On Beşinci Bölüm -Köpek Gibi Aşıksın-

4231 Words
Ege'den Hani sinirlenmeye başladığınızda alttan alttan bir sıcaklık gelir ya. Böyle yavaş yavaş. O hissi Ecem bana çok sık ve güzel yaşatıyordu. Yaptığı her hareket, söylediği her söz yavaş yavaş işliyordu içime. Ama bazen öyle şeyler yapıyor ki bırakın içime işlemeyi sinir direk beynimde bitiyordu. Ona her yapma dedikçe inadına yapıyordu. Sesinin güzel olduğunu bildiğim için söylemesini istemiştim. Eski görevimizdeyken öğrenmiştim bunu. Her zamanki gibi acısını içinde yaşarken terasta bulmuştum onu. O kadar dalgındı ki geldiğimi fark etmemişti bile. Sessizce duvara yaslanıp onu dinlemeye başladım. 'Yalnızlık Senfonisi'ni söylüyordu. Histerikli bir kahkaha attım içimden. Tam da onu anlatan bir şarkı. Dinlemeye devam ederken sonuna doğru sesinin titrediğini fark ettim. Yine ağlıyordu. 'Yokluğumla ben baş başayız, nihayet !' kısmın da ağlaması daha da şiddetlenmişti. O zamanlar hep şunu diyordum. Bu kız salak mı? Neden benim gibi birini seviyor? Ona onca şeyi yaşattığım halde daha da bağlanıyor bana. Aptal... Ama şimdi durum o kadar farklı ki... Benden uzaklaşacak diye her saniyem korku ile geçmeye başlamıştı. Benim Ecem'in masum sevgisine ihtiyacım vardı... Şarkıyı söylemeye başladığında şaşırmıştım.”Hayır, utanırım ben veya sesim kötü” falan demesini bekliyordum. Başı hafif aşağıda şarkıyı söylüyordu. Söylemeyi kestiğinde gruptan ufak bir alkış koptu. Tam ona dönüp gülümseyecekken Hakan’ın, kulağına bir şeyler fısıldadığını gördüm. İçimdeki mutluluk öfkeye dönüşmeye başlamıştı çünkü sıcaklığı beynimde hissediyordum. Pelin kollarını belime dolayıp sokulmaya başladı. Ecem'in bize baktığını fark ettiğimde bende ona bakarak Pelin'e sarılıp saçlarına öpücük bıraktım. Gözlerindeki şaşkınlığı ve kırgınlığı dakikasına fark etmiştim. Hakan'a bir şeyler mırıldanıp yerinden kalktı ve ormana doğru yürümeye başladı. Sevgilisi (!) endişeyle arkasından bakarken yerimden bile kıpırdamadım. Ecem neredeyse kamplarda büyümüş kızdı. Geri dönebileceğini biliyordum. .. *** Dönmedi. Saat neredeyse gece 3'e geliyordu ama Ecem'den ses seda yoktu. Deli gibi onu arıyorduk. Ormanda bakmadığım delik kalmamıştı ve Ecem diye bağırmaktan boğazım patlamıştı. Sinirimi boşaltmam için hızla Hakan'a döndüm. “İnsan kızın peşinden kalkıp gitmez mi?” diye bir anda Hakanın yakasına yapışmıştım. “Yalnız kalmak istediğini söyledi. Fazla uzaklaşacağını düşünmemiştim.” dedi hırlayarak. “Düşünmemişmiş. Orman lan burası kafasının karışması saniyesini almaz!”diye yüzüne tükürürcesine bağırmıştım. Hızla ellerimi itip o benim yakamı kavradı ve yüzüme yaklaştı. “Madem sende onu gördün ve bu kadar düşüncelisin neden peşinden gitmedin? Yoksa artık Ecem'i sevmiyor musun , o artık senin değil mi?” dedi sadece ikimizin duyabileceği sesle. Resmen ağzımı burnumu kır diyordu. Selin’in cırtlak sesi ve Pelin’in beni çekiştirmesi bir işe yaramıyordu. İkimizde birbirimize düşmanca bakışlarımızı gönderiyorduk. “Hey buldum onu ağaçlığın orada yatıyor !”diye bağırmıştı bir çocuk. Hızla yakamı ondan kurtarıp koşmaya başladım. Yanına vardığımda her tarafı çamur olmuş ve sırılsıklam halde yatıyordu. Yanına eğilip yüzüne dökülen saçları geriye çektim. “Ecem beni duyuyor musun? Ecem cevap ver!” diye avazım çıktığı kadar bağırmıştım. Yavaş yavaş kendine geliyordu. Hafifçe gözlerini açtığında sinirle bana bakıyordu. Kısık gözleriyle bile belliydi bu. “Bırak beni.” dedi zor çıkan sesiyle. “Saçmalama hadi toparlan biraz.” dedim ve tam onu kucağıma alacağım zaman Hakan yanımda bitmişti. Oda yere eğilip Ecem’i tutmaya çalıştığında sinirle ona baktım. “Hemen şimdi o ellerini çekiyorsun yoksa bir yerlerine sokmaktan büyük zevk duyacağım.” dedim hırlayarak. “Hakan beni taşır mısın?” demişti Ecem. Bakışlarımı Hakan’dan alıp ona döndüm. Bana bakmıyordu. Kafasını yan tarafa çevirmiş boşluğa bakıyordu. Bana bakmasını istiyordum. Sinirle, nefretle, nasıl olursa olsun sadece bana bakmasını istiyordum ama o bunu yapmıyordu. Hakan ellerini Ecem’in bacaklarına geçirip kaldırdı ve yürümeye başladı. Bense yerde şaşkınlıkla oturuyordum. “Ege hadisene gidelim biz de.” diyerek kendime getirmişti Pelin. Dikkatimi ona verip başımı 'tamam' anlamında salladım ve yürümeye başladık. Ecem her saniye ellerimden kayıp gidiyormuş gibi hissediyordum. Gerçi hiç benim olmamıştı ki. Olamamıştı... Kamp alanına döndüğümüzde Ecem bitkin halde taburede oturuyordu. Hakan ona su verirken Selinde bir şeyi var mı diye vücuduna bakıyordu. Onları duyabileceğim şekilde yanlarına yaklaştım. “Ecem nasıl bu hale geldin?” dedi Selin. “Ben...” dedi ve başını kaldırıp bana kısa bir bakış attı. “Ben yürüyordum... Fazla yürümüşüm farkında değildim. Sonra birden yağmur bastırdı. Bende geri döneyim diye hızlı hızlı koşarken ayağım takıldı ve yere düştüm. Bayılmışım.” dedi sessizce. “Ah asi kızım bana burada ne yaptığının farkında mısın sen? Aklım çıktı bir şey oldu sandım. Benim yüzümden bu haldesin zaten.” dedi Hakan Ecem’e doğru eğilip. Ecem hafif sırıtarak Hakana baktı. “Senin yüzünden falan değil benim salaklığım.” dedi ve elini Hakanın yanağına getirip okşadı. Hakan da yüzünde ki eli tutup öpücük bıraktı. Hala yüzünde hafif bir tebessüm vardı ve bu bana hiç iyi gelmiyordu. Başkasına gülüyordu. Elini başkasının yanağına götürüp okşuyordu. Ben dalgınca onları izlerken yine bana kısa bir bakış attı ve başka tarafa bakmaya başladı. “Baya yorucu bir gece oldu hadi çadırlara herkes.”diye bağırmıştı koç. Hakan Ecem’i kolundan tutup kaldırırken kendime gelip hemen yanlarına gittim. “Ecem sen Pelin’le yatıyorsun ben Hakan’la kalırım.” dedim net bir şekilde. “Asla olmaz.” diye Pelin cırlayınca sinirle ona baktım. “Gerek yok ben onunla kalırım.” dedi Hakan” “Ecem zor bir gece atlattı bırak da yanında bir kız kalsın. Bir şeye ihtiyaçları olur Pelin ilgilenir değil mi Pelin?” dedim evet demesini istercesine. “Sabaha az kaldı zaten ölmesiniz” deyip Pelin’i Ecem’in yanına ittim ve çadıra girişlerini izledim. Hakan bana sinirle bakarken alaycı bakışlarımı bende ona diktim. “Malum babası duyarsa kızını başka bir oğlan çocuğuyla yatırdığımı kötü olur.” dedim gülerek. “Babası sakın başka şeylerde duymasın.” dedi imalı şekilde ve çadıra girdi. Eğer bu gece bu çocuğu öldürmezsem bir daha asla yapmam. Son kez Ecem’lerin çadırına bakış attım ve bende çadıra girdim. Pelin Ecem’i uykusunda boğmaya falan kalkmasa bari.... ***** “Ecem?” “Efendim canım?” “Bu çocuk altına yapmış herhalde! Gelip bir baksana.” “Oldu canım. Sende beni emen oğlumuzu emzirmeye devam et bende gelip kızımıza bakayım.’’ “Canım benimkiler seninki gibi değil.” diyerek kızıma baktım. Ne varsa doldurmuştu bezine. Elime aldığım temiz bezi kızımın suratına tuttum. Nasıl bağlıyorduk ki bunu. Bağ kısmı arkaya gelecek şekilde bağlamaya başladım. O esnada Ecem oğlumuzu kucaklamış bana doğru geliyordu. “Biz daha kendimize bakamıyoruz ikiz çocuk neyimize.” dedim sinirle. “Valla ben kendime bakabiliyorum hayatım. Şöyle yapalım ben biraz dışarı çıkayım sende çocuklarımızla kal ve bakmayı öğren.” deyip oğlumuzu kucağıma bıraktı ve dudağıma öpücük kondurdu. O çıkışa yönelirken bağırmaya başladım. “Ecem saçmalama gel şuraya. Lan ne yapacağım ben iki çocukla?” diye bağırsam da beni duymazlıktan gelip dışarı çıktı. “Görün ananızı işte. Ben olmasam ne yapacaksınız siz?” diye yüksek olan sesimi daha da yükseltince ikisi birden ağlamaya başladı. “Uyansana lan. Allah'ım hala gülüyor ya.”diye birisi tepemde bağırıyordu. “Ne oluyor ya?” diye gerinerek gözlerimi açmaya çalıştım. Hakan yanıma oturmuş sinirle bana bakıyordu. “Uyurken bile rahat vermiyorsun Ege.” dedi sinirle ve tekrar yanıma uzandı. “Kısa kes. Rüyamın en güzel kısmında içine ettin.” dedim ve arkamı dönüp rüyamın kaldığı yerinden devam etmesini istedim. “Bu kadar belli etme.” dedi. Anlaşıldı beni uyutmaya niyeti yok bunun. “Neyi belli etmeyeyim?” dedim sakince. “Ecem’i sevdiğini.” dedi o da aynı sakinlikle. “Sana bir kere söyledim ama beynin olsa o esnada anlardın şimdi tekrar söylüyorum. BEN ECEM’İ SEVMİYORUM.”dedim kelimeleri bastırarak. “Ama o senin öyle mi?” dedi alayla sorarcasına. “Aynen şimdi zıbar.” dedim ve tekrar arkamı döndüm. “Haklıymışım.” diye mırıldandı.”Sen onu sevmiyorsun sen ona köpek gibi aşıksın”... *** Dün gecenin verdiği şaşkınlık ve yorgunluktan öğlene kadar uyumuştum. Yan tarafıma baktığımda Hakan’ı göremeyince hızla çadırdan çıktım ve çıkar çıkmaz Pelin’le karşılaştım. “Beni dün gece Ecem’le yatırdığına inanamıyorum.” dedi sinirle. “Ne oldu sanki Pelin incilerin mi döküldü bak sabah oldu kurtuldunuz birbirinizden.” dedim umursamayarak. “Bu gece beraberiz o kadar.” dedi seksi sandığı sesini çıkararak ve yanağıma öpücük kondurup kızların yanına gitti. Yalan değil bazen midemi bulandırıyordu. Ecem’e bakındığımda Selin’le oturmuş gülüşerek bir şeyler konuşuyorlardı. Hafif sırıtarak onlara baktım. Ecem’in ilk kız arkadaşıydı Selin. Şansına iyi bir kız ki hiç yalnız bırakmıyordu onu. Tam o esnada Hakan Ecem’in arkasından kollarını boynuna dolayıp yanağına uzunca öpücük kondurdu. Bütün kaslarımın seğirdiğini hissettim ve kafamı başka tarafa çevirdim. “Hadi millet çuval yarışı zamanı.”diye bağırmıştı bedenci. Ah hayır burada da mı? Bir kızın elime tutuşturduğu çuvala sinirle bakıyordum. O kadar saçma geliyordu ki şu oyunlar. Hepimiz çuvallara girip sıraya girdik. Kafamı sol tarafa çevirdiğimde Hakan’la Ecem’in gülüştüğünü gördüm. “Hazır... Başla.” komutuyla yardırmaya başladım. Çoğu kişi hemen devrilmişti. Soluma baktığımda Hakan’la aramda bir kişi vardı. Hafif sol tarafa zıplayarak çocuğa omuz attım ve dengesini kaybedip yere kapaklandı. Hakana doğru biraz yaklaşıp zıplamaya devam ediyorduk. Ani bir hareketle ona daha sert şekilde omzumu geçirdim ve sertçe yüz üstü kapaklandı. Bir oyunu böylesine bir azimle oynayacağım aklımın ucundan geçmezdi. Sadece Ecem’le ben kalmıştık. Bana sinirle baktığında bende alaylı bakışlarımı gönderdim ona. Bitiş çizgisine yaklaştığımızda Ecem’e hafifçe omzumla ona vurdum ve narin bedeni yere düşerken bende üstüne kapaklandım. Şaşkın şaşkın yüzüme bakarken biraz daha yaklaştım ona. “Ne yapıyorsun ya!”diye beni ittirmeye çalıştığında nefesimi yüzüne verdim. "Oynayacağımız bütün oyunların kazananı ne sen olacaksın ne ben. Biz hep kaybedeceğiz ki kazanmak için baştan başlayabilelim. *** Sözylediğim cümlelerin etkisini, Ecem'in yüz ifadesinden keyifle izliyordum. Sıkıcı bir kaç oyundan sonra hepimiz yere kurulmuş oturuyorduk. “Melis -Zeynep , Barış -Mert dörtlüsü aileleriniz aradı eve dönmek zorundaymışsınız toparlanın,” diye seslendi bedenci. Dördü birden oflayıp toparlanmaya başladıklarında anlık durdum ve aklıma gelen fikirle yerimden fırladım. “Gençler çadırlarınız burada kalsa biz pek rahat değildik de gece.” “Sorun değil kalsın.” dedi bir tanesi ve minnet bakışlarımı ona gönderdim. Dün geceyi idare etmiştim ama Ecem bugün iyi görünüyordu. “Madem öyle kimse birlikte yatmıyor.” dedim sırıtarak ve yerime döndüm. Öyle böyle akşamı ettiğimizde herkes yatmaya hazırlanıyordu. Hızla Ecem’in yanına gidip kolundan tuttum ve bir köşeye çektim. “Bu çadırda uyuyorsun gece nokta.” dedim ilerdeki boş çadırları göstererek. “Ege karışma bana.” dedi sert bir şekilde ve tam arkasını dönecekken tekrar durdurdum. “Eğer eski anılarımızı şuan anlatmamı istemiyorsan dediğimi yaparsın Ecem ve beni biliyorsun ben dediğimi yaparım.” dedim tehditkâr sesle. “Tam bir pisliksin.” dedi ve oflayarak gösterdiğim çadıra doğru yürüdü. Sırıtıp kendi çadırıma doğru giderken Pelin yanımda bitti yine. “Aşkım nereye bizim çadırımız şu.” dedi şirin gözükmeye çalışarak. Bir insana hiçbir mimik yakışmaz mı? “Burada uyuyacağım Pelin göt kadar alan zaten hadi güzelim geç sen kendi yerine,” dedim bıkkınca. “Ege beni deli etmek istemezsin. Ne oluyor sabahtan beri sana?” dedi sinirle. Eğer onunla kavga edip ayrılırsak amir bey öldürürdü beni. Daha fazla devam ettirmek istemeyip; 'geç' dedim. Derin derin nefes alıp verirken Ecem’le göz göze geldim. Kafasını iki yana sallayıp kendi çadırına girdi. Bende çadıra girip Peline arkamı dönerek yere uzandım. Arkamdan kollarını belime doladığında bıkkınlıkla nefesimi verip uyumasını bekledim. Sonunda uyuduğunda yavaşça yanından kalktım ve çadırdan çıktım. Etrafı kolaçan edip Ecem’in çadırına yürümeye başladım. Çadıra gidene kadar aklıma gelmeyen şey kalmamıştı. Acaba Hakan yanında mı? Ya sarılarak uyuyorlarsa? Ulan o çadırın demirleriyle öldürmez miyim sizi. Tam çadırın önünde durduğumda son kez etrafa baktım, lambırt diye içeri girdim ve aynı hızla çadırı kapattım. Arkamdaki hareketlenmeyle dönüp çığlık atmak üzere olan Ecem’in ağzını kapattım. Şaşkın şaşkın bana bakarken hızla elime vurup çekmemi sağladı. "Gerçekten şu dünyaya beni deli etmek için geldin değil mi?” dedi sinirle. "Aynen."dedim sırıtarak. "Ne işin var burada Pelinin özler bak seni." dedi iki kolunu birbirine dolayıp göğsünde birleştirerek. Müthiş bir kahkaha attım. Ne olduğu fark etmezdi. Hala beni deli gibi kıskanıyordu. "Orada rahat edemedim yanına geldim. Şimdi yat yanıma uyuyalım." "Anlamadım? İyi madem rahat edemedin ben Hakan’ın yanına gideyim sen burada rahat rahat uyu." dedi ve çadırın fermuarına yöneldi. Hızla kolundan tutup yanıma çektim ve bacaklarımı beline dolayıp kaçmasını engelleyecek şekilde sarıldım. "Ege nefes alamıyorum bırak beni." diye altımda çırpınmaya başladı. "Hadi asi kızım uyu artık."diye daha çok kendime çektim. "Niye yapıyorsun bunu?” dedi düz sesle. Bende ne zaman soracak diye bekliyordum. "Koruma amaçlı bazı çakallar yanına gelmesin diye." "Kendimi koruyabilirim." "Biliyorum." "Bir yumruğuma bakar." dediğinde sırıttım "Onu da biliyorum."dedim ve kokusunu içime çektim. Ne kadar sert bir kız olmaya çalışsa da şekerli parfümü bunu engelliyordu. "Ege?” "Efendim." "Senden nefret ediyorum." "Bende." dedim ve daha da sokularak gözlerimi yumdum... Yeni bir gün daha... Uzun bir aradan sonra 2 gün boyunca erken kalkabilmiştim. Şu sıralar yaşadığım uyku problemimi aşmaya çalışıyordum. Sabah koşumu yapıp eve gelmiştim. Hızlıca duşumu alıp, üstümü değiştirdim. Aşağıya inip kahvaltıyı hazırlamaya başladım. Domatesleri soymaya başlarken omzuma giren ağrıyla yüzümü buruşturdum. Uzun bir aradan sonra kamp yapmak pek iyi gelmemişti. Malum kamp gecesinden sonra olan ise başıma dikilip beni uyandırırken hunharca böğürmeye başlaması.” Ne oluyor ya?” diye tepki verince sinirle bana dönüp bağırmaya devam etmesiyle sonlandı. Bende çadırın demirlerini söküp bana girişmesinden korktuğuma hızlıca kalktım. Başka ne olabilirdi ki? Dudağıma öpücük kondurup 'Günaydın bitanem' demesini mi? Güldürmeyin beni. Ekmekleri kızartma makinesine koyup omleti yapmaya başladım. Aslında yapış şeklim sahanda yumurtaydı. Egeyle bunun kavgasını tam bir saat yapmıştık. Neymiş peyniri bol koyup, yumurtayı çırpmayacakmışım. Çırpmadan nasıl yapayım omleti? Geçenlerde Selin’e kafede oturduğumuz da kızın garsona ben bir sütlü latte alayım demesiyle aynıydı bizim yaşadığımız. Omleti(!) Ege'nin sevdiği gibi yapıp, onun çayını benimde kahvemi masaya koyduğumda dağınık saçlarla gözünü çıkaracak gibi ovuşturan Ege karşımda belirdi. Boş gözlerle bir masaya bir bana bakıyordu. "Hala mı uyanamadım ben? Ne rüyaymış anasını satayım."diye kendi kendine konuşmaya başladı. Kahvaltı masasına yaklaştığında hala aynı yüz ifadesindeydi ve çok tatlıydı. O bana öyle bakmaya devam ederken uyandırmam gerek diye düşünüp çay bardağındaki kaşığı aldım ve Ege’nin eline bastırdım. "Ananı...” diye küfür savuracakken iyice açılmaya başlamıştı. "Sana da günaydın. Bak uyandın işte."dedim gülümseyerek. "Sen ciddi ciddi uyanıksın ve kahvaltı hazırladın." dedi emin olmak istercesine. "Uzaylı görmüş gibi bakma bana.” dedim. "Her sabah döverek uyandırıyorum seni. Bir gün yastığı yüzüne kapatıp boğacağım diye korkuyorum bırak da şaşırayım." dedi haklı olarak. "Geç hadi omletin (!) soğuyacak."dedim omlete vurgu yaparak. "Evet omletim (!) soğuyacak." dedi oda aynı şekil vurgulayarak. "Cidden onun sağanda yumurta olduğunu biliyorsun değil mi?” "İçinde peynir var Ecem." "Çırptırmıyorsun nasıl omlet olsun?” "Sevmiyorum öyle tadı karışıyor." dedi yüzünü buruşturarak. "Böyle yiyince ayrışım gerçekleştiriyor değil mi?” "Yine de omlet." "Sahanda yumurta." "Omlet." "Sahanda yumurta." dedim kelimeleri bastırarak. Allah’ım şuan resmen sirke -limon kavgasına dönmüştü olay. "Her neyse " deyip kahvaltısını yapmaya başladı. Bir daha erken uyansam bile alırsın sen kahvaltıyı. Telefonumun çalmasıyla masadan kalkıp tezgâha ilerledim. Uzun aradan sonra Hasan amca arıyordu. "Alo?" "Günaydın prenses. Ege yanında mı?” dedi aceleyle. "Evet de neler oluyor?” dedim panikle. "Hoparlöre al telefonunu.” dediğini yapıp masaya geri döndüm. "Beni dikkatli dinleyin. Dün gece Ferdi Tekin'in küçük kızı kaçırıldı. Şuan ki izlemelerimizle İzmir taraflarında olduğunu düşünüyoruz. Mecburen iş size düşüyor.” "Neden kaçırmışlar? Fidye mi?” dedi Ege. "Öyle olduğunu düşünüyorduk ama Tekin ailesinin eski kanlılarından çıktı. Para istiyorlar ama kolay kolay pes etmezler. Kökünden çözülmesi lazım. Akşama kadar bulundukları yeri tespit ederiz. Bir ekip yola çıkartacağım ama sizin çoktan başlayacağınızı bildiğim için tek söyleyeceğim şey dikkatli olmanız.” dedi uyarıyla. "Ecem özellikle sen. Birinizi daha ameliyathane kapısı önünde beklemeye niyetim yok " diye de ekledi. "Merak etme patron iş bizde. Okula gidelim mi peki?”diye sordum. "Gelelim o meseleye. Artık tek dikkatinizin bu olmasını istiyorum. Neredeyse 3 ayınız var. Ne kadar bilgi o kadar hızlı plan. Şu işi hallettikten sonra konuşacağız onu. Akşama kadar kendinize sahip çıkın,” dedi ve telefonu kapattı. "Şu iş bitsin yok olacağım bu ülkeden kimse bulamayacak beni. " dedim homurdanarak. "Cidden kurtulabileceğini mi sanıyorsun?” "Neyden?” "Benden." dedi bana doğru yaklaşıp. "İlk amacımda bu ya "deyip sırıttım ve masadan kalkıp odama çıktım. Allahtan bugün cumaydı. O yorgunlukla bırakın Ege, ordu gelse kaldıramazdı beni. Tekrar aşağı indiğimde Ege çoktan giyinmiş beni bekliyordu. "Erken kalkman fark etmiyor yinede beni bekletiyorsun. "dedi homurdanarak. Ona dil çıkartıp evden dışarı attım kendimi. İzmir’in dondurucu soğuğu tüm bedenime işlerken koşarak arabaya bindim. *** "Kayaçlar magmanın katılaşmasıyla oluşur daha sonra dış kuvvetler tarafından parçalanır, taşınır, biriktirilir ve şekle sokulur." Ben ne diyor bu dercesine hocaya bakarken nasıl oldu bilmiyorum kafam çoktan sıraya düşmüştü. "Senin yerin burası." deyip geri kaldırma zahmetinde bulunmadım bile. "Sınavınıza çok az kaldı. Hepiniz yapabilecek öğrencilersiniz. Tek yapmanız gereken biraz daha sabredip dersleri dinlemek. He ben bir halt yapmayacağım diyorsanız Ecem arkadaşınızı örnek alın ve vurup kafayı uyuyun,"dedi uyarıcı sesiyle. Hemen kafamı kaldırıp en tatlı sırıtışımla hocaya baktım. Sert bakışlarını zil sayesinde çekmişti. "Uyku hastığı olabilir mi sende?” diye Selin önümdeki sıraya oturmuş benden ciddi ciddi cevap bekliyordu. "Ne alaka?” dedim en sonunda. "Her ders uyuyorsun kızım.” "Her ders değil bu kadına özel.” "Bırakın şimdi onu kantine gidelim." diye Hakan yanımıza gelmişti. Öğle arasına mı girmiştik? Bugün ne çabuk geçiyordu böyle. Aşağı kata indiğimizde olduğum yerde donakaldım. Kantinin ortasına bizim alt sınıflardan olduğunu bildiğim çocuğa yumurta fırlatıyorlardı. “Alperen değil mi o?” dedi Hakan şaşkınca. Bir kaç kere onu sıkıştırdıklarını görmüştüm ama bu denli ileriye gideceklerini tahmin etmemiştim. Hem de benim yaşadığım şeyin aynısını yapmalarını. Çocuğa sertçe yumurtaları fırlattıklarında resmen kendimi görüyordum orada. Çocuk kafasını hafifçe kaldırmış yardım ararcasına etrafına bakıyordu. Bana yardım eden olmamıştı. Yardım edecek bir çift gözle karşı karşıya gelmiştim ama o bana arkasını dönmüştü. Hızla kalabalığın arasına girip çocuğun yanına gittim. Herkes şaşırmışçasına bana bakıyordu. "Ne halt yediğinizi sanıyorsunuz?” diye bağırmaya başladım kalabalığa. Kimsenin sesi çıkmayınca daha da sinirlendim. "Konuşsanıza... Ya da atmaya devam etsenize...” diye gürlemiştim resmen. "Sizin gibi salaklar anca işsizlik yapar böyle, "dedim aşağılarcasına. Bir tanesi sırıtarak bana doğru yaklaştı. "Sana da yapmamızı istiyorsun herhalde.” dedi parmağıyla beni göstererek. "Peki hadi yeni hedef tahtamıza oklarımızı atalım."dedi ellerini iki yana açarak ve tam yumurtayı atacakken yüzüne yediği yumrukla yere yığıldı. Ege üstüne çıkmış ardı arkası kesilmeyen yumruklar savuruyordu. "Demek... Onu... Yumurtaya.. Bulayacaksın... He... Ben o yumurtayı sana yedirtip tekrar yumurtlattırmaz mıyım lan,” dedi yüzüne doğru kükreyerek. "Hele ona bir şey yapmayı dene bak seni yaşatıyor muyum?” diye tekrar yumruğu yapıştırmıştı. Ben şaşkınca ona bakarken birileri ayırmayı akıl edebilmişti sonunda. Ege’yi çocuktan ayırdıklarında sinirle soluyordu. Benden tarafa değil hala çocuğu öldürecekmiş gibi ona bakıyordu. Etraftaki kalabalık azalmaya başladığında arkamdaki çocuğa döndüm. "İyisin değil mi? Bir yerin acımıyor?” dedim vücudunu kontrol ederek. Gerçi hiçbir şey gözükmüyordu. "İyiyim... Senin sayende." dedi koyu kahve gözlerini bana dikip. "Hadi gel seni temizleyelim."dedi Hakan ve çocukla beraber tuvalete doğru ilerlemeye başladı. Son kez Ege’ye döndüğümde ifadesiz gözlerle bana bakıyordu. Eskinin pişmanlığını atmıştı sanırım üstünden. Bugün beni kurtarmıştı sonuçta. Hızla yanına gidip kollarımı boynuna doladım. Şaşkınlığından bana sarılmıyordu bile. Kendimi ondan ayırıp sırıtarak yüzüne baktım ve yine kendimi tutamayarak içimden geçeni yüzüne söyledim. "Keşke o günde beni kurtarsaydın Ege belki her şey daha farklı olurdu.” *** "Daha iyi misin?” diye kaçıncı soruşumdu bilmiyorum. Üstüne temiz kıyafetleri geçirdiğinde daha iyi fark etmiştim onu. Aslında şaşırtıcı derece de yakışıklıydı. "Gayet iyiyim."dedi gülümseyerek. "Tamam daha sormuyorum." dedim bende gülerek. Kantinde oturmuş kahvelerimizi içiyorduk. "Gerçekten... Yaptığın büyük bir şeydi." "Ucuz insanlara anca böyle davranacaksın "dedim sırıtarak. "Adın Alperen'di değil mi?” "Evet ama Alp demen yeterli." Zilin baskın sesi tüm okulu doldururken bizde ayaklanmıştık. Koridorda sınıflara doğru ilerlerken Alp kolumu tutup durdurdu. "Şey sınıfıma geldim de... Ben cidden çok -... " "Tamam Alp kapandı gitti hadi sınıfına." dedim ve sınıfa girişini izledim. Arkamı dönüp sınıfa ilerlemeye başladım. Cidden şu gün biran evvel bitsin. *** Sonunda okul bitmiş eve gelebilmiştik. Hasan amca küçük kızın bulunduğu yeri mesaj atmış ekibin de yolda olduğunu belirtmişti. Hızla odama çıkıp hazırlanmaya başladım. Siyah deri taytımı ve atletimi geçirip belime silahımı ve bıçaklarımı koydum. Saçlarımı sımsıkı toplayıp çizmelerimi giydim ve deri ceketimi alıp aşağıya indim. Ege hazırlanmış çantaya gerekli olanları koyuyordu. İşi bitince arkasına döndüğü gibi gözlerini benden ayırmadan sırıtmaya başladı. "Ne gülüyorsun?” dedim rahatsızca. Bana doğru yaklaşıp bir anda belimden tutup kendine çekti. Burunlarımız birbirine değerken nefesini yüzüme verdi. "Sen gerçekten kendini görmüyorsun. Aptal.. " "Hey!" dedim sonunda ondan uzaklaşmayı akıl ederek. Hala sırıtarak bana bakarken kapı çalmıştı. Kapıyı açıp Ali'ye gülümsedim. "Efendim hazır mısınız?” "Hazırız." dedim ve ceketimi üstüme geçirip kaskımla eldivenleri aldım. Ali herhangi bir durum olursa diye dışarıda bekleyecekti. Üçümüzde motorlarımıza kurulduk ve tam gaz yüklenip yola koyulduk. Takas yapılacak deponun oraya gelmiştik. Şerefsizler küçücük kızdan ne istiyorsunuz ki? Etrafa bakındığımda pencerenin açık olduğunu fark ettim. "Arkada pencere açık oradan girebiliriz."dedim hızlıca. Pencerenin olduğu kısma ilerleyip çantaya koyduğumuz ucu çapaya bağlı halatları çıkardık. Açık pencereye doğru fırlatıp ucundaki çapanın oturduğuna emin olduktan sonra kendimi yukarı çekmeye başladım. Pencereye ulaştığımda yanımda biten Ege'yle birlikte yine halat yardımıyla aşağıya indik. Hızlı adımlarla ilerlerken bilmiş bilmiş konuşmaya başladı. "Az daha hızlı yürü de bombanın üstüne bas. Bende senden kurtulmuş olurum." dedi sırıtarak. "Bomba olduğunu nerden biliyorsun acaba?” dedim alayla. "Bir kızı kaçırıyorlar ve onların peşine kimse düşmeyecek mi sanıyorlar sence. Tedbir amaçlı." "Ayrıca bomba olduğunu fark etmem saniyemi almaz." dedi yan ağız gülerek. Ona müthiş göz döndürmemi gönderirken 'çıt' diye bir ses geldi. İkimizde olduğumuz yerde donup kalmıştık. Kafamı ona çevirdiğimde oda bana bakıyordu. Ne olduğunu anlamak için hala ona bakarken kafamızı aynı anda aşağıya indirdik. Alayla gülme sırası bana geçti. "Nerede bomba olsa anlarmış. Bak canım şuan tam üstüne basıyorsun."dedim gülerek. Sinirle gözlerini bana dikti. "Ayağımı buradan çekersem ne olur Ecem?” "Ölürsün." "Ölürüz." "Ben kaçarım valla."dedim hınzırca. "Uzatmada devre dışı bırak şunu." dedi dişlerinin arasından. Hala gülmeye devam ederken aşağıya eğildim. Salak tam üstüne basmış devrenin. "O kadar yeteneklisin ki tam üstüne basmışsın,"dedim bıkkınca. Ben ne yapabilirim diye düşünürken dediği şeyle yine gözlerim yuvalarından çıkacak gibi ona baktım. "Kucağıma çık." "Anlamadım?” "Senin için fesatlıktan kuduruyor ya. İlk önce sırtıma zıpla ve önüme doğru dön. Baş aşağı sallandıracağım ki seni sende rahatça işini hallet" dedi sakince. Mantıklıydı. Onu sarsmadan sırtına zıpladım ve oda elleriyle bacaklarımı kavradı. Yavaşça yüzüne doğru döndüğümde yine burunlarımız birbirine değdi. "Hazır mısın?" dediğinde başımı salladım ve kendimi geriye doğru itip baş aşağı sallandım. Beni tutabilmek için bacağımı sıkıyordu ve bu işimi yapmamı daha da zorlaştırıyordu. Belimden bıçağı çıkartıp bombaya baktım. Gerçekten önlem için kurdukları ucuz yapım bir şeydi. Kırmızı kabloyu kestiğimde bombada yanan küçük ışık söndü ve bende tekrar doğruldum. O gayet halinden memnun görünüyordu. "Tamamdır bırakabilirsin beni." dedim kucağından inmeye çalışırken. Bacağımdaki elini daha da sıktı ve öne doğru bir adım attı. "Ne olur ne olmaz bomba patlar falan... Beraber ölürdük artık." dedi sırıtarak. Hızla kucağından inip ilerlemeye başladım. Sesler gitgide yakınlaşıyordu. Görüş alanımıza girdiklerinde tahtaların arkasına saklandık. İkimizde nişan almak için alan kolluyorduk. Şuan gözümden kaçan yoksa 10 kişilerdi. Egeyle yavaşça ilerleyip onlara yakın olan tahtaların arkasına geçtik. Göz göze geldiğimizde başıyla 'tamam' işareti yaptı. Cebimden küçük bıçaklarımı çıkarttım. Önümde duran ilk ikisinin tam ensesine fırlattım. Yere düştükleri gibi bizde yerimizden çıktık. Onlar daha silahlarına sarılmadan 3 tanesine daha bıçak fırlattım. Kaldı 5 kişi. Ege’nin silahla ikisini indirdiğini gördüğümde silahını bana doğrultmuş adamı fark ettim ve tam boynuna bıçağı fırlattım. Son bıçağımı da birinin göğsüne fırlattığımda içeride ölüm sessizliği oldu. Bir tanesi bize silah doğrultmuş kızı kaçırtan adam olduğunu tahmin ettiğim kişide kızı göğsüne yaslamış kafasına silah doğrultmuştu. "Kaçışın yok." dedi Ege bıkkın sesle. Bu aramızdaki bir şifreydi aslında. Bu sayede bana yapmam gerekeni anlatıyordu. "Her zaman bir kaçış vardır." dedi adam soğuk sesiyle. "Emin ol bu sefer yok." demesiyle bize silah doğrultan adama dönen tekmemi savurup silahını elinden düşürdüm. Anlık dikkat dağınıklığından Ege çoktan adamın arkasına geçmiş silahının kopçasını ensesine geçirmişti. Küçük kızı kucakladığı gibi dışarıya çıkmıştık. O sırada polis arabaları yolda gözükmüştü. Ege küçük kıza döndü. "Burada bekle polis amcalar şimdi seni alıp eve götürecekler." dedi daha da yaklaşan polis arabalarını gördüğümüzden hızla çalıların arasına saklandık. Kural 2. Asla kendini deşifre ettirme. Polisler etrafı toparlamışlar yola koyulacakları sırada küçük kız çaktırmadan bize doğru dönüp el salladı. İstemsizce sırıttım. Hep bir kardeşim veya abim ablam olsun istemişimdir. Polisler gidince Ege’yle saklandığımız yerden çıkıp Ali'ye işaret verdikten sonra motorlarımıza atladık. Hızla eve doğru sürerken daha iyi fark ettim her şeyi. Ne durumda olursak olalım ikimiz birlikteyken yapamayacağımız şey yoktu. Eve geldiğimde Ege’ye iyi geceler dileyip odama çıktım. Sebepsiz yere melankoli havalarına bürünmüştüm birden. Üstümü değişip, dolabımda sakladığım kutuyu çıkardım. Yatağımda bağdaş kurmuş şekilde oturmuş, önümdeki kutuya bakmaya başladım. Anılarım... Bütün hepsi bu küçücük kutunun içindeydi. Oda gitgide üstüme gelmeye başlamıştı bile. Hızla yerimden fırladım ve dolabıma gidip uzun hırkamı üstüme geçirdim. Kutuyu kucaklayıp İzmir'in müthiş soğuğuna rağmen balkona çıktım. Soğuk içime en sert şekilde işlerken umursamadan salıncağıma kuruldum. Buraya geldiğimizde özellikle yaptırmıştım bu salıncağı. Küçüklüğümden hatırlatıyordu bana. Antalya’yı... O kadar özledim ki orayı. 8 yaşıma kadar orada büyümüştüm. Belki çok anım yoktu orada ama ayrı seviyordum orayı işte. Bahçemizde kurulu olan salıncakta geçirirdim tüm günümü. Sallandıkça tüm can sıkıntım gider kuşlar gibi hissederdim. O yüzden geldiğimizde Ali'den rica etmiştim. Temiz havayı iyice içime çekip karşımdaki manzaraya baktım. Bulunduğumuz site tepelik bir alanda olduğu için İzmir'in tüm ışıltısını görebiliyordum. Önümdeki kutuya döndüm tekrar. Belki de benim için şu hayattaki en özel 3 şey vardı içinde. Yavaşça kutuyu açtım ve kapağını yanına bıraktım. Hafif bir gülümseme oldu yüzümde. İlk görevimize çıkacağımız gün çekildiğimiz fotoğraf. Belki de Ege'nin en içten güldüğü nadir anlardan biri. ~2 yıl önce~ “Her zaman sizinle iletişim halinde olacağız sakın merak etmeyin. Dikkatli olun ve birbirinize sahip çıkın.”diye Hasan amcanın nutuklarını dinliyorduk hava alanının ortasında. Biz şaşkın şaşkın ona bakarken o devam ediyordu. “Ve en önemlisi çocuklar sakın aşık olmayın. Ne oradan birine nede birbirinize.” Dedi uyarıcı sesiyle. 'Tamam anlamında başımızı sallayıp piste doğru ilerlemiştik. Ege birden durup telefonunu çıkardı. “İlk görev arkadaşımla fotoğrafım olmazsa olmaz” dedi ve birden beni yanına çekip kocaman gülümsedi ekrana. Parfümünün kokusu o kadar etkiliydi ki hafifçe gülümseyebilmiştim. Neden bu kadar etkilenmiştim bende bilmiyorum. Benden ayrılıp uçağa doğru ilerlerken kendi kendime tekrarlamıştım.”Unutma Ecem aşık olmak yok”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD