Bölüm 5

2130 Words
Şaşkınlıktan olduğum yerde kalakalmıştım. Yekta Beyin bir anda değişen hali tavrı, sözleri karşısında ne yanıt vereceğimi şaşırmıştım. Ne olmuştu da bir anda değişmişti, onu da anlayamıyordum. Belki de ona karşı çıkışım, mecbur olmayışımı dile getirişim fikrini değiştirmişti.  "Otur, lütfen." Az önce bir anda ayaklandığım koltuğu işaret ederek ceketini çıkardı ve karşımdaki koltuğa koyup oturmamı bekledi. Ona olan bakışlarıma karşılık vererek bana bakmaya başladı. Aramızdaki bakışma bir süre aynı şekilde devam ettiğinde omuzlarımı düşürüp koyu kahve koltuğa yavaşça oturdum çünkü ona daha fazla bakmak istememiştim. Mavi gözleri tek bir duygu kırıntısı barındırmadan buz gibi bakıyordu. İnsanın tek bir bakışta içi üşür müydü? Üşüyormuş, onu fark etmiştim. Koltuğa oturmamın ardından o da tam karşıma oturdu ve hafif öne eğilerek dirseklerini dizlerinin üzerine koydu ve ellerini önünde birleştirdi. "Akif'in teklifini neden kabul ettiğini öğrenmek istiyorum." Kaldığımız yerden devam ettirdiğinde az önceki kararlı halimden eser kalmamıştı. Aklıma bir anda annem ve Ece gelmişti. Annemin çektiği zorluklar, sıkıntılar... Onun hak ettiği bu değildi. Her ne kadar Ece onun için daha ön planda olsa da ikimiz için de çok çırpınmıştı. Artık rahat etsin istiyordum. Mutlu olmayı hak ediyordu annem. "Ailem için istiyorum." Yekta Bey devam edeceğimi zannettiği veya devam etmemi istediği için olsa gerek bir süre sessiz kaldı. O konuşmayınca ben de aklıma takılan bir soruyu sormak istemiştim. "Peki siz neden böyle bir şey istiyorsunuz?" Ona yöneltilecek bir soru beklemiyor olacak ki şaşırmış ve kısa süreliğine hareketleri duraksamıştı. Ona soru soramam diye bir kural yoktu. Üstelik benim de merak ettiğim şeyler ardı ve cevaplarımı almalıydım. "Biraz karışık aslında. Biraz dedem biraz da kendim için diyebilirim." Tıpkı benim gibi üstü kapalı ve kısa bir yanıt verse de tatmin etmişti beni. Her şeyini bana anlatacağını bekleyemezdim değil mi? Saygı duymalıydım. Birbirimize karşı saygımız olduğu sürece anlaşabileceğimizi de düşünüyordum. "Bu akşam müsait misin? Akşam yemeğine çıkalım. Birbirimizi tanımış oluruz. Ardından sen de kabul edersen ikimizin maddelerinin bulunduğu sözleşmeyi hazırlarız. Sonrasında ailelerle tanışma olur ve evlilik hazırlığına başlarız. Bu arada ailelerin bundan bilgisi olamamalı. Onlardan gizli tutacağız. Herkes ama herkes bizim gerçekten evli olduğumuzu zannedecek." Benim için çok zor ve önemli olan bu konuyu çok basit bir şeymiş gibi anlatıp üstüne üstlük kimsenin bu evliliğin sahte olduğunu kimseye söylememem gerektiği hususunu bastıra bastıra söylemesi karşısında gerilmeme neden olmuştu. Daha anneme ne diyeceğimi, nasıl anlatacağımı bilemezken o sözleşmenin hemen ardından tanışma olsun istiyordu bir de! Annemi gerçek bir evlilik yaptığıma nasıl inandıracaktım ben? Üstelik bu akşam dışarı çıkamazdım. Annem iki gün üst üste dışarıda olmamı istemezdi. Kafasında kurar, evden, onlardan kopacağıma, babam gibi onları bir anda bırakıp gideceğime inandırırdı kendini. Daha önce yaşamıştım. Ne hale geldiğini çok iyi biliyordum. Onu toparlamam çok uzun ve yorucu bir süreç oluyordu. Ece'ninse umurunda olmuyordu. O sadece bildiği ve işine geldiği kadarıyla ilgilenirdi. Sadece annemle bitmiyordu bu huyu. Her konuda böyleydi o. Yekta Beyle aramda bir ilişki olduğunu öğrense şayet yanımdan ayrılmazdı. Hayır, yanlış oldu. Yekta Beyin yanından ayrılmazdı. Onun çevresinde dolanır, bulunduğu ortama girmek için an kollardı. Severdi öyle ortamları. Şaşaayı, parayı, lüksü severdi o. "Maalesef bu akşam olmaz," Kaşları anlamadığını belirtmek ister gibi çatılırken duraksayıp tekrar konuştum. "Yarın olabilir. İş çıkışı. Tabi size de uyarsa." Karşımdaki adamla nasıl konuşacağımı bilemiyordum. Hala algılamakta zorlanıyordum. İleride koca şirketin sahibi olacak olan adamla karşılıklı oturmuş yapacağımız sahte evlilik hakkında çok doğal, normal bir olay gibi konuşuyorduk. Yekta Bey bir süre düşündü. Bana doğru bir atak yapıp kolunu uzattığında irkilerek sırtımı koltuğa yasladım. Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken o bana bakmadan hemen yanımda, masasının üzerindeki telefonu eline alıp eski pozisyonunu aldı. Kısa süreli de olsa yakınlığı kalbimin deli gibi çarpmasına neden olurken nefes alış verişim sıklaşmış, yanaklarım ısınmıştı. Onunsa umurunda değildim. Elindeki kablosuz telefondan bir tuşa basarak kulağına götürdü. "Pırıl, yarın akşam için boğaz kenarında güzel bir restorana iki kişilik yer ayırt." Geriye yaslanıp bacak bacak üstüne atarken Pırıl Hanımın konuşmasını dinlemişti. Hoşuna gitmeyen bir şey olsa gerek kaşlarını çattı ve gözlerini devirdi. "Erkene al ya da ertele Pırıl. Bunu da ben mi söyleyeyim sana?" Bana karşı olan yumuşak tavrı tamamen değişerek buraya ilk geldiğimdeki sert, soğuk hale bürünmüştü yeniden. Demek ki tüm çalışanlarına karşı böyleydi. Biz zannederdik ki Yekta Bey alt çalışanlara karşı böyleydi. Herkese nasılsa Pırıl Hanıma da öyleydi. Herkes neler düşünüyordu bir de benim şahit olduklarıma bak! Yekta Bey Pırıl Hanımın cevabını beklemeden telefonu kapattığında bileğimdeki saatime baktım. Artık gitmem gerekiyordu. Mesainin başlamasına on dakika kalmıştı. Oturduğum yerde dikleştim.  "Ben artık kalkayım." Yekta Bey derin bir nefes alıp elindeki telefonu ortadaki sehpaya bırakıp bana baktı. Bir şey söylemesini bekledim. Kısa süre sonucunda söylemeyeceğine kanaat getirerek gözlerimi gözlerinden çekip ayaklandım. Burada daha fazla kalmamın manası yoktu. "Yarın iş çıkışı otoparkta seni bekliyor olacağım." Konuşmasının sonunda ayaklandığında başımı onaylarcasına sallayıp arkama döndüm ve odasından sessizce çıktım. Söz verdiği gibi beni kapının önünde bekleyen Akif Beyle karşılaştığımda gülümsedim.  İkimiz de yan yana sessizce asansöre yürüdük ve beklemeden iki yana açılan asansörün kapıları arasından geçtik. Kapılar kapandığında yalnız kalmıştık ve Akif Bey bana dönüp bakışlarında var olan soruları sözcüklere dökmüştü. "Nasıl geçti? Anlaşabildiniz mi? Kararın ne olacak?" Ardı ardına sıralanan soruları takip edemeyip Akif Beyin konuşmasını bitirmesini bekleyip son sorusundan sonra ayrıntılarıyla anlatmak yerine sonucu söylemeye karar vermiştim. "Yarın akşam yemeğinde detaylıca konuşacağız. İkimizin de birbirimizi tanıması gerekiyor. Sonuç yemek sonrasında belli olacak." Asansörün kapıları çalıştığım katta durup tiz bir ses çıkartarak kapısını iki yana açtığı sırada Akif Bey anladığını belirtircesine başını salladı. Onun beklediğini görünce iyi günler dileyip asansörden inmiştim.  Düşüncelere boğulmadan hemen önce Musa Müdürün gelip gelmediğini kontrol etmiş, geldiğini gördüğümdeyse mutfağa giderek kahvesini yapmıştım. Odasının önüne geldiğimde kapısını çaldım ve gelememe dair verdiği komutla kapıyı aralayıp içeri girdim. Bilgisayardaki başını benden tarafa çevirip gözlüklerinin üzerinden bana baktı ve şefkatle gülümsedi. Ona karşılık vererek kendimi tebessüm etmeye zorladım. "Gel bakalım Ahu." Kenardaki bilgisayarından ayrılarak masasına döndü ve köşeye bıraktığım kahvesini sürükleyerek kendine çekti.  "Afiyet olsun müdürüm." Odasından çıkmadan hemen önce teşekkür ettiğini işitmiştim. Ona anlatsam yaşadıklarımı nasıl bir tepki verirdi merak ediyordum. Ondan akıl almayı da çok istiyordum ama bu konu kesinliğe kavuşmadan kimseyle paylaşamazdım. Şimdilik olumlu gidiyordu aslında. Annemeyse şimdiden söylemem gerektiğini düşünüyordum. Bir anda çıkıp biriyle görüştüğümü ve evlenmek istediğimizi söylesem sorgulayacağından emindim. Mutfağa girdiğimde biten çayı boşaltıp yerine yenisini yaparken düşüncelerimin yoğunluğu beni bulunduğum ortamdan koparmaktı. Mantıklı kararlar vererek ilerlemeliydim. İleride tüm hayatıma mal olacaktı vereceğim kararlar. Aklımdaysa tonla soru vardı. Ne kadar evli kalacaktık mesela? Ailelerimiz öğrenmeyeceğine göre onlar evliliğimizi gerçek zannedecekti. Bu da demek oluyordu ki aynı evde yaşayacaktık. Bilmediğim, tanımadığım bir adamın yanında nen nasıl rahat edecektim? Annemi Ece’yle bir başına nasıl bırakacaktım. Ece’nin umursamaz tavırları annemi deliye çevirirdi. Sonrasında onu nasıl toparlardım? “Karadeniz’de gemileri batan hanım ne bu dalgınlık!” Betül’ün sesiyle irkilip kendime geldim ve başında beklediğim suyun çoktan kaynadığını gördüm. “Ahu, kime diyorum ben?!” Başımı Betül’e çevirdiğimde gülen yüzü bana baktığında düz bir çizgi haline geldi ve kaşlarını çattı. Onun bulunduğu yerde çok iş olmazdı. O nedenle vaktinin çoğunu benimle geçirmek için yanımda olurdu. İyi de gelirdi bana. Başlarda alışamamıştık birbirimize ama zamanla dertler de sevinçler de bir olmuştu. “Canım sana ne oldu? Ne bu halin?” Endişeli sesinin hemen ardından ellerimi tuttu. Bu kadar endişelenmesi normal değildi. O kadar mı kötü görünüyordum yoksa?  Betül’e anlatabilir miydim acaba? Bir şey derler miydi? Hem Yekta Beyin arkadaşı biliyordu sonuçta. Benim de arkadaşım bilmeliydi. Her konuda eşit olmalıydık. En başında boyun büker ipleri eline verirsem bir daha kendi istediğimi yapamazdım. Bunu ona baştan göstermek için Betül’e anlatma kararını almıştım.  “Betül. Benim sana anlatmam gereken bir şey var.” Ellerimi tutan ellerini sıkıp duvara yaslı L koltuğa oturttum onu. “Ne oldu? Hemen anlat.” Sıkıntılı bir nefes alıp yutkundum. Nasıl anlatacağımı da bilmiyordum gerçi. Beni yargılamazdı biliyordum, tanıyordum arkadaşımı ama insan çekiniyordu işte. Şimdi ya da asla diye içimden geçirip dudaklarımı araladım ve her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlattım. Yekta Beyin Pırıl Hanıma nasıl davrandığını bile anlatmıştım. Aslında ona özellikle değinmek istemiştim. Herkes gibi Betül de onları birbirlerine yakıştırıyordu çünkü. Aralarından su sızmıyor gibi anlatırdı hep ama benim şahit olduğum öyle değildi.  Betül ise beni sessizce dinlemiş, bazı yerlerde şaşkınlığını sesli bir şekilde dile getirmekten çekinmemişti. Bir süre sessizliğini koruduğunda ne düşündüğünü merak etmiştim. Düz tuttuğu yüzünden de bir şey belli olmuyordu. Derken sevincini belli eden bir çığlık attı ve kollarını boynuma doladı. “Çok mutlu oldum çok çok çok fazla hem de! Sen var ya her şeyin en iyisini hal ediyorsun,” Anlık hareketlerine şaşkınlığımdan karşılık veremezken boynumdaki kollarını çözdü ve elleriyle omuzlarımı tuttu. “Bu ne demek oluyor biliyor musun Ahu? Akif’e daha yakın olacağım! Beni artık görmezden gelemeyecek!" Kahkahaları havada uçuşurken mutluluğu bana da bulaşmış, onunla birlikte ben de gülmüştüm. Benim hakkımda ne düşünür endişesi Betül varken boşunaydı. Neden sessiz kaldığını da bu sayede öğrenmiştim. Kahkahaları kesilmiş, yüzünde ufak bir tebessüm kalmıştı. “Derya teyzeye bunu nasıl söyleyeceksin peki? Sahte olmadığına ikna olması için yani.” Sorusuyla duraksadım. Ellerindeki ellerini çekip yüzüme dökülen saç tutamlarımı geriye iterek derin bir nefes aldım. “Bilmiyorum Betül. Fakat bugün anlatmam gerekiyor. Yoksa daha çok sorgulayacak. Neden daha öncesinde haberi olmadığını bilmek isteyecek. Hatta belki de onu önemsemediğimi düşünüp kafasında kurdukça kuracak.” İçimde sıkıntı yaratan endişelerimi ona anlattıkça daha da daraldığımı hissederek yeniden derin bir nefes aldım. Şakaklarıma ağrı girerken gözlerimi sıkıca kapatıp parmak uçlarımla masaj yapmaya başlamıştım. “Bu kadar sıkma canını bir tanem. Bakarsın hiç de öyle düşünmez. Aranızdaki ilişkinin ciddileşmesi için beklediğini söylersin. Hatta çok mutlu olur bence. Özellikle Ece. Bir düşünsene, artık para için canını sıkmayacaksın. Kim bilir belki çok mutlu olursun.” Tesellileri işe yaramış olacak ki söyledikleri beni ikna etmişti. Onunla dertleşmenin bana çok daha iyi geldiğini de fark etmiştim. O olmasa daha da büyürdü içimdeki bu sıkıntı. Ne yapacağımı bilemediğimden kendimi daha da çıkmaza sürüklerdim biliyorum. Aptaldım çünkü. Kendi kendine söz geçiremeyen bir aptaldım. Bu defa ben sıkıca sarılmıştım Betül’e. Ona minnettardım. Her konuda beni rahatlatması çok iyi gelirdi bana. “İyi ki varsın canım arkadaşım.” Kolları belime dolanırken sırtımı sıvazladı. Gerçekten hafiflediğimi hissediyordum. Hal böyleyken ona sıkıntılarımın hepsini anlatsam kuş olur uçardım sanırım.  “Sen de iyi ki varsın canımın içi,” Bir anda endişeyle iç çekip hızla benden ayrıldı. Onun bu ruh hali beni de etkilerken çoktan ayaklanmıştı bile. “Eyvah! Şuna bak mesainin bitmesine çok az kalmış! Hadi ben kaçar. Sen de dikkat et kendine.” Benden bir yanıt beklemeden mutfaktan koşar adımlarla çıktığında ona gülüp başımı iki yana salladım. O her duygusunu doruklarda yaşardı. Çok zıttık aslında bizi ayrı ayrı tanıyan biri arkadaş olmamıza imkansız gözüyle bakardı belki ama birbirimizi tamamlar gibi mükemmel bir dost olmuştuk. Onun ardından ben de ayaklandım var mutfaktaki son işleri de hallettim. Saatime baktığımda mesai çoktan bittiğini görüp temizlik malzemeleriyle dışarı çıkmıştım. Katın tüm masalarını gezip çöpleri öndeki büyük bölmeye doldurmuş, masaları ve en sonunda da zemini silerek işimi bitirmiştim. Mutfağın yanındaki odaya geçip üzerimi değiştirdikten sonra şirketten çıktım ve durağa doğru yürüdüm. Kulaklıklarımı takıp müziği açmadan otobüsün gelmesini beklemiştim bir süre.  Yakında tüm hayatım değişecekti. Hizmetlisi olduğum şirketin ceosunun eşi olacaktım. Bunu düşünmek bile garip hissettirmişti beni. Kim bilir insanlar ne düşünüp arkamdan neler diyecekti bana? Oysa ben kendi emeklerimle bir yerlere varıp adımdan söz ettirmek isterdim. Fakat bazen, hayattaki her şey üzerinize gelerek hedeflerinizi gerçekleştirmenizde ayrı ayrı engel olurdu. Tıpkı benim hayatımda olduğu gibi. Ben istediğim üniversiteyi bile okuyamamıştım.  Hayatımda kimseye muhtaç olmamıştım üstelik. Anlaşmanın hemen sonrasında işime devam edemeyeceğimin bilincindeydim. Sonrasındaysa para isteyemezdim. Bu nedenle bu ayki maaşımdan kendime arttırabildiğim kadar para arttırmalı ve gelecek aya kadar Yekta Beyi oyalamalıydım. Biraz olsun param olursa ondan istemezdim. Bu da o muhtaçlık hissine engel olurdu. Yaşadıklarım kolay değildi. Yaşayacaklarımıysa ön göremiyordum. Nasıl bir hayatım olacaktı? Yekta Beyle gerçekten anlaşabilecek miydik? Aynı evde nasıl kalacaktık? Belki de büyük bir ev tutarsak birbirimizi görmemize gerek kalmazdı. Daha rahat ederdim. keşke annemleri de yanıma alabilseydim. Gözümün önünde olurlarsa onlar için endişelenmeme gerek de kalmazdı. Aksi halde aklımın bir köşesinde hep onlar olacaktı.  Otobüsün gelmesiyle başımı iki yana sallayıp bindim. Akşamın yedisi olmasına rağmen otobüs tıklım tıklım doluydu. Bu nedenle çantamdaki kitabım eve gidene kadar açılamayacaktı. Müziğimi de açmamıştım. Ayaktayken kimin ne yapacağı veya ne söyleyeceği belli olmazdı. Kulaklıklarım kulağımda olduğu için bir şey duymadığımı zannedip söylenenleri de duymazdan gelebilirdim. Kulaklıkların her türlü avantajları vardı. Yol boyunca anneme konuyu nasıl açacağımı düşünüp durmuştum. Ece'ye de söylememesi gerekiyordu. Yekta Bey onunla ne kadar geç tanışırsa beni o kadar yakından tanır ve onunla benzerliğimizin olmadığını rahatlıkla görebilirdi. Onunla iyice konuşmadan Ece'yle tanışma ihtimali ürpermeme neden olmuştu. Korkuyor muydum yoksa? Peki neyden? Ece'nin güzelliğini kullanarak sergileyeceği cesur hareketlerden mi? Kesinlikle evet! Bunca yıl sonra biri çıkıp beni önemseyerek beni koskoca şirketin ileride sahibi olacak adamla tanıştırmışken Ece'nin bunu mahvetmesini istemiyordum.  Ece, Yekta Beyin sadece parasına değil kabul etsem de etmesem de büyüleyen gözlerine ve herkesin dilindeki yakışıklılığına tutulurdu. Yekta Beyin benim kocam olacağı da engel olmazdı ona. Hırslanırsa onu elde etmek için her şeyi yapardı. Gözü beni, biricik ablasını bile görmezdi. İşte tam olarak bundan korkuyordum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD