BEBEĞİM

2944 Words
Günler hızla ilerliyordu. Kerem’in gidişinin üzerinden neredeyse bir ay geçmişti. İpek kendi âleminde hız tutkusunu daha da derinleştirirken, Bora ve Defne de ilişkilerini onaylamayan bunca kişiye rağmen aralarındaki sahte aşkı milletin gözüne sokmaya devam ediyorlardı. Ah Bora! Bir gün bu yaptıklarına çok pişman olacaktı. Aşk sandığı bu yalancı duygu ile birçok kişiyi hayatından çıkarmış, hatta kaybetmişti. İpek elinden geldiğince engellemeye Bora’nın gözünü açmaya çabalasa da boşunaydı. Çünkü Defne, Bora’nın kanını çoktan zehirlemişti. Onların bu hali beni endişelendirirken bir yandan da yorgunluğum artıyor gibiydi. Çünkü son birkaç gündür, hatta bir haftadır kendimi fazlasıyla yorgun hissediyordum. Bedenim uyku için yalvarıyordu. Saatlerce, günlerce, hatta günlerce uyusam sanki bedenim hiç uykuya doymayacak gibi hissediyordum. İştahsızlığımı bu bunalıma veriyordum ama mide bulantılarıma hala bir anlam veremiyordum. İkinci kez tekrarlayan baş dönmesi ile aklıma gelen olasılık gözlerimin yerinden çıkaracak kadar şaşırmama neden olmuştu. İlk ve tek bir gecede hamile kalma ihtimalimin yüzde sıfır olmasına dua etsem de eczaneden aldığım gebelik testi ile banyoda klozetin üzerinde oturuyordum. Bu zamana kadar her şeyin üstesinden geldiğimi düşünerek yerimden kalktım ve bir cesaretle testin içinde bulunduğu paketi yırtıp testi yapmaya koyuldum. On dakikalık bir zamanın sonrasında testi yapmış ve korku dolu düşüncelerimin yerini dolu dolu olmuş bakışlar almıştı. Elimde pozitif olduğunu gösteren iki çizgili teste bakıyordum. Hamileydim. İçimde Kerem Salman’a ait bir bebek vardı ve onun bundan haberinin olması imkânsızdı. Olsa da benimle birlikte olma ihtimalini kabullenemeyerek kaçan bir adam, karnımdaki bebeğe inanmazdı. Gözyaşlarımı tutmayarak hıçkırıklara boğulurken, ne yapacağım konusunda bir fikir bulamayışıma da binlerce lanet okudum. Elimdekileri çöpe atıp, lavabodan çıkacağım sırada kapının ardında karşılaştığım bir çift meraklı göz ile duraksadım. İpek her zamanki bir sorun var ve sakın yok deme bakışını atarken, onun bunu öğrenmemesi için anında bir yalan bulmaya çabaladım. Her zamanki gibi sorunlu bir ailenin kızı olmamdan kaynaklı alaycı bir tavır takındım. Tüm yaşadıklarımı yok saymaya çabalayarak... “Annem ve babam hala boşanmaktansa birbirlerini yemeyi tercih ediyorlarmış. Onlarla aynı evde kalmamama rağmen huzurumu bozabilmelerinden nefret ediyorum. Bu gerçekten sıkıcı olmaya başladı.” Banyodan çıkıp odaya geçtim ve kolumdan tutulup hızla çekilmemle İpek’in inanmadığını belli eden bakışlarıyla karşılaşmam bir oldu. Neden bu kadar şüpheci ve meraklı olmak zorundaydı? İpek net çıkan sesi ile “O gece bardan abimle çıkmışsın. Seni orada bırakmamış. Olan biteni anlatacak mısın yoksa arayıp abimden dinlememi mi istersin? İnan bana, konuşması bittiğinde onu öldürmeme sözü vermiyorum,” dediğinde ise gözlerim kocaman oldu. Ne cevap vereceğimi bilemediğimden öyle bakakaldım. Bunu nasıl öğrendiğinin detayına takılmadım çünkü o İpek Salman’dı. Bilmek istediği bir şey varsa mutlaka öğrenirdi. Kesin o asi arkadaşlarından biri tarafından elde ettiği bilgiydi bu da. Sessizliğime öfkelenerek, “Bana o gece abimle olanları anlat Hande! Sana bu iğrençliği yapan kişinin abim olması beni yeterince delirtiyor. Böyle bir korkaklığı, adiliği nasıl yapabildi? İnan onu aramamak hatta Polonya’ya onun yanına gitmemek için kendimi zor tutuyorum,” diye bağırdığında hiçbir yalanın beni kurtarmayacağını anladım. “Nereden öğrendin?” diye sordum. “Senin bu umursamıyorum ama kederdeyim havan, dışarıdan fazlasıyla belli oluyor. Abimin sürekli nasıl olduğunu sorması, senin o kişiyi hatırlamaman konusundaki saçmalıkların… Lanet olsun Hande! Sen bugüne kadar kendini kaybedecek derecede sarhoş olmadın hiç. Bunların hepsi birleşince, bir de senin o gece taktığın fularını abimin odasında bulunca her şey yerli yerine oturdu. Tarık’tan yardım istedim. O geceki kayıtlara baktık. Abimin seni orada bırakmasını bir kenara koy, resmen seni oradan sürükleyerek çıkarmış. Üstelik neredeyse Kıvanç’ı da dövüyormuş,” dediğinde ise bana kaçacak bir yer bırakmadığını görmüş oldum. Saçmalamanın ya da yalan söylemenin bir anlamı yoktu. Onun için teslim oldum. Göğüslerimi derin bir nefesle şişirerek istediklerini vermeye başladım: “Evet, o gece abinle birlikte oldum. Ama abin sabahında bir ilişkiye hazır olmadığını belirten bir not bırakarak, ben uyanmadan gitmiş. Benim kimle birlikte olduğumu hatırlamadığımı veda partisinde anladı ve huzurla gitti. Bu konu için daha fazla didikleme yapmanı istemiyorum İpek.” İpek’in kocaman olan gözlerle bana bakması biraz sonra kopacak olan fırtınanın habercisiydi ki saniyeler içinde bu beklentimi de karşıladı: “Buna inanmıyorum! Abimin bu şerefsizliği yapıp, öylece gidebildiğine inanamıyorum. Bunun bedelini ödeyecek! İnan bana, ödeyecek! Bu… Bu gerçekten kabul edilir bir şey değil. Hem senin sarhoş olmandan faydalandı hem de bunu hatırlamadığını düşünerek bu fırsatı değerlendirdi.” Öfkeyle soluyordu. “Öyle bir şey yok! O gece beni durdurmak istedi ama ben çok zorladım. Böyle olacağı belliydi ve bu gerçekten kapanmış bir konu. Abinden bir beklentim yok! O yoluna gitti, ben de kendi yolumdayım. Üstelemeyi bırak! Olur da geri dönerse aynı ortamda kalabilmemiz açısından benim onu hatırlamadığımı bilmesi en iyisi, anlıyor musun İpek?” “Anlamıyorum. Hiçbir zaman da anlamayı düşünmüyorum. Hayatının ilk gecesini senden aldı. Ardına bakmadan hatırlamadığını düşündüğü için gitti. Gittiği günden beri burada sorduğundan iki katı fazla seni soruyor.” “Eminim, bir şeyler hatırlayıp hatırlamadığımı; hatırladığım bir şeyler varsa onları seninle paylaşıp paylaşmadığımı öğrenmeye çabalıyordur. Önemseme, ben öyle yapıyorum,” dediğimde ise İpek hızla yanıma geldi. O an nereden geldiğini anlamadığım bir tokat suratıma indiğinde, yerimde sendelemeden edemedim. Elim sızlayan yanağıma çıktığında, yanağımın alev aldığını hissettim. Bu arada hızla kolumu kavrayan İpek beni çekiştirerek aynanın karşısına götürdü. “Şu haline bir bak! Ruh gibisin. Hande iki yaşımdan beri tanıyorum seni. Bakışından, gülüşünden hatta tek bir damla gözyaşından anlarım başına geleni. Bana bu durum umurunda değilmiş gibi davranmayı kes! Ne kadar yara aldığını göremeyecek kadar yabancımı zannediyorsun beni? Sen yıllardır abimi seviyorsun. Bunu görmediğimi, anlamadığımı mı sanıyorsun? Aranızda bir şeyler olmasını; onun sana, senin ona olduğun gibi âşık olmasını ne kadar istediğimi; hatta bunun için ne kadar dua ettiğimi bilemezsin. Abimin bu hayvanlığı affedilecek bir durum değil. Sen onun canı sıkılmasın diye susuyorsun. Ama ben bunu yapmayacağım, anladın mı? Abimi buna pişman edeceğim,” dediğinde ise hıçkırıklarımı tutamadım. “İpek, hayır,” diyebildim. “Neden Hande? Bunun bedelini ödemek zorunda,” dediğinde bana sarılmıştı bile. Hıçkırıklarımın arasından “Bunun bedeli ne olacak? Gelip benle evlenmesi ya da yanımda olması mı? Benim de istediğim bir gecenin sonucunda tüm planlarını altüst edip, benimle olması sence abini mutlu eder mi? O benden nefret eder ve bende kendimden… Abinin ne kadar sert olduğunu biliyorsun. Nefret ettiği kişilere nasıl davrandığını da biliyorsun. Ben bu kadarına dayanamam. Bırak, o benim hatırlamadığımı düşünse de kendi hatırlıyor. Vicdanı onu parçalayacak. Bu sırada ben de kendimi toparlayacağım. Elbet bir gün bunun hesabını soracağım ama bu şekilde değil,” dedim. “Bu çok zor ama yine de senin kararına saygı duyacağım. Ama bir şartla” diye söylenince burnumu çekerek, “Neymiş şartın?” diye sordum. İpek işaret parmağını üzerime doğru tehdit edercesine sallayarak şartlarını sıralamaya başladı. “Eğer seni bir kez daha hayata küstüğünü, kendini bu eve hapsettiğini, yüzünün asık olduğunu görürsem ilk işim sana bir haber vermeden Polonya’ya gitmek ve abimin canına okumak olur. Anladın mı beni? Bunu unutma!” Kolları beni sımsıkı sararken tek düşüncem onun benim hiç kardeşim olduğuydu. Belki bir kardeşim yoktu ama İpek bana bir kardeşin yapabileceği her şeyi yaşatıyordu. Ebeveynlerimiz ayrı olsa da biz kardeştik. ♥ ♥ ♥ Gün boyu içimdeki Kerem ile bana ait olan bu muhteşem varlığı unutmaya çabaladım. Üstelik başardım da. İpek ile beraber hazır herkes okuldayken motor alanına gitmiş, İpek’in Tarık ile beraber hız sınırını aşmasını izlemiştim. O motoru, incecik bedeniyle nasıl idare edebildiğine bir kez daha şaşırmıştım. Kaskı taktığı anda gözleri bedeni ruhu farklı hareket ediyordu İpek’in. Sanki bu dünyaya işletme okuyup şirketlerin başına geçmek için değil de motor ile yarışmak için gelmişti. Anlam veremediğim şey ise nasıl oluyordu da her ikisini de ustalıkla başarabiliyordu? Orada oturup onları ne kadar izlediğimi bilmiyorum ama bu dalgınlıktan “Hey Hande!” diye seslenerek, beni çıkaran Kaan’a şaşkınlıkla baktım. Kaan bu halime gülümseyerek yanıma oturdu. “Çok dalgınsın,” diye söylendi. Bu cümlesini umursamadan “İpek’e bakıyordum,” dedim. “Burada bambaşka birine dönüşüyor. Okulda daha da başka biri oluyor. Her iki karaktere de nasıl bürünebildiğini anlamıyorum.” Kaan bu düşünceme gülümserken, onun masmavi olan gözlerine odaklandım. Mükemmel yüz hatları vardı: keskin ve sert. Bakışlarının ardında gayet esprili ve eğlenceli bir adam saklıydı. Fiziğinden bahsetmesem iyi olacaktı çünkü gerçekten bir kızın aklını başından alabilecek kadar iyi bir bedene sahipti. Yine de onu arkadaştan öte görmüyordum. “İçindeki ruhla bedeni uyum sağlamıyor. Dışarıdan bakan çıtkırıldım, hanım hanımcık, bazen şımarık bir kız sanır. Ama içindeki asi, sert, tutkulu ruh o bedene sığmıyor. Onun için bu şekilde fazla rol yapamaz. Bir gün tamamıyla bu hayatı seçecektir,” dediğinde gözlerim motordan inen İpek’e çevrildi. Haklıydı. İpek asla kalem kâğıt, bilgisayar ve toplantılardan oluşan bir dünyaya ait değildi. O motorunun tepesinde dünyayı turlamak için yaratılmıştı. Kaan konuşmasına devam ederken “Senin de ondan farkın yok. Ama bu farkın kendin bile farkında değildin,” dedi. Gözlerim şaşkınlıkla onunkilerle buluştu. Bu halim Kaan’ın kahkaha atmasına sebep olmuştu. “Sen de hızı seviyorsun. Hızlı yaşamayı, eğlenmeyi sert ve acımasız olmayı... Bazen Defne ile konuşmalarınıza şahit oluyorum. Ona haddini bildirdiğinde gözlerindeki ışıltı paha biçilemez oluyor. Üstelik İpek hız yaptığında heyecanlanıyordun.” “Saçmalıyorsun Kaan,” diyerek susmasını diledim. Kaan tekrar gülümseyerek elini bana uzattı ve emin bir sesle “Gel!” dediğinde gözlerim bana uzanan elde takılı kaldı. Kaan kolumu kavrayıp, daha benim konuşmama fırsat vermeden beni sürükleyerek, modifiyeli arabalardan birinin yanına götürdü. Şaşkınca ona bakarken anahtarı cebinden çıkardı ve bana uzattı. “Al bakalım!” diyerek anahtarı almamı bekledi. Anahtarı almadığımı fark edince hızla yanıma gelip avucuma bıraktı ve arabaya binmemi sağladı. Saniyeler içinde arabayı çalıştırıp hareket ettiğimizde, içimde bir şeylerin kıpırdadığını hissettim. Aylar sonra ilk kez heyecanlanmıştım. Bu Kaan sayesinde mi yoksa bu canavarın hâkimiyetine girmemden dolayı mı bilmiyordum ama kalbim hızlanmaya başlamıştı. Arabayı kullandığım birkaç saniye içerisinde Kaan net bir sesle “Hızlan!” diye emir verdi. Onun verdiği komuta uyup hızı arttırdım. Kaan bununla tatmin olmamışçasına sert bir sesle “Biraz daha...” diye bağırdı. İbre 100’ü gösteriyordu. Bu gayet yeterli bir hızdı ve Kaan daha da sert bir sesle “Hande gazı okşama! Lanet olsun, bas!” diye bağırdığında ise gaz pedalını sonuna kadar zorladım. İbreye gözüm gittiğinde neredeyse 240’ı zorluyordu. Ama içimde patlayan adrenalini hiçbir şey tarif edemezdi. Aldığım zevk ve heyecan mükemmeldi. Bu çok, çok iyi geliyordu. İçimde yükselen bu zevkle avazım çıktığı kadar bağırdım. Bana katılan Kaan kahkahalar atarken bu hazzı sonuna kadar yaşadım. Hız ve içimdeki acının bireşiminin verdiği duygu yoğunluğu fazlaydı. Artık kendimi toparlamalı ve bu kasvetli halimden sıyrılmalıydım. Herkesin görmek istediği Hande olmayacaktım. Kimse benim için “Ne kadar sadesin, ne kadar sıkıcı ve basitsin!” cümlelerini kuramayacaktı. Bu günden sonra en az Kerem kadar kibirli, kendini beğenmiş, tehlikeli ve uçuk olacaktım. Hayatımı içimdeki tutkuyla dolu dolu yaşayacak, bunun için de kimseye hesap vermeyecektim. Kurallar, saygı ve masumiyet yoktu artık. Hayatıma herkes dâhil olabilir, kimi üzeceğime aldırış etmeden kırabilir, lafımı söyleyebilirdim. Eskisi gibi şirin, tatlı, masum Hande’yi içimde öldürüp; yerine herkesin çekici, kibirli acımasız ve kötü olarak algılayacağı bir Hande’yi ortaya çıkaracaktım. Bu içimdeki nefreti, acıyı ve hayal kırıklığını kapatacak, bir daha da kimsenin beni üzmesine izin vermeyecektim. İçimdeki Kerem ile bana ait bu mucize için kendimi toparlamam gerekiyordu. Hız tutkumu öğrendiğim ve kullandığım arabadan indiğim anda İpek’le göz göze geldim. İpek şaşırmıştı. Onun bu haline sadece sırıtarak karşılık verdim. “Bu da neydi Hande? Arabayı bir an Kaan’ın kullandığını sandım. Kahretsin, direksiyonda seni görünce de hayal gördüğümü...” dediğinde içimdeki yaralı kız artık boynunu bükmüş, bundan sonraki hayatını sürdürmek için kuytu bir köşede yalnızlığına çekilmişti. Ve artık sahnede cesur, kendine güvenen, çekici ve bir o kadar da bencil Hande olacaktı. İyi bir yol alıcıydım. Bunun kanıtı da İpek’in bana olan bu bakışlarıydı. ♥ ♥ ♥            Günler sandığımdan da hızlı geçiyordu. Araba kullanıp, üstelik dehşet derecede hız yaptığım o günün üzerinden neredeyse bir ay geçmişti. Mide bulantılarım, iştahsızlık, halsizlik boy göstermeye başlarken, İpek pes etmeden hala Kerem’e haber vermem gerektiğini söylüyordu. Hatta bunu kendisinin yapmak istediğini de belirtiyordu. Tabii ki ona söylediğinde onun canına okumayı da es geçmeyecekti. Bense bunu yapmayı aklından bile geçirirse hayatımın sonuna kadar onun suratına bakmamakla ve ortadan kaybolmakla onu tehdit ediyordum. Bunun onu belli bir süre oyalayacağından engelleyeceğinden emindim ama ne kadar idare edebileceğimden emin değildim. Birkaç aya okul yaz tatiline girecekti. Ben de bu durumu kullanıp Amerika’ya gidecek ve oradan dönmeyecektim. Ailem kendi dünyalarında yaşadığından ve o dünyada benim yokluğum pek fark edilmediğinden bu durumu yadırgamayacaklarından emindim. Her geçen gün daha da iyi oluyordum. Evet, canım fazlasıyla yanmıştı. Bunu kendim istemiştim. Sonuçlarına da kendim katlanmalıydım. Hanım hanımcık, çıtkırıldım, masum kız yoktu artık. Mademki acımamak güç ve mutluluk getiriyordu; ben de öyle olmaya başlamıştım. Tüm duruşum ve yaşantım yavaş yavaş değişiyordu. İpek ile hiç kimseye çaktırmadan hız kulübüne gidiyor, o motor kullanırken ben de adrenalinin doruklarına araba ile çıkıyordum. Bu beni kendime getiriyor, benliğimi bulmama yardım ediyordu. Hamileliğim ise son zamanlarda kasığımda hissettiğim küçük sancılar ve kasılmalar haricinde mükemmel ilerliyordu. Artık kendim için ve içimdeki bebeğim için yaşıyordum. Bu durum gerçekten kendimi iyi hissetmemi sağlıyordu. Kimin ne dediği, neyi hissedip, merak ettiği umurumda değildi. Giydiklerim, tavrım, takıldığım yerler, cesurluğum sadece beni ilgilendiriyordu. Bu dışavurum sayesinde tüm okulun dikkatini çekmeye başlamıştım. Neredeyse tüm erkekler benimle iletişime geçmeye çalışıyordu. Onlara hadlerini bildirmek ise süper bir şeydi. Çoğunu barda görüyordum. Birçoğunu da tanımıyordum. Onlarla dalga geçmek o kadar hoşuma gidiyordu ki tarifi mümkün değildi. Beni tavladıklarını sanmaları, eve davet etmeleri ve sonunda geceye yalnız devam etmeleri bana büyük bir haz veriyordu. Bugün de İpek ile alışveriş yapıp, kendimizi İstanbul sokaklarına salacaktık. Onun için İpek’in evinin önünde kapının açılmasını bekliyordum. Açılan kapıdan bana gülümseyerek bakan İpek’in yardımcısına “Merhaba prenses hanım kalkmadı mı?” diye sordum. Kız o samimi gülümsemesine devam ederek “Kalktı Hande Hanım. Kerem Bey ile telefonda konuşuyor. Aslında ‘Kavga ediyorlar,’ desek daha doğru olur,” dediğinde ise kanımın çekildiğini hissettim. Panikle kocaman olan gözlerim karşımdaki kızın da ürkmesine sebep olmuştu. Bunu umursamadan, “Neden kavga ediyorlar?” diye sordum. Kız önce tereddüt etse de ardından “Kerem Bey dün akşam İstanbul’daymış. İpek Hanım’a da bunu söylememiş. Anladığım kadarıyla kimsenin haberi yokmuş. Fakat gece kulübünde yanında bir kızla paparazziye yakalanmış. İpek Hanım tesadüfen bunu gördü. Daha bunu hazmedemeden, Polonya’ya döndüğünü öğrenince... Anlatmayayım, siz tahmin edersiniz,” dedi. Bu kadarının yeterli olduğunu düşünerek İpek’in odasına koşturdum. İpek’in içeride çılgınlar gibi bağırarak konuştuğu odasının önünde duraksadım. Gerçekten de korkulacak bir ses tonu vardı. Kapıyı açıp onunla göz göze geldiğimde ise bir an duraksadığı, ardından dişlerini sıkıp öfkeli, sitemli ve bir o kadar da kendini tuttuğunu gösteren bir ses tonuyla “Abi sen tam anlamıyla bir geri zekâlısın. Bu bitmek bilmeyen yükselme hırsından ve kibrinden dolayı neleri kaçırdığını ya da neleri kaybettiğini bir bilsen, inan bana, en az benim sana olan nefretim kadar nefret edersin kendinden,” dediği anda nefesimi tuttum. Neyse ki söylediği bu cümlelerin ardından onun soru sormasına ve büyük bir hata yapıp ona olan biten hakkında herhangi bir şey söylemeden hızla telefonu suratına kapatması benim biraz da olsa rahatlamamı sağlamıştı. Yine de hırsını alamayan İpek, kapanan telefonu sertçe duvara fırlattı. Duvara hızla çarpan telefon paramparça olurken İpek sinirle söylenmeye devam etti: “Geri zekâlı, beyinsiz! Beni burada bu gereksizlerle bir başıma bıraktığı yetmiyormuş gibi İstanbul’a geliyor, işlerini hallediyor, barda hatunlarla görüşüyor ve dönüyor. Bir insan abi olduğunu, arkadaş olduğunu ya da annesi olduğunu nasıl unutur? Hande annem o pislik adam ile evleniyor ve abim hiçbir şey yapmıyor. Ben de engelleyemiyorum. Kafayı sıyırmak üzereyim. Üstelik Can da saçma sapan konuşuyor. Son zamanlarda ilgisiz, sürekli bir işi var. Ders çalışıyor ya da müsait değil. Kaç gündür okulda da görmüyorum,” dediğinde derin bir nefes aldım. Abisi konusunda haklıydı. Resmen işkolik olmuştu. Kendini sıfırdan yaratmak adına birçok değeri geride bırakmıştı. Öfkeden deliye dönen arkadaşım için ne yapabileceğimi düşünürken, gözlerim yatağın üzerine gelişi güzel fırlatılmış tabletle buluştu. Kalbime saplanan hançer misali ise nefesim kesildi. Gözleri şehvet ve istekle yanındaki esmere birkaç saat sonra neler yapılacağının habercisiymiş gibi bakan Kerem, gözlerimin dolmasına canımın ta derinden yanmasına sebep oldu. O gözlerin bana bu şekilde bakması ve bu hissin gerçek olması için yıllarca dua etmiştim. Karşılığında da tek bir gece ile cezalandırılmıştım. Hala onu sevebilme ihtimalime ve bu kadar aciz olabildiğime şaşırıyordum. Neden bu kadar aptalca bir aşktı ki bu hissettiğim? Adam resmen gününü gün ediyordu. Bense onun bebeği karnımda, hayatımın geri kalanını nasıl yaşayacağımı düşünüyordum. Bu hiç adil değildi. Ondan nefret ediyordum. Bu halimi fark eden İpek “Hande...” diye seslenince ona şaşkınca bakan gözlerime öfkeyle derin bir nefes alarak baktı. “Bunu tek başına yaşamak zorunda değilsin. Haberi olsa yanında olmaya çabalayacaktır. Belki de sandığından daha çok yanında olacak. Artık şu inadına bir son ver!” Öfkemi dizginlemeye çabalayarak, karşımda duran İpek’e tableti gösterdim. Ekranda gülerek şehvetli bakışlar saçan Kerem’i işaret ederek “Bu adama mı söyleyeyim?” diye sordum. “Daha bir ay önce benimle aynı yatakta yatan, sabahında bir not bırakıp sessizce kaçan ve kim olduğunu hatırlamama ihtimalime karşılık notta adını dahi yazmayan bu adama mı söyleyeyim?” Nefes aldım. “Tamam, ne söyleyeyim İpek? Şey Kerem, biz o gece birlikte olmuştuk. Sen sabahında kaçtın. Sonra da o gece yaşanmamış gibi davrandın. Ama ben hamileyim. Adam ol, karnımdakine ve bana sahip çık mı diyeyim? İstanbul’a kadar gelip seni dönen adama, ‘Baba oluyorsun,’ dersen dünyanın öbür ucuna kaçar. Ben abini hayatımda istemiyorum. Sen de bu durumu bir daha gündeme getirmeyeceksin! Anladın mı?” dedim. Az evvel elime aldığım tableti içimdeki tüm öfkemi kusmak adına karşımdaki duvara savurdum. Sanki karşımda Kerem varmış gibi... Derin bir nefes alıp kendime gelecektim ki kasıklarıma saplanan o keskin acı ile iki büklüm kaldım. Lanet olsun, ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ama kasıklarıma saplanan bu acı ile avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Bu gerçekten katlanılması zor bir acıydı. Acıyla “İpek!” diye haykırdım. Bacaklarımdan aşağıya süzülen sıcaklıkla bacaklarıma baktım. Başımın döndüğünü, gözlerimin karardığını hissettim. İçimden bir şeylerin sökülüp aktığını da... “Bebeğim...” diye mırıldandım. O sırada içeri giren Bora’nın şaşkınlık korku karışımı sesiyle “Hande!” diye bağırışını duydum. Acı tüm bedenimi ele geçirmişti ve yaklaşan karanlık tüm seslerin uğultuya dönüşmesine sebep oluyordu. O uğultunun sona ermesini bekledim. Karanlık beni uğultudan kurtarıp, sessizliğe gömerken sesler de kesilmişti. Bir uyku ağırlığı gelmiş ve beni içine çekmişti. O karanlığa kendimi bıraktım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD