On Üçüncü Bölüm -Hüsran-

3951 Words
“Ecem beni duyuyor musun? Ecem!” diye biri seslenip yüzüme de iki tokat yapıştırıyordu. Bir dakika biz o sahneyi geçeli çok olmadı mı? Gözlerimi araladığımda endişeli yeşil gözler bana bakıyordu. “Kızım sen geri zekalı mısın? Hangi akla hizmet yemeğin altını yakıp uyuya kaldın? “diye kükredi Ege. Nasıl ya rüya mı görmüştüm ben şimdi. “Uyuyakalmışım işte.” dedim mırıldanarak. “İyi bok yedin.” dedi söylenerek. Biz şimdi o güzel şeyleri yaşamamış mıydık? Beni kucağında taşırken bir anda yatağa kapaklanıp öpüşmemiş miydik? Ve her şeyden önemlisi Ege bana hiçbir şey itiraf etmemiş miydi? “Üzgünüm.”diye mırıldanıp koltuktan doğrulduğum gibi yavaşça yürüyerek merdivenlere yürümeye başladım. “Bakıyorum da Hakan baya ayaklandırmış seni.” dedi alayla. Hızla arkamı dönüp gözlerine kitlendim. Eğer şimdi kavga etmezsek daha da çıkmaza girecektik. “Özür diledim ve tekrar söylüyorum. Özür dilerim,” diye bağırdım.”Evet haklısın bencilce düşündüm ama şu saniyeden itibaren kendini benim yerime koy. Hayatı boyunca acı çekmiş kız. Etrafında kimsesi yok. Ailesi, arkadaşı, akrabaları, sevgilisi... Hiç kimsesi yok. Sadece 18 yaşında tanıştığı görev arkadaşı Ege var. Oda zaten mecburiyetten yanında duruyor. Bu zamana kadar bir Allah'ın kulundan ilgi görmedim ben. Hiç adam akıllı sevilmedim. Dertlerimi paylaşacağım bir insan yoktu yanımda ve ben kendi kendimi büyütmek zorunda kaldım. Seninle ilk tanıştığımızda dediğim tek şey 'benimde bir arkadaşım var artık' oldu. Ama oda bir ay sonra gerçek yüzünü gösterdi. Buna rağmen ayakta kaldım. Ezilsem bile sesimi çıkarmaya gerek duymadım çünkü yanımda kimse yoktu." dedim son cümlemi ağlamaklı sesimle bağırarak. Biraz duraksadım. Bugün içimde ne varsa dökme zamanıydı. Fazla birikmişlerdi ve kusmam gerekiyordu. “Aradan 2 yıl geçti ve tekrar çıktın karşıma. Evet 2 yıl boyunca yaptığım tek şey bana yaptıklarını hazmetmeye çalışmaktı ve lanet olsun ki köpek gibi seviyordum seni. İlk defa yanımda biri var diye tutulmuştum sana. Seni kaybetmekten korkmuştum. Ama sen sadece kendini umursayacak kadar bencildin. Evet belki bana yaptığın onca şeyi yapmıyorsun ama bir anda ilginden çekindim, korktum. Pişmanlık duyduğun için öyle davranıyorsun sandım. Belki gerçekten bana istediğin için öyle davrandın ama bunu hemen anlamamı benden bekleyemezsin Ege. Yıllardır ilgisizliğe alışkınım ben.” dedim sesim kısılarak. Gözlerini gözlerime sabitlemiş bana bakıyordu. İfadesizlik onun yaptığı en iyi mimikti ve fazla sinir bozucuydu. “Gerçekten değişeceğimi düşünmemişsin. Bu kadar bencil olman benim için bile fazla değil mi Ecem?” dedi sakin tonda. Duraksadım. Bir şey diyememiştim çünkü ondan böylesine gerçekleri duymak ağır geliyordu. “Odana çıkıp dinlen.” Benden önce davranıp merdivenlerden çıktı ve kapısını sertçe kapattığında gözümü yumdum. Artık gerçekten bıkmıştım ve ilk defa sarılacak birini istiyordum yanımda. İlk defa annem yanımda olsun istiyordum. Belki ben ona zorla sarıldığımda pes edip oda sarılırdı. Azıcıkta olsa şefkat gösterirdi bana. Sonra babam halime acıyıp beni omuzlarımdan sarsar ve “Sen ne zaman bu kadar zayıf oldun? Güçlü olacaksın,” deyip gözlerimin içine bakar bir kere de o sarılırdı. Sadece bir kere olsun ama hep aklımda o an kalsın. Peki ya Ege? Dediği gibi bencildim. Onun değişeceği fikrini düşünemeyecek kadar bencildim ve bunu açık açık ona da söylemiştim. Ona da sımsıkı sarılmak istiyordum. Belki sarılırsam beni affeder, “ah benim asi kızım,” derdi ve oda bana sarılırdı. Sarılınca geçer miydi ki her şey? Bacaklarımın daha fazla ayakta durmayacağını anlayıp merdivenleri tırmanmaya başladım. Yukarı çıktığımda Ege’nin kapısının önünde durdum. Bir şey kaybetmeyeceğimi bildiğim için yavaşça kapısını açıp içeri girdim. Cenin pozisyonunda yatıp başını yastığa gömmüştü. Her üzüldüğünde öyle yatardı. Bunu annesiyle kavga ettiği zamanlar fark etmiştim. Ne zaman telefonda tartışsalar dakikasına kendini odaya kapatıyor ve ben ona bakmaya gittiğimde o pozisyonda yatıyordu. Yavaşça ona doğru ilerledim ve yatağa oturdum. Bana doğru hiç dönmemişti. Bende bunu fırsat bilip yatağa uzandım ve arkadan sımsıkı sarıldım ona. Kafamı boynunun arasına sıkıştırdım ve kokusunu içime çektim. Gözyaşlarım arasında kulağına “özür dilerim” diye fısıldadım. Ellerimi ellerinin arasına alıp kendine daha da yakınlaştırdı; ”Özür dilerim,” dedi oda fısıldayarak. Ege ve Ecem'in dengesizlikleri. Belki de bizi bir arada tutan şeydi bu dengesizlikler. Aman ne güzel... * * * Aradan geçen bir hafta da baya toparlanmıştım. Normal yürüyüş tempoma dönmüştüm ve yaşamanın ne demek olduğunu bir kez daha anlamıştım. He o geceden sonra ne mi oldu? Tabi ki dengesizlik bizim vazgeçilmezimiz, sabahına beni hayvan gibi uyandırıp okula gitmemiz gerektiğini söylemişti. Kısaca her şey unutulmuştu. Daha doğrusu hatırlanmak istenmiyordu. O bir haftada da Şevket beyin bizi tarattığını öğrenmiştik ama kendisinin o esnada orada bulunmaması onu suçlamamıza sebep olamıyordu. Bizi tanımadığını da 2 gün önce Hakan'lara gittiğimde emin olmuştum. Adam aynı donukluğuyla benimle konuşmak istemediğini belli ediyordu ama oğlunu üzmemek için katlanıyordu. Evlerini dinlediğimizde beni bir para avcısı olarak gördüğünü Hakan’la da o yüzden çıktığımı söylemişti. Yani sevmeyişinin nedeni buydu. Bu rahatlamamıza sebep olsa da öyle görmesi sinirimi bozmuştu. Al paranı bük bir yerlerine sok. “Ecem bir kerede bekletme ya Allah aşkına yemin ediyorum saçından sürüyerek götüreceğim okula. Aslında baya zevkli olurmuş gel aşağıya artık bir deneyeyim şunu,” dedi gülerek. “Sadist misin be manyak.” dedim homurdanarak. “Hadi hadi.” dedi ve evden dışarı çıktı. Ayakkabımı ayağıma geçirip bende peşi sıra çıktım. “Hadi değişiklik olsun motorla gidelim okula.” dedim. “Bana sarılmak istiyorsun he olur asi kızım atla hadi.” gülerek. “Ah sana sarılmam hayaliyle yanıp tutuştuğunu biliyorum ama ben yarışalım anlamında dedim." “Benimle aşık atacağını düşünüyorsun. Peki iddiasız olmaz.” dedi sırıtarak. “Anlaştık.” dedim elimi uzatıp. Uzattığım elimi sıktı ve gülmeye devam etti. “Kim kazanırsa 1 ay boyunca diğeri onun kölesi olur.” “Yerleri temizlemeye hazır ol canım.” dedim ve kötü kız kahkahası attım. “Domuz gibi çıkıyor sesin yapma.” dedi yüzünü buruşturarak. “Sensin domuz.” dedim ve motoruma atladım. Kaskımı da geçirip motoru çalıştırdım ve ikimizde eşit hale getirip birbirime baktık. Elimle 3 2 1 yaptım ve gazı kökledim. Hava soğuk olduğu için aşağıdan eteğim havalanmasa çokta sorun yok aslında. İkimizde okulun otoparkına yaklaşırken tüm gözlerin bize döndüğünün farkındaydım ve bu hoşuma gitmişti. Kafamı Ege’ye çevirdiğimde eliyle birine öpücük atmıştı. Kime diye bakarken sarı çıyanı görünce tüm devrelerim yanmaya başlamıştı ve ani bir dalgınlıkla yavaşlamıştım. Ege dalgınlığımı fırsat bilip önüme geçtiğinde kendimi toparlayıp gaza yüklendim ama bir saniyeyle önümde durmuştu. Kaskı çıkardığımda sırıtan yüzle bana bakıyordu. “Hile yaptın!” dedim bağırarak. “Ne hilesi Ecem yapma ama böyle.” dedi alayla “Dikkatimi dağıttın,” dedim sinirle. “Sen bir ajansın dikkatinin dağılmaması lazım.” dedi bilmişlikle ve sırıtarak motordan indi. Bende inip sinirle ilerlerken Pelin Ege’ye doğru geliyordu. “Sevgilim harikaydın.” dedi boynuna atlayarak. Sevgilim mi? Şaşkın gözlerle Ege’ye baktığımda Ege de “bende anlamadım,” dercesine bana bakıyordu. “Geçmiş olsun Ecemcim.” dedi sırıtarak. Yok ben buna dalarım. Tam laf söyleyecekken Hakan kolunu omzuma attı ve ben ona dönerken dudaklarıma yapıştı. Şok olmuş biçimde kalırken benden ayrıldığında sırıtıyordu. “Asi kızım yaktın ortalığı.” dedi gülerek.”Yalnız o etek o motora olmamış,” dedi birden ciddileşerek. Ben hala beni öpmesinin şokunu atlatamadan Hakan beni başka yöne, Pelin de Ege’nin koluna girip başka yöne çekiştirmeye başlamıştı. İkimizde karşılıklı çardaklara oturduğumuz da birbirimize bakıyorduk. Böyle yapabilirdik işte anca birbirimize bakardık. Derse girdiğimizden beri ikimizde birbirimize bakmıyor ve konuşmuyorduk. Ders coğrafyaydı ve daha fazla dayanamayacaktım. “Evet çocuklar dünyanın şekli ve hareketlerinin sonuçlarını kim söyleyecek bana?” dediğinde gözlerimi devirdim. Dünyanın şeklinin sonucundan sana ne. Dönüyor ya işte. “Evet Ecem.” dedi cırtlak sesiyle. Sakince ayağa kalkıp sahte bir sırıtmayla hocaya baktım. “Dünyanın şeklinin sonucu...’’ dedim ‘u’ harflerini uzatarak.”Şimdi dünya dönüyor böyle sakin sakin. Sonra yuvarlaktır, top gibidir mesela. İşte uydusu ay. Başka başka... Heh bir gün 24 saattir,” hocam dedim gülümseyerek. “Ecem ne saçmalıyorsun sen kızım?” dedi şok olmuş şekilde. “Saçmalamıyorum hocam dediklerimin hepsi doğru bence.” dedim kendimden emin olarak. Sınıfta kahkaha sesleri kesilmezken hoca bir anda susturdu hepsini. “Kızım sınavdan nasıl 100 aldın sen açıklasana bana.” dedi sinirle. Ben onu tamamıyla unuttum. “Haha hocam tabii ki şaka yaptım hemen sayıyorum.” dedim panikle ama sorduğu sorunun cevabı hakkında en ufak fikrim yoktu. Önüme bir kağıt geldiğinde çaktırmadan baktım. Ege'nin yazısıydı. Kağıtta yazılanları sırayla okudum. “Kopya çekmene kadar gidecekti iş Ecem ucuz yırttın.” dedi gözlerini belerte belerte. Sessizce yerime oturdum. Tam Ege'ye teşekkür edecekken zil çaldı ve oda hızla ayağa kalktı. Ayağa kalkmasıyla bir anda bize görev için verilen alarmlardan ses gelmeye başladı. İkimizde birbirimize bakarken çantamdan alarmı alıp susturdum ve Ege’ye döndüm. Eğer bir haltlar dönmüyorsa Hasan amca kolay kolay alarmı çalıştırmazdı. Hızla ayağa kalkıp ceketimi sırtıma geçirdim ve aşağı bahçeye doğru çıkmaya başladık. Otoparka doğru ilerleyip motorlarımıza atladık. “Ecem nereye?” dedi Hakan. Ah ne ara geldin sen? “Acil işimiz var gitmemiz lazım,” dedim geçiştirerek. “Yardıma ihtiyacın var mı?” dedi panikle. “Sadece siktir olup git.” dedi Ege tıslayarak. “Ege,” dedim uyarıcı bakışlarımı göndererek.”Gelince anlatırım sen onun kusuruna bakma.” dedim ve kaskı kafama geçirdim. O esnada Pelin’de yanımızda bitmişti. Heh bir sen eksiktin. “Aşkım nereye ya?” dedi yayvan ağzıyla. “Şimdi değil Pelin,” dedi ve benden önce gazı kökledi. Sırıtarak Pelin’e baktığımda somurtarak bana döndü. Tekrar gözlerimi yola çevirdim ve bende gazı kökledim. Aynadan arkama baktığım da şok olmuş derece de bize bakan iki insan vardı. Ailelerinin pisliğinde boğulmak zorunda kalan iki insan... Yaşanacakları sarı çıyan bile hak etmezken, Hakan için konuşmak istemiyorum bile. Evin önüne geldiğimizde Hasan amcanın ekip arabası kapının önünde duruyordu. Hızla eve girip Hasan amcaya ilerledim. “Neler oluyor?” “Ne mi oluyor? Adam gözümüze soka soka bütün malları ülkeye sokmayı başardı ve sizin ruhunuz duymuyor” dedi bağırarak. İlk defa Hasan amcayı bağırırken görüyordum. “Her gün evi dinledik hiç konuşma geçmedi.” dedi Ege. “Adam tam bir hafta öncesi ayarlamış. Bizde durup size güvenelim. Bana bakın gençsiniz aklınız bir karış hava da anlıyorum ama size verilen ciddi bir sorumluluk var. Bunu yerine getirmekle yükümlüsünüz,” dedi. Bir hafta öncesi ayarladıysa büyük olasılık bizim Egeyle kavga ettiğimiz akşamdı çünkü bir tek o akşam dinlememiştik. “Ne yapıp edip o malları nerede sakladığını öğreniyorsunuz ve bütün ganimeti patlatıyorsunuz. 2 gününüz var. Sizi uyarıyorum adam gibi yapın işinizi.” dedi ve adamlarına dışarı çıkması için emir verdi. ”Son kez söylüyorum kendinize gelin. Aklınıza da, kalbinize de sahip çıkın, içinizde en ufak sevgi olmasın. Boşu boşuna demiyorum size bu lafları. Tekrar uyarıyorum. Kimseye karşı özellikle de birbirinize...” deyip sertçe kapıyı çarparak evden çıktı. Olduğum yerde donup kalmıştım. Onu ilk defa bu kadar sinirli görüyordum ve bize bağırırken. “Bu defa fena kızdırdık. Hayır anlamadığım 1 hafta boyunca dinledik bu adamı ve hiç bir konuşma geçmedi.” dedi Ege düşünerek. “Sanırım bizim kavga ettiğimiz akşam oldu.” dedim somurtarak. Bana dönüp baktığında gözlerini kıstı. “Tabi ya bir o akşam dinleyemedik. Helal olsun sana da bana patlamak için o akşamı bulmuşsun aferin.” dedi sinirle. “Sen ciddi misin?” dedim sorarcasına.”Bununda suçlusu benim vay be.” dedim söylenerek. “Neyse kısa keselim yoksa yine başlayacağız.” “Arada beynini çalıştırıyorsun aferin sana.” “Ecem!” “Ege!” dedim devam ettirerek. İkimizde gözlerimizi kısmış birbirimize bakarken telefon sesi bozdu aşkla(!) bakışmamızı. “Efendim Hakan?” “Ecem iyi misin? Akşama arayacaktım ama dayanamadım.” dedi merakla. “İyiyim canım merak etme babamın klasik telaşlan önemli bir şey yok gerçekten.” “Sevindim... Bir şeye ihtiyacın olursa...” “Biliyorum haber veririm.” dedi lafını keserek. “Ecem...” dedi duraksayarak. Aa hayır bundan sonra ne diyeceğini biliyorum. “Seni çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?.” dedi aklımdakini dile dökerek. En zor anlarımdan biri oluyordu bu. Zamansız zamanlarda bana hep seni seviyorum diyordu ve ne cevap vereceğimi şaşırıyordum. “Bende seni,” deyip daha da bana bağlanmasını istemiyordum. “Biliyorum,” dedim sadece. Gerçekten benden başka bir şey duymasına imkan yoktu. “Güzel.” dedi ve telefonu kapattı. Arkamı döndüğümde Ege gözlerini dikmiş bana bakıyordu. “Telefon yiyişmeniz bittiyse işimize odaklanalım.” dedi homurdanarak. “Gene başlamayalım diyen sensin ama cidden beni teşvik ediyorsun Ege.” dedim gözlerimi büyülterek. “Gözlerini şöyle pörtletme gerçekten çirkinliğine çirkinlik katıyorsun.” dedi alayla. “Tam bir piç kurususun!” Aldırmadan tekli koltuğa yayıldı. Ben karşısındaki üçlüye geçip düşünmeye başladım. Koca malı iki saf nasıl bulacaktık? Bu zamana kadar Hasan amcalar kim, nerede, ne yapıyor her şeyi o bulurdu, bize de haklamak düşerdi. “Beynim duruk kimse gelmiyor aklıma. Birileri olmadan asla malı bulamayız.” “Benim aklıma biri geliyor ama...” dediğinde tüm dikkatimi ona vermiştim. “Kim?” “Söylediğim an bana bağırmaya başlayacaksın o yüzden boş ver.” “Ege şuan imkansızlığını bilsem bile Barack Obama desen, tamam diyecek durumdayım. Kim söyle çabuk.” dedim hızlıca. “Ecem gerçekten tek yardım edecek kişi o.” dedi sakinleştirmek istercesine. “Kim ya kim?” “Araz Karahan.” *** Tam 5 dakikadır dediği ismi hazmetmeye çalışıyordum. Araz Karahan adını dediğinden beri mal gibi yüzüne bakıyordum ve konuşmuyordum. “Ecem?” dedi endişeyle.”Ecemmm,” dedi elini yüzüme doğru sallayıp. “Bülent Karahan'ın oğlu Araz Karahan'dan bahsediyorsun değil mi?” dedim sonunda konuşarak. “Kaç tane Araz Karahan tanıyorsun Ecem?” “Ya sen kafayı mı yedin?” dedim tüm gücümle bağırarak.”Adam mafya ve neredeyse tüm koca şehre sahip olacak güçte... Ve çokta ürkütücü,” dedim kollarımı kavuşturarak. Adam babasının izinden giden ve 4 kişilik çetesiyle nam salmış birisi. Tabi ki de bize yardım felan etmez. “Al işte.” dedi homurdanarak. “Ne al iştesi. Hem adam bize yardım mı eder? Ne diyeceksin; “Araz abi biz mal patlatacağız gel beraber patlatalım mı?” diyeceksin. Adam sana götüyle güler be. Koca ganimeti kendine geçirmek varken ne diye patlamana yardım etsin?” dedim. “O işler öyle yürümüyor. Ayrıca Araz Karahan böyle küçük işler için kendini riske atmaz.” dedi bilmişçe. “Hayırdır? Sende mi onun adamısın da bu kadar net konuşuyorsun?” “Onu senden daha iyi tanıdığım kesin. Şimdi ne yapıyoruz ona göre arayacağım.”dedi. “Ege o bir mafya sende devlete hizmet eden bir ajansın aradaki zıtlığı görebiliyor musun?” dedim mantıklı düşünmesini isteyerek. “Bazen insanların ne olduğuna bakmasan Ecem,” dedi beni şaşırtarak. “Belki sadece oda bir insan evladı olduğu için bize yardım etmek isteyecek. Çıkarı için değil,” dedi beni ikinci kez şaşırtarak. İnsanları sınıflandıran Ege şimdi eşitlikten bahsediyordu. Derin bir nefes alıp düşünmeye başladım. Eğer yardım almazsak günler belki de haftalar sürebilirdi ama Araz Karahan ismini kullandığında saatini almazdı bulması. “Başka çaremiz yok değil mi?” dedim son umutla. Hayır anlamında kafasını sallayıp telefonunu eline alarak mutfağa doğru ilerledi. Bir işi de adam gibi yapamayız zaten. İlle ipsiz sapsız adamlara bulaşacağız. “Peki hemen yola çıkıyoruz.”dedi ve telefonu kapattı. “Ne diyor?” “Yardım edecek. Yalnız yanına gitmemiz lazım. Telefondan halledilecek bir şey değil. Fazla riskli.”dedi. “Tamam o zaman hemen çıkalım,”dedim. “Yalnız...” “Yalnız... ” dedi beni tekrar ederek. “Hasan amcaya haber vermemiz gerekmez mi?” “Bak işi bize bıraktı. O yüzden ne yapacağımıza kimden yardım isteyeceğimize karışamaz.” “Öyle ama yine de her ihtimale karşı destek-’’dememe kalmadan lafımı kesti. “Bak istemiyorsan gelme. Son kez diyorum ben Araz Karahan'a güveniyorum.” dedi emin bir şekilde. “Tamam sustum.” dedim ve odama doğru koştum. Üstümü değiştirip tekrar aşağı indim ve Ege'yi bekledim.”Silahım,”diye mırıldanıp tekrar yukarı fırladım. Tekrar aşağı indiğimde Ege çoktan hazırdı. “Hazır mısın?” diye sordu. “Evet.” deyip dışarı çıktık. İşin hafta sonuna denk gelmesi şansımıza olmuştu. Yola koyulduğumuzda biraz tedirgin hissediyordum. Bülent Karahan'nın oğlu Araz Karahan. Hiç yüz yüze geleceğimizi düşünmezdim. Belki de Ege haklıydı. Fazla düşünmekten insanları yanlış yorumluyor olabilirdim ama elimde olan bir şey değildi. Bu zamana kadar düşünerek hareket eden biri oldum. Her yaptığım hareket olay olduğu için öyle kolay kolay duygularımla hareket edemez hale gelmiştim. Saatler sonra Araz Karahanın holdingine geldiğimizde camdan şaşkınca binaya bakıyordum. “Kule gibi mübarek.” “Hadi daha fazla zaman kaybetmeyelim.” dedi ve arabadan indi. Holdingden içeri girdiğimizde gözlerim kocaman açıldı. Devasa büyüklükte bir girişi vardı. Ne gösterişli ne de sadeydi. Asansöre doğru ilerledik ve gelmesini bekledik. Hala içimde tedirginlik vardı. Ne ara bu kadar paranoyak biri olmuştum ben? Asansör geldiğinde en üst kata bastık ve çıkmaya başladık. Ege'ye döndüğümde gayet rahat görünüyordu. Çalan saçma şarkı eşliğinde, dink sesinin gelmesiyle kapı açıldı ve dışarı çıktık. Kapıda duran iki korumadan anladığıma göre Araz Karahan'nın odasına gelmiştik. Kapıya doğru ilerlerken korumalardan biri beni durdurdu. “Sadece Ege bey içeri girebilir.” dedi sert bir sesle. Ege'ye döndüğüme şaşırmış gözlerle bana bakıyordu. “Anlamadım?” dedim yinelemesini istercesine. “Araz bey sadece Ege beyin içeri gelmesini söyledi.” dedi aynı sertlikle. “Sen şimdi içeri gir söyle o Araz beyine buraya oyun oynamaya gelmedik biz.” dedim diklenerek. “Gerçekten söylememi ister misin küçük hanım?” dedi alayla.”Kelimesi kelimesine anlatayım mı Araz Karahan'a ?” dedi vurgu yaparak. Bir iki adım gerileyip durdum. “Şimdi bir düşündüm de şu koltuklarda oturmak daha iyi.” deyip koltuklara ilerledim. Ege çoktan içeri girmişti. Tabi ki de oturduğum yerde sinirden kuduruyorum. Ne var yani bende girsem içeri. Al işte. Araz Karahan'da beni umursamayanlar listesine girdi. Üstelik adamı tanımıyorum bile. 1 saat oldu ve ben cidden sıkılmaya başlamıştım. Ne konuşuyorlar bunca zamandır? Koridorun orada volta atarken birden kapı açıldı. Bakışlarımı kapıya çevirdiğimde Araz Karahan bütün ihtişamıyla odadan çıkıyordu. Arkasından sağ kolu olarak bilinen Burak Soydan, onun arkasından da Ege çıkıyordu. Ben karşılarında donmuş kalırken Araz Karahan’la göz göze geldik. Bir insan bakışlarıyla ürkütebilir mi? Araz Karahan kesinlikle bunu başarıyordu. Gözlerini benden çekip asansöre yöneldi. Bakışlarımı Ege'ye çevirdiğimde gözlerini “tamamdır” dercesine yumdu. Asansör geldiğinde önden Araz Karahan, arkasından da biz binmiştik. Nereye gidiyorduk ki? Ege'ye dönüp ağzımı oynatarak “Nereye gidiyoruz?”diye sordum. Onların arkasında olduğumuz için bizi görmüyorlardı. “Öbür mekana.” dedi ağzını oynatarak. Asansörde saçma şarkıdan başka ses çıkmıyordu. Bu sessizlik daha da gerilmeme sebep oluyordu. Asansörden inip otoparka yöneldiğimizde Burak Soydan bize döndü. “Bizi takip edin.” dedi sert bir sesle. Şükür birinin sesini duymuştum. Arabaya bindiğimizde direk Ege'ye döndüm. Oda zaten sormamı beklermişçesine konuşmaya başladı. “Kumarhanesindeki adamlarından birini gönderdi. En fazla bir saat sürermiş.”dedi. “İyi de ne diye oraya gidiyoruz?” dedim. “Çünkü adamın iş yeri Ecem sus artık" dedi sinirle. Kavga etmeye niyetim olmadığından camdan tarafa döndüm. 15 dakika sonra tabelasında BİG-BOSS yazan mekanın önünde durduk. Arabadan inip mekanın dışını incelemeye başladım. Kumarhane olmasına rağmen fazla ihtişamlı duruyordu. Adam cidden işini biliyor. Hızla mekandan içeri girdik, her masaya kurulan şık giyinimli kadın ve erkekler gecelerini kaybedecekleri veya kazanacakları paralar için geçiriyordu. Hızla merdivenlerden aşağı inip Araz beyin odasına geçtik. Sessizlik hakimiyetini kurmuşken adamlarından biri içeriye girdi. “Tamam mı?” diye sordu Araz Karahan. Bir dakika konuştu mu o? Ve daha bir saat olmadan malların yerini buldu? “Tamamdır abi. İzmir de bir köyün deniz kıyısına saklamış.” “Kimsenin aklına gelmez zekice.” dedi Burak Soydan. “Tamam gidebilirsin.” dedi ve dosyayı bana uzattı. Yüzüne bakmadan dosyayı elinden aldım. “O zaman biz kalkalım ve şu işi halledelim.” dedi Ege ayaklanıp. Burak Soydan'ın elini sıkıp Araz Karahan'a döndü. “Her şey için sağol.” “Suç işlersek sende bizi tutuklatmazsın ödeşiriz. Konuştuklarımızı da unutma. Sahip çık,” dedi abi tavrıyla. Ege anlık bana bakıp tekrar başını çevirdi. “Tamamdır.” dedi ve koluma sarılıp çekelemeye başladı. Bir anda durup arkama döndüm. “Teşekkürler Araz Karahan...” *** “Evde ağzıma sıçmıştın ne oldu kulüpte Teşekkürler Araz Karahan.” dedi sesimi taklit ederek. “Tamam fazla tepki vermiş olabilirim.” dedim. “Ama haklı olarak,” diye de ekledim. “Senin tek sorunun önyargıların. Kimseyi değişemez sanıyorsun yada kim ne yapıyorsa öyle kötü öyle iyi. Kimse göründüğü gibi değildir Ecem,” dedi emin bir şekilde. Ege den bir hayat dersi almamıştım. Tamam haklı olabilirdi ama artık yapım haline gelmişti bu. Bu zamana kadar bana kötü davrananlara kötü iyilere iyi gözüyle bakmıştım. Onların değişebileceğini yada oldukları gibi olmadıklarını anlamaya çalışmamıştım. Ama beni böyle yapan onlardı. Böyle olmayı ben istememiştim... “Orada sana ne demek istedi?” dedim kulüpte dediği söz aklıma gelerek. “Ne?” dedi anlamazca. “Sahip çık dedi. Kime sahip çıkacaksın?” dedim merakla. “Hiç sadece aramızdaki muhabbet.” dedi. Ne kadar söyle desem de söylemeyeceği için hiç üstünde durmadım. Annesine falan dedi herhalde. Eve geldiğimizde saat sabah 5'ti ve yorgunluktan ölüyordum. “Hadi yatalım.” dedim uykulu sesimle. “Olur asi kızım sen odamıza çık ben geliyorum.” dedi bana doğru yaklaşarak. “İyi geceler.” dedim bıkkınlıkla ve odama çıktım. Üstümdekileri çıkarmadan yatağa attım kendimi. Yavaşça gözümü açtığımda saat öğlene geliyordu. Yataktan doğrulup esnedim ve banyoya yöneldim. İşlerimi halledip odamdan çıktım ve Ege’ye bakındım. Hala uyuyor olmalıydı. Yavaşça odasına girdiğimde başını bir yana götünü bir yana devirmiş uyuyordu. Parmaklarımın ucunda ilerleyip başına geçtim. Kafamı yüzüne doğru eğdim ve saçımdan bir tutam alıp burnuna sürtmeye başladım. Elini burnuna getirip hiç kibar olamayan şekilde ovaladı. Daha da eğilip büyük bir tutamı yüzüne sürttüm. Yine ovalayıp gerindi ve arkasına döndü. Yatağın üstüne çıkıp üstüne eğildim ve yapmaya devam ettim. “Ne oluyor ya?” deyip gözünü açtı. “Birde bana “ne olur şu tepkiyle uyanma.” diyene bakın,” dedim gülerek.”Günaydın!”diye de bağırdım kollarımı açıp. “Demek canın oyun istiyor. Bak buda benim en sevdiğim oyunlardan Ecem.” dediği gibi saçlarımı çekmeye başladı. “Bıraksana be!” diye bağrırken diğer yandan da tikimle oynuyordu. Kahkahalarım arasında elinden kurtulmaya çalışırken Ege'nin telefon sesiyle elinden kurtulmuştum. Baş parmağını bana doğru sallayıp masasına yaklaştı ve telefonunu eline aldı. “Amir arıyor.” “Hoparlöre al.” dedim hızlıca. “Amirim” “Ne yaptınız?” “Bulduk bu gece hallediyoruz.” “Çok merak ediyorum nasıl buldunuz Ege?” 'İşi bize bıraktınız orası da bize kalsın.” “Peki orası size kalsın. Bu gece patlatıyorsunuz.” dedi ve telefonu kapattı. Egede telefonu sinirle masaya fırlattı. “Umarım Hasan amcana Araz Karahan'dan bahsetmemişsindir.” “Saçmalama tabi ki de yapmadım,” dedim kendimi savunarak. “Öğrenmiş olmalı.” dedi homurdanarak.”Her neyse akşama patlatmamız gereken mallar var.” “Ben Ali'ye gidip mekanizmaları sorayım sende kahvaltı hazırla.” dedim yapmacık gülümseyerek. “Ayağına oje de süreyim mi?” dedi sinirle. “Bir ara hallederiz, ”deyip odasından çıktım. Aşağı indiğimde askılıkta duran montumu kapıp Ali'nin evine gittim. Kapıyı çalıp açmasını beklerken Selin koşturarak yanımda bitti. “Fıstığım naber ya apar topar gittin o gün okuldan konuşamadıkta.” “Klasik babamın telaşları işte.” dedim Hakan'a attığım yalanla. O esnada Ali kapıyı açtı. “Efen-...”derken gözlerimi büyültüp söylememesini ima edercesine baktım. “Ecem naber?” dedi kıvırarak. “İyi Ali ne olsun bir şey soracaktım sana da müsait misin?” “Tabi gelsene.” dedi kapıdan çekilerek. “Selin’im görüşürüz sonra.” “Görüşürüz canım.” dedi ve evden uzaklaştı. “Mekanizmalar hazır mı?” dedim hızla. “Hazır biraz bekleyin.” dedi ve içeri girdi. Döndüğünde sandık biçiminde bir kutuyla geri geldi. “Mekanizmaları duvara koyduğunuzda devreye girer. Çıkmadan önce 5 dakikanız var. “dedi hızla. Başımı sallayıp kutuyu elinden aldım ve eve yöneldim. Bu akşamda uzun geçeceğe benziyordu. Malların saklandığı köye geldiğimizde etraf sessizdi. Kapısına koyduğu iki korumadan başka kimse yoktu. Hızla yanlarına doğru ilerleyip beklemeye başladık. Ege deponun karşı tarafına geçip bana işaret verdi. Aynı anda silahlarımızın kopçasını adamların ensesine yapıştırdık ve kenara çektik. Kapıyı yavaşça açtığımızda alarm ötmeye başladı. Hızla içeri girip duvarlara mekanik bombaları yapıştırmaya başladım. Koyar koymaz bombalar devreye girmeye başladı. Biraz daha ilerleyip malların tam üstüne koydum. Ege de karşı duvarı hallettiğinde hızla depodan çıktık ve yürümeye başladık. Tam 3 dakika sonra her taraf tuzla buz olmuş ateşin en güzel rengini almıştı. Ege'ye dönüp sırıttığımda oda bana sırıtarak bakıyordu. Elini çak diye uzattığında hızlıca çaktım ve oradan uzaklaşmaya başladık. Kendine beğenmiş çocukla asi kızın hikayesi bu işte. Tamamiyle dengesizliklerle kurulu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD