Güneş güne yüzünü göstermeden erkenden kalkmıştım. Sırtımı döndüğüm bedene doğru yönelerek bir süre için uyuyan yüzünü izledim. Her zaman takındığı alaycı ifadesinden eser yoktu. Parmaklarımı hafifçe tenine sürterek sevdim. O kadar nazik dokunuyordum ki hissedip uyanmayacağına bile emindim. Bir süre daha onu öyle izledikten sonra yatmaktan sıkılmıştım. Yan tarafta duran telefonuma uzanıp bildirimlere baktım. Merak edip kimse aramamıştı. Telefonu aldığım yere bırakarak ayağa kalktım ve kıyafetlerimi üzerime geçirdim. Burası şehre göre daha soğuk olduğu için Aron'un ceketini üstüme geçirmeyi ihmal etmemiştim. Yavaş adımlar ile ilerlemeye çalışıyordum ama tahtalar gıcırdıyordu. Sonunda aşağıya indiğimde dışarıdaki terasa ulaştım. Yağmur çiseliyordu ve ortama toprak kokusu yayılmıştı. Tahta zemine yaslanarak ağaçları izlemeye başladım. Bir yandan şu ana kadar olan yaşadıklarımı düşünüyordum. Nişanlı bir adamla ikinci kez yatmıştım. Onun hakkında hiçbir fikrim yoktu ve olmayacak gibi duruyordu. Tırnağım ile tahtadaki oyuğu yoklarken yakınlardan büyük bir çıtırtı sesi gelmişti. Başımı hızla kaldırarak etrafa baktım ama hiçbir şey gözükmüyordu. İkinci bir ses geldiğinde korkum daha da artmıştı. Bu vahşi bir hayvan olabilirdi ama en kötüsü bizi burada gören bir insan da olabilirdi. Gözlerimi kısarak ağacın arkasında gizlenen silüete baktım. Daha dikkatli bakmaya çalıştığımda bana doğru dönen namluyu görmem bir olmuştu. Ateş sesi geldiğinde Hızla içeriye doğru koştum. Aron'un telaşlı yüzü karşımdaydı. Omuzlarımdan tutarak beni sarsarak ne olduğunu soruyordu. Dilimi yutmuş gibi suratına bakıyordum. Tahtayı delen kurşun ile Aron sıkıca beni kolumdan tutarak Evin arka kapısına doğru çekiştirmişti. Belinde varlığından bile haberdar olmadığım silahı gördüğümde derin bir nefes aldım. Bu iş hiç de iyi sonuçlanmayacaktı. Ormanda hızla koşuyorduk. Ayaklarım çıplaktı. Odun ve taş parçaları ayaklarımın altına batıyordu ama sesimi çıkaramadım. Nereye gittiğimizi bilmeden onu takip ediyordum. Arada başını arkaya çevirerek takip edilip edilmediğimizi kontrol ediyordu. Aniden durduğunda sırtına çarptım ve ben de durdum. Cebinden telefonu çıkararak bir numarayı aradı.
"Orman evinin arkasında kalan yola bir araç yollayın, hızlı olun!"
Telefonun sim kartını hızlıca çıkararak kırdı ve telefonu fırlattı. Benim telefonum yatak odasında kalmıştı. Bunu bildiği için sormaya bile gerek duymadan elimden kavrayarak koşmaya devam etmişti. Korkuyla ve tarif edemediğim karışık bir duygu ile gözlerim dolmaya başlamıştı. Önümü görememeye başladığımda yavaşlamıştım ve bunu Aron fark ederek durmuştu. Ellerini Yanaklarıma yerleştirerek ufak bir öpücük kondurdu. Burnu soğuktan kızarmıştı ve saçları dağınıktı.
"Ağlama bebeğim."
"Korkuyorum."
"Seni buraya getirmemeliydim, çok özür dilerim. Tehlikeli olabileceğini düşünmem gerekirdi."
Arkamızdaki sesler yükselmeye başladığında bakışlarımı ondan alıp arkama baktım.
"Hadi, gitmemiz gerek."
Tekrar ilerlemeye başladığımızda kusma hissi ile yanıp tutuşuyordum. Durmamız gereken yere yaklaştığımızı çalıların arkasından parlayan araba sayesinde fark etmiştim. Aron beni o noktaya doğru sürüklüyordu. Arabanın yanına geldiğimizde hızlıca kapıyı açarak beni bindirdi. Yana doğru hızlıca kaydım ve onunda binmesini sağladım. Siyah giyinen birkaç adam ormandan hızla çıktığında Sürücü gazı köklemişti. Arkamızdan sıktıkları birkaç kurşun arabaya isabet ettiğinde başımı ellerimin arasında gizledim.
"Aron öleceğiz sandım!"
"Siktir, ben de."
Deli gibi bir kahkaha attığında başımı kaldırıp ona baktım. Cidden böyle bir durumda bile nasıl gülüyordu. Koltuğa yayılmış şekilde otururken göğsü hızla inip kalkıyordu. Ben de başımı koltuğa yaslayarak nefes alıp verdim.
"Bu adrenalin ile üç posta atabilirim güzelim."
Yanağımdan hızla makas aldığında sinirle tısladım. Ellerim ayaklarımın altına gittiğinde derimdeki yaralara dokundum. Aron bu halimi fark ettiğinde sürücüden torpidoda duran ilk yardım kitini istemişti. Bacaklarımı kucağına aldı ve bileklerime öpücükler kondurdu.
"Bunların benim yüzünden olması can sıkıcı."
"Hem beni tehlikeye atıp hem de kurtarıcım olmayı nasıl başarıyorsun?"
"Biraz değişik bir adamım."
Yaraları güzelce temizleyerek ağrı kesici krem sürmüş ve sarmıştı. Bacaklarımı kucağından indireceğim sırada sıkıca tutmuş ve buna izin vermemişti.
"Sen de benim yaralarımı sarmıştın, işte şimdi ödeştik."
Bacaklarımı parmakları ile hafifçe okşayarak bana bakmaya devam etmişti. Yaşadığımız onca şeye rağmen bakışlarından hâlâ utanıyordum. Başımı çevirerek dışarı baktım.
"Nereye gidiyoruz?"
"Yılan yuvasına."
Birkaç saat süren yolculuk ile bizimkinden çok daha büyük olan bir villanın önünde durmuştuk. İki adam kapıları açtığında araba ile ilerlemeye devam ettik. Uzun harika döşenmiş taş yolda ilerlerken büyük bahçe ile büyülenmiştim.
"Beğendin mi?"
"Burası inanılmaz büyük."
Sırıtarak kulağıma doğru yaklaştı ve fısıldadı.
"Sikimde öyle değil mi?"
Ağzını elimle kapatarak öndeki adamın duyup duymadığına bakıyordum. İşine odaklanmış şekilde sürmeye devam ediyordu. Pek de umrunda değildik.
"Ne dedim ki ceylanım, kötü bir şey mi?"
Sırıtmaya devam ettiği için ağzının ortasına vurma isteğimi bastırmaya çalışıyordum. Arabanın aniden durması ile etrafa baktım. Villanın girişindeydik.
"İnme kucağıma alacağım seni."
"Hayır gere-"
Konuşmamı bitirmeden inmiş ve kapıyı açarak beni kapmıştı. Kucağının sıcaklığı ile yanaklarım kızarmıştı, buna villanın önünde dikilen adamların bize bakması da dahildi. Benimle birlikte içeriye doğru girdiğinde etrafa baktım. Avizeler ve iç dizayn muhteşemdi. Merdivenlerden yukarıya doğru çıkmaya başladığında odanın birinin kapısını kolaylıkla açarak beni yatağa bıraktı ve üstümü örttü.
"Dinlen ve enerji topla."
Kapıya doğru adımladığında sorum ile onu durdurdum.
"Nereye gidiyorsun?"
"Kendi odama."
"Beraber uyumayacak mıyız?"
Gülerek bana yaklaştı ve saçlarımı karıştırdı.
"Güzel ceylanım, yılan yuvasında dikkat etmelisin. Bacaklarına dolanmasını istemeyiz değil mi?"
Konuşmamı beklemeden çıkmış ve beni yalnız bırakmıştı. Yakınlaştığımızı düşündüğüm için aptallık etmiştim. O nişanlıydı ve ben sadece öylesine biriydim. Ayaklarım ayakta durabileceğim şekilde iyileştiğinde hemen buradan gidecektim. Telefonum yoktu ve neden buraya gelmeyi kabul ettiğim hakkında bir fikrim yoktu. Aklımda canlanan şeylerin bu durum ile alakası yoktu. Sinirle yorganı üstümden atarak ayağa kalktım ve topallayarak yürümeye çalıştım. Kapıyı açtığımda merdivenlere doğru yürümüş ve yavaş yavaş inmeye çalışmıştım. Yuvarlanmamak için dikkat ederek sonunda başarmış dış kapıya doğru yönelmiştim. Aniden önümü kesen adam ile afallarken tek kaşımı kaldırarak ona baktım.
"Aron beyden izinsiz çıkamazsınız."
"Ne demek Aron beyden izinsiz çıkamam? O benim patronum değil senin patronun."
"Efendim. izinsiz çıkamazsınız."
Tam ağzımı açıp cırlayacağım sırada arkamdan gelen naif ses ile ona doğru döndüm. Oldukça bakımlı esmer ve harika bir vücuda sahip olan kadın tam karşımda duruyordu. Elini bana uzatarak gülümsedi.
"Gidebilirsin Oliver. Merhaba ben Hanna."
Olduğum yere çakılmıştım. Onunla aynı evde mi yaşıyordu? Elimi nezaketen uzatarak sıktım.
"Laura."
"Aron dinlenmeye gitmeden önce durumu anlattı. İş yemeğinden dönerken silahlı saldırıya uğramışsınız sanırım. Gerçekten çok üzgünüm dinlenmeniz için elimden geleni yapacağım lütfen gitmeyin."
Neden yalan söylemişti? Doğru ya, metres olan bendim.
Gülümsemeye çalışarak onu takip ettim. İnsanlara hayır diyememe gibi büyük bir sorunum vardı. Büyük salona girdiğimizde gözlerim kamaşmıştı. Neredeyse her şey altından ve pırlantadandı. Karşısına oturarak etrafa bakmaya devam ettim.
"Evi sevmene sevindim."
Yüzündeki gülümseme çok güzeldi. Benim aksine harika gözüküyordu. Üstümdeki kıyafetleri süzerek ellerimi dizlerimin üstüne koydum.
"Birkaç kıyafet hazırlatıp odana yollarım. Daha rahat kıyafetler hım?"
Beni süzdüğünde utanmıştım.
"Ben o halde odama gideyim çünkü çok yorgunum."
Bir şey söylemesini beklemeden yukarıya çıkmış ve yatağa yatarak uykuya dalmıştım.