Kapımın çalmasıyla başımı yarın öğle yemeği yiyeceğimiz müşterilerimize proje sunumu yapacağımız kağıtlardan kaldırmadan gelen kişinin içeri girmesi için seslenmiştim.
"Efendim."
Başımı kaldırdığımda güvenlik şefi Serdar'ı görmüştüm. Karşıma geldiğini fark edemediğim Serdar'a elimle karşımdaki koltuğa oturması için işaret edip yerimde dikleştim. Ondan Ahu'yu araştırmasını isteyeli yalnızca birkaç saat olmuştu. İşinde başarılıydı ama bu tür bir olayla sık karşılaşmadığı için şaşırdığına emindim. Yine hiçbir şey sormadan verdiğim görevi üstlenmişti. Soru sorma hakkını da tanımazdım kimseye. Elbette Akif hariç O da biraz mecburiyettendi.
"Ne buldun Serdar?"
Serdar elindeki ince mavi dosyayı bana uzattıktan hemen sonra Ahu'nun yaşantısını anlatmaya başlamıştı. Bense bir yandan elime aldığım dosyayı inceliyor, diğer yandan onu dinliyordum.
"Ahu Aksen. 24 yaşında, açık öğretim fakültesi halkla ilişkiler bölümü mezunu. Babası yaklaşık sekiz yıl önce bir anda onları terk ederek gitmiş. 18 yaşına geldiğinde Musa Müdürün arkadaşı vasıtasıyla şirketimizde temizlikçi olarak çalışmaya başlamış. Annesi ve bir kız kardeşiyle birlikte yaşıyor. İşten eve evden işe gidip gelen bir kızmış. Komşularından da diledim efendim. Ahu hakkında sıkıntı yaratacak bir durum yok. Yalnız kız kardeşi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim."
Serdar konuşurken dosyaya iliştirilmiş Ahu'nun vesikalık fotoğrafını inceledim. Dalgalı saçları omuzuna dökülmüş, yüzünün iki yanına dağılan perçemi kulaklarının arkasındaydı. Herkesin kullandığı boyaları yine kullanmamıştı. İlk defa tebessüm ederken görmüştüm onu. Üstelik zoraki olduğu çok belliydi. Yine de çok yakışmıştı ona. Gerçekten gülümsese nasıl güzel olacağını düşünmeyi Serdar'ın söylediği son cümle bölmüştü.
Dosyadan başımı kaldırdım ve kaşlarımı çatarak Serdar'a baktım. Ahu böyleyse kardeşinin ne gibi bir problemi olabilirdi ki? Ve ben neden bu kadar uzun bakmıştım onun fotoğrafına? Daha birkaç saat önce görmüştüm onu. Çok saçmaydı.
"Nasıl? Anlayamadım."
Sert sesim ya da anlatacakları onu germiş olacak ki rahatsızca yerinde kıpırdandı. Gözleri kısa bir süre odamın içinde gezinip tekrar beni bulduğunda konuşmaya hazır olduğunu anlayarak dirseklerimi masamın üzerine koydum ve öne eğildim.
"Ece, Ahu'nun kız kardeşi. Birbirleriyle hem görünüş hem de karakter olarak çok farklılar. Ece'nin arkadaş çevresi tekin olmayan insanlarla dolu. Arkadaşlarının başını da rakibimiz Mer Holdingin sahibi Celal Beyin oğlu Gökay çekiyor. Biliyorsunuz ki o ailenin aynı zamanda mafya geçmişi var. Net bilgi sahibi olmamakla birlikte Gökay'ın holdingle ilgilenmek yerine mafya işleriyle daha haşır neşir olduğu duyumunu almıştım."
Çenemi yumruk yaptığım elimin üzerine koyup bir süre düşündüm. İki kardeş nasıl bu kadar farklı olabiliyordu? Ahu ile ilgili bir sıkıntı oluşacağını hiçbir zaman düşünmemiştim zaten. Fakat kız kardeşi yakın zamanda olmasa da ileride sıkıntı oluşturabilirdi.
Ahu, Akif'in dediği gibi aradığım kişiydi. Serdar gelmeden önce, onunla ilk konuştuğum an fark etmiştim. Yarın akşam yemeğinde de onunla anlaşabileceğimi düşünüyordum. Fakat işin içine ailesi girince düşüncelerim bulanıyordu. Ahu'dan ailesini geride bırakmasını da isteyemezdim çünkü bu teklifi ailesi için istediğini söylemişti.
Hayatta en sevmediğim şeylerden biri olan kararsızlığın içine düştüğümü hissettiğimde elimden olmadan öfkelenmiştim. Serdar'sa henüz sözlerini bitirmediğinden konuşmaya devam ediyordu.
"Komşularından duyduğum kadarıyla Ahu ve Ece nadir de olsa Ece'nin akşamları eve geç dönmesinden kaynaklı tartıştıklarını söyledi. Yani, benim anladığım kadarıyla Ahu da Ece'nin arkadaşlarından memnun değil. Bir de..."
Serdar'ın konuşmasını kapının bir anda açılıp Akif'in içeri girmesi bölmüştü. Elimin üzerinden çenemi çektim ve geriye rahatça yaslanıp bozuntuya vermeden Serdar'a baktım.
"Tamam Serdar. Yakın zamanda kameraların bakımı yapılsın."
Serdar ikimiz arasındaki konuşmanın gizliliğini yeni fark etmiş olacak ki çenesi kasıldı ve başını sallayarak koltuktan kalkıp Akif'e baş selamını verip odamdan çıktı.
"Cidden yediğimi mi düşünüyorsun?"
Akif Serdar'ın odamı terk etmesinin hemen ardından kısık gözlerini üzerime çekip köşedeki koltuk takımının pencere kenarındaki berjerine kendini atmıştı. Ona karşılık sadece omuzlarımı silktim ve ayaklanıp çaprazında bulunan ikili koltuğa oturup bacak bacak üstüne atıp cebimdeki ince uzun sigaralarımın bulunduğu paketi çıkardım.
Akif sessizce beni izlerken pantolonumun cebindeki zippomu çıkartıp dudaklarımın arasına yerleştirdiğim sigaramın ucunu ateşledim. Ciğerlerime ilk zehri çekip dışarıya soluduğumda gözlerimin önüne yeniden Ahu gelmişti. Ürkek ve korkuyla titreyen bakışları, ipek gibi parıldayan ince telli saçları, fotoğrafında gördüğüm zoraki gülümsemesi...
Nasıl olmuştu da hiç karşılaşmamıştım onunla bunca yıl? Çevremde öyle çok insan vardı ki onu fark etmemi engellerdi sanki hepsi el birliğiyle. Onu daha önce görsem hatırlardım. Emindim. Sıradan ama aynı zamanda çok farklıydı.
"Söyle bakalım nedir canını bu denli sıkan?"
Sormadan anlatmayacağımı bilen Akif dayanamayarak sorusunu yöneltmişti bana. Beni iyi tanıyordu dostum. Canım ne zaman sıkkın olsa onunki de en az benim kadar sıkılırdı. Ya siyah ya da beyaz olan ben griliğin arasından sıyrılmak için endişelerimi anlatma kararı almıştım. Fakat burada ve şimdi değildi. Çoktan akşam çökmüştü şehre. Eve gidip dinlenip kafamı toparlamak istiyordum.
AHU
"Ben geldim."
Eve girip çantamı, atkımı ve kabanımı askılığa asarken içeri doğru seslenmiştim. Ece odadan çıkıp elinde topuklu ayakkabıları payetli tulumuyla bana doğru adımlarken annem de hemen arkasındaydı. Ece ellerindeki topukluları ayağımın kenarına fırlattı.
"Ablam da geldiğine göre ben çıkıyorum!"
Sıkılgan sesiyle hemen arkasında olan anneme yandan bir bakış atıp bağırmıştı. Annemin gözlerindeki endişeyi görmekle kalmayıp hissetmiştim de. Çaresizce Ece'ye bakarken onun umurunda bile değildi annem. Ona artık öfkelenmek istemiyordum çünkü laftan anlamıyordu. Annemin ne halde olduğunu, başına buyruk davranmaması gerektiğini defalarca anlatmıştım ona. Ben demiş ve yine ben dinlemiştim.
"Ne zaman geleceksin?"
Hiçbirimizi umursamadan ince bantlı gri topuklularını ayağına geçirip askılıktaki deri ceketini giydi ve ceketinin içinde kalan saçlarını savurarak omuzlarından aşağı döktü.
"Bilmiyorum, belli olmaz. Gökay bırakacak beni."
Gözlerimi sıkıca kapatıp sakinleşmek namına derin bir nefes aldım. Varsa yoksa Gökay! Ağzının içine bakıyordu onun! Onları görmüştüm. Benimle aynı yaştaydı ama yaşının verdiği olgunluğu onda göremiyordum. Üstelik o Ece'yi sevmiyordu. Biliyordum. Sevmenin ne demek olduğunu belki kitaplarda okumuştum ama seven insanın gözlerine yansıttığı duyguları bilirdim. Gökay'daysa bunun kırıntısı bile yoktu.
"En geç gece yarısında evde ol."
Tok sesimle eli evin kapı kulpunda kalmış, tek kaşını kaldırarak bana bakmıştı. Bu bakışları bilirdim. Kibrin büründüğü egoyla harmanlanmış bakışlarına kararlılıkla baktım. Bakışmamız bir süre devam ettiğinde gözlerini devirip başını sallamış ve evden çıkmıştı.
Ece'nin kabullenişi annemin rahat bir nefes almasını sağlamıştı. Endişesi biraz olsun dinmiş, bir hoş geldin bile demeden salona doğru ilerlemişti. Alışmıştım ben artık. Eskisi gibi üstünde durmuyordum.
Ayakkabılarımı çıkartıp her zamanki yerine koyduktan sonra lavaboya ilerleyip elimi yüzümü yıkadım. Anneme anlatmam gerekiyordu. Yavaştan hayatımda biri olduğuna alışmalıydı ki ileride olur da Yekta Beyle tanışırsa sorgulamasın. Anlaşamazsak da ayrıldık derdim. Hem bu sayede ona erkeklere güvenmemem gerektiğinin kanıtını da göstermiş olurdum.
Yaptığım plana gülüp başımı iki yana salladım ve lavabodan çıkıp odama geçtim. İki günde nasıl da değişmiştim böyle anlam veremiyordum kendime. Saçma sapan planlar kurmak, tanımadığım bir adamla sahte bir evlilik yapma kararı vermek hiç benlik değildi. Bir anda ne değişmişti?
Üzerimi değişip geçen yıl sert geçen kışın soğuğundan etkilenen evimizde ayaklarım üşümesin diye aldığım yünlü terliklerimi giyip salona ilerledim. Hazır Ece de yokken anneme Yekta Beyden bahsetmeliydim. Tam karşısına oturup televizyona odaklanmış gözlerini bana çevirmesi için hiçbir şey söylemeden ona baktım.
Annem yerinde kıpırdanıp sıkılgan bir tavır sergileyerek yüzünü buruşturdu ve bana yandan bir bakış attığında üzülmedim desem yalan olurdu.
"Ne diye dik dik bakıyorsun bana?"
Kalbim yeniden ve yeniden sert sözleri ve soğuk tavrıyla annem tarafından kırılmıştı. Kısa süreliğine duraksayıp düşündüm. Gerçekten sevdiğim biriyle böyle bir yola çıkma kararı almış olsaydım ve büyük bir hevesle bu haberi anneme vermek isteseydim, aynı tavırla karşılaşsaydım ne oluru? Duygularım değişmezdi elbette ama eminim ki kelimelerim de boğazıma dizilirdi. Sevgimi ona anlatamazdım.
"Ben biriyle görüşüyorum."
Bir anda elimde olmadan çıkan soğuk sesimle söyleyivermiştim. İçten içe öfkelenmiştim çünkü ona. Neden Ece'yi önemsediğinin üçte biri kadar bile olsa beni önemsemiyordu? O mutlu olsun diye çırpınıyordum ben!
Annem kocaman açtığı gözleriyle bir anda bana döndü. Sonunda ilgisini çekebilmiştim!
"O ne demek? Kiminle görüşüyorsun? Nasıl görüşüyorsun?"
Sesinde çıkartamadığım bir çok duygunun harmanı vardı. Gerilmiş hatta belki bir az endişelenmişti. Ama neden? Meraklanacağını ve sorular soracağını biliyordum ama bu hislerine bir mana verememiştim.
"Şirketten birisi. Çok uzun olmadı ama sanırım ikimiz de ciddi düşünüyoruz. Yarın akşam yemeğinde konuşacağız. Eve geç gelebilirim."
Annem yutkunup tamamen bana döndü ve ellerimi tuttu. Bakışlarım ellerimize düştü. Ellerimi tutmayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki en son ne zaman tuttuğunu dahi hatırlamıyordum. Yeniden gözlerine baktığımda karmakarışık hisleri barındırdığını görmüştüm. Kafasının içinden ne geçirdiğini bilmiyordum ama hiç de hayra alamet gibi durmuyordu.
"Nasıl oldu bu? Neden daha önce söylemedin? Evden hemen gidecek misin? Hem kim bu adam?"
Yutkundum. Onun asıl cevabını istediği soru kiminle görüştüğüm veya o kişiyle ilişkimizin ne zaman başladığı değildi. Sorularının arasına karıştırdığı endişesini sıkıştırdığı sorusuyla anlamıştım. Evden, ondan gideceğim içindi bu hali, tavrı, gözlerinde gördüğüm kaygı ve korku.
Ona makul bir şekilde nasıl anlatabileceğimi bilmiyordum ve daha da kötü olacağından endişe ettiğim için konuşamıyordum da. Hayal ettiğim konuşma kesinlikle bu şekilde değildi. Her sorunun cevabını hazır etmiştim de o sorunun cevabı bende yoktu. Olumlu ya da olumsuz cevap veremiyordum. Köşeye sıkışmış gibi hissediyordum kendimi. Hem ona sıkı sıkı sarılıp gitmeyeceğimi fısıldamak hem de arkama bakmadan koşarak kaçmak istiyordum ondan.
Gözlerimin dolmaması için kendimi sıkıp derin bir nefes almıştım. Annem beni seviyordu. Ben de onun kızıydım ama Ece'yi daha çok seviyordu. Beni sevmese gideceğimden bu denli korkar mıydı? Evlenmeme dünden razı olurdu değil mi? Ayrıca o da evlenmemi çok istemişti zamanında. Hatta bu konuyla ilgili hala arada bana laf vururdu.
"Uzağa gitmeyeceğim anne. Belki bakarsın burada bir ev tutarız biz de. Hem daha hiçbir şey belli değil. Ben böyle düşünüyorum ama olmama ihtimali de var. Neden böyle düşünüyorsun? Birini bulmamı en çok sen istiyordun."
Konuşmam onu biraz olsun sakinleştirirken sessiz kaldı. Ben de onun sessizliğine eşlik ederek düşünmesi için ona zaman tanıdım. Söylediklerim aklına yatmış olacak ki başını usulca aşağı yukarı salladı.
"Haklısın," Gülümsedi ve ellerimdeki ellerini çekti. "Demek sonunda dediğime vardın ve birini buldun."
Güldüm. Neşeden yoksundu gülüşüm. Ben değil aslında başka biri bulmuştu beni ona. Çok karışık bir hikayenin düğümlerini çözer gibi kronolojik bir sıraya koymak istemişti beynim ama buna izin vermemiştim. Yekta Beyle ilgili hiçbir şey düşünmemem gerekiyordu. Onu düşündükçe üzülüyordum çünkü. Özellikle çevresinde bulunan kadınları düşündükçe yanına yakışmadığım hissi usul usul beynime sızıp sinsi bir yılan gibi sokmayı bekliyordu.
“Evet, buldum,” Mırıltım sonrasında tam ayaklanacaktım ki aklıma gelenle gözlerimi kocaman açtım. “Sakın Ece’ye bahsetme anne.”
Annem telaşlı sesimle gözlerini kısıp şüpheci gözleriyle baktı bana. Dudaklarını aralayıp sorularını sıralayacaktı ki buna izin vermeyerek konuşmamı devam ettirdim. Makul bir yanıt vermezsem ona anlatacağını biliyordum. Ece görüştüğüm kişinin kim olduğunu öğrenmeden yanımdan ayrılmazdı, biliyorum.
“Ona ben anlatmak istiyorum.”
Ve tek bir cümleyle annemin soruları kapanan dudağının ardında kalmıştı. Şimdilik, sadece şimdilik annemi oyalayacak ve Ece’ye hiçbir şey anlatmayacaktım. Annemin başka soru sormasına izin vermeyerek ayaklandım ve iyi geceler dileyerek odama adımladım.
Odama girip kapıyı kapattığımda derince içime çektiğim nefesi seslice verdim. İçimde var olan karamsarlığı görmezden gelerek yatağıma sırt üstü uzandım ve tavanı izlemeye başladım.
Gözlerimin önüne o düştü. Buz gibi bakan gözleri duygu değişimiyle koyulaşırkenki yüz ifadesi, bana doğru eğildiğinde büyüyen göz bebekleri, gülümseyişi… Kadınların onu neden bu kadar çok beğendiklerini artık anlayabiliyordum. Onu gören her insan etkilenirdi. Buna Ece de dahildi ki o aldığı dergilerde ya da magazin köşelerinde gördüğünde ballandıra ballandıra anlatırdı onu. Oysaki ben her daim dış görünüşe bu kadar aldanmamam gerektiğini iyi bilen bir insandım. Nasıl olmuştu da bundan sonra Ece’ye hak verebiliyordum?
Yatağımda yan dönüp cenin pozisyonu aldım ve akmayı bekleyen gözyaşlarımı serbest bıraktım. Ağlayacak çok şeyim vardı aslında ama ne için ağladığımı bile bilmiyordum. İçimde günden güne büyüyen bir sıkıntı ve endişe vardı.
Neden her boş anımda Yekta Beyi düşünür olmuştum? Onu Ece’den saklama çabam nedendi? Niyeydi? Kendime anlam veremiyordum. Böyle yapmamalıydım. Düşündüklerim, yaptıklarım kendimi üzmekten ileri gitmeyecekti.
Keşke, en başında Akif Bey gelip bana o teklifte bulunmasaydı ve ben de kabul etmeseydim. Yekta Beyle hiç tanışmamış, konuşmamış olmayı dilerdim. Şuan hissettiğim hiçbir şeyi istemiyordum çünkü ben. Üstelik sadece bir defa görüşüp konuşmuştuk. Bunun bir de ilerisi vardı.
Biz evlendiğimizde herkes başka bir şey konuşacaktı arkamızdan. Bu tür dedikodulara defalarca kez şahit olmuştum. Yekta Beyin görüştüğü kadınlar hakkında söylenmedik kelime bırakmazdı çalışanlar. Onlar böyleyse dışarıdaki insanlar neler söylerdi?
Onları da geçtim, Süleyman Bey ne söyleyecekti? Bir hizmetçi parçasını gelin olarak kabul edecek miydi? O hayır derse Yekta Bey yine de benimle evlenmekte diretecek miydi? Ailem için istediğim o rahat yaşamı gerçekten sağlayabilecek miydim yoksa paragöz bir kadın olarak mı anılacaktım?
Ben her şeye, herkese karşı savunmasız kalacaktım. Savunmasızlığımsa beni günden güne bitirecekti. Biliyordum. O benim bu halimi görebilecek miydi? Görse bile ne yapıp ne söyleyecekti? Dilediğim gibi mutlu olabilecek miydim?
En önemlisiyse biri bana değer verebilecek miydi? Kendimi değerli hissedebilecek miydim gerçekten? Sevecek miydi biri beni? Saçlarımı okşayacak, bana sıkı sıkı sarılacak mıydı? Mutsuz günlerimin geride kaldığını fısıldayabilecek miydi kulağıma usulca?