"Sadece...81...Gün..."

1014 Words
"Gece çökünce güller kızıl bir iz bırakır..." Garip bir huzur bedenimde kol gezerken esnedim. Ancak gözlerimi açma gereği duymamış, sadece yanağımı yastığıma daha da sürmüştüm. Uzun zamandır böyle rahat hissetmemişim gibi... Allah'ım korkunç bir kâbus gördüm sanki. Aptal birkaç Çinli tarafından kovalanıp şeytan ile anlaşma yaptığım... Başımı iyice sürtüp elimi yatağımın üzerinde gezdirip telefonumu aradım. Saat kaçtı acaba? Ellerim tırtıklı yatağımda gezindikten sonra kaşlarımı çattım. Elime değen garip bir sıcaklık ile telaşla gözlerimi açıp doğrulduğumda bana bakan adam ile bir süre bakıştık. Yiğit'in garip bakışlarına aynı gariplik ile karşılık verirken gözleri aşağı kaydı. Ben de gözlerimi karnına çevirdiğimdemelini tişörtünün altına sokmuş ve benim çapkın elimi yakaladığı gibi dışarı çıkarmıştı. "Bundan ilerisi pek mümkün değil." dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. "Açıklayabilirim." dedim ama o dilini dudağının köşesinden hafifçe dışarı çıkardı ve alaylı bir ifadeyle baktı gözlerime. Utanç, bir tokat gibi suratıma çarptığında tabiri yerindeyse neye uğradığımı şaşırdım. "Güzel bir rüya gördüm. " dediğimde tek kaşı havaya kalktı. "Evdeydim ve işe gidiyordum!" diyerek ne düşünüyorsa kafasından atmaya çalıştım. "Emin misin?" dediğinde stres ile nefes verdim. "Eminim tabii ki!" dediğimde bu sefer de kaşlarını kaldırarak tekrardan aşağı baktı. "Ne zaman kalkacaksın o zaman?" Dediğini anlamayarak hafifçe doğrulmuştum ki boydan boya üstüne yattığımı fark ederek kıpkırmızı oldum. Telaşla ayağa kalktığım sıra dirseğim karnına gelmiş ve bir an hafifçe bükülüp nefesini yüzüme üflemişti. Şaşkınca yüzüne baktığımda pembe saçlarım yüzüne doğru dökülmüştü. "Allah aşkına kalk üstümden. Saat öğlen üçü geçiyor, saatlerdir bir manda yavrusu gibi uyudun ve üstümden bir an bile inmedin." Telaşla kalktığımda kendini çadırdan dışarı attı ve üstündeki tişörtü bir çırpıda çıkarttı. Kaslı vücudu gözüme girince gözlerim yaşardı. Allah'ım, askerlerin en güzel özelliği bu sanırım. Ellerimi çenemin altına koydum ve dizlerimi karnıma çekip kanatlarını izledim. Şu kaslara, şu kemiklere bak... Ağzımın suyunu elimin tersiyle silecek hâle geldiğim sıra arkasını dönüp de benimle göz göze gelince kaşları şaşkınca havaya kalktı. Elimi enseme atıp yarım yamalak sırıttım. "Sen devam et." diyerek de biraz da karın kaslarına bakmaya başladığımda tişörtüyle vücudunu kapatmaya çalıştı. "Sapık mısın?" dediğinde alt dudağımı ısırıp göz kırptım. "Fanlarım yüzünden hiç sevgilim olmadı. Asla bir ilişki yaşamadığım için biraz meraklıyım." diyerek ellerimi çenemin çenemin altında topladım. "Köprücük kemiklerin güzelmiş." dediğimde kaşlarını çatarak geri gitti. "Arkanı dön." dediğinde güldüm. "Ne diyorsun ya... Bir daha böyle manzara göremem. " dedim. "Evlenince görürsün." dedi bilmiş bilmiş. "80 gün içinde kim ile evlenebilirim ki?" dedikten sonra kafamda yanan ampulün ışığı tüm mağarayı aydınlattı. "Benimle evlenir misin?" Yiğit üzerine giydiği yeni tişörtünü düzeltirken bilmem kaçıncı şaşkınlığı ile dönüp yüzüme baktı. "Ne?" dediğinde oturduğum yerden ayağa kalktım. "Doğru, çok sade oldu." diyerek saçlarımı düzelttim ve çadırdan dışarı çıktım. "İlanı aşk ediyorum, benimle evlenir misin?" diyerek kendi eksenimde dönerek yanaştım. "Beraber yaşlanmaya bir kalemde söz verir misin?" Zıplaya zıplaya yanına gelip sırıttığımda işaret parmağıyla alnımı geriye ittirmiş ve beni kendinden uzaklaştırmıştı. "Hadi ama asker çocuk." diyerek üç kere zıpladım. Neden üç Allah bilir ama üç. "Bana ellerini ver..." diyerek uzanıp ellerini tuttuğumda kaşlarını havaya kaldırdı. "...hayat seninle güzel..." Birkaç adım geri gittiğimde ayı gibi üzerime yürüdü. "...sana ömrümü verdim gel kaçma güzel..." Önce sağa sonra sola doğru sallandığımızda kaşlarını çatarak yüzüme baktı. "Ne yapıyorsun?" Sırıtarak yüzüne baktım. "Yürüyorum." Tek kaşı havaya kalktı. "Tanımadığım bir adama mı?" dediğine kaşlarımı çattım. "Neredeyse 20 gündür baş başayız. Adın Yiğit ve 27 yaşındasın. Bordo bereli gibi bir şeysin, askersin. Silah kullanabiliyor, dövüşebiliyor ve bıçakları elinde döndürebiliyorsun. " diyerek sırıttım. "Bence bayağı iyi tanıyorum ya." Ellerini ellerimden çekmeye çalıştığında kaşlarımı çattım. "Biraderim bu elleri tutmak isteyen kaç kişi var haberin var mı?" dediğimde eğilip gözlerime baktı. "İstemeyenlerden senin haberin yok gibi..." Arkasını dönüp üzerine bir hırka geçirdiğinde ağzım açık bakakaldım. Ben şimdi red mi edildim? Ellerimi belime koyup yaşlı teyzeler gibi başına dikildiğimde beni hiçbir şekilde takmamış, doğrulup yüzüme bakmıştı. "Biraz meyve ve balık ile geri geleceğim. Yarın yola çıkacağız." Pembe saçlarımın olduğu kısmı kaşırken yüzümü buruşturdum. "He, şu konak monak diye bahsettiğin yere mi?" dediğimde başını salladı. "Duş alabilirim değil mi?" dedikten sonra yarısı yenmiş paçama bakıp ayağımı salladım. "Bir de kıyafet." "Mümkün. Biraz uzan. Yarın tüm gün yürüyeceğiz. " dediğinde gözlerimi devirdim. "20 gündür oturmaktan kıçımın dümdüz olduğunu düşünüyorum. " dedikten sonra ellerimi kaldırdım. "Sen git de ben bir spor yapayım." dediğimde ters ters yüzüme bakıp gitmişti. O gittikten sonra sinsice etrafı kontrol edip pedimi değiştirdim ve kirlisini de bir kedi gibi gömdüm. Aklıma yapacak başka hiçbir şey gelmemişti... Pantolonunu çıkarttım ve Yiğit'in bıçaklarından birini tedirgince elime alıp pantalonu güzel bir şort olacak şekilde kestim. Püsküllü kısımlarını çakmakla yakıp tekrardan üzerime giydiğimde yüzümde pis bir sırıtış oldu. "Yine zehir gibiyim ya. " Saçlarımı ördüm, yüzüme maskemi sürdüm ve deodorant sıkmak gibi bir mallık yapmadım. Tulumlardan birini kilimin üzerine serdim ve başladım spora. Önce vücudumu esnettim sonrasında haftalık olarak yaptığım spor hareketlerimin aklımda kalanını yaptım. Nefes nefese kalmıştım. Dirseklerimi yere dayayıp başımı da yere koydum. Ayaklarımı yavaş yavaş havaya kaldırıp amuda kalktım. Nefesimi tutmuş dik bir şekilde dururken tişörtüm aşağı düşmüş, göbeğim hafifçe açılmıştı. Birkaç saniye daha beklemeye kararlıyken gelen ayak sesiyle tepe taklak olduğum yerden mağaranın girişine baktım. Elinde üç balık ve birkaç ceviz ile gelen Yiğit'e bakıp nefesimi yavaş yavaş dışarı verdim. Amuda kalktığım yerden bakıştığımız da tek kaşımı havaya, teknik olarak aşağıya, kaldırdım. "Ne baktın birader?" dediğimde gözlerini devirip ateş başına gitti. "Hareketlere bak." diyerek bir dizimin üzerine inip hayata karşı duruşumu eski hâline getirdim. "Beni reddettiğin için çok pişman olacaksın ama çok geç olacak." diyerek ayağa kalktım ve gidip yağmurun doldurduğu kovadan bir avuç su alıp yüzüme vurdum. Maskeyi güzelce yıkadıktan sonra bacaklarımı da biraz su sürüp yıkamaya çalıştım. Neyse artık olduğu kadar. Balıkları temizleyen Yiğit'in yanına oturdum ve bir taş alıp cevizleri kırmaya başladım. "Çok güzel şarkı söylerim, dans edebilirim, bir ara balerin olacak kadar iyi ders almıştım." dedikten sonra sırıttım. "Ama maalesef yemek yapmak gibi bir yeteneğe sahip değilim." Elindeki bıçağı çevirip balığın içini boşalttığı zaman gözlerim dehşete düşmüş bir şekilde açıldı. "Bıçak kullanılan her işte iyiyimdir." dediğinde içten içe dilimi ısırdım. "Demek ki seninle işimiz var." Lafım üzerine başını iki yana salladı. "Zaten yeterince başımda iş var." dediğinde sırıtarak başımı geriye attım ve kırılmış cevizlerden birini elime aldım. Kırık kabukları ateşe atarken çapkın bir ifadeyle gözlerine baktım. "Beni reddettiğin andan beri bir işimiz var..."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD