Bölüm 1
*
AHU
“Ahu, bekle!”
Montumu gitmiş tam evin kapısını aralamıştım ki annemin aceleci sesiyle ona dönmek zorunda kaldım.
“Efendim anne?”
Bıkkın çıkan ses tonumu değiştirememiştim çünkü annem ne zaman bana böyle seslense ne olacağını biliyordum. Para isteyecekti. Yine! Ona ve Ece’ye verdiğim paralar yüzünden kirayı, elektriği zor karşılıyordum ama bu onun umurunda bile değildi.
Annem odasının kapısını kapatıp kısa, dar koridordan geçti. İyice yanıma sokulup kaşlarını büktü ve sevimlice gülümsedi. Bu tavrıyla bir şey isteyeceği tezimi kanıtlamış oldu.
“Ece dün bir kaban beğendi. Arkadaşlarının hepsinde benzeri varmış. Çok istedi. Para versen de alsam onu?”
Sıkkın bir nefes aldım. Hep aynı cümleler. Ece onu ister, Ece bunu ister! Ece hep ister ve annem de hep alır. Bıkmıştım gerçekten artık! Üstelik ona verebilecek param da yoktu! Maaşımı almama daha bir hafta vardı ve cebimdeki para ancak işe gidip gelişime yetecek kadardı.
“Maalesef anne. Sana veya Ece’ye verebilecek param kalmadı artık. Daha iki gün önce aldığı kazağa saysın.”
Annemin yüzündeki gülümseme silinip kaşları çatılırken ona karşı gelişime tepki olarak geceliğinin üzerine geçirdiği ceketini iki ucundan tutup birbirinin üzerine geçirdi ve kollarını göğsünde bağladı.
“O ne demek öyle! Bir kabanı kardeşine çok mu görüyorsun sen?!”
“Anne,” içimde yükselmeyi bekleyen öfke lavını gözlerimi sıkıca kapatarak bastırdım ve kendimi sakin olmaya zorladım. Biliyordum ki devam edersem yine kalbi kırılan ben olacaktım. “Maaşımı almama bir hafta kaldı. Ondan sonra alırım. İşe geç kalıyorum, hoşça kal.”
Onun yanıt vermesini beklemeden araladığım kapıdan çıktım. Kapıyı kapatıp hızlı adımlarla apartmandan çıktım ve otobüs durağına doğru ilerledim.
Hayatım hep böyleydi benim. Ben 5 yaşındayken de annem için hep Ece önemliydi. Şimdi, 24 yaşındaydım ve yine annem için varsa yoksa Ece. Ben onun ağzından bir gün olsun ‘Ahu için’ dediğini duymamıştım. Beni düşünüp bir kez olsun bir şey yapmamıştı. Hiçbir şey hem de. Onun tarafından hiç sevilmemiştim ben. Oysa ona çok benziyordum.
Onun gibi koyu kahve gözlerim, omuzlarımda dalgalı kumral saçlarım vardı. Buğday tenim dahi ona benziyordu. Bir tek boyumun uzunluğu benzerdi babama.
Babam…
Yıllar önce bizi terk edip annemi çaresizce bir başına bırakmış babam vardı bir de. Nerede olduğunu bilmediğim bir babaya sahiptim. Sevgiyi ondan öğrendiğim, beni tüm kalbiyle seven yalnızca o varken artık o da yoktu. Gitmişti. Tıpkı annem gibi beni de bir başıma bırakmıştı. Koca dünyada nefret ve kinin arasında kalmış, günden güne eziliyordum.
Durağa varır varmaz gelen otobüse binip otobüs kartını okuttum ve kenar köşede boş kalan koltuğa oturdum. Her zamanki gibi telefonuma takılı kulaklıkları kulaklarıma yerleştirdim ve çantamdan kitabımı çıkartıp okumaya başladım. İşe girişim ve işten dönüşüm saatler sürüyordu. Geçen zamanı değerlendirmek için kitap okumayı seçmem ise tercih ettiğim en iyi şeydi.
Dünyaya adını duyurmuş şirketlerinden birinde hizmetli olarak çalışıyordum. Oraya hizmetli olarak girmek bile öylesine zordur ki normalde.
Babamın evi terk ettiği zamanlarda annemle bir başımıza kalmıştık. Teyzemin eşinin kardeşi şirket müdürünün arkadaşıymış. Benden bahsetmiş. Onlar da değerlendireceklerini söylemişler. Nasıl da mutlu olmuştum! O zamanlar babam evden gideli iki yıl olacaktı. Çok zor durumdaydık. Eve para getirecek, annem ve kız kardeşime bakacaktım. Üstelik daha on sekizimdeydim. Liseyi yeni bitirmiştim. Kim liseyi bitirir bitirmez iş bulabiliyordu ki? Üstelik öyle iyi bir şirkette!
Büyük bir heyecanla Musa Müdürle gidip görüşmüştüm. Ertesi hafta ise işe başlamıştım. O gün bu gündür çalışıyordum. Genelde Musa Müdürün olduğu katın temizliğini ve getir götürünü yapıyordum.
Şirketin alt sokağına geldiğimde otobüsten inip biraz da öyle yürümüştüm. Kapıda duran güvenlik Selman abi ve Sevilcan ablaya selam verip içeri girdim. Kartımı okutup kapıdan geçtikten sonra asansörün yanındaki acil kapısından geçtim ve merdivenlerden üçüncü kata çıktım. Hizmetlilere ayrıcalık yoktu fakat ben asansörde kalmaktan korktuğum için çok nadir kullanırdım.
Temizlik malzemelerinin bulunduğu odaya girip eşyalarımı askılığa astıktan sonra üzerimi değiştirip malzemeleri alarak odadan çıktım. Musa Müdürün odasına geçip masasından başlayarak her yeri sildim. Ardından koridor ve çalışanların masalarını da sildiğimde işim bitmiş, çalışanlar da yavaş yavaş gelmeye başlamıştı.
Temizlik malzemelerini yerine koyup mutfağa geçtim. Çay demleyip köşeye konuşlanan L koltuğun üzerine oturup soluklandım.
Her günüm böyleydi benim. Çalışanlardan iki saat önce gelir, her yeri temizler, çayı demler ve oturup biraz dinlenirdim. Sonra Musa Müdür gelirdi, yarım saat sonra geleceği gibi. Ona şekerli kahvesini yapar, masasının üzerinde bulunan evraklar hangi birime giderse oraya götürür sonra mutfağa geçer olan bulaşıkları yıkardım. Rutinim buydu benim. Yorucuydu ama çok şükür ki bir işim vardı. Üstelik geçen yıl açık öğretim fakültesinden halkla ilişkiler bölümü okuyup mezun da olmuştum. Musa Müdüre söylediğimde en az benim kadar sevinmiş ve bana yemek ısmarlamıştı. Öylesine mutlu olmuştum ki! Yıllar sonra biri sevincime ortak olmuş, beni değerli hissettirmişti. Bu yüzdendir belki de Musa Müdürün yeri benim için başkaydı.
Bir babaydı benim için.
YEKTA
“Ben söyleyeceğimi dedim. Bitti!”
Dedem en sonunda bastonunu yere vurduğunda karşılık vermememin en iyisi olduğunu biliyordum. Onu tanıyordum. Şimdi itiraz etsem benimle sittin sene konuşmazdı. Üstelik ailem dediğim bir o vardı. Ona ne zaman karşı gelmiştim ki şimdi gelecektim?
Derin bir nefes aldım ve başımı sıkıntıyla olumlu anlamda salladım. Başka verebileceğim cevap yoktu sonuçta. Dedemin yanında emir kuluydum. Yani, genelde. Çoğu zaman itiraz ederdim ama bu şey…
“Yapacak işlerim var, müsaadenle dede.”
Ona net bir yanıt vermemem hoşnutsuzlukla homurdanmasına neden olsa da beni başıyla onayladı. Yanında daha fazla oyalanmayarak odasından çıktım. Kapının önünde beni bekleyen Akif’e dik dik bakıp yürümeye başladım.
Akif, benimle aynı yaşta çocukluk arkadaşımdı. Babası dedemin sağ koluydu. Ben beş yaşındayken gelmişlerdi bizim eve. Annemin beni terk ettiği yaşımda. Dedem, sağ kolu Ceyhun amcanın oğlunun benimle yaşıt olduğunu öğrendiğinde arkadaşım olması için zorlamıştı. Akif’e başlarda çok çektirmiştim, yalan yoktu. Fakat en sonunda çok yakın iki dost olmuştuk. Şimdiyse o benim sağ kolumdu. Hala birçok derdimle uğraştırıyordum onu.
Ben, Yekta Esman. İş hayatında hırs ve ihtirasıyla bilinen, istediği her şeyi elde etmiş, başarmış, dünya iş adamları dergisine geçen ay en genç ve başarılı iş adamı olarak adını yazdırmış sektörün en başarılı iş adamıyım.
İş yerimde ise kısaca buz adam olarak anılırdım. Nerede ne konuşacağını bilmeyen çalışanlara karşı ciddi ve disiplinli bir patron olunca bu şekilde anılmamak elde değildi.
Akif ise benim tam tersimdir. İkimizin de uzun boylu oluşu haricinde hiçbir özelliğimiz hatta karakterimiz bile birbirine benzemiyordu. Ben beyaz tenli, o sarışındı. Benim koyu mavi gözlerim, siyah saçlarım varken onun yeşil gözleri, sarı saçları vardı. Ben aksesuarları parmaklarımda kullanırken o parmaklarıyla kalmayıp kulaklarında da kullanmayı tercih etmişti. Ben her daim siyah veya gri giyinirken o renkli giyinmeye bayılırdı. Kızların dikkatini çok kolay çekebilecek bir tarza sahipti. Gerçi, ikimiz de öyleydik. Elde edemeyeceğimiz tek kız bile yoktu. Ama ikimiz de bakmazdık kimseye. Bir kadınla olmayı dahi zaman kaybı görürdüm. Üstelik paranız da varsa yapışıyorlardı. Kafdınlar... En çok bu yüzden gereksizdi. Ta ki az önceye kadar.
“Abi anlatacak mısın artık? Önemli bir şey ki Süleyman dede sadece seninle konuşmak istedi.”
Merakını asansöre kadar bastırabilen Akif en sonunda asansörü boş bulunca sormuştu sorusunu. Sıkıntılı bir nefes verdim.
“En kısa zamanda müstakbel sevgilimle dedemi tanıştırmam gerekiyor.”
Kısa bir süre yüzüme bakıp güldü Akif. Konuşulan konunun bu olması onu rahatlatmışa benziyordu. Ne diye geriliyordu ki? Dedemle artık sadece bu konuyla ilgili konuşuyorduk. Beni çağırsa çağırsa bunun için çağırırdı yanına zaten.
“Ya bu muydu yani? Ben de önemli bir şey zannetmiştim. Klasik Süleyman dede oğlum neden bu kadar gerginsin?”
Omzuma iki defa vurup gülümsemeye devam ettiğinde gözlerimi devirip ofladım. Ben gergin olmayayım da kim gergin olsun?! Öyle bir kuyuya attı ki dedem beni debelensem daha da dibe batacaktım.
“Konu ciddi Akif! Yoksa beni Ezgi ile evlendirmeyi planlıyormuş!”
Akif’in gülen dudakları yüzünde dondu başta. Sonra titredi ve şaşkınlığını belirten bir nida çıkartarak açıldı.
“Ne?! Hani şu uzun tırnak Ezgi?! Şımarık ve yapışkan sülüğün teki Ezgi?! Gıcık gıcık konuşup devrelerinle oynayan-“
Daha fazla dayanamayarak susması için hızla elimi kaldırdım ve dişlerimin arasından konuştum.
“Evet Akif, o Ezgi işte!”
Akif anında susarken ellerini teslim olurcasına kaldırıp dudaklarına hayali bir fermuar çekiyormuş gibi yaptığı sırada asansörün kapıları aralanmıştı.
“Ne yapıp edip birini bulmam gerekiyor. Hem de bir an önce!”
Hızlı adımlarla asansörden inip kimseyle muhatap olmadan çıkışa yürürken Akif’in yanımda olmadığını fark ederek arkamı dönmüştüm. Asansörden çıkmış, birkaç adım atıp öylece bir yere odaklanmış gibi görünüyordu. Bakışlarını takip etmiş ama çalışanlar haricinde kimseyi görememiştim.
“Ne bekliyorsun?”
Gerginliğim sesime yansırken birkaç kişinin dikkatini üzerime çektiğimi fark etmiştim. Akif gevşekçe gülüp bana baktı. Gözlerinde uzun zamandır görmediğim parıltıların ne zaman ortaya çıktığını da arkadaşımı da biliyordum. Kesinlikle yeni bir şey keşfetmişti.
Uzun adımlarıyla yanıma geldikten sonra konuşacak, keşfettiği ya da bulduğu her neyse bana söyleyecek zannetmiştim fakat sessiz kalarak önümden geçip elleri cebinde çıkışa ilerlemişti.
AHU
“Musa Bey bunları imzalamanızı istemiş Cihan Bey.”
Giriş katta bulunan evrak şefi Cihan Beye yarım saattir ona giden evrakların imzalamasını anlatmaya çalışıyordum ama nafileydi. Üstelik Musa Müdür ‘İmzalatmadan gelme’ demişti.
Halbuki ben kıytırık bir hizmetliydim. Kim beni neden dinlesindi ki? Bazen Musa Müdüre de anlam veremiyordum gerçekten. Verdiği görevler zaman zaman ağır geliyordu bana.
Yine de şikayet etmezdim. Her şeyden önce sabırlı bir insandım. Şükretmesini bilirdim ve bana verilen görevleri layığıyla yerine getirmek için çabalardım. Elbette karşınızdaki insan laftan anlıyorsa bunu yapabilirdiniz. Cihan Bey gibi dediğim dedik biri olduğunda verilen görev çin işkencesinden farksız geliyordu.
Cihan Bey elinde sıkı sıkı tuttuğu kağıtları gözüme sokmak ister gibi havalandırıp bana yaklaştırdı ve işaret parmağıyla altını çizdiği kısmı işaret ederek gergin sesiyle konuştu.
“Musa’ya söyle önce burayı düzeltsin. Yoksa imzalamam!”
Sesinin yükselmemesi için kendini sıktığı dişlerini birbirine bastırarak konuşmasından belli olan Cihan beyin elinden kağıtları titrek parmaklarımla aldım ve başımı onaylarcasına sallayarak odasından çıktım.
Asansörlerin oraya ilerlerken sıkkın bir nefes aldığım sırada insan kaynaklarında aynı göreve sahip olduğum Betül’le karşılaştım. Oysa ki o pek bu katta bulunmazdı.
İkimiz de birbirimize kaşlarımız çatılı bakarken bunu fark etmiş olacağız ki aynı anda kısık bir sesle gülüştük. Yere eğilmiş başımı kaldırdığımdaysa Ceomuz Yekta Beyin koruması Akif Beyle çok kısa bir an göz göze gelmiştik.
Kısacık anda, açık alanda öylece durmuş bana baktığını fark etmem yüzümdeki gülümsemenin silinmesine sebep olmuştu. Ne diye dik dik bakıyorsa artık? Aslında Akif Beye büyük bir saygı beslerdim. Bazen yanımıza gelir, halimizi hatırımızı sorardı. Zaman zamansa kısa sohbetlerimiz olurdu. Fazlaca soğuk ve mesafeli konuşur aslında ama samimiyetini de hissettirirdi. Garip ama iyi bir adamdı bence. Nazik ve düşünceliydi.
“Ne bekliyorsun?”
Yekta Beyin gergin ve öfkeli çıkan sesiyle irkilmiş ve daldığım düşüncelerden sıyrılmıştım. Bir anlığına bana söylediğini düşünerek elim ayağım birbirine dolanmıştı ama yanıldığımı Akif Beyin gülüp omuz silktiğini görünce ona söylediğini anlamıştım.
Neden üzerime alınmıştım ki zaten? Yekta Bey bizi görmezdi hiçbir zaman. Bizden biriyle bir gün olsun göz göze geldiğini dahi görmemiştim bunca yıldır. O çok… Farklıydı işte.
Kibirli, burnu havada, egoist, sert, soğuk, ciddi, olumsuz ne kadar özellik varsa onda bulunan bir adamdı. Çalışan kızların neredeyse hepsi aşıktı ona. Bu onun umurunda bile değildi. Hatta bence insanların ona aşık olması onun hoşuna gidiyor ve egosunu bu şekilde tatmin ediyordu.
“Ahu.”
Betül’ün bana seslenmesiyle yeniden irkilip gözlerimi kırpıştırarak yerde olan bakışlarımı kaldırdım ve ona baktım. Parlak gözleriyle temasım sonucu Betül elini havada salladı ve gülüp yanımdan ayrıldı. Ben de daha fazla beklemeden hızlı adımlarla merdivenlere ilerledim.
Musa Müdüre nasıl anlatacaktım bakalım Cihan Beyin dediğini? Dinler miydi ki beni? Odasına girer girmez soracağı ilk şey Cihan Beyin belgeleri imzalayıp imzalamadığı olacaktı. Çık şimdi işin içinden çıkabilirsen!
YEKTA
Arabaya hakim olan sessizliğe daha fazla katlanamayarak sıkkın bir nefes aldığımda dikiz aynasından Akif’le göz göze gelmiştik. Göz kontağını bozmadan gözlerimi kısıp ona bakmaya devam ettim. Aklında bir plan vardı. Bir soruna çözüm bulmuştu ama neye olduğunu hala çözememiştim ve daha fazla dayanamayarak sessizliği bozup sorumu sormuştum ona. Yoksa bana anlatacağı yoktu.
“Bir şey buldun biliyorum. Söyle artık işte.”
Akif’in yüzünde görmeye alışık olmadığım, kendini bilmiş bir gülümseme oluştu ama bu gülümseme uzun sürmeden eski ciddi halini aldı. Bir süre durdu ve sonra boğazını temizleyerek dudaklarını araladı. Onun konuşmayı geciktirmesi sinirlerimi daha da bozsa da bir şey demeyerek konuşmasını bekledim.
“Sen şimdi Ezgi ile kesinlikle olmaz diyorsun değil mi?”
Gözlerimi aralayıp başımı iki yana olumsuz anlamda hızla sallarken elimle de destekledim. Öyle bir şey asla olmamalıydı. Her gün bebek gibi konuşup beni darlayan, mıy mıy bir insana asla katlanamazdım. En çok bana yazık olurdu.
“Asla öyle bir şey olamaz!”
Bundan sonra konuşmalarımızda Ezgi adı ne zaman geçse stres, sinir ve gerilme üçlüsü bedenimi saracak gibi hissediyordum. Daha otuzuma ramak kala yaşlanacak gibi hissediyordum kendimi.
“Ezgi olmasın da kim olursa olsun, değil mi?”
Akif’in kısık bakışları üzerimdeyken durup düşündüm. Evet Ezgi olmazdı elbette ama öyle boş bir insanı da hayatıma alamazdım. Evlenecektim ben! Her şeyini bildiğim biri olmalıydı. En azından dedemden mirası tamamen aldığımda benden boşanacağına emin olduğum birini bulmalıydım. Nasıl bulacağım da meçhuldü gerçi. Kim benim gibi birini bulduktan sonra bırakmak istedi ki?
“En azından mirası aldıktan sonra yollarımı tamamen ayıracağım, yüzünü dahi görmeyeceğim biri olması gerekiyor.”
Akif bir süre sessiz kaldı ve bana bakmadan önüne bakmaya devam etti. Bir an hiç konuşmayacak sanmıştım. Üstelik ben sabırlı bir insan bile değildim! O ise beni denemek ister gibi bugün sabrımla oynuyordu resmen! Bir de yeterince sınanmıyormuşum gibi! Daha fazla dayanamayarak bağıracaktım ki o sessizce konuştu.
“O zaman bana biraz daha zaman ver.”
Dalgın ve düşünceli gelen sesini umursamamıştım bile. Çünkü benim için önemli olan başka bir konu vardı. Cümlenin içinde yatan, Akif’in açık açık söylemediği bir şey!
Bulmuştu! Bu kadar kısa sürede Ezgi dışında birini bulmuştu ki ben Akif’i tanıyorsam aklı başında birini bulmuştu. Fakat anlayamadığım bir konu vardı. Neden söylemiyordu bana bunu? Neden biraz daha zaman istiyordu? O öneriyorsa kesinlikle iyi biri olsa gerek. Çevremde Akif’in sevebileceği türden kadınlar da olmazdı benim. Bu kadar kısa sürede kimi bulmuştu bu adam Allah aşkına?!
“Kim?”
Daha fazla dayanamayarak sormuştum. Sabırlı bir adam değildim ben. Ayrıca onun neyi kastettiğini biliyorsam ve konu bu kadar önemliyse asla susamazdım. Söylemeliydi. Bana kimi bulduğunu söylemeliydi.
Fakat söylemedi. Sessiz kalmayı tercih etti. Ciddiyetle önüne bakıp arabayı sürmeye devam ederken sorumda ısrarcı olamadım. Endişelendiği bir konu vardı. Bu açıkça yüzünden belli oluyordu ve ben bunun da ne olduğunu bilmiyordum.
Halbu ki şirketten çıkarken de kendinden oldukça emindi. Ta ki az önceki sohbetimize kadar. Birini bulmuştu. Bana yakıştırmıştı birini. Bunca zaman ilişkilerime asla karışmayan Akif yapmıştı üstelik bunu.
Peki şüphesi neydi? Neden söylemiyordu bana kim olduğunu? Tereddüt ettiği bir konu vardı, emindim ama ne olduğunu bilmiyordum işte. Merak ediyordum. Böyle sessizleştiğinde göre sorsam da söylemezdi.
Yolun geri kalanında ben kafamın içindeki sorularla baş başa kalıp yolu izlerken Akif de konuşmamıştı. Sessizce eve ulaşmayı beklemiştik ikimiz de.
Evin geniş, demir bahçe kapısından geçip kapının önünde durduğunda arabadan inip merdivenleri hızla çıktım ve kapıyı çaldım. Evimizin yardımcısı, yıllarımı birlikte geçirdiğim yaşlı kadın, Nurşen Hanım kapıyı açıp gülümsemişti.
“Hoş geldiniz Yekta Bey.”
Üzerimdeki kabanımı onun almasına izin vermeden ben alıp portmantoya astım ve ona dönüp gülümsedim.
“Merhaba Nurşen Hanım. Nasılsınız? Görüşmeyeli uzun zaman oldu.”
Sesimde yatan kinayeyi anlayan Nurşen Hanım küçük bir kıkırtının ardından yüzünde kalan tebessümle baktı bana. Disiplinli ve aynı zamanda çok kibar bir kadındı Nurşen Hanım. Onunla aramda çok büyük bir sevgi ve saygı bağı vardı. Hiç görmediğim büyük anneme benzetirdim bazen onu. Yetmişlerinde, zayıf, ince, uzun bir kadındı. Yıllarını beni adam etmeye adamıştı. Zaman zaman benden adam olacağı şüphesini içinde barındırdığı itirafında bulunurdu. Ben de güler geçerdim. Ben de olabileceğimden şüpheliydim.
“Bir sıkıntın mı var senin?”
Duraksadım. Yüzümdeki tebessüm soldu ve sıkkın bir nefes aldım. Nasıl da hemen anlıyordu? Bir o bir de Akif görür anlardı ne hissettiğimi.
“Sorma, sorma. Yine dedemin işleri. Başıma çorap örüp duruyor. Bu defa sen de çıkar yol bulamazsın,” Kolunu sıvazlayıp alayla güldüm. Kendime acıyordum gerçekten. Hala dedesinin sözünden çıkamayan bir velettim resmen! “Ben odama çıkayım. Biraz dinlenmeye ihtiyacım var.”
Moralimin daha da bozulmasıyla merdivenleri arşınladım. Üçüncü kata ulaştığımda kısa koridordan geçip odama geçtim ve kapıyı kapattım. Karamsarlık kaplamıştı bir anda bedenimi. Ne yapacağımı da nasıl bir çıkar yol bulacağımı da bilmiyordum. Bulabileceğim de meçhuldü.
Bazı sıkıntılı zamanlarda Nurşen Hanım uygun bir dille dedemle konuşur, onu ikna ederdi ama dedemin sabahki tavrından sonra Nurşen Hanımı buna zorlayamazdım. Benim yüzümden dedemden azar işitsin istemiyordum da.
Çözümü bu defa bulursa Akif bulacaktı sanırım. Arkamı toplamaya alışıktı o ne de olsa. Ama yine de o bile emin değildi bence çözümden. Bunları düşündükçe büyük bir çıkmaza girmem normal miydi?
Kimi bulacaktık? Yekta Esman’la evlenecek bir kadını boşanmaya nasıl ikna edecektim? Bir sözleşme hazırlamam gerekiyordu. Elbette her şeyden önce tüm şartlarımı kabul edecek bir kadın bulmalıydım.
AHU
“İyi akşamlar Selman abi.”
Bizim katta yine en son çıkan bendim. Hizmetli olmak böyle bir şeydi işte. Çalışanlar gelmeden ve gittiğinde tüm temizliği yap. Yeniden ve yeniden. Şikayet ettiğim için değil. Sadece, bazen çok yoruluyordum. Bana ait olmayan görevleri yerine getirmeye çalışmak da zorluyordu beni ama yapabileceğim bir şey yoktu ne yazık ki.
“İyi akşamlar abiciğim. Dikkat et kendine.”
Girişte bulunan camlı bölmeden bana seslenen Selman abiye başımı sallayıp el salladım ve şirketten çıktım. Bugün Musa Müdür ve Cihan Bey arasında mekik dokumaktan ayaklarım çok ağrıyordu. Umarım otobüste de ayakta gitmezdim.
“Ahu!”
Şirketin kapısından birkaç adım uzaklaşmıştım ki tanıdık sesle bana seslenen kişiye döndüm. Biri bana seslenecek olsa bu kişinin Akif Bey olma ihtimali bile yoktu bende. İsmimi söyleyerek seslenmese beni kastettiğini anlamazdım. Bana seslenmişti.
Şaşkınlığımı üzerimden atamadığım için yerimde kalakaldım. Bu süreçte Akif Bey aramızdaki mesafeyi kapatmak için bana doğru adımlamıştı.
Ne olmuştu acaba? Bir hata mı yapmıştım? Yoksa Betül’le konuşarak işimi aksattığımı mı düşünmüştü? Beni bir tek Betül'le konuşurken görmüştü. Evet, bu olmalı. Bugün başka karşılaşmamıştık onunla. Yani, değil mi?
Akif Bey aramızda iki adım kala durduğunda bile zihnimi zorlayarak gün içinde başka bir yerde karşılaşıp karşılaşmadığımızı düşünüyordum. Yoktu. Bugün sadece Betül’le konuşurken karşılamıştım onunla.
“Eğer müsaitsen, seninle bir konu hakkında konuşmak istiyorum.”
Eyvah! Hapı yuttun Ahu!
Ne yapacaktım şimdi ben? Ya işten kovulursam? Allah korusun! Ne derim annemlere ben? Nasıl bakarım yüzlerine?! Yutkundum. Titrek bir nefes alarak başımı onaylarcasına salladım. Şu anda konuşacak halde değildim maalesef! Akif Bey etrafına bakıp sıkkın bir nefes aldı ve alnına düşen saç tutamlarını geriye savurup plazanın içerisinde, şirketin hemen ilerisinde, çaprazında bulunan büyük kafeyi işaret etti.
“Şurada konuşalım. Şirketin önünde olmaz.”
El mecbur kabul edip peşine takıldım. Önemli bir konu olmasa böyle ayrı, yalnız konuşmak istemezdi değil mi? Ne konuşacaktı peki? Bu zamana kadar tek bir hatam olmamıştı. İşten kovulmakla ilgili tek bir kelime dahi duymak istemiyordum. Umarım korktuğum başıma gelmezdi!