Arhat Ağadan,
“SELİM!”
Emrimiz altındaki adamların başı, benim de sağ kolum Selim daha seslenmeme kalmadan zaten yanıma doğru koşturmaya başlamıştı.
Yeni bir haber olsa bekletmeden bana söyleyeceğine emindim ama yine de elim kolum bağlı durmaya katlanamadıkça tekrar tekrar sorup haber yok cevabını almaya devam ediyordum.
“Buyur ağam.”
Önümde el pençe divan durup emrimi beklediğine gözüne çaresizce baktım.
“Yok mu bir haber?”
Yüzüne onu görmeye alışık olmadığım bir umutsuzluk vardı.
“Köy halkını toplayıp tek tek sorguya çektik. Kimse silah seslerini duymamış.”
O korkakların bir şeyden haberleri olsa bile söyleyemeyeceklerini biliyordum çünkü bu topraklardaki sıradan hiç kimse Arhat ağanın kardeşine bulaşmaya cesaret edemezdi.
Kardeşimi öldürebilecek kadar ileri gitmeleri ya gücümüze denk güçte olduklarını ya da kaybedecek bir şeyi olmadığı için hiçbir şeyden korkmadıklarını gösteriyordu.
Bu ikisi de kaybedecek çok şeyi olan köylüler için büyük tehlikeydi.
Küçük kafalarında etliye sütlüye karışmadan g.tlerini kurtarmanın derdine düşmüşlerdi ama bilmedikleri bir şey vardı.
Şimdiye kadar elimden, dilimden hiç kimsenin incinmesine izin vermeyen ben Arhat Zaferan, bu günden sonra yıldırım olup hanelerinin üzerine düşecek, derdine düşüp benden kardeşimin katilini gizledikleri değerli neleri varsa yakıp kül edecektim.
Emrimi beklediği için yanımda bekleyen Selim’e baktım.
“Hazırlığını yap Selim, kardeşime Kerbela olmuş köye, taş üstünde taş bırakmadan dümdüz etmek için yola çıkacağız.”