"Sadece...56...Gün..."

1074 Words
"Asıl kötülük sırf cennete gitmek için yalandan iyi olmak değil mi?" Islak saçlarımı özenle kurutmaya başladım. Saç diplerim yavaş yavaş rengine dönmeye başlamıştı. Çok para verdim, boyanın aktığından değil, saçımın uzadığından. Allah'tan yağmur sonrası çıkan güneş o kadar sıcaktı ki saçlarımın rengini koyultmuyordu. Bir çıkıyorum mis gibi bronzlaşmışım. Ellerimle saçlarımı geriye atıp aynadaki aksime baktım. Yüzümde bir iki tane küçük iz vardı. Düşerken toprak içindeki küçük taşlar çizmişti sanırım. Bir hafta olmasına rağmen geçemedi bir türlü. Üzerime rahat bir elbise giydim. Bu kadın kıyafetlerini de sanırım Güray alıp geliyordu. Bilmiyorum, bu boş şeye de kafamı yormak istemiyorum açıkçası. Ellerimi çırpmış, dikkatlice ayağa kalkmıştım. Artık sızlamıyordu. Bir iki güne tamamıyla geçerdi sanırım. Kapının önüne çıplak ayaklarımla geldim. Elbisemi tekrar düzelttim ve kapıyı sessizce açtım. Hava yağmurdan sonra o kadar sıcak bir hâl almıştı ki çıplak ayaklarım sayesinde serinliyordum resmen. Merdivenleri yavaş yavaş inmeye başladığım sıra geniş salondan yükselen sesler durmama sebep oldu. Yüksek sesle konuştuklarından değildi , evin iç mimarisi nedeniyle akustik bir hava vardı. Piyano için yapılmış bir ev gibi... "Mina'yı ararken kaybettiğimiz bu bir hafta başımıza bela olacak biliyorsunuz değil mi?" diyen Asır ile merdiven basamaklarından birine oturup saklandım. "Zaten bir kişi eksik olmak bile çok fazla işin aksamasına sebep olmuştu." diyen de Polat'tı. Elimi çenemin altına koydum. Benden bu kadar rahatsız olduklarının farkında değildim açıkçası. "Sorun bu değil." dedi Onur. "Sorun bu kızın peşinde Çinli bir ekip var. Ozan da kolundaki saati de çıkaramadığını söyledi. Sizce de bir gariplik yok mu?" dediğinde Mahmut lafa atılmıştı. "Garip olan tek şey bu görev uzarsa komutanın iki omzunun üstünde bir kafa bırakmadığı o an olacak." Biri ellerini çırptı. "Beyler öncelikle durup bir düşünelim." dedi Koray. Seslerini nasıl bu kadar iyi aklıma kazımış olabilirim? Acaba karıştırıyor muyum? Emekleyerek merdiven basamağının en ucuna geldim ve aşağıda oturan adamları kestim. Yiğit, tekli ve koltuğa geçmiş, para babası gibi oturuyordu. Bir bacağını diğer bacağının üzerine atmış , sırtını iyice geriye yaslamıştı. Sıkkın bir ifade vardı yüzünde. "Evin çevresinde birkaç küçük kamera koyalım. Sığınaklara da öyle. Şüpheli birilerini görürsek o zaman Mina için düşünürüz bazı şeyleri. Ama bir problem yoksa kendi işimizi bir an önce halletmemiz gerek. Haftaya nakliyat gemisi kalkacak." Nakliyat gemisi mi? Ne kadar onları izlesem de gözlerim Yiğit'in yorgun bakışlarına kaydı. Acaba kendini iyi hissetmiyor muydu? "Doğru, bir hafta sonra buradan ayrılmak zorunda kalacağız. Onu ne yapacağız peki?" diyen Onur ile Yiğit elini şakaklarına koymuş ve sertçe ufalamıştı. Gözlerim hepsinin sıkıntılı yüzünde gezindi. "Bence bir hafta eğitelim ve bizimle gelsin. Zaten çok atletik birisi, zorlanmayacaktır." diyen Güray ile dönüp hepsi ters ters ona bakmıştı. Sanırım burada bana en çok inanan Güray'dı. "Biraz mantıklı düşünür müsün Güray?" dedi Koray kaşlarını çatarak. "Bizim ne için gittiğimizi biliyor mu? Hayır. Açıklayabilir miyiz? Hayır. Yıllarca aldığımız eğitimi bir kadına nasıl verebiliriz? Mümkün değil ki yıllarca eğitilmiş kadınları bile askeriyenin bu sahasına atamıyorlar." Derince bir nefes verdiğimde Yiğit bir pacağını sallamaya başlamış ve başını geriye atmıştı. Gerçekten hastaydı sanırım. Acaba çekip gitse miydim? Çok mu sıkıntı çıkartmıştım onun için? Şaka maka bir buçuk aydır benim için perişan oluyordu. Zaten asker olarak çok fazla zorlu işi vardı. Sanırım biraz geri çekilmek gerekiyordu. Ayağa kalktığımda Yiğit ile göz göze geldik. Yayıldığı koltuktan öylece bakmış ve sonrasında dönüp diğerlerine bakmıştı. Kaşlarıyla gitmemi istedi. Başımı iki yana salladığımda kaşlarını çatmıştı. Sessiz bir nefes alıp merdivenleri inmek için ayağımı kaldırmıştım ki aşağıdan kaba bir ses geldi. "Benim bir planım var siz bu konuyu boşverin. Ekipmanları hazırlayın. Kayra ve Polat siz de kameraları hazırlayın. Ben geliyorum birazdan. Mina da uyanır. Güray ile Onur kahvaltı hazırlasın." diyerek hızlıca ayağa kalkıp merdivenlere yürüdüğünde arkamı dönüp koşmaya başladım. Saklanmam gerek! Kendi odama girmek için arkamı kontrol ettim ve kapının kolunu açtığım gibi kendimi içeri attım. Burası benim odam değil. Benim odama göre güneş almayan, depresif ve bakımsız bir hâli olan odaya göz ucuyla baktım. Yan tarafın kapısı açıldı ve Yiğit'in sesi duyuldu. "Mina!" Uslu durmadım. Hem de ikinci kez. Hem onu da görmek istemiyorum. Onunla ilgili bazı problemlerim vardı. Kendimi aşmam lazım. Gözlerim telaşla etrafta gezindirken sonra yatağın altına giremeyeceğimi fark edip perdeye koştum. Ayaklarım gözüküyor! Oradan çıkıp koltuğun arkasına geçmek istedim. Bu ne böyle? Ne zamandır saklambaç oynamıyormuşum ya ... En son baktım olmuyor kendimi bir gayret ile dolaba attım. Dur şu ceketi de giyeyim. Oh...miss...gibi kokuyor... Kendimi , ceketle birlikte, askıya asıp hafifçe sızlayan bacağımı salladım. Beni burada bordo bereliler bile bulamaz. Hehehe... Allah'tan ortam genişti. Üç tane ben sığardı buraya. Gülerek önüme gelen saçlarıma üflemiştim ki kapının açıldığını duydum. Üflerken dışarı uzayan dudaklarımı içeri çekip nefesimi tuttum. Alt dudağımı ısırırken oda içerisinde gezdiğine dair birkaç takırtı geldi. Gözlerimi kapatıp öndeki çeketi yüzümü kapatmak adına kendime doğru çekmiştim ki demire sürten askılığın demiri ile bir gıcırtı oluştu. Metalin metale sürtünmesiyle ortaya çıkan yüz buruşturan, beyin tırmalayan lanet bir ses... Gözlerimi sımsıkı kapatıp yüzümü buruşturdum. Yaramazlığın getirdiği rahatsızlık hissiyle sakat çıplak ayağımı diğer çıplak ayağımın üstüne koyup bastım. Adım sesleri dolabın önüne geldiğinde nefesimi tutup gözlerimi sımsıkı kapattım. Ben onu göremezsem o da beni göremez gibi hissediyordum. Gıcırtıyla açılan dolap ve kendimi astığım askılığın geriye itilmesi. Bir iki adım geri gidince düşmemek için telaşla gözlerimi açıp ellerimi kaldırdım. Yiğit diğer elinin tersiyle kıyafetlerini benden en uzak köşeye ittirdiğinde gözlerimi kırpıştırdım. "Böyle bir kıyafetim olduğunu bilmiyordum." dedi gözlerini kısarak bana bakarken. Alt dudağımı ısırırken yüzündeki alaylı ifadeyi inceledim. "Ama sanki..." diyerek beni baştan aşağı süzüp en son çıplak ayaklarıma baktı. "...bedeni bana küçük." Ağzım kocaman açılırken gözlerimi kırpıştırdım. Ne dedi o? Elimi kaldırdığım gibi vurmak için öne gelmiştim ki ani bir hareketle ile geri çekilmişti. Ensemden çekiştiren ceket yüzünden dengemi kuramayıp düşecektim ki eğilip dolaba girmiş ve sıkıca belimi tutup beni düşmekten kurtarmıştı. "Ya askımı kıracaksın ya da ceketimi yırtacaksın. Çık şurada." dediğinde yüzümü asıp yüzüne baktım. "Aman ne değerli!" Bir elini belime dolayıp diğer eliyle askılığı askıdan çıkarttı ve beni dolaptan çıkarttı. "Lütfen bir daha kendini benim dolabıma asma." derken ensemden doğru ceketin içinden aslıyı çıkartmaya çalışıyordu. Gözlerimi kıstım. Aşırı derecede sinirlenmiştim, utanmıştım ve ağzının üzerine vurasım gelmişti. "Onur'un dolabına asılabilir yani?" dediğimde askıyı kafamdan çıkarırken plastik tarafıyla kafama vurdu. Saçlarım öne doğru savrulurken gözlerimi şaşkın açmış, elimi enseme atmıştım. Sinirle nefes verirken başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Özür dilerim. Sıkışmış." dedi yalandan bir gülümsemeyle. "Seni döverim." dedim öfkeyle. Gülümsedi. "Tabii..." dedi askıyı eli içinde bir silah gibi çevirip tutarak. "...döversin." Yutkundum. Bordo bereli olmanın faydaları. Bordo bereli ile tanışıp bordu bereli olmamanın zararları. Bir iki adım geri çekilip bağırdım. Tıpkı abisi onu kovalayan ufak bir veletin annesine ispiyonlama çabası gibi. Kapıya doğru koşarken çığlık çığlığaydım resmen. "Onur! Yiğit beni dövüyor!!!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD