından valizimi çıkarıp alta bize verdikleri iki silahımı koydum ve üstünü kıyafetlerimle kapattım. Sabah erkenden yola çıkacağımız için yatağıma girdim. Olan şey ise tamı tamına 2 saat geçmesi ve ben hala uyuyamamamdı. Aklıma ne yaşayacaklarım geldikçe strese girip küfür savuruyordum. Yatakta kıpırdanırken, aşağı kattan tıkırtılar gelince kıpırdanmayı kesip hemen durdum. İlk defa annemle babamın gelmiş olmalarını dilesem de bunun olmasına imkân yoktu. Sessizce tekrar sesin gelmesini bekledim ve yine tıkırtı sesleri yükseldi. Yataktan fırlayıp babamın çekmeceme bıraktığı bıçağı aldım. Kapımı açıp yavaşça aşağı kata inmeye başladım. Karanlıktan hiçbir şey göremiyordum. Salona doğru yavaşça ilerlediğimde ışığı açıp etrafa bakınmaya başladım. Pencere açıktı. 2 katlı ev aldıkları için aileme(!) bir kez daha en güzel dileklerimi gönderdim ve arkamdaki ayak seslerini duyarak pencereyi kapatmaya gittim. Kural 1 'Asla düşmanına arkanı dönme!’ Bu harika kuralı es geçerek salaklığımı tescilledim çünkü şuan tam arkamdaydı. İçimden üçe kadar saydım ve bıçağı sağ omzunun üstüne fırlattım. Ani bir hareketle geri çekildi ve karnıma doğru tekme savurdu. Yüzüne taktığı maskeden kim olduğunu çıkaramamıştım. Hızla kalkıp suratına yumruğu geçirdim. 2 dakikalık boğuşmanın sonunda yüzüne tekmeyi atan ben oldum ve yere düştü. Üstüne çıkıp ellerini başının üstünde birleştirdim ve maskesini çıkardığımda sırıtarak bana bakan zümrüt yeşili gözlerle karşılaştım. “Benimle harika bir okul yılına hazır mısın asi kız?” dediğinde inanamaz gözlerle ona bakıyordum. Ah... Bu çocuk kesinlikle insanı çıldırtmayı harika bir şekilde başarıyor. Altımda gülmeye başlayınca hızla üstünden kalkıp içimden sabır çekmeye başladım. Kahkahaları arasında yerden kalkıp karşıma dikildi ve kesintisiz biçimde gülmeye devam ediyordu. “Hemen gülmeyi kesmezsen elini-” “Hey sakin ol sadece bir deneme bu. 2 yıldan sonra neler kaybettiğini yada kazandığını görmek istedim. Kaybettiğin tekmen, fazla yumuşak vurdun. Bir de bıçağı yanlış fırlattın. Kazandığın şeyse harika bir vücut.” dedi sırıtarak. Gözlerimden alev çıkartır gibi ona baktığımda omuz silkti. “Ne şortun harika duruyor.” “Hemen defolup gitmezsen bu harikalığı görecek bir gözün olmayacak.'' dedim tehdit edercesine. O ise sadece gülümseyip; “Tamam gidiyorum. Yarından sonra bol bol hasret gidereceğiz zaten.” dedi. Hiçbir şey demeden kapıya doğru gidişini izledim. Son anda durup arkasını döndü ve bana bakmaya başladı. “Umarım harika bir yıl olur. Seni, özlemiş gibi hissediyorum.” dedi ve yeşil gözlerini fazla anlamlı bakarak bana dikti. Mantığım 'Yok canım bunu bir daha yemem' dese de kalbim ‘sen öyle san salak!’ diyordu. Gözlerimi kaçırıp başka tarafa baktığımda oda dışarı çıktı. 2 yılda azıcıkta olsa değişmesini umut etmiştim ama değişmişe benzemiyordu. Hatta bana yaşatacaklarını sanki önceden görmemi istiyor ve beni uyarıyordu. Peki ama neden? Oflayarak odama çıktım ve yatağa atladım. Bitmeyen gecem’in biran evvel bitmesi için gözlerimi sımsıkı yumdum ve uykuya daldım. Aslında bu noktada hiç uyanmak istemiyordum . Çünkü hayatımda büyük değişiklikler olacağına adım kadar emindim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD