Ertesi sabah yatağın içinde kıpırdanırken odamın kapısı çaldı. Sevgi her zamanki güler yüzüyle, ”Kahvaltıya gelmiyor musun?'” dedi. Bir önceki gün verdiği söze bağlı kalarak hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.
Yatmaktan uyuşan bedenimi geriye doğru esneterek başlamalarını söyledim. “Yüzümü yıkayıp hemen geliyorum.”
Beş dakika kadar sonra üzerimi giyinip masaya geçmiştim. Hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya çabalasalar da, gözlerindeki hüznü görebiliyordum. Nilgün dayanamayarak anneme hastalığımı anlatıp anlatmayacağımı sordu. Bu sırada Sevgi “Ne kadar geç öğrenirse o kadar iyi Asya. Babanı yeni kaybettiğiniz için yeteri kadar acı çekiyor kadıncağız” diyerek araya girdi. Bende öyle düşündüğümden Sevgiye hak verdim. “Anneme bir kaç ay sonra anlatırım”
Kahvaltı sonrası kızlar işe gitmek için evden birlikte ayrıldılar. Yalnız kalınca oturma odasındaki koltuğa uzandım, televizyonun kumandasından rast gele bir kanal açtım. Her zamanki evlendirme programlarından biri vardı ekranda. Yetmişlerindeki Yaşlı bir amca, daha önce evlenmemiş, ellili yaşlarında bir kızla evlenmek istediğini söylüyordu. Ama istedikleri bunlarla sınırlı değildi tabii. Uzun boylu, beyaz tenli, sarı saçlı, bakımlı bir hatundu aradığı. Haftalardır ilk defa güldüm. Ama komik bulduğumdan değil, hoşuma gittiğinden. O an fark ettiğim şey ruh halimi anında değiştirdi ve ağlamaya başladım. Artık kahkahalara dönüşen gülüşüme gözyaşlarımda eşlik ediyordu. Biri görse yüksek olasılıkla delirdiğimi düşünürdü. Cam ekranda gördüğüm yetmiş yaşındaki adam yaşına rağmen, hayattan umudunu kesmemişti. Bense 24 yaşımda olmama rağmen hiçbir umudum kalmamıştı. Bu saatten sonrada hiçbir şey değişemezdi. Ölüyordum. Yaşlı amcayla aramızdaki farktan çıkartılması gereken çok büyük bir ders vardı esasında. Hayat her şeye, herkese rağmen yaşamaya değerdi. İçinde yaşadığımız hayatı yaşanılır kılmakta, cehenneme çevirmekte bizlerin elindeydi. Beşikten mezara kadar başımıza her ne gelirse gelsin, daha kötüsünün olabileceğini düşünerek şükretmek, ders çıkartmak gerekiyordu.
O an aklıma delice bir fikir geldi. Gözlerimi silip ciddileşerek iki dakikada bir ekranda belire, programın başvuru numarasını tuşladım. İlkin de numara meşguldü. İkinci, üçüncü derken, dördüncü aramamda telefon nihayet çaldı. Telefona cevap veren kıza programın yapımcısıyla görüşmek istediğimi söyledim. Önce bunun mümkün olmadığını söyledi. Bir süre ısrar edince beni bâşka bir numaraya bağladı. Karşıma çıkan şahsa arama nedenimi söylediğimde zafer benimdi. Saniyeler içerisinde yapımcı hattın ucundaydı. Ona arama nedenimi anlattım, beni dikkatle dinledi. Emin olup olmadığımı sordu. “Son kararım” dedim.
Aynı gün içerisinde yapımcıyla yüz yüze görüştüm. Üç gün sonra programa katılabileceğimi söyledi.
Yapımcıyla yaptığım görüşmeden sonra kuaföre gittim. Saç kesimi mi değiştirip saçlarımı karamel renge boyattım. Sonra bankada biriktirdiğim paranın bir kısmıyla alış veriş yapıp gardırobumu tarzımın çok dışında olan kıyafetlerle doldurdum. Yatağımın üzerinde yığın halini alan kumaş pantolonlarımı, eteklerimi, bluzlarımı poşetlere doldurarak sokağın başında bulunan ihtiyaç kutusuna attım. İzlediğim yaşlı amca sayesinde yeni kararlar almıştım. Yenilenmek azda olsa iyi hissetmemi sağlamıştı. Artık nasıl mutlu olacaksam öyle yaşayacaktım. Aklımı değil, ilk defa kalbimi dinlemeye karar vererek, yarını düşünmeden son günlerimi dolu dolu geçirecektim. Kim ne der, ne düşünür kaygısı taşımayacaktım. Bu düşüncelerle Ruhumu ve kalbimi serbest bıraktım. Hafifledim. İlk defa kendimi özgür hissettim.
Akşam kızlar yeni tarzımı görünce çok şaşırdılar. Nilgün, “süper olmuşsun” dedi. Sevgi “Çok iyi yapmışsın. Bu renk sana çok yakışmış.” Diyerek devam etti.
Onlara teşekkür edip saçlarımı karamel renge boyatmayı hep çok istediğim ama bir türlü cesaret edemediğimi anlattım. “Artık kaybedecek zamanım yok kızlar. Bundan sonra her anımı içimde kalan şeyleri yaparak değerlendirmek istiyorum.”
Benim adıma mutlu olduklarını ışıl ışıl parlayan gözlerinde görebiliyordum. Yaptığım değişim sadece benim değil onlarında çok hoşuna gitmişti. Kendimi bambaşka bir kadın gibi hissediyordum. Keşke son günlerimde fark ettiklerimi çok daha önce görebilseydim. Geç kalmışlığım sebebiyle pişman olmama rağmen suratımı asmadım. Bu sırada Nilgün “ E madem hayatın tadını çıkartmaya karar verdin, o zaman bu akşam bizimle gel.” Dedi. “Levent ve Faruk ile dışarı çıkacağız”
Sevgi de Nilgün gibi onlara katılmamı istedi fakat reddettim. İki çiftin yanında tek başıma ne yapacaktım. Bana dadılık etmelerine izin veremezdim. Yorgun olduğumu, bahane göstererek erken yatacağımı söyledim. Onlara sevgilileriyle keyifli zaman geçirmelerini dileyerek” Söz, başka akşam katılırım size. Yarın mağazaya gitmem gerek.” Dedim. Daha fazla ısrar etmediler.
Onlar dışarıya çıktıktan sonra evde çok sıkıldım. Bir türlü uykuya dalamadım. En sonunda bunalarak yataktan kalkıp hava alma niyetiyle mavi kot pantolonumu giydim. Üzerimdeki, yatarken giydiğim, pantolonla aynı tonlarda olan askılı bluzu çıkartmaya gerek görmedim. Gecenin o vakti kim görecekti. Hoş, görseler bile kimin umurundaydı. Aslında tembel değildim, yalnızca eskiden yaptığım gibi kendimi kasmaktansa rahatlığı seçmiştim.
Anahtarlarımı, çantamı ve siyah deri ceketimi alıp dışarıya çıktım. Arabayla yolda ilerlerken nereye gittiğimi ben bile bilmiyordum. Müziğin sesini açmış şarkıya eşlik ederek bir barın önünden geçiyordum. Ani kararla yavaşladım, arabamı yakın bir yere park etmemin ardından tereddütsüz içeri girdim. Hem saatin geç vakit olması, hemde hafta içi bir gün olması nedeniyle bar çok kalabalık değildi. İlk defa tek başıma geldiğim bu ortamdan rahatsız olmadan barmenin yanına yaklaştım. Tabureye otururken bir bira istedim.
Yarım saat sonra, alışık olmadığım için bir birayla gevşemiştim. O ara yan tarafımdaki tabureye oturan adam dikkatimi çekti. Aramızda bir kişilik boş yer vardı. Kumral, oldukça kısa saçlı, uzun boylu, spor giyimli, otuzların başında, yakışıklı bir adamdı. Yani yakışıklı dediysem kısmen öyle görünüyordu yan profilden. Acaba ön yüz nasıldı? ilk defa gördüğüm adamı bilinçsizce incelemeye başladım. Koyu lacivert kot pantolon, buz mavisi gömlek, oturduğu halde düz görünen karnı. Bir kere bir erkekte en sevmediğim şeydi göbek. Bu adamda yağ namına bir şeyin olmaması hoşuma gitti. Gözlerim, hazır kıyafetlerinden karnına inip, oradan da daha aşağılara süzülecekken bakışlarımı hissetmiş olmalı. Çünkü yüzünü çevirip dünyanın en güzel gözleriyle bana baktı. İnsanı içine çeken, beni etkisi altına bakışlarıyla daha çok aptallaştım. Tabii kendime gelmem çok uzun sürmedi. Onu dikizlerken yakalanmışım gibi, suçumu bastırmak için “Hayırdır! Birine mi benzettin?” dedim.
Gökyüzünü hatırlatan mavi gözleriyle şaşkınca etrafına bakındıktan sonra, cevap verdi. “Bana mı dediniz.”
Onun şaşkınlığına şımarık ergenler gibi sırıttım. Ondan etkilendiğimi anlamaması için daha da ileri giderek “Yok, arkandaki gözlüklü adama.” Deyi verdim. Bu üslup, hiç bana göre değildi. Konuşanda ben değildim zaten. İç sesim zıvanadan çıkmış, söylememem gerekenleri açık açık ortaya döküyordu. Utançla başımı çevirip yüzümü saklamaya çalıştım. Ters bir şey söylemesinden çekindim. Ben adamın, hakkımda salak bir kız olduğumu düşünmesinden, kırıcı bir ifadede bulunacağından tedirgin olurken tam tersi oldu. Yanımdaki boş tabureye geldi. “İyi misiniz” diye sordu.
“Sence?” derken aynı zamanda içimdeki ergen tekrar ortaya çıkmış sebepsizce gülümsüyordum. Barmen ikimize kıkırdayarak bakıp, adama gözleriyle önümdeki boş bardağı işaret etti. “Sadece bir tane bira içti”
Barmenin alaycı sözlerine karşılık çocuğu tersledim. “Sen işine baksana! Ben bir birayla kafayı bulacak birine benziyor muyum hiç!” Bir birayla sarhoş olunmazdı belki fakat ilaçla karışan alkolün etkisi artabiliyordu maalesef. Bunu idrak etmekte gecikmiştim ama çok da salladığım söylenemezdi. Sersemliğimin sebebini bile bile, Sevgi beni alkol ve ilaç konusunda uyardığı halde ne olur diye hiç düşünmedim. Az önce terslediğim barmene seslenip yanımda oturan adamın elindeki bardağı göstererek “Aynısından istiyorum” dedim. Adam gülümsedi ama bir şey söylemedi.
Barmen bardağı uzattığında nefesimi tutup tek seferde tepeme diktim. Boğazım yansa, tadı iğrenç olsa da, çaktırmamaya çalışarak bardağı sertçe aldığım yere bıraktım. Hemen ardından bir tane daha istedim. Bu arada adamın ilgisini çekmiştim. Ara ara bana bakıyordu, sessizce içkisini yudumluyordu ancak yan yana olsakta konuşmuyorduk. Bakışmayla biten üç kadehten sonra Lavaboya gitmek için ayağa kalkmam gerekti. İşte asıl hapı o zaman yutmuştum. Semazen misali kendi etrafımda dönüyordum. Tabii bir farkla. Baş dönmem yüzünden ayakta yardımsız durmam söz konusu değildi. Düşeceğimi anlayan adam hemen koluma girdi.
“Bırak beni, yürüyebilirim!” derken dilim ağzımın içinde zor dönüyordu. Çırpınışlarım nedeniyle dediğimi yaptı, beni bıraktı. Ve ben, gitmek için tam arkamı dönmüştüm ki tek bir adım atamadan ayaklarım birbirine dolandı. Tam yere kapaklanacakken yakaladı beni. “Lütfen izin verin, size yardım edeyim” diyerek kolumu omzuna attı. O ara barmenin getirdiği çantamı diğer eline alarak beni dışarıya çıkarttı.
Temiz hava yüzüme serin serin çarparken barın önündeki taksilerden birisinin önümüzde durduğunu hatırlar gibiyim. Beni taksiye bindirdikten sonra yanıma oturup “evinin adresini söyler misin?” demesi gerçek miydi yoksa düş müydü emin olamıyordum. Hiçbir şey hatırlamıyordum, aklımı bir türlü toparlayamıyordum. Gerçi hatırlasam da konuşacak mecalim kalmamıştı. Cevap vermeyince çantamı açıp telefonumu çıkardı. “Şarjı bitmiş diyen” sesi çok uzaklardan geliyordu. O an uyukladım sanırım. Takside geçen zamanı, gelip giden bilincim yüzünden çok anımsamıyorum.
Bir süre sonra arabanın durduğunu hissettiğimde güçlükle gözlerimi araladım. Büyük bir otelin önünde durmuştuk. Taksi şoförünün de yardımıyla beni arabadan indirdiler. Fakat dizlerim tutmuyordu, iyice uyuşmuştum. Bardan çıktığım andan daha kötü hissediyordum kendimi. Yürüyemeyeceğimi anlayınca kucağına aldı beni. Yabancısı olduğum bir adamın kollarında, başımı göğsüne yaslarken kalp atışlarını, yürürken adımlarının sesini duyabiliyordum. Birilerinin “Hoş geldiniz Timur Bey” dediğini işitiyordum. Sonra asansörün sesi, kapısının açılması, hepsinin farkındaydım. Tek sorun tepki gösterememekti. Şimdi ne olacaktı bana? Ne gelecekti başıma, açıkçası hiç merak etmiyordum. Düşünme yetimi kaybetmişim gibi, bir saat sonrası için bile plan kurmaktan acizdim artık. Hiçbir şey düşünmemeye, hızlı bir şekilde alıştığımı fark ederken bir odaya girdik. Beni banyoya sokup soğuk suyla yüzümü yıkadı. Ayna da onu izledim. Avuçlarına aldığı suyla tekrar tekrar suratıma dokundu. Bu dokunuşlarda şefkati, parmaklarının sıcaklığını hissettim. Musluğu kapattığında biraz toparlanmaya başlamıştım sanki. Sonra, kolum omzunda beni banyodan çıkarttı. Hiç konuşmuyordu. Banyo kapısıyla yatak arasındaki mesafede, düşmekten korktuğum için diğer kolumla boynuna sarıldım. Karşı çıkmadı. Tam beni yatağa yatıracağı sırada, ona o kadar sıkı sarılmışım ki yatağa birlikte düştük. O üzerimde, ben ise altındaydım. Fazla iç gıcıklayıcı bir durumdu. Çünkü kapalı olan gözlerim yüzünü görmese bile teninin kokusunu, sıcaklığını, alnıma değen nefesini hissedebiliyordum. Çok yakındık. Kendimden beklemediğim bir harekette bulunarak, hiç düşünmeden dudağını öptüm. Karşılık vermek yerine geri çekilip beni reddetti. “Uyu hadi. Bu kafayla yaptığın şeyden pişman olabilirsin.” Diyerek ayağa kalktı. Bozuldum. Galiba erkekleri etkileme konusunda çok başarısızdım. Çok mu çirkindim, bu nedenden mi beni itici buluyorlardı. 24 yaşındaydım ve üç beş ay sonra bir bakire olarak ölmek istemiyordum. Bir erkekle birlikte olmak nasıl bir şeydi? Nasıl hissettirirdi öğrenmek için anormal derecede istek duyuyordum. Soracağım sorudan utanarak ” Benimle yatmak istemiyor musun?” dedim.
Tam arkasını dönecekken duyduklarına şaşırdığını görebiliyordum. Sol kaşını çatarak “Sen ne tür bir manyaksın bilmiyorum ama, bu haldeyken sana dokunamam ben.” dedi. “ sonra odadan çıkmak için kapıya doğru adım attı. Beni istememişti. Dokunulacak bir kadın olarak bile görmemişti. Acaba istememesinin sebebi Aykutgillerden olması olabilir miydi? Bu sefer olmamalıydı. Aklıma kısa süren evliliğim ve kocamın eşcinsel olması geldiğinden öfkeyle doldum. Adam tam kapıyı açıp çıkacakken sinirden “Allah’ım, neden bütün ibneler beni buluyor!” diye bağırdım. Aman yarabbi, bunu yüksek sesli söylemiş olamazdım değil mi?
Kapı aralıklı, 10 saniye kadar arkası dönük halde bekledi. Ardından açık olan kapıyı sertçe kapattı ve yüzünü bana döndü. “ E bunu sen istedin!”