Bölüm 3: "Çığlık"

2262 Words
Kendi gölgemin yarattığı enkazın altında, can çekişen umutlarım, hayallerim belki de bir parça geçmişim vardı, bilemiyorum.  Bir çamura saplanmıştım. Attığım her adımda daha derine batıyordum. Çıkmak için çabalıyordum ancak çamur diz boyuydu.   Üzerime sıçramıştı.   Düşünmeden edemiyordum;   Acaba geçmişimin çamuru geleceğimin kanını siyaha boyar mıydı?   Neden olmasındı.   Ne de olsa geçmiş geleceğin fragmanı gibiydi.   Gözlerimi bar tezgahının siyah zemininde dolaştırıp kafamı yukarı kaldırdım. Şuan bar tezgahının üzerinde, alkol şişelerinin bulunduğu rafları temizlemeye çalışıyordum ancak bu iş göründüğü kadar kolay değildi.   Hele 1.69'luk boyla hiç kolay değildi   Sinirli bir nefesi gürültülü bir şekilde dışarı koy verdim. Ne istemişlerdi şişelerden? Aptal gövde gösterisi bizim başımıza patlamıştı. Raflara dağılan cam kırıklarıma üzgün gözlerle baktım, nasıl temizleyecektim onları? Düşersem kötü olabilirdi. Ya kafamı bir yere çarpıp beyin kanaması geçirirdim ya da kolumu bacağımı falan kırardım. En iyi ihtimal bir hafta kıçımım üzerine oturamazdım, yani sanırım.   Karnımda acıkmıştı.   Ben yemek yemeyi seven bir kızdım.   Bir çeşit hobi diyelim.   Henüz yeni yapılmış spot ışıklar gözümü alırken ileriye doğru atıldım ve rafın üzerine abanarak temizlemeye çalıştım.   Ancak beklemediğim bir şey oldu.   Raf kırıldı.   Dehşetle açılan gözlerim ile önce boşluğa düşen elime ardından onu takip eden bedenimi kavramaya çalıştım.   Koca bir SİKTİR.   İstemsizce firar eden çığlığımın yanı sıra gözlerimi kapatarak bu facianın çabucak bitmesini istedim fakat beklediğim olmadı. Bedenim havada asılı kaldı. Hayır, hayır. Bedenim bir çift kol sayesinde düşmekten son anda kurtuldu desek daha iyi olurdu. Gözlerimi araladım ve gri gözlerimin, mavi gözler ile çarpışmasını izledim.   Bu tıpkı...   Bir şey uğruna kaldırılan kadehlerin tokuşturulması gibiydi.   Yutkundum. Zira boğazımda oluşan yumrunun gitmesi için bu gerekliydi. Derin bir nefes aldım, ancak almamayı diledim. Mistik bir koku burnuma doldu, geçtiği yerleri yaktı. Bu kokuyu en başından sevmişti, bilakis sevilmeyecek gibi de değildi.   İfadesiz bakışlarını gölgeleyen çatık kaşlarıyla odağı bendim. Boynunda olan dövmeleri ürkütücüydü ancak ilgi çekiciydi, birkaç saniyelik oraya bakmaktan kendimi alıkoyamadım.   Uzun kirpiklerinin yanaklarında bıraktığı gölgeler hayranlık uyandırıcıydı, kirpikleri bir kızı kıskandıracak derece mükemmeldi.   "Sanırım ölmek için neden arıyorsun?" Bu bir soruydu belki ancak, cevabı gizemli bir soruydu. Ölmek, alam verici bir eylemdi.   "Ölmek için bir nedene ihtiyacım yok." Bu cevabın benden çıktığına bir an inanamadım. Gözlerimi kırpıştırdım, buda nereden çıkmıştı?   Fark ettiğim bir diğer şey ise...   Hâlâ aynı pozisyondaydık.   Beni öyle sıkı kavramıştı ki, düşmemden korkarcasına belki de biraz sahiplenircesine... ya da ben kafamda kendi kendime kurgular oluşturmayı seviyordum. Bu daha mantıklı bir açıklamaydı.   "Demek öyle." Onu başımla onayladım. Nedensizce hep konuşmasını istiyordum. Sesi bir şarkının paha biçilmez melodisi gibiydi, uyuşturucu etkisi yaratıyordu.   Sağ elini gevşetip ayaklarımı serbest bıraktığında ona uyarak ayaklarımı yere indirdim. Diğer elini belimden çekerek benden uzaklaştığında çok kısa bir an boşluğa düşer gibi olsam da çabuk toparlamıştım.   Tanrım bu adam neden bende bu kadar büyük bir etki bırakıyordu?   Bakışlarımı ondan alıp yere çevirdiğimde gördüğüm görüntü ile kısık sesli bir küfür ettim. Henüz yeni temizlediğim yerler kırılan şişeler ile tekrardan pislenmişti. Bu bana hayatın kıçıyla gülme şekliydi anlaşılan.   "Ah, yeter." Sinirli bir soluğu içime çekip kollarımı göğsümde birleştirdim. Artık temizlik falan yapmak istemiyordum, yorulmuştum ve bitkin düşmüştüm. İyi bir gün geçirmemiştim.   Yanımdaki adam ise...kimdi bilmiyordum ancak yetkili birine benziyordu. Belki de Şeytan'ın yardımcısıydı. Nitekim o potansiyel kesinlikle onda vardı. Buzdan bir dubar gibiydi, bakışlarıyla insanı taşa çevirebilir veyahut yok edebilirdi.   "Feza!" Aniden gürültülü bir şekilde yanımda bağıran adam ile oluğum yerde zıplayıp elimi kalbimin üzerine koydum. Tanrı aşkına beni korkudan öldürmek mi istiyordu? Zira biraz daha uğraşsa bunu başarabilirdi. Geniş mekana yayılan ayak seslerinin ardından Feza gözüktü. Elinde bir bez vardı. Önce bana ardından mavi gözlü adama baktıktan sonra dudaklarını araladı,   "Efendim abi?" Mavi gözlü adam sırtını bar tezgahına yasladı bunu yapması ile kolu koluma sürtünmüştü, titredim.   "Buraları temizlet ve rafı düzelttir." Feza başıyla onayladıktan sonra arkasını dönüp tekrar masalara ilerledi. Ben ise bakışlarımı mavi gözlü adama çevirdim. Neden emir veriyordu? Feza burada en yetkili kişiyken şuan başkasından emir alıyordu, tuhafıma gitmişti.   Bakışlarını yanında duran bana çevirdi, alttan bir şekilde ona baktım.   "Sende koltuklarda dinlen istersen, sonrasında arkadaşınla gidebilirsin." Dedi ve bir şey dememe izin vermeden stabil adımlarla yanımdan uzaklaşarak arka tarafa yürüdü.   Pekâlâ, bu dinlenmek için iyi bir fırsattı.   Omuz silkerek koltuklara yürüdüm. Sırtımı arkaya yaslayarak derin bir nefes aldım ve kafamı da arkaya yasladım.   Yorulmuştum.   Göz kapaklarımı kapadım.   Zihnimin perdesi aralıktı ancak çığlılarım susmuştu. Bir fecr, kapalı göz kapaklarıma meyl ediyordu.   Boynumda aslı urgan ipi, bileğimde ise nabzıma dayanmış jiletin izi. Kelimelerim büyük boşluğa yuvarlanmışken çehremde çatırdatan ateşin gölgesinde, kendi meyusum ile baş başaydım. Sessizliğin kör noktasına uyuyan şeytanım zihnimin köhne harabesinde bana ninniler okuyordu.   Dinledim.   Ninnileriyle büyüdüm, günahkâr bir insan oldum.   Kimi zaman tövbe ettim ama kanımda dolaşan günahlar elem vericiydi.   Göz kapaklarıma saplanan mızraklarda bir dolu günah akıyordu.   Aralanan göz kapaklarımın ardında ilmek ilmek işleyen güneş, yüzümü buruşturmama sebebiyet vermişti. Ne zaman uyumuştum? Hiçbir fikrim yoktu. Neredeydim? Yine hiçbir fikrim yoktu. Bu oda bana yabancıydı. Gözlerimi kırpıştırarak odayı tararken fazlasıyla geniş olduğunu fark etmem uzun sürmemişti. İçeride plazmadan tutun, pantuflara kadar her şey vardı. İçeride bulunanlar en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş gibiydi.   Bulunduğum yatak ise geniş ve rahattı. Bıraksalar birkaç gün hiç itiraz etmeksizin burada yatabilirdim lâkin benim burada işim neydi? Kaşlarım çatıldı, içime bir korku yayıldı. En son Kül'de uyuya kaldığımı hatırlıyordum. Buraya nasıl gelmiştim ki?   Ya Mila? O neredeydi.   Kendi düşünce havuzumda beni bitap düşüren sorularımın arasında gürültüyle çalınan kapı ve cevabımı beklemeden içeriye giren kişi ile sıyrılmıştım.   "Günaydın!" Bu hoş ve cıvıltılı sesin sahibi Mila'ydı. İyi insan lafın üstüne gelir sözünü tasdikliyordu.   "Günaydın." Sesim yeni uyandığımdan dolayı boğuk ve hırıltılıydı. Bunu hiç sevmiyordum, sesim kalınlaşıyor ve bir erkeğinki gibi oluyordu. Ah , tanrım...   Mila'yı görmenin verdiği rahatlıkla bedenimi olduğum yerde esnettim. Bu hareketim ile birkaç kemiğim kıtırdamıştı. Ense kökümde ufak bir sızı hakimdi, avuç içimle orayı ovmaktan kendimi alıkoyamadım.   Bu sırada Mila koşarak yatağın üstüne zıpladı. İrice açılmış gözleri ve yüzünde hakim olan gülümseme ile adeta cıvıldadı.   "Ya kızım resmen Kül'ün 3.katındayız. Hani şu herkesin kolay kolay giremediği kat. Harika!" Ensemi ovalamayı bırakıp şaşkın bakışlarımı ona sabitledim.   "3. Kat mı? Ciddi misin? Ama...nasıl?" Sonlara doğru bir fısıltıyı andıran sesimi elbette ki duymuştu. Bugün saçları gri idi. Ne ara fırsat bulmuştu saç spreyi almaya cidden tartışılırdı...   "Ya sen akşam uyuya kaldın aşağıda, Feza seni kucaklayıp götürmeyi amaçlıyordu. Ama mavi gözlü taş gibi olan adam havanın çok fazla yağmurlu olduğunu öne sürerek burada kalmamızı söyledi. Veee seni kendi elleriyle buraya çıkardı!!!" Şaşkınlık, ekşi bir tat gibi genzimi yaktığında dudaklarım aralanmıştı. Ne yani beni kendisi mi buraya çıkarmıştı?   Neden Feza değil de o? Kafayı yiyecektim. 3 gündür kafam fazla bulanıktı. Mila'nın şeytani gülümsemesini gördüğümde aralanmış dudaklarım kapanmıştı.   "Kız, siz bir şeyler yaşadınız da bana mı söylemiyorsun?" Başta idrak edemedim, nefesim kesilir gibi oldu. Göz bebeklerim benden habersiz irileşti, harelerimin genişlediğini hissettim. Ardından aynı saniyeler içerisinde üzerimde duran pikeyi ona doğru fırlattım.   "Kafayı mı yedin sen? Adamı tanımıyorum bile."   "Yani tanısan bir şeyler yaşayacaksın?" Sinsi gülümsemesi hâlâ yüzündeydi.   "He yaşayacağım Mila, yatağıma alıp kedi gibi okşayacağım. Lan manyak mısın? Çekil şuradan tansiyonumu düşürme sabah sabah." Kıkırtılar eşliğinde beni izlemeye devam etti. Ben ise ona aldırmadan ayaklandım, ayaklarım çıplaktı. Beyaz parke zeminde ayaklarımın bıraktığı gürültülü sesler eşliğinde banyo olarak tahmin ettiğim yere yürüdüm. Buranın havası çok ferahlatıcıydı, açıkçası hoşuma gitmişti.   Lüks dizayn edilmiş banyoya beğeniyle bakıp ihtiyacımı görmemin hemen ardından elimi yüzümü yıkadım. Yüzümü temiz bir el havlusu ile kuruladıktan sonra banyodan çıkarak gerine gerine odaya geri döndüm.   Mila hiç yerinden kıpırdamadan, aynı pozisyonunda bana bakıyordu.   Aklımı kurcalayan, beni büyük bir çıkmaza sürükleyen o kadar çok soru vardı ki...   Eğer o mavi gözlü adam beni buraya çıkardıysa, daha doğrusu bizi buraya çıkarma mevkisine sahip biriyse oldukça yüksek mertebede biri olabilirdi. Bunun başka açıklaması olmazdı ki, Feza'nın da o adama saygı duyması ihtimalleri yükseltiyordu.   Kafam karışıktı.   Kahretsin, ne düşünmeliydim?   Hiçbir şey.   Mila ile biraz daha oyalandıktan sonra aşağı inmek için hareketlenmiştim lâkin, karnımda oluşan o hareketlenmenin anlamını henüz bende çözememiştim.   Saçmalamayın tabi ki de heyecanlanmamıştım.   Ne için heyecanlanacaktım ki? Altı üstü aşağıya iniyordum.   Neden mavi gözlü adamı göreceğim için heyecanlanacaktım ki?   Tamam, sakinim.   Zihnimin içinde elem veren düşüncelerim, büyük bir boşlukta yönü olmayan pusula misali salınıyordu.   2. Kata indiğimizde birkaç erkek grubunun bilardo oynamasına gözümü baymıştım, sabah sabah ne işiniz var burada cidden anlamıyorum...   En alt kata, yani Cafe&Bar ikilisine indiğimde etrafımı kaplayan mis gibi kokular ile acıktığımı hissetmem daha bir ihtiraslı olmuştu.   Mila ile hiç beklemeden Feza'yı gördüğümüz arka taraf ilerledik. Sadece çalışanların ve üst mertebelerin girebileceği bir yerdi 'arka' olarak tabir ettiğimiz yer.   Ona ilerlerken ilk dikkatimi çeken önündeki masaya yerleştirilmiş kahvaltılıklardı, iştah açıcı gözüküyordu. Ancak neden bu kadar fazla vardı? Sonra gözlerimi Feza'ya diktim ama anında ilgimi yanında bulunan siluet çekmişti.   Bu, mavi gözlü adamdı.   Gözleri kapalı, başı arkaya yaslıydı. Adem elması tüm ihtişamıyla karşımdaydı.   Neden bilmiyorum, onu gördüğümde kalbim ona itaat edercesine hızlanıyordu. Hayır, bu hoşlanmak veya etkilenmekle alakalı bir şey değildi. Farklı bir şeyler vardı, hissediyordum.   "Günaydın." Dedi neşeyle Mila koltuklardan birine kendini atarken. Feza onu yanıtladı ancak diğerleri sessiz kaldı. Diğerlerinden kastım, dünkü asabi kız, nevale çocuk ve mavi gözlü adamdı.   Boş kalan koltuklardan birine oturup etrafa kısaca göz attım. Kimseyle konuşmak istemiyordum, fazla asosyaldim sanırım. Mesela şuan evde dana gibi yatmak daha cazipti benim için.   "Kerem, dediklerimi yap ve her şeyi bana bildir." Nevale dediğim çocuk yani Kerem, ayaklandı ve bir baş selamı verdi.   "Tamam abi, o iş bende." Ne işi diye sormayacağım, çünkü yanıt alamayacağımın farkındaydım ve beni alakadar eden bir şey değildi. Ayrıcaneden herkes bu mavi göze abi diyordu? Tuhaf hissediyordum...   Hangi mertebedeydi?   Yetkili olduğu kesin ama tam olarak kimdi hâla çözememiştim.   "Of, neden kuyrukları bekledik ki? Ben açım. Geldiklerine göre artık şu yemeği yiyelim." Sinirli bir edayla konuşan Lâl, göbekten bağlama siyah gömlek ve siyah pantolonuyla oldukça karamsar duruyordu. Saçlarını tepeden sıkı bir at kuyruğu yapmıştı ve dudaklarına yedirdiği kırmızı ruj ile güzel gözüküyordu.   "Beklemeseydin, sana bekle diyen mi oldu?" Bunu söyleyen elbetteki Mila'ydı. Ciddi anlamda çenesini tutamama gibi bir problemi vardı. Bazen ona hayret etmiyor değildim.   Lâl, sinirli halinden bozuntu vermeden yüksek sesle konuştu;   "Oldu. Olmasa zaten sizin gibi kokuşmuşu beklemem."   "Beklemeseydin tatlım, beni alakadar etmez. Ayrıca dinime küfreden müslüman olsa bari. Sıktığın parfüm 10 kilometre öteden belli oluyor, görgüsüz olduğunu bu kadar belli etme." Mila bunları söylerken bir yandanda tatlı tatlı gülümsüyordu.   İnsanı uyuz etmesini gerçekten iyi biliyordu.   Tanrım...onun gibi olmak isterdim.   Her ne kadar beni çileden çıkardığı zamanlar ona ayar olsamda dişiliği ve altta kalmayışı her daim beni etkilemişti.   "Ben o parfüme 540 dolar verdim."   "Bu görgüsüz olduğun gerçeğini değiştirmez."   Lâl, Mila ile başa çıkamayacağını anladığı anda kıpkırmızı olmuş suratıyla hiçbir şey demeden kollarını göğsünde birleştirdi. Susmasının bir diğer nedeni de mavi gözlü adamın ona attığı bakışlardan kaynaklı da olabilirdi.   "Geldiğinize göre, başlayabiliriz." Diyen mavi gözden sonra herkes kahvaltılıklara yumulmuştu. Cenk'in getirdiği çayı önüme çekip bir tane küp şeker attıktan sonra ağır ağır yudumladım ve önümdeki patatesleri itinayla yemeye başladım.   Nedenini bilmiyorum ama biraz dalgındım. Göğsümde baş gösteren keskin bir ağrı vardı, bu ağrılardan bıkmıştım.   İlacım çantamdaydı, biraz yedikten sonra ilacımı içmeliydim. Kalp rahatsızlığım vardı. Herkes sessiz sedasız kahvaltısını yaparken ara ara bir çift yakıcı gözün keskin bakışlarını üzerimde hissetsemde dönüp bakmadım.   Neden iki gündür tanıdığı kıza bu kadar bakardı erkekler hiç anlamıyordum. Ancak su götürmez bir gerçek vardı ben bu adamı tanıyor gibiydim. Hissediyordum.   Yemek faslı son bulup herkes ayaklandığında, aynı şekilde ayaklanmak için doğruldum ancak hiç beklemediğim bir anda anlık sarsıntı ile gözlerim irileşti, elimi kalbimin üzerine koydum. Kahretsin!   Kafamı kaldırıp Mila ile göz göze geldim, dudağını ısırarak bana baktı. Bu konuda her daim içi içini kemiriyordu. Sonra kafam benden bağımsız bir şekilde yan tarafa döndü. Beni izleyen mavilikler, dipsiz birer kuyuydu.   Sert çene hatları biraz daha kasıldığında bu görüntüden korktuğumu hissettim.   Gözlerini benden çektikten hemen sonra bakışlarını Feza'ya dikti. Ürkütücüydü. Kalktığım yere tekrardan oturdum.   "Xena ile konuştun mu?" (Zeyna diye okunuyor.)   Feza dudağını ısırarak gergince ona baktı.   "Abi sana kötü bir haberim var..." Mavi gözün kaşları çatıldı.   "Söyle."   "Xena, ortadan kaybolmuş. 1 yıldır kimse nerede olduğunu bilmiyor, işi bırakmış." Merakla onları dinliyor, konunun ne olduğunu çözmeye çalışıyorduk.   "Siktir, nasıl lan?" Elini masaya vurması ile yerimizde adeta sıçramış, Mila ile bakışmıştık.   "Duyduğun gibi abi." Bu sırada Lâl gözlerini baydı.   "Size kız bir koruma istemediğimi söyledim. "   "O sıradan bir kız değildi Lâl, bunu biliyorsun. Ona hayran olduğunu bilmesem gerçekten o kızı istemiyorsun sanacağım." Dedi alaylı bir ifadeyle Feza. Tabi biz hâla konuyu anlamadığımız için saf saf onların suratına bakıyorduk.   Zihnimde dolaşan soru işaretlerinin haddi hesabı yoktu, cevap istiyordum ancak bu da imkansız gibiydi.   "Öyle müthiş bir kadına emir vermek istemiyorum." Bunu söyledikten sonra yüzünü buruşturmuştu.   "Kesin. Bu konuyu araştıracağım, kadın bir koruma sana şar Lâl, tehlikedesin. Seni emanet edeceğim tek insan Xena olabilirdi fakat oda ortada yok." Bakışları sinirli, birazda merak doluydu. Xena denilen kadının nerede olduğunu düşünüyor olmalıydı.   "Sorun ne? Hiçbir şey anlamadım." Dedim allık allık suratlarına bakmaya devam ettiğim süre boyunca. Normalde bu denli meraklı değildim ancak sonuçta bende bir kızdım ve doğal olarak merak duygum vardı.   "Zeyna lakabında bir kadın var, ismini bilmiyoruz ancak öyle sesleniyoruz. Kadın efsane dövüşüyor, benim gibi 5 kişiyi rahat döver yani. Yurt içinde ve yurt dışında tanınılmış bir kadın, ünvanı her yerde duyulmuş. Güçlü kişiliği ve kıvrak zekasıyla herkesin gönlünde taht kurmuştu. Tabi bizimde, fakat ona ulaşamıyoruz. Lâl için bir koruma lazımdı, aklımızda sadece o vardı ama kadın ortada yok. Üzücü bir durum." Diyerek Feza bana açıklama yaptığında ona minnetle baktım.   Kim bilir kadın hangi sebeple ortadan kaybolmuştu...   Garip bir durumdu.   Bir süre daha o kadından bahsettikten sonra aklıma gelen gerçekler ile kaşlarım çatıldı, çenemi tutamadım.   "Bu Varis de ne rahat adam ya, mekanına silahlı saldırı düzenleniyor ama ortada yok. Şaka gibi..." bunu dememin ardından Lâl ve Feza öksürüklere boğuldu. Mavi gözlü adam ise boş bir şekilde yüzüme baktı.   Hiç beklemediğim o cümleyi ortama bomba gibi düşürdü.   "Rahat bir adam olsaydım, şuan burada olmazdım."   Bulutlanan zihnimde veryansın eden fısıltılar, yüksek dozda feveranlar vardı.   Sessiz bir ninni, etrafta okyanus sesi. Birde adam var, okyanusun Varisi.   
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD