"Sadece...57...Gün..."

1018 Words
"İnsan sadece bir kez severmiş Mina. Çünkü ikincisinde bilirmiş... Kalbinin değerini kendisinden başka bilemez..." Gözlerimi etrafta gezdirdim. Ayaklarım sallanıyor, ağırlık vermemek için kendimi zorluyordum. Acaba çok mu ağırdım? Yok canım, onca efordan sonra iki üç kilo daha vermiş olmam lazım. "Sıkı tutun." diyen Yiğit ile gözlerimi kırpıştırıp alt dudağımı ısırdım. İstemiyorsam ne olacak? Onun sözüne karşın ellerimi gevşettiğimi fark etmiş olacak ki bir anda dönüp beni yere atacakmış gibi bir hareket yaptı. Kıçımın değeri çok büyük olduğundan hızla kollarımı boynuna doladım. Bacaklarımı sıkıca kavrayıp sırtında biraz daha yukarı çıkarttı. "Ne kadar kaldı?" dediğimde sinirli bir gülüş ile sordu. "Ne o? Yoruldun mu?" Alay ettiğini bu kadar belli etmese olmaz mıydı? "Seni düşünen de kabahat." dediğimde bacalarımı sıkan eli ile yutkundum. "Beni düşünseydin bir sincabın peşine takılıp bizi böyle bir duruma düşmezdin." dedi. Tırnaklarımı omzuna batırıp kendimce tehdit ettim. "Nereden bileyim bir sincabın şerefsiz olabileceğini?" dediğimde gülerek sırtındaki zavallı beni, matador niyetine, salladı. Düşmemek için sıkıca sarıldım. En azından kendisinin boğa olduğunun farkındaydı... "Bir de suçu zavallı sincaba mı atıyorsun?" dediğinde gözlerim kocaman açıldı. "Sana yemin edebilirim ki o asla , ama asla, zavallı bir sincap değildi!" diyerek öfkeyle bağırdım. "O tam bir şerefsiz! Pislik! " diye bağırdım ağaç dallarına doğru. "Sincabın mı yoksa Çinlilerin mi daha şerefsiz olduğunu öğrenmek istiyorsan daha da bağırmalısın." dediği an ağzımı kapatmıştım. Küçük bir kız çocuğunun saklanışı gibi, eğilip çenemi Yiğit'in omzuna koydum ve sol profilini izlemeye başladım. "Korktun mu?" dediğinde çenemi omzuna sürterek başımı iki yana salladım. "Hayır." dedim kendimden emin bir şekilde. Yüzünü görmediğimi düşündüğünden mi ne? Yüzünde çarpık bir gülüş vardı. "Ondan mı sustun?" derken sırtında biraz yukarı çıkarttı beni. "Korkmuyorum." dedim inatla. Dudaklarının üstünde gezdirdi dilini ve dikkatle etrafa baktı. Yolun sonunda bizi Polat ve Kayra bekliyor olmalıydı. "Neden?" Gülümseyerek biraz öne eğildim. Ne tepki vereceğini merak ediyordum çünkü. "Beni korursun çünkü." Adımları yavaşlarken başını bana çevirme gafletinde bulunmuştu. Onca yol beni taşıdığından aldığı derin ve sık nefeslerden birkaçı yüzüme vurdu. Gözlerimi şaşkınca kapatıp açtım. Kahverengi gözlerindeki o sıcak bakış içimi garip bir hisle doldurdu. Mimi, birkaç garip ses çıkarttı. Elimi boynundan çekip alırken geri çekilmeye çalıştım. Kalbim, lütfen yapma. Lütfen saçmalama. O hızlı adımlarla yola devam ederken sessizce yolu izliyordum. Konuşmaya cesaret edemiyordum. Onun da konuşmak gibi bir çabası yoktu sanki. Ayakları altında ezilip ses çıkaran birkaç yaprak, çim ve dal parçası... Gergince başımı geriye atıp ormanı süsleyen yapraklara, yaprakların arasından üzerimize damlayan güneşin ışıklarına baktım. Gerçekten de güzeldi. Yaşamak için bile sebep olabilirdi. İleriden gelen bir erkek sesi ile merakla doğruldum. "Ben geldim." diyen Güray gülerek gözlerime baktığında ben de gülümseyip el salladım. "Ben taşırım Ozan. Yorulmuş olmalısın." Merakla Yiğit'in ne diyeceğini bekledim. Tabii ki yorulmuştu ama o kadar da ağır değildim. Sadece hızlı nefes alıp veriyordu. Taşırdı herhalde beni. "Olur. Yoruldum." diyerek beni yere bıraktığında yüzümdeki gülüş silindi. Olur mu? Güray önümde eğilip sırtını bana döndüğünde başımı kaldırıp Yiğit'e baktım. Ellerini hırkasının omzularına attıktan sonra kendine çeki düzen verdi. Kahverengi gözleri bir an gözlerime denk geldi. Kısa bir bakış atıp gözlerini kaçırdığında kaşlarımı çattım. Ellerini pantolonunun cebine soktu ve ileride bizi bekleyen Mahmut ile Kayra'ya baktı. Hiçbir şey söylemeden yürüyüp gidişine baktım. Yanlış bir şey mi yapmıştım? "Mina?" diyen Güray ile donup kaldığımı fark ederek gülümsedim ve kollarımı Güray'ın boynuna sarıp sırtına çıktım. "Ağırmışsın." dedi ayağa kalkıp sesli bir soluk verirken. "Yalan söyleme." dediğimde gülerek yürümeye başladı. "Ne yalanı? Ne yaptın, sürekli yemek yiyip yattın mı?" Kaşlarımı çatmıştım ki aklıma gerçekten yemek yiyip yattığım gerçeği geldi. Çenemi Güray'ın omzuna koyup Mahmut ve Kayra ile yürüyen Yiğit'i izlemeye başlamıştı. Gerçekten çok mu ağırdım? Bunca yolu nasıl taşımıştı? Gülerek Kayra'nın omzuna elini atışını, göz çevresinin kırışışını, gülünce ortaya çıkan düzgün ama köpek dişlerinin hafifçe sivri oluşunu, kemikli ellerini... Aptallık ettin Mina. Yine, yine ve yeniden... Bu seferki aptallığının bedelini çok acı ödeyeceksin. Belki iyi biri bulabilirim. Belki kendimi kurtarabilirim ama bir gün mutlaka ölecektim. Öldüğümde görmeyi beklediğim bir annem, bir babam vardı. Öldüğümde ise arkamda bırakacak kimsem yoktu. Şimdi, o çukura girmemek için sebepler buluyordum kendime. Yakışıklı, uzun boylu, karizmatik, soğuk, hoş ve oldukça cezbedici bir sebep. Gözlerimi kapatıp derince bir iç çektim. Aptallık ettiğimin farkındayım ama bu bir aptallıktı işte. Engelleyemiyordum. Yolun sonunda büyük şatomuz gözükünce dönüp arkama baktım. Awan iyi miydi acaba? Sırf şeytanın aptal lafları yüzünden ondan kaçmış, başımı yine belaya sokmuştum. Hâlâ neden aptal gibi ona inandığımı bile bilmiyorum. "Geldik." diyen Güray ile Onur koşarak Koray ve Asır'ın arasından geçti ve önüme geldi. "Mina! Nereye kayboldun!?" derken yanaklarımı tuttu ve gözlerime baktı. "Sağ çıkıp gelirsen seni öldüreceğim , diye söz verdim." diyerek saçımı tuttuğu gibi geri çekince ben de uzanıp onun saçını tuttum. "Çabuk en çok değer verdiğim şeyi serbest bırak!" diye çığlık attığımda"aman al be!" diyerek kendi saçını tutan elimi tutup ittirdi. "Gel, seni odana çıkarayım. Kir pas içindesin." diyerek Güray'ın sırtından beni nazikçe indirmiş ve kucağına almıştı. Beraber eve girdiğimizde söylenip duruyordu. "Dedim ki; herhalde portal açıp başka bir boyuta falan gitti. Ne bileyim. " Gülerek elimi çırptım. "Hani derler ya; yer yarıldı da yerin içine girdi, diye. " diyerek gözlerine baktığımda kaşlarını havaya kaldırdı. "Vallahi yeri yardım, bir de utanmadan içine girdim." Attığım devasa kahkahayı gülümseyerek izledikten sonra tek kaşını havaya kaldırdı. "Cidden ne oldu?" dediğinde omzu üzerinden arkaya baktım. Merdivenlerin yarısına kadar çıkmış, diğerlerini arkada bırakmıştık. "Şimdi ben anlatacağım ama sakın diğerlerine söyleme." dediğimde kaşlarını çatmış ve başını aşağı yukarı sallamıştı. "Ciddi anlamda yer yarıldı yerin içine girdim." dediğimde göz devirerek yüzünü çevirecekti ki yanaklarından tutup kendime çevirdim. "İnan bana evlat." dedim tüm ciddiyetimle. "Gizli bir birlikten gelen Şam şeytanı bir sincabın peşine düşmüştüm. Sonrasında ayağım kaydı. Öyle kötü düştüm ki anlatamam. Son zamanlarda da çok yemek yediğimden sanırım kilo almışım." dedim memnuniyetsizce. "Bu cüsseyi toprak taşıyamadı ve heyelan oldu..." dediğimde gözleri kocaman açıldı. Tırnaklarımı yanaklarına geçirip gözlerimi büyüttüm. "Ben ki Mina Çavuş, heyelan yapmış kızım! Herkes haddini bilecek!" Onur alt dudağını ısırdı. Gülmemek için kendini öyle sıkıyordu ki sallanan omuzlarıyla birlikte ben de sallanıyordum. "Afedersin ama sen uçan yeri gördün mü?" dedi gülerek. "Kıçınla dağları devirmişsin." Lafına gücenecek gibi oldum ama o kadar komik gelmişti ki bir kahkaha da ben patlattım. O beni kucağında tutarken, ben onun yanaklarını tutarken, beraber ayı gibi gülerken yaşarmış gözlerime bir silüet ilişti. Yiğit.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD