"Sadece...97...Gün..."

1054 Words
"Tik...tak...saatine bak..." Öldüm mü? Olamaz, daha 98 günüm var... Ellerimi alnıma dayayıp doğrulurken derince nefes aldım. Ağrıyan gözlerimi ovuşturup esnerken gelen ses ile kaşlarım çatıldı. "Off..." başım resmen çatlıyor. Yaşarmış gözlerimi elimin tersiyle silerken serçe parmağımdaki on kırmızı gülden üçünün siyaha döndüğünü görünce telaşla gözlerim açıldı. "Ne zamandır uyuyorum lan ben?!" Etrafa endişe ile bakarken kaşlarım daha da çatıldı. Bu çadır da neyin nesi? Karışmış saçlarımı geriye atıp çıplak ayaklarımı kalçamın altına aldım ve çadırın açık kapısından dışarı doğru eğildim. Ormanın ortasındaydım hâlâ. Keşke şeytan ile iki muhabbetin dizini kırarken nasıl öleceğimi de sorsaydım. Elimi enseme atıp çıplak ayaklarımla dışarı çıktım. Vallahi canımı sıkmak istemiyorum ama ölmek için çok genç değil miyim? Depresyon is coming... Ormanın içini kol gezen rüzgar pembe saçlarımı bir gül yaprağı gibi sallandırınca kaşlarımı çattım. Şu an güllerden nefret ediyor olabilirim. "Gidersem bugün bu evden..." Sessiz, eski bir şarkı mırıldanıp çıplak ayaklarıma baktım. Çadırın ön kısmına kilim benzeri bir şey sermişti. Tam da baleye uygun gözüktü gözüme. Son danslarımdı bunlar. Son şarkılarım. Son konserlerim...hayvanlara ve yabani çiçeklere... "Bu can bu hayat düşer gözümden, ben sana deli divane aşığım..." Parmak uçlarımda yükseldim ve ayağımdaki yarayı umursamadan kendi eksenimde kollarımı açarak döndüm. Yıllarca bunların eğitimini almış, gece gündüz şarkı söyleyip söz yazmıştım. Şimdi ise her şeyi elde ettiğimi düşünürken düşüyordum yükseldiğim gökten.... Şarkıları birbirine karıştırıp bacağımın tekini biraz daha yukarı çıkarttım. Hızlıca geri indirip saçlarımı dağıttım. "Ölmeyi bu kadar çabuk kabul edemezsin!" diyerek yumruklarımı sıkmıştım ki arkamdan gelen ses ile olduğum yerde sıçradım. "Uyanmışsın." dediğinde yüzünü görünce başım döner gibi oldu. "Sakın yine bayılma." diyerek elini kaldırdı ve sonrasında cebinden bir maske çıkarıp özenle kafasına geçirdi. Derince bir nefes aldım. Yüzünü görmek bana iyi gelmiyordu. "Yine?" dedim tek kaşımı kaldırarak. "Kaç kere bayıldım ki?" Belindeki kemerden aşağı sarkan tüylü şeye kaşlarımı çatarak baktım. O neydi öyle? "Yüzümü gördüğün her seferde." dediğinde gözlerimi bir an gözlerine çevirip tekrardan belinden aşağı sarkan şeye bakmaya çalıştım. "Kaç kere gördüm ki?" dediğimde bir an duraksar gibi oldu ve gözlerini kaçırdı. Öne doğru eğildim ve kemerine baktım. O neydi cidden? "1 gün boyunca uyuyacak kadar." dediğinde gözlerimi yumup tırnaklarıma baktım. "Fark ettim. Boşu boşuna uyudum." dediğimde belindeki kemeri çözdü. "Dinlenmiş oldun." dedi bilmiş bilmiş. Göz devirdim. "Dinlenmedim, olmayan vaktimi kaybettim." Ters ters yüzüme baktığında beni anlamadığını bildiğimden umursamadan bağdaş kurup oturdum. "Ee, ne zamana geri döneceksin?" dedim saçlarımı toplama ihtiyacı ile huzursuzca kıpırdanırken. "45 gün sonra." Tükürüğüm genzime kaçınca yüzüm morarana kadar öksürdüm. Gözlerim yaşarmış, kendime gelmem uzun bir zaman almıştı. "Şaka mısın? Tamam, sen askersin ok. Ben nasıl geri döneceğim? Yakınlarda başka asker falan yok mu? Dönsem?" dediğimde sanki kendisiyle alay ediyormuşum gibi yüzüme baktı. "18 gün sonra ekip 8 ile konakta buluşacağız. " dediğinde yüzümü astım. "Ya ben öleceğim ya! Öleceğim! Son günlerimi ormanlarda ayılarla geçiremem!" diye bağırdığımda dönüp bana öyle bir bakış attı ki 97 günden önce ölme ihtimalimi sorgulattı. "O zaman, bana buraya kadar yardım ettiğin için teşekkür ederim. Bundan sonrasını artık ben yürüyerek gideceğim." diyerek ayaklanmıştım ki az önceki tüylü şeyin ölü bir tavşan olduğunu görerek dilimi ısırdım. Kalktığım yere sessiz ve dehşet içerisinde geri otururken açık kalan ağzımı ellerimle kapattım. "Amanın, tavşanı mı yiyeceksin? " dediğimde dönüp tavşana baktı. "Sen yemeyecek misin? " O an boğazıma kadar kurumuş olduğumu fark ettim. Şoktan, korkudan açlığımı bile fark edememiştim. Zar zor yutkunup kilimin üzerinde emekleyerek oturduğu yere yaklaştım. "Başka seçenek var mı?" Elini maskesine atmıştı ki telaşla uzanıp elini tutmak istedim ama dokunamadım korkudan. "Sen öyle kal kardeş. Yüzünü görünce yatıp bir daha kalkasım gelmiyor valla. " diyerek geri geri gidip kıçımın üstüne oturdum. "Zaten yakında çokça uyuyacağım." "Arkanı dön." dedi birden bire. "Ne?" Yerdeki tavşanı gösterdi. "Temizlerken bakma. Sonra yiyemezsin." dediğinde elindeki çakıyı havalı bir hareket ile döndürünce hızla oturduğum yerde yuvarlanıp çadıra kadar kaçtım. "Asla bakmam. Sen halledersin. " dedikten sonra ağzıma gelen saçlarımı üfleyerek ittirdim. "Acaba...sırt çantamı gördün mü?" "Çadırın sol köşesindeki çantaların yanında." dedi umursamaz bir ses ile. Kıçım dışarıda kalırken kafamı çadıra sokup çantaları karıştırdım. Kendi çantamı aldıktan sonra makyaj çantamı çıkarıp aynamı elime aldım. "Aaa!" "Ne oldu?" diyerek ayağa kalkan adama avcumu uzatıp yüzümü sakladım. "Bir şey yok! Bakma!" dedikten sonra dehşet içerisinde yüzüme baktım. "Allah'ım tipime bak! Şeytan görsün yüzümü!" dedikten sonra tükürdüm. "Umarım bir daha karşılaşmam o meymenetsiz ile." "Deli midir nedir..." Arkamdan gelen homurdanma ile kaşlarımı şaşkınca kaldırmış, arkamı dönmüştüm ki içi dışına çıkmış , kanlar içindeki tavşanı görerek şoka girdim. "Anne..." diyerek önüme döndüğümde boğazım düğümlendi. İşe yaramayacağını bile bile 'anne' demek kadar saçmaydı hayatım. Dolan gözlerim ile aynadaki aksime baktım ve sonrasında bir ıslak mendil çıkarıp kir içindeki yüzümü güzelce sildim. Eski rengine gelen yüzüme bakıp dudaklarıma dudak kremi sürüp yüzüme nemlendirici sürdüm. Saçlarımı da güzelce tarayıp bir topuz yaptım. Montumu çıkarıp deodorant da sıktıktan sonra doğruldum. "Oh miss, artık güzel güzel ölebilirim." diyerek derince bir nefes almıştım ki gözüm kolumdaki saate takıldı. "Ne geldiyse başıma senin yüzünden geldi, şerefsiz." diye fısıldayıp çıkarmaya çalıştım ama olan sadece bana oldu. Acıyan bileğim ile oflayıp ellerimi enseme attım ve ağrıyan boynumu ufaladım. "Bitti." dediğinde heves ile arkamı dönmüştüm ki kanlı ellerini bir kovadaki suya sokan adam ile göz göze geldik. Suyla ovuşturduğu elleri bir an duraksadığında gülümseyerek yanına gittim. "Ne zamana pişer?" dediğimde kaşlarını çatıp başını eğdi ve ellerini sertçe ovuşturmaya başladı. "1 saat sonra." Gözlerimdeki bütün ışıltı paldır küldür kilimin üzerine dökülürken tekrardan kıçımın üstüne oturdum. "Ciddisin...ama ben çok fena açım." dediğimde ellerindeki fazla suyu atıp yüzüme baktı. Sonrasında ise başını kaldırıp ağaçlara baktı. Ben de merakla başımı kaldırmıştım ki bir armut ağacı görerek ayağa fırladım. "Vallahi armut bu." koşarak kilimi dört döndüm ve en son bulduğum botlarımı yaralı ayaklarıma geçirip ayağa kalktım. "İki tanesi 1 saate kadar yeter bana." Ellerimi çırpıp geriye doğru gittim ve gerilip hızla koştum. Gözüme kestirdiğim en alçak dala tüm hızımla koşup zıpladım ve elimi armutun tekine vurdum ama düşüremedim. "Hadi be! Çok yakındı!" Sağa solan sallanan topuzumun arasından çıkmış birkaç tutam saçımı üfleyerek yüzümden uzaklaştırdım. Tekrardan gerilip zıpladığımda ayağımın altındaki yara çok fena acımıştı. "Düş len!" dedim en son sinirle. Ensemi kaşıyıp armuta kötü bir bakış attıktan sonra olduğum yerde zıplayıp almaya çalıştım. En son pes etmiştim ki yanımda beliren devasa adam bana tepeden kibirli bir bakış attı. Daha ne olduğunu anlamadan elini uzatmış, uzun bacakları ve kollarının verdiği avantaj ile armudu tek denemesinde almıştı. Avuçlarıma bıraktığı armut ile kaşlarımı çatarak gözlerine baktım. "Madem bu kadar kolaydı, neden daha önce almadın?" dedim gözlerine şaşkın şaşkın bakarak. "Sormadın."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD