Havin
2 GÜN SONRA
Odaları toparladıktan ve yerleri silip süpürdükten sonra yorgun halde bahçeye çıktım. Bugün babam konağa gelmişti. Babamın yanına uğradım. Babamda karanlık olmadan gitmek üzere yola çıktı. Karanlık çökerken yabancısı olduğum bu konağa dönmek yerine büyük bahçede dolanmaya başladım. Ayaklarım beni koca bahçenin sonundaki kiraz ağacına götürdü. O ağaçta şu an meyve yoktu ama çiçek açmıştı. Çiçeklerini koklayıp derin bir nefes aldım.
Arkamı döndüğümde ise hızla sert bir şekilde birine çarptım. Geriye doğru sendelerken belimden kavrayan kişi Miraç abiydi.
Kara gözleri mavi gökyüzünün altında kor gibi yakıyordu. “Yeşil,” diye mırıldandı. “Gözlerin hiç değişmemiş…” sonra belimdeki elini daha sıkı bastırıp “Hala kirazlardan da vazgeçmemişsin… Kiraz güzeli…” diye mırıldanırcasına konuştu.
“Miraç abi…” dediğimde bakışları dudaklarıma adeta kenetlendi. Beni doğrulturken bırakmak yerine kolunu belime daha çok doladı.
“Bana Miraç ağa derler. Ben senin abin değilim Havin. Sen de bana Miraç ağa diyeceksin.”
Otoriter tavrı, baharatlı tütün kokusuyla birlikte beni etkisi altına almıştı. Sanki onun emir kuluymuşum gibi ona boyun eğdim.
“Miraç ağa, ben sadece hava almaya çıktım.”
Belimdeki eli sırtımı okşarcasına omzuma kadar yükselirken “Seni şimdi öpersem karşılık bulur muyum?” diye sordu.
“Ne? Ne diye…” dedim şaşkınlıkla. Kalbim o kadar hızlı çarptı ki nefesim kesilmişti. Sözümü tamamlayamadım. Karanlık bakışların altında resmen büyülendim.
Sesinde anlamlandıramayacağım bir tını vardı. İnsanı içine çeken bakışları, tutkulu teması beni daha önce tanışmadığım hislere savuruyordu. Kalbimin gümbürtüsünü duyuyor muydu? Yüzümün nasıl alev alev yandığına dair bir fikri var mıydı?
Boğazımda yumrular ard arda dizilirken seslice yutkunduğumu, nefes almayı dahi unuttuğumu fark ettim. Konuşma yetimi kaybetmiş gibiydim. Miraç ağanın kara gözleri karanlık bir dehliz gibi beni kendi girdabına sinsice çekerken ben direnmeyi bıraktım.
Miraç ağanın kirli sakallarının arasında aralanmış dudaklarına kaydı bakışlarım, ilkbahar olmasına rağmen heyecandan buz tutmuştum. Masallardaki beyaz atlı prens olarak tanımladığım adam, çirkin yeşil gözlü kurbağa hizmetçiyi öpmek istiyordu. Ben prenses değildim. Beni öperse pişman olacağına eminim… Ve ben de bu büyülü ana kapılarak ilk öpücüğüme bir merak uğruna harcadığıma pişman olacaktım.
Yeşil gözlü kurbağa hizmetçi, beyaz atlı prense nasıl hayır diyebilir ki?
Kaçabilirim… Tabii bedenim kaskatı kesilmemiş olsaydı… Konuşup ret edebilirim ama dilim dönmüyordu.
“Havin… İki gündür aklımdan çıkmıyorsun,” diye soludu. “Senden uzaklaşmak için konağa da gelmedim ama nafile…” dediğinde içime bir ateş düştü. Oda mı bana ilk görüşte sevdalandı? Gerçek olabilir miydi?
Sessizliğimi yanlış anlayıp -belki de doğru anlamıştır- dudaklarıma kapandığında sanki yer ayaklarımın altından kaymaya başladı. Başım dönerken Miraç ağanın omuzlarına tutunduğumu sonradan fark ettim. Bu tepkimin üstüne beni ağaca yaslayıp daha derin bir arzuyla öpmeye devam etti. Öyle ki öpüşmeyi sadece televizyonda gören ben, bu talepkar öpücüğe kayıtsız kalamadım.
Miraç ağaya acemice karşılık verirken kendimi sonu gelmez bir çekimin içinde buldum. Benden tiksinmesini bekledim veya onun dudaklarının beni tiksindirmesini umdum. Çünkü böylesi ikimiz içinde daha iyi olacaktı.
Ama tiksinmek bir tarafa dilini ağzımın içine ittirdiğinde bunun anlamı basitti. Benim ondan iğrenmediğim gibi oda benden iğrenmemiş, öpüşmeyi daha da ileriye götürmüştü.
Biri bizi görse… Babam için ne büyük utanç olurdum. Kredi borcuna yardım etmek için çalıştığım evde, evin beyiyle kuytu köşede öpüşüyordum.
Kendimi güçlükle geri çekip “Miraç ağa bu çok yanlış,” dedim.
“Yanlış olan ne Havin? Senden hoşlanmam mı yanlış?”
“Ama… Gören olursa ben bunu babama izah edemem,” dedim.
Elimi tutup “Benimle gel,” diyerek beni peşinden götürdü.
“Nereye,” dedim. Cevap vermedi.
Odunluktu burası. Beni buraya neden getirdiğini anlamamıştım. Kapıyı açıp içeri girdi. Beni de içeri çekip kapıyı kapattı. Bu durum beni korkutmaya başlamıştı. Telefonun ışığını açınca tedirginliğim azaldı. Karanlık beni her zaman korkutuyordu.
“Burada gören olmaz. Şimdi söyle bana, sende benden hoşlanıyor musun?”
Bu soru karşısında şaşırmıştım. “Seni tanımıyorum.”
“Hoşlanmak için tanımak gerekmez. Sadece bir bakış bile insana ‘bu o’ dedirtir. Beni anlıyor musun kiraz güzeli?”
10 yıl önce dediği gibi bana yine kiraz güzeli dediğinde kalbim saçma sapan bir şekilde atmaya başlamıştı. Beni kapıyla arasında sıkıştırırken “Yıllar önce gördüğüm o küçük kızdan yıllar sonra hoşlanacağımı hiç düşünmemiştim. Ama sensin… O kişi sensin…” dedi dudakları kulağımda mırıldanırken tenimden bir ürperti geçti.
“Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”
"Seni gördüğüm an içimde bir şeyler oldu, kalbim hızla çarpmaya başladı. Senin kalbinde benim gibi delice çarpmadı mı? Benden etkilendiğini biliyorum. İnkar etme…”
Benim ise aklım karışmış, kafamı toparlayamamıştım. Bu kadar açık ve samimi bir itiraftan sonra ne yapmam gerektiğini bilemiyordum. "Ben... Ben böyle bir şeyi hiç düşünmedim," dedim çaresizce.
Miraç ağa bir adım daha yaklaşıp elini yavaşça yanağıma koydu. "Belki düşünmedin, ama kalbin ne hissediyor, onu söyle bana. Yüreğin bana ait olabilir mi?"
Kalbim hızla çarpıyorken bir yandan mantıklı düşünmeye çalışıyordum. Öte yandan ise duygularımın yoğunluğu içinde kaybolmuştum. "Ben... Ben bir hizmetçiyim, sen ise evin beyisin. Bu asla olamaz," dedim endişeyle.
Miraç ağa yavaşça gülümsedi ve eliyle saçıma dokundu. "Kiraz güzeli, kim olduğumuz değil, ikimizin ne istediği önemli. Eğer seninle birlikte olmaktan vazgeçersem, belki de ömür boyu bunun pişmanlığını yaşayacağım."
İçimde bitmek bilmez bir çekişme vardı. Ona olan çekimim, duygularım ve mantığım arasında sıkışmıştım. Ama Miraç ağanın gözlerindeki samimiyet ve tutkusu, içimde yeni yeni filizlenen aşkın ateşini yakıyordu. İlk görüşte aşk gerçekten var…
"Benim de kalbim senin gibi çarpıyor," dedim çekimser bir şekilde. "Ama ikimiz birlikte olamayız. Ailen beni istemez."
Miraç ağa yüzümü avuçları arasına alıp dudaklarımı yumuşakça öptü. "Hiçbir şey seninle olmaktan daha değerli değil. Ben senin için her şeyi göze alırım."
Sanki bir rüya görüyordum. Belki de 10 yıldır çocukça hayallerimin beyaz atlı prensiyle ilgili bir rüya görüyordum. Sabah uyandığımda her şey eskiye dönecek, üniversite sınavından yüksek puan almanın neşesiyle evde bulaşık yıkıyor olacaktım.
Ama şu an oldukça gerçekçiydi. Miraç ağanın kolları arasındayken dünya sanki durmuştu.
Dudaklarımız ritimle dans ederken ona uyum göstermek biraz daha kolaylaşmıştı. Nasıl bir cesaretti benimki? Cahil cesareti belki de… Odunlukta sadece birkaç defa gördüğüm ve on yıl sonra ilk defa gördüğüm sert çehreli bir adamla odunlukta öpüşüyordum. Daha fenası ise ona direnmek içimden gelmiyordu.
Dudakları boynumdan aşağı kayarken elbisemin v yakasını iki yana açmış dudakları göğüslerimin deresinde arsız çizgiler çekerek beni baştan çıkararak yol çizmişti. Ellerimle elbisemin yakasını örtmeye çalıştığımda “Utanma benden, sen benim ömür boyu tek kadınım olacaksın,” diye homurdandı.
O an bu cümleyi kafamda çok tartamadım ama onun gözünde sanki çok kıymetli bir yerdeymişim gibi hissederek göğüslerimi açmasına izin verdim. Dudakları göğüs uçlarımı bulup emmeye başladığında gözlerimi kapatarak alt dudağımı ısırdım. Kasıklarımda hissettiğim sızı da neyin nesiydi?
Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki Miraç ağanın beni yasladığı kapıya tırnaklarımı bastırdım. Dudağımı ısırsamda iniltime mani olamadım.
Miraç ağanın eli eteğimin uçlarını kaldırırken bacaklarımı okşayan eli kadınlığımı da okşamaya başlamıştı. Utançla yanmaya başlamıştım. En mahrem yerimde yabancı bir adamın eli arsızca daireler çiziyordu.
“Yapmaa…” dedim nefes nefese. “Ahh… Yapma…”
“Havin’im… İzin ver… Sen kadınım olmalısın.”
Evlenince demeye utandım. İlk günden evlilik meraklısı gibi görünmek istemedim. “Olmaz,” diyebildim. “Böyle olmaz,” dedim.
“Seni yüz üstü bırakmam. Yemin olsun seni ömür boyu bırakmam. Benim ol kiraz güzeli. Kıymetlim ol,” dedi içtenlikle.
Hayır, diyemedim. Sakallarını okşayıp “Olurum, ben senin olurum,” dedim.
Duygularıma, o anlık şehvetime ve merakıma yenik düşmüştüm. Miraç ağanın tecrübeli olduğuna şüphe yoktu. Dokunuşları en azize kadını bile yoldan çıkarabilirdi. Ki ben azize değilim. Hayalleri olan, güzel bir yuva isteyen genç bir kızım.
Miraç ağa çamaşırımı indirdiğinde “Islaksın,” dedi hırıltılı bir sesle. Parmakları bacak aramı sertçe okşarken dudaklarıma kapanıp beni yeniden öpmeye başladı.
Ne ara açtığını bilmediğim pantolonun içinden iri erkekliğini gördüğümde ellerim ayaklarım heyecandan titredi. “Dokun,” diye emretti.
Elimi tutup erkekliğinin üstüne götürdü. Utanç içinde dokunduğum uzun ve damarlı erkekliği seyirerek nabız gibi parmaklarımın altında daha da irileşti.
“Seni çok istiyorum Havin, görüyorsun değil mi? Sana nasıl delirdiğimi görüyorsun…”
“Miraç ağa ben korkuyorum. Yani ben daha önce hiç şey yapmadım…”
Yüzünde memnun bir ifade belirdi. “Tertemiz olduğunu görebiliyorum Havin, şimdiyse senin ilkin olacağım. Ve bir ömür benim olacaksın.”