"Sadece...90...Gün..."

1138 Words
"Herkes ölür küçük kız; güller gibi, günler gibi..." Karalar bağlamış ifadem ile serçe parmağımdaki güllerin hepsinin siyah oluşuna baktım. Vay be... Endonezya'nın balta girmemiş ormanlarında öleceğim günleri sayıyorum. Hiç kimseye nasip olmaz böyle bir ölüm. Vay be... Kilimin üzerinde bağdaş kurmuşken koşarak gelen X ile kaşlarım havaya kalktı. Bu adam neden hep siyah bir savaşçı gibi giyiniyor. Üstelik bu sıcakta? Terlemiyor mu? "Hoşgeld--" Sözüm bitmeden etraftaki eşyaları toplamaya başlayınca yerimden merakla doğruldum. "Acele et, yağmur geliyor." dediğinde kaşlarımı çattım. "Yağmur mu?" demem ile sanki bir haçlı ordusu atlarını dehlemişcesine gelen ses ile korkuyla gözlerim sonuna kadar açıldı. Etraftaki şeyleri aceleyle çadırın içine atarken X kilimi yerden kaldırıyordu. "Bunun yağmur olduğuna emin misin?" diyerek çantaları da küçük çadırın köşesine atmıştım ki bir anda bastıran deli yağmur ile kendimi de zar zor içeri attım. Peşim sıra içeri giren X ile zar zor yutkundum. Bu küçücük çadıra hiç aynı anda girmemiştik. Eşyaları içeri soktuğumuzdan dolayı daha da küçülmüştü sanki çadır. Bağdaş kurarak sırtımı çadıra getirdiğimde elini boynuna attı. Islanmış maskesini çıkarmak adına hamle yaptığında başımı eğdim. "Çıkarmam gerek." dedi seslice. "Önemli değil. Çıkar, ben başımı eğerim. " Birkaç saniye sonra ıslak maske kenara konulunca ensemi kaşıdım. "Yağmur yağdığına emin misin, gök yarılıyor gibi?" dediğimde elini ayaklarına attı ve botlarını çıkarmaya başladı. "Buranın yağmuru böyle." Tek kaşım havaya kalkarken sinsice etrafa bakındım. "Gemi falan yok mu? Ben burdan Çin'e gitsem?" dediğimde birkaç saniye sessizlik oluşunca alt dudağımı yalayıp tek gözümü kapattım ve başımı kaldırdım. Has.... Her şeyiyle bu yüz o yüz. "Gemi ile buradan Çin'e gidebileceğini nereden biliyorsun?" dediğinde yutkundum. Tamam, eğer saatin bir siber silah olduğunu öğrenirse onu benden almaya çalışabilir ve ben de genç yaşımda kolsuz kalabilirim. Üstelik bir ajan yada bordo bereli ise gizli bilgiler yüzünden ağzımı yüzümü bağlayıp okyanusa bir şişe gibi atabilir? Türk askeri Türk vatandaşına böyle şeyler yapmaz! Yapamaz...dediğim sıra çatık kaşlarıyla üzerime doğru gelince elimi gözüme koydum. Kalbim ağzımda atıyordu resmen. Diğer elimi kaldırdım ve yaklaşmaması için aramıza koydum. "Yaklaşma! Bayılmak istemiyorum." dedim. "Hem ne demek gemi ile Çin'e gidebileceğini nereden biliyorum?" iki üç öksürüp derince nefes aldım. "Ülkenin yarıdan çoğu denizlerle kaplı, atlarım bir gemiye tın tın tın giderim, zenginim ben!" dediğimde gelen garip ses ile gözümün üstündeki elimi çektim. Kaşları çatık bir şekilde bileğimdeki saate bakan adama kısa bir bakış atıp ben de saate baktım. "Kalp atış hızınız Dünya Sağlık Örgütü standartlarına göre fazla hızlı. Lütfen, uzanın ve normal bir sıklık ile nefes alırken ayaklarınızı yukarı kaldırın." Alt dudağımı ısırdığım sıra saate ters ters baktım. "Kalbim hızlı falan değil. Yağmur yağıyor, sel olacak diye korkuyorum." dedim çenemi dikleştirerek. "Şu an neredeyiz?" dediğinde tek kaşımı havaya kaldırdım. Eğer sen tilkiysen X ben de senin kuyruğunum... "Karadeniz'de?" dedim gözlerimi kısarak. Yüzüne bakmamaya çalışmak gerçekten yorucuydu. "Yemyeşil ormanı ve böyle çılgın bir yağmuru da hesaba katarsak Trabzon'da olabiliriz?" dediğim sıra saat yine ağzını açtı. "Efendim, şu an..." "Kes sesini!" diye bağırmam ile garip bir ölüm sessizliği oluştu çadırda. Yağmurun çadıra vurdukça çıkan o ses, ağaç yapraklarının oluşturduğu hışırtı ve arada bir gürleyen gökyüzü. "Tekrar başlama..." dedim gergince. Uzunca gözlerime bakınca derin derin nefes aldım. "Şarkı söyleyebilir miyim?" dediğimde biraz geri çekilmek istese de küçücük çadırdan dolayı gidemedi. Dizleri dizlerime değerken başını sallayıp ellerini dizlerine koydu. Gergin olduğum zamanlarda şarkı söylemek gibisi yoktu. Korkunca, ağlayınca, üzülünce... Şarkı bambaşka bir şeydi. Annem yoktu. Babam yoktu. Bağırsam sesimi duyan yoktu. Dört duvar odamın içerisinde iki elim, iki ayağım, sonsuz şarkılarım vardı... " Zaten ıslağım Boğaz'ın ortasında Yaşlarım gizleniyor damlalarında Durma, yağmur durma..." Şarkıyı bilmeyen yoktur herhalde? Beni tanımasa da bu şarkıyı biliyor olması lazımdı. "Cilalanıyor ruhum İstanbul sağanağında Damlalar karışmış elmacıklarıma Durma, yağmur durma..." Ellerimi kucağımda birleştirip gözlerimi kapattım. "Okunmuyor adı artık yıldızlarda Ayrılık yazıyor arkası yarınlarda Sorma bana, sen de onu sorma..." Beni izlediğini hissedebiliyordum. Tenimde garip bir karıncalanma kol geziyordu. "Sorma, sorma doldur boğaziçini Sen doldur, ben içerim efkarımla, kana kana..." Bulutları aratmayan gözlerim tekrardan yaşardığında hafifçe düğümlendi boğazım. Detone olmadım ama. Kaç kere çıkmıştım ben sahneye ağlaya ağlaya. Ailemin ölüm yıl dönümünde kaç şarkı söylemiştim? "Durma, durma doldur boğaziçini Sen doldur, ben içerim yalanlara, kana kana..." Kaç kez denemiştim intihar etmeyi? Kaç kez gökyüzünde aptal bir yıldız olabilmek adına çıkmıştım çatıya? "Durma, canım cayır, cayır yanıyor Söndür yalvarırım Durma, n'olur durma..." Birkaç damla yaş yanaklarımdan süzülüp de ellerime düştüğünde zorlukla yutkundum. Şimdi neredeyim anne? Çok büyüdüm bir bilsen. Siz evde otururken ben size bakabilirdim. Tonla para kazanabiliyorum, herkes beni tanıyor, ben her şeye sahip gibiyim. Kızarmış gözlerimi açıp boş avuçlarımı ıslatan göz yaşlarımı izledim. Ama ellerim bomboş... Alt dudağımı ısırdığım sıra başımın üstünde hissettiğim ağırlık ile gözlerimi karşımdaki adamın yüzünde gezdirdim. Alışıyorum sanırım. Hiçbir şey söylemedi. Sadece öylece durup gözlerime baktı. Saçlarımı sessiz sessiz okşadığında kaşlarımı çattım. "Sen misin?" dedim burnumu çekerek. Yüzünden garip bir gülüş geçtiğinde kalbim duracak gibi oldu. "Beni bu kadar iyi tanıman hoşuma gitti." Ellerim korkuyla titremiş, yüzümdeki bütün kan çekilmişti sanki. Çenem titrerken gözlerine baktım. "Korkuyor musun?" Kaşlarımı çattım. "Sen... şeytansın..." dedim dehşet ile gözlerine bakarken. "Küçükken benden korkmazdın." Uzunca gözlerime baktığında gözlerinin içindeki ufak kızıl parçaları gördüm. Yavaş yavaş yanan, dikkatle bakılmadığı müddetçe görülmeyecek olan o küçük alevleri. "Çünkü ölmek istiyordum. İnsanlar ölmekten korkar." Saçlarımdaki elinin baş parmağı alnıma değdiğinde oturduğum yerden kıpırdayamadığımı fark etmiştim. Bir heykel gibi sabitlemişti beni buraya. "Artık ölmek istemiyor musun?" Nefes almak hiç bu kadar zor olmamıştı. Ya da kendimi zinde tutmaya çalışmak. "Hayır. Ölmek istemiyorum." dediğimde kaşları hafifçe çatıldı. Alnını alnıma doğru yaklaştırdığı sıra X'in siyah saçları alnına dökülmüş, şeytanın kızıl gözleriyle bir araya gelince garip bir hâl almıştı. "O zaman, artık ölümden korktuğun kadar benden de korkuyorsun..." Başımı geriye atıp kurtulmak istedim ama bir türlü hareket edemiyordum. Hareket edememek? Bedenimi kontrol edememek? "Bir dakika..." dedim gülümseyerek. "Bu bir rüya değil mi? Annem şeytanların insanların rüyasına güvendiği yada önem verdiği birinin kılığında girdiğini söylerdi hep." Kızıl gözleri parlarken biraz geri çekildiğinde sinsice güldüm. "İşte şimdi faka bastın." Yüzündeki ifade korkunç bir hâl alırken gözlerime baktı. "Ne anlatmaya çalışıyorsun küçük kız?" Kendimden emin bir şekilde başımı kaldırdım ve gözlerine hırsla baktım. "Bu adamın bedenine girerek beni ondan uzak tutmak istiyorsun değil mi? Çünkü bu adam ya iyi birisi ya da beni iyi birilerinin yanına götürebilecek kişi." Yüzündeki o donuk ifade daha da kendimden emin olmama sebep oldu. "Sana demiştim, ben zeki bir kızım ancak..." diyerek gözlerimi kıstım ve nefesimi tutmaya başlamadan önce sinsice güldüm. "...artık kandırılacak kadar küçük değilim." Bir anda X'in yakışıklı yüzü siyahlara bürünüp de korkunç bir hâl almaya başlayınca sıçrayarak uyandım. Belimi tutan birinin elleri beni sabitlemiş, düşmemem için sıkıca tutmuştu. "İyi misin?" dediğinde nefes nefese dönüp yüzüne baktım. "Ne zamandır uyuyorum?" dediğimde birkaç saniye gözlerime bakıp yüzünü göremeyeceğim şekilde çevirdi. "Şarkının sonunda yüzümü görünce bayıldın." dedi. O kadar uzun bir süredir mi? Nefes nefese etrafa baktıktan sonra gözlerim yanımdaki adama kaydı. Sen benim kurtuluş biletimsin. Az önce girişte onaylattım. Ellerimi uzatıp yanaklarını tuttum ve yüzünü yüzüme çevirdim. Bana yardım edecek olan adamın yüzüne alışmam lazımdı. "Merak etme, artık yüzünü gördüğümde bayılmayacağım..."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD