Dünya 2005
''Hey, gitme vakti.'' Yatakta uyuyan arkadaşını omzundan tutup sarstı. Küçük çocuk gözlerini açtığında üzerindeki uyku tozunu silkeleyerek yavaşça doğruldu. ''Herkes uyudu mu?'' diye karşısındakine sordu.
''Uyudular.''
Küçük çocuk yataktan çıkıp sessiz ve hızlı bir şekilde üzerini değişti. ''Sen hiç uyumadın mı?'' bakışları kendisini bekleyen arkadaşındaydı.
''Hayır, uyuyamadım.''
''Gidelim.''
Büyük yatakhaneden çıkarken Gencay son kez dönüp uyuyan diğer çocuklara baktı. Buraya geleli sadece bir yıl olmuştu ama asla buraya ait olamamıştı. Kendilerine ne kadar iyi bakılırsa bakılsın kurallar altında yaşamak ona göre değildi. Zaten amcası da onun bu yaramazlıklarıyla baş edemediği için yetimhaneye vermişti.
Önden giden arkadaşına yetişip adımlarına uydu. Cebinde sakladığı anahtarı sıkıca kavramıştı. Bunu elde edebilmek için görevlileri haftalarca izlemek zorunda kalmıştı ve sonunda istediğini başarmıştı.
Dış kapıya giden yoldaki tek engel bekleyen güvenlik görevlisiydi. Gencay arkadaşını durdurup duvar kenarına çekti. ''Dikkatini başka yöne çekmeliyiz.''
''Ama nasıl?''
''Bilmiyorum. Acaba koridorun diğer tarafına bir şey atsak sese bakmak için gider mi?''
Mert başını salladı. ''Olabilir ama gelirken bizi de görebilir. Bence bu kaçma işini bir kez daha düşünmeliyiz. Burada bize iyi bakıyorlar neden kaçıyoruz ki?''
''Neden mi? Tabii ki özgür olmak için. İstemiyorsan kalabilirsin.'' Gencay kararlıydı bu gece buradan kaçacaktı.
Mert bu kaçışı hiç istememişti ama arkadaşına da hayır diyememişti. Ne zaman başı derde girse onu koruyan hep o olmuştu. Şimdi bir karar vermesi gerekiyordu; ya arkadaşı için bu güvenli yerden vazgeçip sokakların korkunç kollarına koşacaktı ya da bu güvenli yere sıkıca sarılıp arkadaşına sırt dönecekti.
Gencay arkadaşının uzun sessizliğinden rahatsız olmuştu. ''Seni zorla götürmüyorum. Benimle gelmek zorunda değilsin. Dışarıda sürekli seni koruyamam. Kararını hemen şimdi ver.''
''Dışarıda ne yapacağız? Daha on iki yaşındayız.''
''Anlaşıldı. Sen kalıyorsun ve ben tek gidiyorum.''
Mert açıkça dile getirmese de arkadaşının son sözleri onu bazı şeyleri açıkça söylemekten kurtarmıştı ama hâlâ onun için yapabileceği bir şeyler vardı. ''Zamanı geldiğinde gidersin.'' diyerek güvenliğe doğru yürüdü.
Üzerindeki üniforması ile bekleyen Rıfat ağabeyinin yanına vardığında masumca gülümsedi. ''Rıfat ağabey ben çok acıktım uyuyamıyorum.''
Rıfat karşısındakinin saçlarını gülerek okşadı. ''Bugün ben de hazırlıksız geldim ama hadi gel gidip mutfağa bakalım belki atıştırmalık bir şeyler buluruz.''
Birlikte mutfağa giden yola girdiklerinde Gencay'ın önündeki engelde kalkmış oldu. Dış kapıya doğru koştu. Cebindeki anahtarı yuvasına soktuğunda kalbi hızlanmıştı. Gecenin karanlığına adım atıp derin bir nefes çekti ve kapıyı yavaşça arkasından kapadı.
Önünde uzanan boş sokakta koşmaya başladığında özgürlüğü tüm damarlarında hissediyordu.
Dünya 2009
''Çimen hadi bu şiiri de sen oku.''
Çimen oturduğu sıradan yavaşça kalktı. Tüm sınıfın gözü üzerindeyken şiir okumak çok zor geliyordu. O rakamları seviyordu. Aklından iki yüz elli üç çarpı yüz üç eşittir yirmi altı bin elli dokuz diye geçirdi ama öğretmen ondan sesli bir şekilde şiir okumasını istiyordu.
Sınıftaki diğer öğrencilerin kendisiyle alay edeceği hissine kapılmıştı. Annesinin her hafta götürdüğü Hülya ablası böyle durumlarda sakin olmasını ve düşündüklerinden uzaklaşması gerektiğini söylemişti.
İçinden 'Henüz on yaşındayım ve sadece şiir okuyacağım.' diye kendine küçük bir hatırlatma yaptı. Rahatlayabilmek için rakamlarla oynamaya devam etti. Otuz üç çarpı elli altı eşittir bin sekiz yüz kırk sekiz bu sayıya iki bin beş yüz otuz üç eklersem sonuç dört bin üç yüz seksen bir çıkar.
Bu defa rakamlar onu rahatlamıyordu ve bacaklarında hissettiği sıcaklık ile ağlamaya başladı. Sıra arkadaşı. ''Öğretmenim Çimen altına yaptı.'' dediğinde bütün sınıf gülmeye başladı. Gülmeler arttıkça Çimen olduğunda daha da küçülmüş hissediyordu. İnsanlar neden bu kadar kötüydü? Gözlerine hücum eden yaşlar yanaklarını yakmaya başladı.
Öğretmeni Çimen'i sınıftan çıkarmak için harekete geçti. ''Hepiniz şiiri defterlerinize yazın gelince kontrol edeceğim.'' diyerek Çimen'i elinden tutup sınıftan çıkardı. Küçük kız diğerlerinin hâlâ gülmelerini duyuyordu ve bir daha bu sınıfa dönmek istemiyordu.
Aradan geçen bir saat sonunda Çimen annesinin getirdiği temiz kıyafetleri giymiş ve oturduğu sandalyede yine rakamlarla oynuyor gibi davranıyordu ama aslında öğretmeni ile annesinin konuşmasını dinliyordu.
''Çimen yaşına göre çok zeki ama kimseyle arkadaş olmuyor, konuşmuyor. Bu şekilde sonuçlanacağını bilseydim inanın şiiri okuması için onu seçmezdim.'' Öğretmeninin sesi endişeliydi.
''Bunun için uzman desteği alıyoruz ama ilerleme kaydedemedik. Evde bizimle bile pek konuşmuyor. Sürekli ya aklından ya da yazarak matematiksel işlem yapıyor. Tüm defterleri bu işlemlerle dolu.''
Çimen sessizce düşünüyordu. Rakamlarla oynamanın nesi kötüydü ki? En azından diğerleri gibi bir başkasına gülüp alay etmiyordu. Bütün sınıf onunla alay etmişti. Tam yirmi beş kişiye rezil olmuştu.
Konuşma bitince tekrar sınıfa gitme zamanı gelmişti. Çimen gitmemek için dirense de küçük direnişi başarılı olmamıştı. Sırasına geri döndüğünde duyduğu alaylar ile başını öne eğip sadece sustu. Bu defa ağlamadı. Kendisi küçülüp bir karınca boyutuna inerken diğerleri büyüyüp bir dinozor boyutuna ulaşmıştı.
Dünya 2014
Sıcak güneş gökyüzünde gülümserken Menekşe Hanım uzandığı yerden oğullarını izliyordu. Bugün onların doğum günüydü ama o aynı zamanda kendi doğum günüde kabul ediyordu. İkizlerini kucağına aldığı gün yeniden doğmuştu ve tüm neşesi onlar olmuştu. Bu küçük tekne ise onların en büyük kaçış yeriydi. Ne zaman canları sıkılsa denizin kucağına kendilerini bırakırlardı.
Annesinin yanına gelen Ufuk önce sarılıp yanağında öptü sonra önündeki denize baktı. ''Ben biraz yüzeceğim.'' diyerek üzerindeki tişörtü çıkarıp kenara bıraktı ve serin suların arasına daldı.
Ufuk'u izlemeye dalan mutlu kadın diğer oğlunun kendine sarılması ile gülümsemesini daha da genişletti. Tan annesinin saçlarından öptü. ''Biraz dalış yapacağım.'' dedikten sonra teknenin diğer tarafından suya atladı. İki kardeş birbirinden habersiz farklı yönlerde kendilerini suların kollarına teslim etmişlerdi.
Teknede yalnız kalan Menekşe Hanım oturduğu yerden kalkarak teknenin kenarına yöneldi. Yerde birikmiş suya adım attığında ayağı kaydı ve düşerken başını çarptı. Etrafında yayılmaya başlayan kan gölünün arasında yatmaya devam ederken dudaklarından çıkan nefes bir daha geri dönmedi.
Ufuk ve Tan aynı anda denizden çıkıp tekneye adım attıklarında gördükleri ilk şey annelerinin yerde kanlar içinde yatan bedeni ve bir diğer tarafta ayakta duran ikiziydi. Annesinin yanına ilk giden Tan oldu başını kan gölünden kaldırıp kan akan yarayı eliyle kapatmaya çalıştı ama kolları arasındaki bedenin artık nefes almadığını anlaması çok sürmedi. Ellerini birleştirip kalp masajı yapmaya başladığında kardeşine ''Ambulans çağır.'' diye bağırıyordu ama kardeşi hareketsiz bakmaya devam ediyordu. ''Ufuk, kendine gel ve hemen ambulans çağır!'' diye daha yüksek sesle bağırdı ve kardeşi titreyen elleriyle telefonun tuşlarına bastı. Tan annesini gelen sağlık ekiplerine teslim ederken kabul etmek istemediği gerçeğin farkındaydı.
Her şey bittiğinde kısa tatilleri mezarlıkta son bulmuştu. Başsağlığı dileyen herkes gittiğinde geriye sadece gözü yaşlı iki kardeş kalmıştı.
''Sen yaptın.'' Ufuk yanındakine suçlayıcı gözlerle bakıyordu.
Tan sesine yansıyan üzüntüyle ''Anlamadım.'' dedi.
''Annemi sen öldürdün. Ben denize girdiğimde sen onunlaydın geri geldiğimde anneme sadece bakıyordun beni gördükten sonra onu kurtarmaya çalışıyormuş gibi yaptın.''
''Üzüntüden saçmalıyorsun Ufuk, annemi öldürdüğümü nasıl düşünebilirsin?''
''Sen anne katilisin ama bunu polislere kanıtlayacak kanıtım yok. Aksi hâlde bugün burada değil hapishanede olurdun.''
'Kendine gel.'' Tan kardeşine öfkeyle tokat atmıştı.
Ufuk ateş saçan gözlerle kardeşinin yakasını sıkıca kavradı. ''Sakın bir daha karşıma çıkma yoksa seni kendi ellerimle öldürürüm. Sen benden annemi aldın. Onu senin öldürdüğünü biliyorum.''
''Ufuk canın yanıyor ve suçlayacak birini arıyorsun.'' Tan sakin kalmayı deniyordu ama başaramıyordu. Yüzüne gelen yumruk ile yere savruldu.
''Defol git ve seni öldüreceğimi zamana kadar bunun korkusuyla yaşa.''
Tan ne kadar merhametliyse Ufuk o kadar acımasızdı. Tan üzerindeki ölümcül bakışlardan uzaklaşırken bu meselenin burada kapanmayacağını biliyordu.