"Sadece...88...Gün..."

1053 Words
"Umutlar yeşirir derler küçük kız, senin umutlarınsa soluyor..." Baygın bir ifadeyle çadıra bakarken ağlamaklı bir ses çıkardım. "Canlı canlı çürüyorum sanki..." Üç gündür yağmur yağmıyorsa neyim? Bulutlar bir yıllık yağmuru hazır gelmişken bırakalım der gibi üstümüze dökmüştü. Tuvalete gitmek, konserve yemek yemek... Artık midem kaldırmıyordu. X yağmura rağmen çıkıp her gün bir yere gidiyor, akşam üstü geri dönüyordu. Bense çadırın içinde spor yapıyordum. Önce sol omzumun üstünde bir saat, sonra sağ omzumun üstünde bir saat...sırt üstü üç saat. "Offf, dur lan artık! Zaten geberip gidiyorum! Sal da bari yüzüm güneş görsün..." Reva mı bu bana? Ellerimle yüzümü ovuşturduğum sıra yağmur sesi kesilince tek kaşım havaya kalktı. "Oha...dur dur başka bir şey dileyeceğim dur!!" telaşla yerimden kalktım. "Birileri beni bulsun! Çıkartsın buradan!" Gözlerimi sımsıkı kapatmış, tüm imanımla dua ederken bir ses duydum. " Hello! Anybody here!?" (Merhaba! Kimse var mı?) Gözlerim sonuna kadar açılmışken şaşkınca etrafı dinlendim. İki duam birden kabul oldu. Bu işte bir terslik var. Kaşlarımı çatmış, sessizce beklerken birkaç çamura basan ayak sesi geldi. Vıcık vıcık sesler çıkıyordu. Arada ağlardan yere düşen su damlalarının da sesi geliyordu. Botlarımı hızlıca ayağıma geçirdim. Üstüme montumu alırken kaşlarımı çatmış, pembe saçlarımı geriye atmıştım. Hiç ses yapmadan beklerken birden bire konuşan saat ile telaşla koluma baktım. "Tehlike! Tehlike!" Saatin üstünde yeşil bir radar sistemine benzer çizgi çıktı. Kırmızı bir iki nokta yanıp sönmeye başlayınca alt dudağımı ısırdım. "Nereden biliyorsun tehlike olduğunu? Belki köylü?" dediğim sıra birden bire saatin ekranın bir ton yazı geçti. "Adamın cep telefonunu mu hackledin?" dediğimde Çince yazıları Türkçeye çevirince başımdan aşağı kaynar sular döküldü. "Saati alın, kadını öldürün. Cesedini okyanusa atın." Kısacası bu... Korkuyla nefes alıp verirken birinin çadırın etrafında dönüp birkaç kere tıklamasıyla ellerimi ağzıma dayadım. "Kalp atış hızınız..." "Ya başlatma şimdi kalp atışına..." dediğim an çadırın fermuarı aşağı çekildi. "Oh, my God! Can you help me? Please, ı'm lost."(Aman Tanrım. Yardım edebilir misiniz? Kayboldum.) diyerek ağlamaya başladım. Adam uzunca gözlerime baktıktan sonra elini uzattı. "Keep calm, I will help you." (Sakin ol. Sana yardım edeceğim.) dediğinde göz devirmemek için kendimi zor tuttum. "Thank you so much." diyerek yalandan gülümsedim ve tutması adına elimi uzattım. Ona inandığımı düşünmeliydi. "Give me your hand." (El at, elini ver.) Elimi tutup çadırdan çıkmama yardım edince dikkatlice etrafa bakıp ellerimi çırptım. "Can you take my bag. İt's must be black."( Çantamı alabilir misin? Siyah olmalı.) dediğimde kafasını çadıra sokup çantaları kurcalarken X'in ateş yaktığı yere dizdiği ıslanmış taşlardan birini elime alıp hızla arkasına geçtim. "Bir rahat vermediniz!" Taşı adamın ensesine vurur vurmaz geri çekildim. Elini ensesine atıp da baygın bakışlarıyla arkasını dönünce göz göze geldik. "Ne manyak bir şeymişsiniz be!" gerilip gerilip çamur olmuş botumla da beşliğine vurunca ıslak zemine, dizleri üstüne düştü. Hırsımı alamayıp elimi açtım ve yalandan avuç içime tükürdüm. "Şu güne şu gün Osmanlı torunu, Türk çocuğuyuz çok şükür." dedikten sonra en hakikisinden bir tane de şamar attım. İnleyerek yerde kıvranan adam ile çadıra düşmüş olan çantamı alıp X'in her zaman gittiği yola doğru koşmaya başladım. "İmdat!" Avazım çıktığı kadar bağırırken yol üstünde sürekli çamur ve su birikintilerine bastığımdan kayıp kayıp duruyordum. "X! Çinliler geldi, ÇİNLİLER!" Kenarından geçtiğim yıkılmış bir ağacın dalını tutup kopardım ve aşağı doğru çamur üstünde kaya kaya ilerledim. Tam ormanın üst kısmına gelmiştim ki birinin kolumu tutmasıyla yüksek sesli bir çığlık attım. Ağzıma dayanan siyah eldivenler ile gözlerim önce ellerine sonra gözlerine kaydı. X! Allah'ım çok şükür. "Ne halt yiyorsun?" dedi sinirle. Elimi ellerinin üzerine koyup çektim ve sırtımı yasladığı ağacın yan tarafından eğilip geldiğim tarafa baktım. "Çinliler beni buldu. Öldürmek istiyorlar." dediğimde ellerini geri çekip gözlerime baktı. Yüzünde yine siyah maskesi vardı. "Şu saçmalıktan ne zaman vazgeçeceksin?" dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı. "Saçmalık! Saçmalık mı? Sen şaka mısın ya? Uçaktan atladım lan, uçaktan! Senin haberin var mı? Ölümden kaç kere döndüm biliyor musun? Ne saçmalayacağım sana." Uzun uzun gözlerime baktı. "Şizofreni?" Elimin tersini , temiz bir küfür gibi , salladım. "Ya bi' git işine ya! Ne halin varsa gör. Son 80 günüm kalmış burda, onu da Çin işkenceleri ile fantezi yaşayarak geçirmek istemiyorum. Yol üstünde karşılaşırsan birilerine öldür bari de peşimden bir iki kişi eksilsin." dedikten sonra bileğimdeki tokayı çekip ensemdeki pembe kısımlardan başlayarak topladım. "Hadi eyvallah!" Arkamı dönmüş kaçmak üzereyken dirseğimden tutup beni kendine çekti. "Sen ciddisin?" Göz devirmemek adına büyük büyük efor sarf edip gözlerine baktım. "Belki de ciddiliğe devrim niteliğinde bir seviye getirdim." Tam gözlerini kısmıştı ki uzaktan gelen ayak sesleriyle elim ayağım titredi. "Geliyor çomarlar." Dönüp belimi tutmasıyla bağırmamak için alt dudağımı ısırdım. "Ağaçta bekle. Ben halledeceğim. " Telaşla ağacın gövdesini tutup dalına otururken aşağı baktım. "Ya beni görürlerse?" dediğimde göz kırptı. Bu adam hiç göz kırpmazdı... Ya, kesin bir bokluk çıkacak. "Zaten, yem olmanın kuralı bu." Hayır! Hayır! "Ya dom dom kurşunu yersem!" Arkasına bakmadan çekip gittiğinde ağlayarak yüzük parmağındaki güllere baktım. Ağlayacak ne de çok derdim var. Alnımı ağacın gövdesine yaslamış beklerken gelen bir iki ayak sesinden sonra alaylı bir gülüş duydum. "What are you doing?" (Ne yapıyorsun?) Burnumu çekerek aşağıdaki adama baktım. Şerefsiz, yakaladı ya beni ne kadar mutlu. "I saw a Piton!" (Bir Piton gördüm.) Tek ayağı havaya kalkarken endişe ile etrafa bakınca sırıttım. Seni gidi seni... "Not funny."(Komik değil.) diyerek yüzüme baktığında omuz silktim. "Maybe."( Belki.) "Let's down." (Hadi in.) dediğinde alt dudağımı sarkıtıp aşağı baktım. "I can't. İt's so high."( Yapamam. Çok yüksek.) Elini ensesine attığında derince bir nefes aldım. Diğer adama iyi vurmuşum sanırım. Kalkıp gelemedi şerefsiz. "Let's be honest." (Dürüst olalım.) dedim ayaklarımı sallarken. "Why you want to kill me?"(Neden beni öldürmek istiyorsun?) Ellerini ceplerine soktuğunda gözlerimi kırpıştırdım. "I don't want, this is just an order." (Ben istemiyorum, bu sadece bir emir.) dediğinde kaşlarımı çattım. "Who wants?" (Kim istiyor?) Tek kaşını kaldırıp baktığı sıra derince nefes alıp verdim. "I am so pretty, rich and famous. Why his want to kill me? What's the problem? I didn't anything." (Çok güzel,zengin ve ünlüyüm. Neden beni öldürmek istiyor? Problem ne? Hiçbir şey yapmadım.) Sinirden alt dudağımı ısırdığım sıra birden ortama joker gibi dalan X ile adamın kafasının tuttuğu gibi diz kapağının arkasına diziyle vurması bir oldu. Dal parçasının kırılış anı gibi yamulan adamı yere attıktan sonra tek yumruğuyla bayılttı. "Oha! Vallahi bordo bereli falansın!" diyerek ayaklarımı ağaçtan aşağı sallarken alkışladım. "Gel." dedi kollarını açıp gözlerime bakarken. "Geceyi geçirebileceğimiz yeni bir yer bulmamız gerek." Ağaçtan aşağı eğilip gözlerine baktım. Yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. "Artık bana inanıyorsun değil mi?" dediğimde maskesinin altından onun da gülümsediğine yemin edebilirdim. "İnanıyorum."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD