On Altıncı Bölüm -Özel Görev-

4285 Words
Ecem'den Yeni bir gün daha... Uzun bir aradan sonra 2 gün boyunca erken kalkabilmiştim. Şu sıralar yaşadığım uyku problemimi aşmaya çalışıyordum. Sabah koşumu yapıp eve gelmiştim. Hızlıca duşumu alıp, üstümü değiştirdim. Aşağıya inip kahvaltıyı hazırlamaya başladım. Domatesleri soymaya başlarken omzuma giren ağrıyla yüzümü buruşturdum. Uzun bir aradan sonra kamp yapmak pek iyi gelmemişti. Malum kamp gecesinden sonra olan ise başıma dikilip beni uyandırırken hunharca böğürmeye başlaması.” Ne oluyor ya?” diye tepki verince sinirle bana dönüp bağırmaya devam etmesiyle sonlandı. Bende çadırın demirlerini söküp bana girişmesinden korktuğuma hızlıca kalktım. Başka ne olabilirdi ki? Dudağıma öpücük kondurup 'Günaydın bitanem' demesini mi? Güldürmeyin beni. Ekmekleri kızartma makinesine koyup omleti yapmaya başladım. Aslında yapış şeklim sahanda yumurtaydı. Egeyle bunun kavgasını tam bir saat yapmıştık. Neymiş peyniri bol koyup, yumurtayı çırpmayacakmışım. Çırpmadan nasıl yapayım omleti? Geçenlerde Selin’e kafede oturduğumuz da kızın garsona ben bir sütlü latte alayım demesiyle aynıydı bizim yaşadığımız. Omleti(!) Ege'nin sevdiği gibi yapıp, onun çayını benimde kahvemi masaya koyduğumda dağınık saçlarla gözünü çıkaracak gibi ovuşturan Ege karşımda belirdi. Boş gözlerle bir masaya bir bana bakıyordu. "Hala mı uyanamadım ben? Ne rüyaymış anasını satayım."diye kendi kendine konuşmaya başladı. Kahvaltı masasına yaklaştığında hala aynı yüz ifadesindeydi ve çok tatlıydı. O bana öyle bakmaya devam ederken uyandırmam gerek diye düşünüp çay bardağındaki kaşığı aldım ve Ege’nin eline bastırdım. "Ananı...” diye küfür savuracakken iyice açılmaya başlamıştı. "Sana da günaydın. Bak uyandın işte."dedim gülümseyerek. "Sen ciddi ciddi uyanıksın ve kahvaltı hazırladın." dedi emin olmak istercesine. "Uzaylı görmüş gibi bakma bana.” dedim. "Her sabah döverek uyandırıyorum seni. Bir gün yastığı yüzüne kapatıp boğacağım diye korkuyorum bırak da şaşırayım." dedi haklı olarak. "Geç hadi omletin (!) soğuyacak."dedim omlete vurgu yaparak. "Evet omletim (!) soğuyacak." dedi oda aynı şekil vurgulayarak. "Cidden onun sağanda yumurta olduğunu biliyorsun değil mi?” "İçinde peynir var Ecem." "Çırptırmıyorsun nasıl omlet olsun?” "Sevmiyorum öyle tadı karışıyor." dedi yüzünü buruşturarak. "Böyle yiyince ayrışım gerçekleştiriyor değil mi?” "Yine de omlet." "Sahanda yumurta." "Omlet." "Sahanda yumurta." dedim kelimeleri bastırarak. Allah’ım şuan resmen sirke -limon kavgasına dönmüştü olay. "Her neyse " deyip kahvaltısını yapmaya başladı. Bir daha erken uyansam bile alırsın sen kahvaltıyı. Telefonumun çalmasıyla masadan kalkıp tezgâha ilerledim. Uzun aradan sonra Hasan amca arıyordu. "Alo?" "Günaydın prenses. Ege yanında mı?” dedi aceleyle. "Evet de neler oluyor?” dedim panikle. "Hoparlöre al telefonunu.” dediğini yapıp masaya geri döndüm. "Beni dikkatli dinleyin. Dün gece Ferdi Tekin'in küçük kızı kaçırıldı. Şuan ki izlemelerimizle İzmir taraflarında olduğunu düşünüyoruz. Mecburen iş size düşüyor.” "Neden kaçırmışlar? Fidye mi?” dedi Ege. "Öyle olduğunu düşünüyorduk ama Tekin ailesinin eski kanlılarından çıktı. Para istiyorlar ama kolay kolay pes etmezler. Kökünden çözülmesi lazım. Akşama kadar bulundukları yeri tespit ederiz. Bir ekip yola çıkartacağım ama sizin çoktan başlayacağınızı bildiğim için tek söyleyeceğim şey dikkatli olmanız.” dedi uyarıyla. "Ecem özellikle sen. Birinizi daha ameliyathane kapısı önünde beklemeye niyetim yok " diye de ekledi. "Merak etme patron iş bizde. Okula gidelim mi peki?”diye sordum. "Gelelim o meseleye. Artık tek dikkatinizin bu olmasını istiyorum. Neredeyse 3 ayınız var. Ne kadar bilgi o kadar hızlı plan. Şu işi hallettikten sonra konuşacağız onu. Akşama kadar kendinize sahip çıkın,” dedi ve telefonu kapattı. "Şu iş bitsin yok olacağım bu ülkeden kimse bulamayacak beni. " dedim homurdanarak. "Cidden kurtulabileceğini mi sanıyorsun?” "Neyden?” "Benden." dedi bana doğru yaklaşıp. "İlk amacımda bu ya "deyip sırıttım ve masadan kalkıp odama çıktım. Allahtan bugün cumaydı. O yorgunlukla bırakın Ege, ordu gelse kaldıramazdı beni. Tekrar aşağı indiğimde Ege çoktan giyinmiş beni bekliyordu. "Erken kalkman fark etmiyor yinede beni bekletiyorsun. "dedi homurdanarak. Ona dil çıkartıp evden dışarı attım kendimi. İzmir’in dondurucu soğuğu tüm bedenime işlerken koşarak arabaya bindim. *** "Kayaçlar magmanın katılaşmasıyla oluşur daha sonra dış kuvvetler tarafından parçalanır, taşınır, biriktirilir ve şekle sokulur." Ben ne diyor bu dercesine hocaya bakarken nasıl oldu bilmiyorum kafam çoktan sıraya düşmüştü. "Senin yerin burası." deyip geri kaldırma zahmetinde bulunmadım bile. "Sınavınıza çok az kaldı. Hepiniz yapabilecek öğrencilersiniz. Tek yapmanız gereken biraz daha sabredip dersleri dinlemek. He ben bir halt yapmayacağım diyorsanız Ecem arkadaşınızı örnek alın ve vurup kafayı uyuyun,"dedi uyarıcı sesiyle. Hemen kafamı kaldırıp en tatlı sırıtışımla hocaya baktım. Sert bakışlarını zil sayesinde çekmişti. "Uyku hastığı olabilir mi sende?” diye Selin önümdeki sıraya oturmuş benden ciddi ciddi cevap bekliyordu. "Ne alaka?” dedim en sonunda. "Her ders uyuyorsun kızım.” "Her ders değil bu kadına özel.” "Bırakın şimdi onu kantine gidelim." diye Hakan yanımıza gelmişti. Öğle arasına mı girmiştik? Bugün ne çabuk geçiyordu böyle. Aşağı kata indiğimizde olduğum yerde donakaldım. Kantinin ortasına bizim alt sınıflardan olduğunu bildiğim çocuğa yumurta fırlatıyorlardı. “Alperen değil mi o?” dedi Hakan şaşkınca. Bir kaç kere onu sıkıştırdıklarını görmüştüm ama bu denli ileriye gideceklerini tahmin etmemiştim. Hem de benim yaşadığım şeyin aynısını yapmalarını. Çocuğa sertçe yumurtaları fırlattıklarında resmen kendimi görüyordum orada. Çocuk kafasını hafifçe kaldırmış yardım ararcasına etrafına bakıyordu. Bana yardım eden olmamıştı. Yardım edecek bir çift gözle karşı karşıya gelmiştim ama o bana arkasını dönmüştü. Hızla kalabalığın arasına girip çocuğun yanına gittim. Herkes şaşırmışçasına bana bakıyordu. "Ne halt yediğinizi sanıyorsunuz?” diye bağırmaya başladım kalabalığa. Kimsenin sesi çıkmayınca daha da sinirlendim. "Konuşsanıza... Ya da atmaya devam etsenize...” diye gürlemiştim resmen. "Sizin gibi salaklar anca işsizlik yapar böyle, "dedim aşağılarcasına. Bir tanesi sırıtarak bana doğru yaklaştı. "Sana da yapmamızı istiyorsun herhalde.” dedi parmağıyla beni göstererek. "Peki hadi yeni hedef tahtamıza oklarımızı atalım."dedi ellerini iki yana açarak ve tam yumurtayı atacakken yüzüne yediği yumrukla yere yığıldı. Ege üstüne çıkmış ardı arkası kesilmeyen yumruklar savuruyordu. "Demek... Onu... Yumurtaya.. Bulayacaksın... He... Ben o yumurtayı sana yedirtip tekrar yumurtlattırmaz mıyım lan,” dedi yüzüne doğru kükreyerek. "Hele ona bir şey yapmayı dene bak seni yaşatıyor muyum?” diye tekrar yumruğu yapıştırmıştı. Ben şaşkınca ona bakarken birileri ayırmayı akıl edebilmişti sonunda. Ege’yi çocuktan ayırdıklarında sinirle soluyordu. Benden tarafa değil hala çocuğu öldürecekmiş gibi ona bakıyordu. Etraftaki kalabalık azalmaya başladığında arkamdaki çocuğa döndüm. "İyisin değil mi? Bir yerin acımıyor?” dedim vücudunu kontrol ederek. Gerçi hiçbir şey gözükmüyordu. "İyiyim... Senin sayende." dedi koyu kahve gözlerini bana dikip. "Hadi gel seni temizleyelim."dedi Hakan ve çocukla beraber tuvalete doğru ilerlemeye başladı. Son kez Ege’ye döndüğümde ifadesiz gözlerle bana bakıyordu. Eskinin pişmanlığını atmıştı sanırım üstünden. Bugün beni kurtarmıştı sonuçta. Hızla yanına gidip kollarımı boynuna doladım. Şaşkınlığından bana sarılmıyordu bile. Kendimi ondan ayırıp sırıtarak yüzüne baktım ve yine kendimi tutamayarak içimden geçeni yüzüne söyledim. "Keşke o günde beni kurtarsaydın Ege belki her şey daha farklı olurdu.” *** "Daha iyi misin?” diye kaçıncı soruşumdu bilmiyorum. Üstüne temiz kıyafetleri geçirdiğinde daha iyi fark etmiştim onu. Aslında şaşırtıcı derece de yakışıklıydı. "Gayet iyiyim."dedi gülümseyerek. "Tamam daha sormuyorum." dedim bende gülerek. Kantinde oturmuş kahvelerimizi içiyorduk. "Gerçekten... Yaptığın büyük bir şeydi." "Ucuz insanlara anca böyle davranacaksın "dedim sırıtarak. "Adın Alperen'di değil mi?” "Evet ama Alp demen yeterli." Zilin baskın sesi tüm okulu doldururken bizde ayaklanmıştık. Koridorda sınıflara doğru ilerlerken Alp kolumu tutup durdurdu. "Şey sınıfıma geldim de... Ben cidden çok -... " "Tamam Alp kapandı gitti hadi sınıfına." dedim ve sınıfa girişini izledim. Arkamı dönüp sınıfa ilerlemeye başladım. Cidden şu gün biran evvel bitsin. *** Sonunda okul bitmiş eve gelebilmiştik. Hasan amca küçük kızın bulunduğu yeri mesaj atmış ekibin de yolda olduğunu belirtmişti. Hızla odama çıkıp hazırlanmaya başladım. Siyah deri taytımı ve atletimi geçirip belime silahımı ve bıçaklarımı koydum. Saçlarımı sımsıkı toplayıp çizmelerimi giydim ve deri ceketimi alıp aşağıya indim. Ege hazırlanmış çantaya gerekli olanları koyuyordu. İşi bitince arkasına döndüğü gibi gözlerini benden ayırmadan sırıtmaya başladı. "Ne gülüyorsun?” dedim rahatsızca. Bana doğru yaklaşıp bir anda belimden tutup kendine çekti. Burunlarımız birbirine değerken nefesini yüzüme verdi. "Sen gerçekten kendini görmüyorsun. Aptal.. " "Hey!" dedim sonunda ondan uzaklaşmayı akıl ederek. Hala sırıtarak bana bakarken kapı çalmıştı. Kapıyı açıp Ali'ye gülümsedim. "Efendim hazır mısınız?” "Hazırız." dedim ve ceketimi üstüme geçirip kaskımla eldivenleri aldım. Ali herhangi bir durum olursa diye dışarıda bekleyecekti. Üçümüzde motorlarımıza kurulduk ve tam gaz yüklenip yola koyulduk. Takas yapılacak deponun oraya gelmiştik. Şerefsizler küçücük kızdan ne istiyorsunuz ki? Etrafa bakındığımda pencerenin açık olduğunu fark ettim. "Arkada pencere açık oradan girebiliriz."dedim hızlıca. Pencerenin olduğu kısma ilerleyip çantaya koyduğumuz ucu çapaya bağlı halatları çıkardık. Açık pencereye doğru fırlatıp ucundaki çapanın oturduğuna emin olduktan sonra kendimi yukarı çekmeye başladım. Pencereye ulaştığımda yanımda biten Ege'yle birlikte yine halat yardımıyla aşağıya indik. Hızlı adımlarla ilerlerken bilmiş bilmiş konuşmaya başladı. "Az daha hızlı yürü de bombanın üstüne bas. Bende senden kurtulmuş olurum." dedi sırıtarak. "Bomba olduğunu nerden biliyorsun acaba?” dedim alayla. "Bir kızı kaçırıyorlar ve onların peşine kimse düşmeyecek mi sanıyorlar sence. Tedbir amaçlı." "Ayrıca bomba olduğunu fark etmem saniyemi almaz." dedi yan ağız gülerek. Ona müthiş göz döndürmemi gönderirken 'çıt' diye bir ses geldi. İkimizde olduğumuz yerde donup kalmıştık. Kafamı ona çevirdiğimde oda bana bakıyordu. Ne olduğunu anlamak için hala ona bakarken kafamızı aynı anda aşağıya indirdik. Alayla gülme sırası bana geçti. "Nerede bomba olsa anlarmış. Bak canım şuan tam üstüne basıyorsun."dedim gülerek. Sinirle gözlerini bana dikti. "Ayağımı buradan çekersem ne olur Ecem?” "Ölürsün." "Ölürüz." "Ben kaçarım valla."dedim hınzırca. "Uzatmada devre dışı bırak şunu." dedi dişlerinin arasından. Hala gülmeye devam ederken aşağıya eğildim. Salak tam üstüne basmış devrenin. "O kadar yeteneklisin ki tam üstüne basmışsın,"dedim bıkkınca. Ben ne yapabilirim diye düşünürken dediği şeyle yine gözlerim yuvalarından çıkacak gibi ona baktım. "Kucağıma çık." "Anlamadım?” "Senin için fesatlıktan kuduruyor ya. İlk önce sırtıma zıpla ve önüme doğru dön. Baş aşağı sallandıracağım ki seni sende rahatça işini hallet" dedi sakince. Mantıklıydı. Onu sarsmadan sırtına zıpladım ve oda elleriyle bacaklarımı kavradı. Yavaşça yüzüne doğru döndüğümde yine burunlarımız birbirine değdi. "Hazır mısın?" dediğinde başımı salladım ve kendimi geriye doğru itip baş aşağı sallandım. Beni tutabilmek için bacağımı sıkıyordu ve bu işimi yapmamı daha da zorlaştırıyordu. Belimden bıçağı çıkartıp bombaya baktım. Gerçekten önlem için kurdukları ucuz yapım bir şeydi. Kırmızı kabloyu kestiğimde bombada yanan küçük ışık söndü ve bende tekrar doğruldum. O gayet halinden memnun görünüyordu. "Tamamdır bırakabilirsin beni." dedim kucağından inmeye çalışırken. Bacağımdaki elini daha da sıktı ve öne doğru bir adım attı. "Ne olur ne olmaz bomba patlar falan... Beraber ölürdük artık." dedi sırıtarak. Hızla kucağından inip ilerlemeye başladım. Sesler gitgide yakınlaşıyordu. Görüş alanımıza girdiklerinde tahtaların arkasına saklandık. İkimizde nişan almak için alan kolluyorduk. Şuan gözümden kaçan yoksa 10 kişilerdi. Egeyle yavaşça ilerleyip onlara yakın olan tahtaların arkasına geçtik. Göz göze geldiğimizde başıyla 'tamam' işareti yaptı. Cebimden küçük bıçaklarımı çıkarttım. Önümde duran ilk ikisinin tam ensesine fırlattım. Yere düştükleri gibi bizde yerimizden çıktık. Onlar daha silahlarına sarılmadan 3 tanesine daha bıçak fırlattım. Kaldı 5 kişi. Ege’nin silahla ikisini indirdiğini gördüğümde silahını bana doğrultmuş adamı fark ettim ve tam boynuna bıçağı fırlattım. Son bıçağımı da birinin göğsüne fırlattığımda içeride ölüm sessizliği oldu. Bir tanesi bize silah doğrultmuş kızı kaçırtan adam olduğunu tahmin ettiğim kişide kızı göğsüne yaslamış kafasına silah doğrultmuştu. "Kaçışın yok." dedi Ege bıkkın sesle. Bu aramızdaki bir şifreydi aslında. Bu sayede bana yapmam gerekeni anlatıyordu. "Her zaman bir kaçış vardır." dedi adam soğuk sesiyle. "Emin ol bu sefer yok." demesiyle bize silah doğrultan adama dönen tekmemi savurup silahını elinden düşürdüm. Anlık dikkat dağınıklığından Ege çoktan adamın arkasına geçmiş silahının kopçasını ensesine geçirmişti. Küçük kızı kucakladığı gibi dışarıya çıkmıştık. O sırada polis arabaları yolda gözükmüştü. Ege küçük kıza döndü. "Burada bekle polis amcalar şimdi seni alıp eve götürecekler." dedi daha da yaklaşan polis arabalarını gördüğümüzden hızla çalıların arasına saklandık. Kural 2. Asla kendini deşifre ettirme. Polisler etrafı toparlamışlar yola koyulacakları sırada küçük kız çaktırmadan bize doğru dönüp el salladı. İstemsizce sırıttım. Hep bir kardeşim veya abim ablam olsun istemişimdir. Polisler gidince Ege’yle saklandığımız yerden çıkıp Ali'ye işaret verdikten sonra motorlarımıza atladık. Hızla eve doğru sürerken daha iyi fark ettim her şeyi. Ne durumda olursak olalım ikimiz birlikteyken yapamayacağımız şey yoktu. Eve geldiğimde Ege’ye iyi geceler dileyip odama çıktım. Sebepsiz yere melankoli havalarına bürünmüştüm birden. Üstümü değişip, dolabımda sakladığım kutuyu çıkardım. Yatağımda bağdaş kurmuş şekilde oturmuş, önümdeki kutuya bakmaya başladım. Anılarım... Bütün hepsi bu küçücük kutunun içindeydi. Oda gitgide üstüme gelmeye başlamıştı bile. Hızla yerimden fırladım ve dolabıma gidip uzun hırkamı üstüme geçirdim. Kutuyu kucaklayıp İzmir'in müthiş soğuğuna rağmen balkona çıktım. Soğuk içime en sert şekilde işlerken umursamadan salıncağıma kuruldum. Buraya geldiğimizde özellikle yaptırmıştım bu salıncağı. Küçüklüğümden hatırlatıyordu bana. Antalya’yı... O kadar özledim ki orayı. 8 yaşıma kadar orada büyümüştüm. Belki çok anım yoktu orada ama ayrı seviyordum orayı işte. Bahçemizde kurulu olan salıncakta geçirirdim tüm günümü. Sallandıkça tüm can sıkıntım gider kuşlar gibi hissederdim. O yüzden geldiğimizde Ali'den rica etmiştim. Temiz havayı iyice içime çekip karşımdaki manzaraya baktım. Bulunduğumuz site tepelik bir alanda olduğu için İzmir'in tüm ışıltısını görebiliyordum. Önümdeki kutuya döndüm tekrar. Belki de benim için şu hayattaki en özel 3 şey vardı içinde. Yavaşça kutuyu açtım ve kapağını yanına bıraktım. Hafif bir gülümseme oldu yüzümde. İlk görevimize çıkacağımız gün çekildiğimiz fotoğraf. Belki de Ege'nin en içten güldüğü nadir anlardan biri. ~2 yıl önce~ “Her zaman sizinle iletişim halinde olacağız sakın merak etmeyin. Dikkatli olun ve birbirinize sahip çıkın.”diye Hasan amcanın nutuklarını dinliyorduk hava alanının ortasında. Biz şaşkın şaşkın ona bakarken o devam ediyordu. “Ve en önemlisi çocuklar sakın aşık olmayın. Ne oradan birine nede birbirinize.” Dedi uyarıcı sesiyle. 'Tamam anlamında başımızı sallayıp piste doğru ilerlemiştik. Ege birden durup telefonunu çıkardı. “İlk görev arkadaşımla fotoğrafım olmazsa olmaz” dedi ve birden beni yanına çekip kocaman gülümsedi ekrana. Parfümünün kokusu o kadar etkiliydi ki hafifçe gülümseyebilmiştim. Neden bu kadar etkilenmiştim bende bilmiyorum. Benden ayrılıp uçağa doğru ilerlerken kendi kendime tekrarlamıştım.”Unutma Ecem aşık olmak yok” ~Günümüz~ O an aklımda gelince daha da belirgin gülümsedim. Parfümünün kokusu hala burnumdaydı. Onun üstünde fazla eşsizdi çünkü. Yüzümdeki gülümseme birden acı bir sırıtışa dönmüştü. 'Unutma Ecem aşık olmak yok' diye hatırlatmışım halbuki kendime. Duygularım beynime hükmetmiş benim. Ne kadar ironi. Fotoğrafı çevirip arkasındaki tarihe baktım. 13. 09. 2013. Yani bundan 2 yıl 7 aya yakın önceki zaman ona ilk aşık olduğum zamandı... Fotoğrafı yanıma koyup tekrar İzmir'e diktim gözlerimi. Hiçbir şey düşünmüyordum. Öyle boş bir dalgınlıktı benimki. Biraz sonra kendime gelip kutuya döndüm tekrar. Kalemi elime aldım bu defa. Öyle sıradan bir kalem değildi bu. Arka kısmını çıkardığınız zaman bıçak beliriveriyordu. Özel bir yapımdı. Hem de çok özel. .. ~2 Yıl Önce~ Terasta oturmuş dalgın halde etrafa bakınıyordum. Tabi ki doğum günümde yine yalnızdım. Babam sadece mutlu yıllar yazmış annemse onu yapma gereği bile duymamıştı. Saat neredeyse 12'ye geliyordu. Hasan amcanın hediye gönderdiği pelüş ayıya ve boynunda takılı olan kolyeyi incelemeye başladım. Çift zincirli, üst kısmında ufak bir nazar boncuğu alt kısmında da parlak taşın üstünde prenses tacı vardı. Benim boynumdan ziyade ayıcığın boynuna daha çok yakışırdı bu kolye. Gelen ayak sesiyle kafamı sol tarafa çevirdim. Ege elinde küçük bir kutuyla bana doğru geliyordu. “Selam.” dedi sakince. “Selam.” “Ben şey... Bunu vermek için gelmiştim.” dedi elindekini uzatarak. Ayağa kalkıp şaşkın vaziyette ona baktım. Kutuyu alıp açtığında içinden kalem çıkmıştı. “Ben... Teşekkür ederim,” dedim zorla gülümseyerek. “Bir inceleseydin.” dedi elimden kutuyu tekrar alıp. Kalemi eline alıp arka kapak kısmını çıkardığında parlak bıçak beliriverdi. “Vay canına.” dedim ister istemez. “Bu özel bir yapım işine yarayacağını düşündüm.” dedi ve tekrar kalemi uzattı. “Gerçekten çok teşekkür ederim. Beni düşünmene... Sevindim. dedim duraksayarak. Elini omzuma koyup dostane biçimde sıktı. “Mutlu yıllar ası kız."dedi ve arkasını dönerek uzaklaşmaya başladı. Şaşkın bakışlarımı ondan çekip bıçağı incelemeye başladığımda üstünde yazan tarih dikkatimi çekti. Ege doğum günümde verdiği hediyeyi bıçağa da kazımıştı ve en güzel doğum gününü yaşatmıştı. -Günümüz- Kalemin kapağını çıkartıp bıçağın üstünde elimi gezdirmeye başladım. Hiç kullanmamıştım bunu. Bana verdiği ilk an gibi kalmasını istiyordum salak gibi. Olsun. Salak olayım. Öyle kalsın istiyordum işte. Bıçağın üstündeki tarihe baktım tekrar. 15. 05. 2014. Yani bundan 2 yıl 5 aya yakın önceki zaman sevgime karışmış nefretin yok olduğu zamandı. Kalemi de fotoğrafın üstüne bırakıp derin bir nefes aldım. Önümdeki zarfı açıp içindekileri okumaya cesaretim var mıydı bilmiyorum. Fazla umutsuzluk dolayı bu kağıt. Bu gece eskileri anma gecesi değil miydi? Üstüne 'Ege Solmaz' yazdığım zarfı elime alıp içindeki kağıdı çıkardım. Hala nemli gibiydi. O gün o kadar çok ağlamıştım ki gerçekten gözlerimde yaş kalmamıştı. Kağıdı açıp üstündeki satırlara, satırların üstünde bulunan göz yaşlarıma baktım. Her göz yaşım mürekkepli kalemi dağıtmış, kelimeleri yok etmişti. ~2 Yıl Önce~ Fransa da yine müthiş bir yağmur. Tek odalı daireme daha dün taşınmıştım. İlk görevimiz başarıyla tamamlanmış bizi dönem kapanmadan yurt dışına postalamışlardı. Fransa’yı seviyordum. Aşkın şehriydi nede olsa. Bu sıralar aşk demek ben demektim de. Kahvemi alıp pencerenin yanındaki masaya oturdum. İlk ve tek çekildiğimiz fotoğrafı ve bıçağı çoktan masaya koymuştum. Önümde ise bir kağıt ve mürekkep bir kalem. Kağıt artık içini dök dercesine bakıyor, kalem satırları yazmak için heyecanla bekliyordu. Kahvemden bir yudum içip masaya bıraktım ve kalemi elime alıp yazmaya başladım. Ne hissediyorsam, ne istiyorsam... Hepsini yazacaktım. “Bugün senden ilk ayrı günüm. Tam bir gün iki saat 23 dakika oldu. Hah... Onca yaşanandan sonra saymam ne kadar saçma değil mi? Olsun. Saçma olsun. Ben zaten baştan aşağı saçmayım. Çok özledim seni... Daha doğrusu şuan karşımdaki fotoğraftaki halini. Bana en içten şekilde gülümsemeni. Bana karşı iyi olduğun günleri. Parfümünün kokusunu... Hepsini çok özledim. Özlemim dakika dakika artarken sarılmak istiyordum sana. Ama bana sarılmayacağım bildiğim için seni görmek bile yeterdi. Ama bir yandan da istemiyorum. Artık seni özlemek istemiyorum. Seni düşünmek istemiyorum. Dedim ya. Saçmayım ben. Hala ne istediğini bilmeyen bir saçmalık... Hayata karşı umudumu yitirmek istemiyorum. Şu hayatta her şeyin bitişi her zaman başka bir şeyin başlamasına sebep olmuştur. Belki bende bir gün beni seven birisini bulacağım. Belli mi olur ilk defa senden başka birisini severim. Geçenlerde bir yerde okumuştum. 'Acı seni daha güçlü yapar. Korku seni daha cesur yapar. Kırık bir kalp seni daha akıllı yapar.’Sanırım bu benim için geçerli değildi. Acı beni daha güçsüz, korku beni daha zavallı, kırık bir kalp ise daha düşünmez yapmıştı. Bekledim. Değişmeni bekledim. Kendim değişemediğim için bunu senden bekledim ama yaptığım sadece aptallıktı. Bende sonra alışmaya karar verdim. Olduğun gibi kabullenmeyi... Söylediğin her söz, yaşattığın onca şeyi kabullenmiştim. O kadar çok acı duyuyordum ki, aslında yaşadığımı bilmiyordum artık. İlgisiz büyüdüm ben. Sevgiye ve şefkate aç. Belki de bunların birazını beklediğim için aşık oldum sana. Şimdi değişen ne olacak biliyor musun? Hiçbir şey. Yine tüm halimle saçmalayacağım. Yine benim için olmayan bizi bekleyeceğim... -Günümüz- Gözyaşlarımla ıslanan kağıt daha da nemli bir hal almıştı. Neler yaşamıştım ben böyle? Neden değişmemişim? O zaman 18 yaşında ergen gibi gözüken ama fazlasıyla olgun olan bir kızdım. Çocukluk devri yoktu bende. Doğdum ve yetişkin oldum. Gözlerim kağıdın üstündeki tarihe kaydı. 10. 06. 2014. Yani bundan 2 yıl 4 aya yakın önceki zaman hayata karşı en ağır şekilde yenildiğim zamandı... *** Biri bana bu anın şaka olduğunu söylesin. Kafamın iki yanında da susmak bilmeyen alarmlar var. Alarmlar var diyorum dikkatinizi çekerim. "Seni öttüren kablonun ben...” dedim sinirle. Önce solumda olan alarma direk yumruğumu geçirdim ve parçalara ayırdım. Sağımda olana yetişemiyordum. Ah hadi ama cumartesi bugün dünkü görev yüzünden yorgunluğumu atadım kim koydu bunları başıma? Gözlerimi sinirle devirip "Piç kurusu" diyerek hızla yataktan fırladım ve alarmı elime alıp aşağı kata indim. Salona indiğimde koltuğa yayılmış vaziyette kıvırcık kafayı buldum. Birde yayılmış televizyon izliyor Allahım. Sinirle nefesimi verip önünde dikilmeye başladım. Anlamazlıktan gelerek bana bakmaya devam ediyordu. "Sabahın köründe beni kaldırıyorsun.” "Saat 12 Ecem."dedi alayla. Sinir, sinir, sinir. "Bunu sana fırlatmamam için bir sebep söyle." "Güzel popom var."dedi eliyle kalçasını gösterip. "Demek öyle." dedim ve tereddüt etmeden eliyle gösterdiği kalçasının tam üstüne alarmı fırlattım. "Şimdi daha bir güzel oldu kıvırcık."dedim sondaki kelimemi bastırarak. "Kıvırcık şimdi sana neler yapacak."dedi kasılan sesiyle. Sağlam fırlatmışım demek ki. O koltukta kıvranırken laf atmaya devam ediyordum. "Saçlarına permamı yaptırdın?” dedim kahkaha atarak. "Gel bir permalayayım seni. "deyip ayağa fırladı ve bana doğru koşmaya başladı. Dış kapıyı açıp kaçmayı planladığımda sert bir şeye çarptım. Kafamı kaldırıp çarptığım şeye bakınca yüzüm asıldı. Cenk hafif gülümsemesiyle bana bakıyordu. Ben ona hala asık suratla bakarken Ege de geldiğini fark etmiş olacak ki bana dokunmuyordu. "Şekerlik nası-..." "Ne işin var burada?” dedim Cenk'in lafını keserek. Ona çok sinirliydim. Felç olduğumdan beri bir kere bile aramamıştı. "Ecem kapıda mı konuşacağız cidden hadi içeri girelim,"dedi ısrarla. Cenk yakınım dediğim insanlar arasındaydı ama o günden beri beni merak etmeyişi fazlasıyla üzmüştü. Ben gözlerimi dikmiş ona bakarken Ege lafa karışmıştı. "Belli ki seninle konuşmak istemiyor. O yüzden... yaylan." dedi elini ona doğru sallayarak. "Sen karışma." dedi Cenk dişleri sıkarak. Anlaşıldı müdahale etmezsem birbirlerine girmelerine 10 saniye vardı. Kapıyı açık bırakıp salona doğru yürümeye başladım. Cenk Egeyi geriye ittirip yanıma doğru gelmeye başladı. Gözlerini benden ayırmadan yanıma oturduğunda ondan biraz daha uzaklaştım. Ege de karşı koltuğa oturduğunda Cenk bakışlarını benden alıp Ege’ye çevirdi. "Müsaade edersen Ecem’le yalnız kalmak istiyorum."dedi. Aslında defol git yanımızdan diyordu. Ege eliyle 'nah' işareti yapınca Cenk sinirle ayağa kalktı. Tam ona ilerleyecekken koluna yapışıp durdurdum. "Sorun değil o varken de ne söyleyeceksen söyleyebilirsin Ege sessizce dinleyecek." dedim Ege’ye uyarıcı bakışlarımı göndererek. Alayla kafasını tamam anlamında salladığında gözlerimi devirip Cenki koltuğa oturtturdum. Cenk biraz durduktan sonra bana dönüp ellerimi tuttu. "Ecem bak ben gerçekten seni arayacaktım ama kendi görevime fazla kaptırmışım kendimi. Yoksa bilmiyor musun senin yanında olacağımı." dedi elimi daha da sıkarak. Olacağını biliyordum ama ben ondan yanıma gelmesini beklemedim ki bir telefon etmesini istedim. "Sonuç olarak gelmedin ve yanında sadece ben vardım." dedi Ege sakin ama gülen ses tonuyla. Allah’ım sessiz kal kısmının neresini anlamıyor bu çocuk. "Ege!” dedim susmasını isteyerek ama Cenk araya çoktan araya girmişti. "Hasan amca izin verseydi hemen yanımda bitmeyeceğimi mi sanıyorsun?” dedi bağırarak. "Hehe kesin."dedi Ege elini sallayarak. "Bir dakika ya Hasan amca neden izin vermedi ki sana? Birbirimize olan düşkünlüğümüzü en iyi o biliyor." dedim. Daha yeni yeni idrak edebilmiştim. Cidden çok saçmaydı çünkü. Bir süre Ege de Cenkte sessiz kalmışlardı. Hadi ama o kadar mı zor soru sordum. "Sana diyorum Cenk ne diye izin vermedi?” dedim sesimi yükselterek. "Hadisene Cenk cevabı merak ediyoruz."dedi Ege Cenk’e gözlerini dikip alayla sırıtarak. "Ya işte... Görevime odaklanmamı istiyormuş dikkatimin dağılmaması için "dedi Cenk sonunda cümlelerini toparlayarak. İnanmamış gözlerle ona bakıyordum. Hasan amca böyle bir şey isteyecek biri değildi ki. "Telefon etmeni de istemedi sanırım." "Şekerlik lütfen yapma. Bak ilk fırsatımda geldim yanına. Daha fazla bozuk mu kalsın aramız?” dedi gözlerimin içine üzgünce bakarak. Ah cidden bu bakışına dayanamıyordum. "Of atma şu bakışı tamam. "dedim gülümseyerek. Rahatlamışçasına nefesini verdi ve beni kendine çekip sımsıkı sarıldı. Benimle barışmak için uğraşan tek insandı. Tabi ki de onu affedecektim. Ege eliyle alkış tutup ayağa kalktı. "Çok dramatikti gerçekten."dedi sağ elini kalbinin üstüne koyup. "Neyse Hakan’ların evinde bir buluşma ayarla daha patlatamadığımız 3 kasa var amir saydırmasın yine." dedi homurdanarak. "Akşama buluşma gibi ayarlayayım o zaman herkes gelecek diyeyim." Telefonumu çıkarıp Hakanı aradım. Daha iki çalışta açmıştı. ‘‘Hayatım?” "Hakan?” "Cidden sadece Hakan mı Ecem?” "Aşkımmmmm" dedim sesimi sevecen şekle sokarak. "He şöyle."dedi oda memnun olmuşçasına. "Akşama doğru sizin evde toplansak ya."dedim yüzümü Ege’ye dönerek. "Toplansak!? Kimler gelecek ki?” "İşte sen ben Selin birde uzaktan bir arkadaşım geldi Cenk birde... Ege. "dedim duraksayarak. "Ege mi? O ne alaka?” dedi şaşırmışçasına. "Ne yapayım Hakan yalnız mı kalsın evde?” dedim Ege’nin yüzüne bakarak. Eliyle ilk önce telefonu gösterdi sonrada orta parmağını havaya kaldırdı. İstemeyerek gülmeye başladım. "Peki tamam sen haber verirsin Selin’e hazırlık yapayım ben."dedi ve telefonu kapattı. İlk başlarda Hakan, Ege’ye karşı daha iyiydi. Yani en azından alttan alıyordu onu. Ama Ege Solmaz bu kesin çocuğu delirtecek bir şey yapmıştır. Odama çıkıp dolabıma bakınırken bir yandan da Selini arıyordum. Beşinci çalışta anca açabilmişti hanım efendi. "Selin Varol’la görüşüyorsunuz." "Sonunda görüşebildim kendileriyle. Kızım nerde tutuyorsun o telefonu sen?” "Öf dizi izlerken dalmışım. Ne oldu kuzum?” "Daha ne olsun Cenk geldi. "dedim gülümseyerek. Bir süre ses gelmedi. Telefonu kulağımdan çekip ekrana baktığım da hala arama modundaydı. Tekrar kulağıma koymamla çığlık sesini duymam bir oldu. Aynı hızla kulağımdan çekerken hala bağırıyordu. Çığlığı kesildiğinde tekrar kulağıma yakınlaştırdım. "Ya sen ne değişik insansın 1 dakika sonramı tepki verilir?” dedim bağırarak. "Kızım Cenk geldi diyorsun Allah’ım hadi ne zaman buluşuyoruz çıkın evden çabuk. Ya da dur çıkmayın hala patrickli eşofmanlarımla oturuyorum." dedi aceleyle. "Patrickli eşofman. Ben senin saten gecelikle falan gezdiğini düşünüyordum." "Tabi Ecem hatta şarap içmeden de uyuyamam.” Dedi abartarak. "Ya anlamadığım sen daha Cenk’i görmedin ne diye bu kadar tepki verdin? Belki tipsizin teki." "Kızım esmer çocuk dedin. Esmerler nasıl tipsiz biri olsun." dedi heyecanlanarak. "Neyse hazırlan ve Hakan’ların evine geç akşama beraberiz." dedim hızlıca. Yine telefondan ses kesildi. Anlamazca yine ekrana bakarken bağırma sesleri gelmeye başladı. İyi ki kulağımdan çekmişim. "Ne dedin duymadım?” dedim dediklerini tekrar etmesi için. "Allah’ım birde duymadım diyor. Saatten haberin var mı senin nasıl hazırlanacağım ben? Ne giyeyim mini elbisemi yoksa şort falan mı ya da -" "Sadece üstüne pantolon ve tişört geçir Selin. Cenk öyle çok açık giyinen kızlardan hoşlanmaz." dedim. Ki öyleydi de. 2 yıl önce onunla dışarı çıkacağımız da üstümde siyah şort tulum vardı. Beni aynen " Eğer o götü kapatmayan şeyle dışarı çıkacağımızı düşünüyorsan beni uğraştırma kendi kendini intihar et,"diye tehdit etmişti. O yüzden o geldiğinde daha bir dikkat ediyordum giydiklerime. "He sevdiğim kıza sahip çıkarım modunda. Allah’ım sonunda aradığımı buldum. "dedi ve telefonu yüzüme kapattı. Gülümseyerek telefonu yatağa fırlattığımda sırıtışım silindi. Bundan sonra ne olacaktı? Şu kurunun yanında yaşında yanması olayından hiçbir farkı yoktu yaşadıklarımızın. Üzerime siyah yüksek bel kotumu ve yarım tişörtümü geçirdim. Ayağıma da vanslarımı giyip aşağı indiğimde ikisi de koltuğa yayılmış vaziyette oturuyordu. "Kahve isteyen?” diye bağırdığımda ikisi de elini kaldırdı. "Hadi gidin yapın bakalım." deyip Cenk'in yanına oturdum. İkisi de gözlerini devirip önlerine döndüler. "Hadi Cenk kahveleri hazırla." dedi Ege. A ha başlıyorlar. "Misafirim lan bu evde kaldır totonu sen hazırla.” "Benim evimde benden çok yayılıyorsun lale.” dedi Ege kafasını ona doğru uzatarak. Değişik kelimeler türetmeye falan başladıklarına göre bu iş uzayacaktı. “Ecem baksana şu hadsize. Benim gibi bir asilzade ile nasıl konuşması gerektiğini ona söyle yoksa ona kibar davranmayacağım.” “Götümün asili. Halkan şerefsizi bile senden daha asildir. Gerizekalı.” Tam Cenk ağzını açacaktı ki elimle onu durdurdum. "Tamam kesin sesinizi ben yapıyorum. "dedim ve ayağa fırladım. Maksat ağzımızın tadı bozulmasın.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD