"Sadece...82...Gün..."

1006 Words
"Zaman aktıkça insanlar büyürmüş küçük kız, sen ise gittikçe küçülüyorsun..." "Hayııır!" Bağırışım ile ayağa kalkıp tepeden bir bakış attı. "Bu kadar abartmana gerek yok." dedi bıkkınca. "Nasıl abartma? Nasıl?" diyerek pantolonumun bir fare tarafından yenmiş paçasına baktım. "Çadıra mı girmiş? Nasıl girmiş? Ya bacağımı da yeseydi?" Dehşet ile açtığım gözlerime bakıp elini ensesine attı. "Dilini yeseydi işimize yarardı." dediğinde oturduğum yerden kalkıp bacağımı havaya kaldırdım. "Bu pantolon özel tasarımdı. Çin'de yürürken insanların bakabileceği kadar özel!" deyip arkamı döndüm ve kalçamdan baldırıma kadar uzanan özel işlemeleri gösterdi. "Bak şuna? Bunu tek tek elleriyle diktiler. Tüm bu desenleri tek tek! Ben de tonla para verdim. Ve? Ve ne oldu? Manyak bir fare kalitenin kokusunu alıp yedi!!!!" Bir bacağım açıkta kalırken sinirle ayağımı salladım. Yırtık pırtık paçam sağa sola sallanırken ellerimi saçlarıma daldırdım. "Olamaz..." Elini omzuma koyduğunda göz göze geldik. "Geçen de benim omzumu bir mermi ısırdı. Anlıyorum." diyerek gerile gerile çadıra girdi ve tüm eşyaları tek tek çıkarmaya başladı. "Bekle!" Telaşla zıpladım olduğum yerde. "Ya küçük basit bir fare değilse?" Gözlerini bir an yumdu ve sonrasında yalandan gülümseyip çantamı kucağıma attı. Tüm eşyaları çıkarttığı sıra kendi uyku tulumuna gözüm takıldı. "Kesin tulumun içinde. " dediğimde önce bana sonra işaret ettiğim tuluma baktı. İşaret parmağını sorarcasına tuttuğunda hızla başımı aşağı yukarı salladım. Tulumu tuttuğu gibi kaldırmasıyla dışarı atlayan devasa bir fare kocaman bir çığlık atmama sebep oldu. Ben mağaranın sağına kaçarken fare de peşime gelince ani bir manevra ile geriye dönüp sola koştum. "Peşime takıldı! Peşime!" Avazım çıktığı kadar bağırırken kalkıp yanıma gelen Yiğit de farenin peşinden koşuyordu. Ben kaçtıkca beni kovalayan fareyi kovalayan Yiğit... "Yakala lan şunu!" diye bağırdığımda ilk defa o da bana bağırdı. "Kolaysa sen yakala!" Mağarayı dört dönerken çığlık attım. "Asker olan sensin!" "Askeriyede fare yakalatmıyorlar!" diye bağırmasıyla zıplaya zıplaya çadırın etrafını döndüm. En son mağaranın çıkışına doğru koştuktan sonra bir an da arkamı dönüp Yiğit'in üzerine koşmaya başladım. Fare şaşırıp bacaklarımın arasından geçip dışarı çıktığında ben de Yiğit'in üzerine atladım. "Gördün mü?" dedim kollarımı boynuna sarıp. "Bugün de zehir gibiyim." bir eli baldırımda diğer eli sırtımdayken derince nefes verdi. "Aynen, zehir gibisin." diyerek surat astığında şaşkınca yüzüne baktım. "Nasıl bana zehir dersin?" dediğimde kaşlarını çatarak yüzüme baktı. "Sen deyince sorun yok da ben deyince mi..."Lafını yağla balla kestim. "Tabii ki sen diyemezsin. Ben kendime istediğimi derim..." gözleri devirdi. "Özel gününde misin?" dediğinde birden kaşlarımı çattım. Bu ağrı, bu sinir, bu stres... "Bunu nereden biliyorsun?" dediğim an bir anda kollarını çekmesiyle kıç üstü yere düştüm. Lan bu beni yere mi attı. Kollarını sirkelerken ensesini kaşıyarak arkasını döndü. "Salladım, tuttu." dediğinde kaşlarımı çattım ve elimi karnıma attım. Sıçtık! Telaşla kalkıp çantama koştum. Yağmura aldırmadan dışarı çıktım ve yağmurun pek gelmediği bir yerde işimi gördüm. "Ya sıçayım ya!" sinirle pembe saçlarımı sarı saçlarıma karıştırırken bağırdım. "Allah'tan şu çantaya her haltı koymak ilk defa işime yaradı!" Sırtımı ağaca yasladığım sıra yumurtalıklarımın rahmimi ısırmasıyla alt dudağımı ısırdım. Sessiz durmanın imkansız olduğu vakit bu vakitti. Ne yazık ki adeti sancılı geçen, zavallı kızlar kategorisinde yer alıyordum. Ellerimi başıma koydum ve gökyüzüne bakıp derince bir iç çektim. Battı balık sırt üstü gider... Ellerimle başımı yağmurdan korurken koşarak mağaraya girdim. Montumu üzerime geçirip kendimi tulumun içine attığımda Yiğit ile göz göze geldik. Bakma bana öyle, ağlayasım geliyor. Gözlerimi kaçırıp cenin pozisyonu aldım. Şimdi bir de üşütmem yok mu? Birkaç kuşun neşeli cıvıltısı sinirimi bozmaya başlamıştı bile. Ben mutsuzken bu neyin mutluluğuydu? Üstelik iç savaş yaşıyordum. Şu an içimde büyük bir yıkım vardı. Ağlamaklı bir ses çıkarıp daha da büzüldüğümde Yiğit kaşlarını çatarak çadıra yanaştı. "İyi misin?" dediğinde başımı iki yana salladım. "Hayır, hırka falan var mı?" dediğim sıra bastıran yağmur ile derince iç çektim. "Bu yağmur ne zaman bitecek ya?" Kafamı iyice bastırıp ellerimi karnımın üzerinde gezdirdim. "Üşüdüm. " Yiğit kaşlarını çatarak etrafa baktı. "Yağmur yağıyor ama etraf sıcak?" dediğinde dolu dolu gözlerimle etrafa baktım. Olamaz... Duygusallık...olamazzz... "Neden yağıyor?" Anlamayarak yüzüme baktığında sessiz, mazlum, küçük bir kız çocuğunu aratmayacak bir tavırla arkamı döndüm. Sıcak su torbası, uyku bandı, birkaç çikolata ve romantik komedi filmine ihtiyacım vardı. Ağrıyan karnıma ellerimi bastırdığım sıra arkadan gelen sesleri umursamamaya çalıştım. Birkaç odun ve çakmak... Uyku hafif hafif bastırırken dişleri sıkıp ses çıkarmamak için kendimi zor tutuyordum. Sadece ilk gün. Sadece bir gün sancı çekeceksin Mina, yarın her şey daha kolay olacak. Uyku giderek omuzlarıma çöktüğünde çadırın içine kafasını sokan Yiğit tepeden bir bakış attı. "Ateşi büyüttüm ve yanına oturman için yer ayarladım. Gel." dediğinde ağlamak üzere olduğumdan dolayı muhtemelen kızarmış olan burnumu çekip başımı iki yana salladım. "Teşekkür ederim ama buradan kalkabileceğimi sanmıyorum. " diyerek daha da büzüldüm. Gözlerim dinmeyen sancı yüzünden hafif hafif dolmuştu. İyice kafamı sürtüp "Acaba üzerime bir şey serebilir misin? Cidden üşüyorum." Eğer ki yaz ayının kavurucu sıcağında olsaydık bile karnımın üzerinde ateşten bozma bir su torbası koyabilirdim. Çünkü ağrı kesici içemeyecek kadar da zayıf bir bünyem vardı. Sessizce uyuyacağım sıra hiçbir şey serilmedi üzerime. Ben de ümidimi kaybetmiştim zaten. Ancak garip bir şey oldu. Yiğit, uyku tulumumun fermuarını açtı ve bir yatak gibi serdi. Yanıma uzanırken kendi uyku tulumunu da açıp üzerimize sermişti. "Sıcak kanlıyımdır." dediği sıra kaşlarımı havaya kaldırmıştım ki kolunu başımın altından geçirip başımı göğsüne getirdi. Bir eli çekingen bir ifadeyle karnıma geldiğinde gıdıklanır gibi oldum. Uzandığım yerde rahatsızca kıpırdandığımda elini belimden çekti. "Allah'tan fesat anlamayacak kadar sancılı bir durumdayım." diyerek sıcacık elini tuttum ve karnımın üzerine koydum. Başımı iyice göğsüne yasladığım sıra gergince nefes aldı. Kolumun biri altta kalırken diğerini karnımın üzerindeki elinin üzerine koydum ve derin derin nefesler aldım. Sıcak, ritmik bir nefes ve dışarıda yağmur sesi. Islak toprak kokusuna eşlik eden adamın garip kokusu. Keskin bir kokuydu ama kokuların adını bilmezdim ve bu koku basit bir kahve kokusu falan da değildi. Sahnede şarkı söyleyip hayranlarım ile dans ettiğim tüm o güzel anları düşünerek gözlerimi kapattım. Yiğit gergindi. Ben de gergindim. Tanımadığım bir adamla bu şekilde yatacak kadar rahat biri değildim. Ancak garip bir şey vardı. Benim için artık utanacak hiçbir şey kalmamıştı. Zaten ölecektim ve belki de hiç kimse sebebini bilmeyecekti. Çok da bir vaktim yoktu, kendimi sıkıp mahvolmuş hayatımı daha da kötü bir duruma düşürecek kadar aptallık edemezdim. Ölecektim madem gamsızlığın dibine vura vura ölecektim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD