HATIRLAMIYOR MUSUN?

2351 Words
Gözlerime hücum eden gözyaşları hızla yanaklarımı ıslatırken, içimde yükselen öfke tüm bedenimi kontrolü altına almaya başlamıştı. Tüm sinir uçlarım zonkluyor ve bedenim öfkeyle kasılıyordu. Notu elimin içinde büktüm ve sıktım. Dişlerim birbirine kenetlenirken, hızla yerimden kalktım. Yatağımın üzerinde ne varsa çekip attım. Bu savrulma ile çarşafta gördüğüm kan lekesi öfkemi daha da şiddetlendirdi. Avazım çıktığı kadar çığlık atıp içimdeki öfkeyi kustum. O sırada içeriye dalan İpek, şaşırmış bir şekilde “Hande…” diye korkuyla seslenince ona hiçbir şey söylemeden sadece yerimden kalkmaya çabaladım. Öfkem dur durak bilmiyordu. Şu anda Kerem yanımda olsa onu parçalayabilirdim. İpek bana sanki delirmişim gibi bakarken, aklında neler olabileceği konusunda bir fırtınaya maruz kaldığı belli oluyordu. Bir an gözleri benden ayrılıp, çarşaftaki kanda sabitlenince o masmavi olan gözleri daha da irileşti. Nutkunun tutulduğunu görebiliyordum. Yaşadıklarıma anlam vermeye ve buna inanmaya çabalıyor gibiydi. Sonra içinde çıkmamış olacak ki bana baktı. Bir şey soracağı sırada, “Sakın bir şey sorma İpek!” diye onu engelledim. “Kim olduğunu bilmiyorum. Hatırladığım en son şey abinin beni bardan çıkarmaya uğraştığıydı. Ben bardan çıkmayınca dayanamayıp, ‘Sen bilirsin,’ diyerek çıkıp gitti. Onun ardından bir çocuğun geldiğini hatırlıyorum. Gerisi karanlık. Gözlerimi odamda ve çıplak, üstelik akşamdan kalma bir kız olarak açtım.” İpek’in yutkunduğunu fark ettim. Bu onun için de şoktu. Böyle bir şeyi benim yapmamsa daha büyük bir şoktu. Ona bu durumun mimarının Kerem olduğunu söyleyemezdim. İpek asla sessiz kalmaz, Kerem’i parçalardı ve herkes duyardı. Kimsenin bilmemesi gerekiyordu. Bu acizliğimi ve aptallığımı kimsenin bilmemesi gerekiyordu. Hatta Kerem’in bile bilmemesi, hatırlamadığımı düşünmesi gerekiyordu. İpek yıkılmış halime dayanamayıp yanıma gelerek kollarını bana doladı. “Abim böyle bir şeyi nasıl yapar? Nasıl seni bir başına o barda bırakabilir?” Onun sözleri hıçkırıklarımı koyuvermeme sebep oldu. Bir bilse bu gecenin sabahında kaçıp giden kişinin abisi olduğunu... Yalanıma bile şaşıran kız ne yapardı? Yeterince küçülmüştüm, daha fazlasına gerek yoktu. Ben fazlasıyla sarhoştum ve bunun içinde hatırlamak durumunda değildim. Kerem ise kiminle birlikte olduğunu hatırlıyordu. Sabaha kadar kiminle seviştiğini, kimin yanında uyandığını, bu notu kime yazdığını biliyordu. Bu durumda korkan ben değil, o olacaktı. Bu gecenin de bu yaşananların da gün gelecek hesabını soracaktım. Tek damla gözyaşımın, şu öfkemin, yaşadığım amansız acımın hesabını mutlaka alacaktım ondan. Kendime “Bir gün Kerem Salman’ın delirdiğini göreceksin Hande. Senin için delirdiğini, kıvrandığını hatta sana yalvardığını... O gün gelene kadar sadece sabret!” diyerek söz verdim. Hıçkırıklarımın geçmesinin ardından da İpek’in kollarından sıyrıldım. “Bundan kimseye bahsetmek yok. Ne olursa olsun! Kim olduğunu bilmediğim birine hayatımın en büyük değerini verdiğimi ve kimsenin bu aşağılık duyguyu bilmesini istemiyorum.” Sesimdeki tını o kadar netti ki sanki az önce hıçkırıkları ile odayı inleten kız yoktu. “Saçmalama, tabii ki de kimseye bir şey söylemem. Ama bara gidip, kameralardan kim olduğuna bakabilir, onun cezasını verebiliriz. Kıvanç’ı araman yeterli. Barda birçok kişiyi tanıyor,” dediğinde gözlerim kocaman oldu. Bunun olmaması gerekiyordu. “Hayır istemiyorum. Kim bilir nasıl biridir! İnan bana, kendimden daha fazla iğrenmek istemiyorum. İpek bu konu burada kapandı.” Derin bir nefes aldı İpek. Benim kolaylıkla sindirmemi ve intikam ateşiyle yanmadığımı düşünüyordu belki de. “Tamam, sen bir duş al. Ben de buraları temizleyeyim. Sonra da çıkıp hava alalım. Motor yarışları varmış. Kıvanç bizi de götürebileceğini söyledi. Hız her zaman iyi gelir.” ♥ ♥ ♥ Odamda televizyonun karşısında elime aldığım kitabımla şu sıkıcı olan zamanın geçmesini diliyordum. O gecenin üzerinden iki gün geçmiş olmasına rağmen öfkem hala tazeydi. Bu iki gün içerisinde Kerem ile bir kez bile karşılaşmamıştım. Gerçi olası bir karşılaşmaya ruhumun dayanabileceğini pek sanmıyordum. Saatlerdir aynı sayfasına baktığım ve tek kelimesine bile hâkim olmadığım kitabımı sıkıntılı bir nefes eşliğinde yatağın kenarına bıraktım. O sırada çalan telefonun sesi odayı inletirken ile komedine uzandım. Arayan İpek’ti. Günün her saati ya da her anı beni arayıp çılgınca bir fikir üretiyordu. Biliyorum, kendi kendime kalıp acı çekmemi istemiyordu ancak fazlasıyla sıkılmıştım. Gözlerimi yeter artık der gibi tavana diktim ve bıkmış bir ses tonuyla “Efendim İpek,” diyerek cevapladım aramasını. İpek bu tepkime kahkaha atarak, “Hadi ama Hande iki gündür eve tıkanıp kaldın. Nefes aldığını göstersen iyi olur. Kalk hadi, abim Polonya’ya gidiyor. Onun için veda eğlencesi düzenledik. Sensiz olmaz, biliyorsun. Bora seni almaya geliyor, hazırlansan iyi edersin.” dediğinde içimde bir şeylerin can çekişmesinin artık son bulduğunu ve o umudunda öldüğünü hissettim. Gidiyordu. Yaşadıklarıyla yüzleşmeye korkarak; açıklamak için tek bir kelime sarf etmeden gidiyordu. Hayır, gitmiyordu, kaçıyordu. Gözümden süzülen yaşa aldırış etmeden telefonda hızla konuşmaya devam eden İpek’e “Hayır, gelemem İpek. Çok yorgunum lütfen.” dedim ve telefonu kapadım. Oraya gidip onun karşısında bu acizliğimi gösteremezdim. Bu olabilecek bir şey değildi. Kerem’in cehennemin dibine kadar yolu vardı. İstediği yere kaçabilir, istediği kadar korkak davranabilirdi. Bu zerre umurumda olmayacaktı. Hiçbir şekilde canım acımayacak ve o da bunu hissetmeyecekti. ♥ ♥ ♥            Saatler saatleri kovalarken duş almış, saçımı kurutmuş, tekrardan kahve yapmış ve iki saat önceki halimden eser kalmaması için çabalamıştım. Yenilmiş olmanın verdiği acı ile içim kavrulsa da başarmak zorundaydım. Bu işkencenin ve saçmalığın bitmesi gerekiyordu. Yatmak için odama çıktım, yatağa kendimi öylece bıraktım ve uykuya dalmak için gözler kapattım. Tam da bu sırada odamın kapısı yavaşça açıldı. Derin bir nefes almak zorunda kaldım karşımdaki gri gözler beni izlerken. “Sarı kelebek, duydum ki canın sıkkınmış. Bir de depresyona girmişsin,” diyen Bora’ya hırladım resmen. “İpek…” Bora koca bir kahkaha atarak, “Evet, canının sıkkın olduğunu ve partiye katılman için seni ikna etmem gerektiğini söyledi. Olur da gelmemek için inat edersen seni zorlamamı emretti. Hande, Defne orada ve inan bana beni içeriye almamakla, onu da dışarıya çıkarmamakla tehdit ediyor. Üstelik Defne bir karış etek giyiyor,” dediğinde bıkmışçasına yeni bir nefes daha aldım. “Eee...” Bora gözlerini gözlerime inatçı bir tavırla dikip net bir sesle “Hemen hazırlan!” karşılığını verdi. Bu adam, şu Defne’de ne buluyordu bilmiyorum ama bu kalbi, o sürtüğün hak etmediğini çok ama çok iyi biliyordum. Onun için “Ona verdiğin şu değerin zerresini hak etmediğini acaba ne zaman anlayacaksın?” diye sorduğumda kaşları çatıldı. “Hiç âşık olmayan biri mi söylüyor bunu?” diye sordu. Bu cümlesi ile gözlerim dolarken Bora da halime şaşırmış gibi yanıma geldi. “Hey Hande!” Kendimi onun o geniş kolları arasında buldum birden. Bora her zaman sığınılacak bir liman gibiydi. Her ne kadar tüm kızlar onun bir bakışına, bir gülüşüne âşık olsa da benim için sadece dosttu. Arkadaştı. “İpek bir şeyler anlattı ama konunun bu kadar vahim olduğunu bilmiyordum. Sorun ne? Anlat!” diye emrettiğinde olumsuz anlamda başımı salladım. Vazgeçemeye niyeti yoktu. Hele ki bu halimi gördükten sonra... “Ya sen anlatırsın ya da ben bir şekilde öğrenirim.” “Sadece önemsiz bir olay “diye açıklamaya çalıştım sırrımı. Bora beni kendinden biraz uzaklaştırarak benimle göz göze gelmeye gayret etti. “Seni ağlarken gördüğümü hiç hatırlamıyorum. Hande sen anneannenin cenazesinde bile tek damla gözyaşı dökmedin,” diye söylediğinde ağlamakla gülümsemek arasında kalan bir sesle “Onu hiç sevmiyordum ve çok hastaydı. Aslında ölüm onun için kurtuluştu. Ben de ağlamadım,” dedim. Bu sefer gülen Bora olmuştu. Sonra da beni yatağa oturtmuş ve “Evet dinliyorum,” diyerek gözlerime odaklanmıştı. Ama ben konuya nasıl gireceğimi bilmiyordum ki. Bu durumu ona anlatıp anlatmamaktan da pek emin değildim. “Detaylarına kadar anlatıyorsun Hande. Seni bu hale kimin getirdiğini bileceğim anladın mı?” “Anladım,” diyerek onu geçiştirmek adına konuşmaya başladım. Eğer şimdi anlatmazsam önünde sonunda araştırmaya başlayacaktı ve her şeyi öğrenecekti. Üstelik bu araştırmada bir de Kerem’den yardım istemeye kalkardı ki bu da benim isteyeceğim en son şeydi. Onun için “İpek ile bara gittiğimiz gece...” diye sözlerime başladım. Ama o hemen atıldı söze: “Şu Kerem’e yakalandığınız gece...” Başımı sallayarak onu onayladım. “O gece Kerem’e direndim ve orada kaldım. Ardından yanıma birinin geldiğini hatırlıyorum. Sonrası karanlık. Eve nasıl geldim, yatağa nasıl yattım ve nasıl onca hatayı yaptım bilmiyorum. Hiçbir şey hatırlamıyorum.” Şaşırmıştı ve bunu sertçe yutkunmasından anlayabiliyordum. Bora bir birkaç saniyelik şaşkınlığın ardından hızla ayağa kalktı. “Ne yani bana sarhoşlukla bir birliktelik yaşadığını ve üstüne bir de bunun kimle olduğunu hatırlamadığını mı söylüyorsun?” diye sordu. Cevap vermedim. Ne diyecektim ki? “Lanet olsun! O gece kulübünden beraber çıktınız, değil mi? Onun kim olduğunu bulabilirim. Bulabilir ve onu doğduğuna pişman edebilirim. Anlıyor musun?” diye bağırdığında panikledim. “Sakin olur musun Bora? Öğrenmek istemiyorum. Kim olduğunu bilmek dahi istemiyorum. Sadece unutmak istiyorum, anladın mı? Geceyi zaten hatırlamıyorum. Sabahını da unutmak istiyorum,” dediğimde Bora’nın gözleri gözlerimi tarifi imkânsız bir şefkatle sardı ve tekrar beni kollarına aldı. “Ah be Hande! Bunun üstesinden böyle gelmek zorunda değilsin.” “Hemen hazırlanıyorsun. Hem de her zamankinden daha şık ve havalı Sarışın oluyorsun. Bu akşam Kerem gidiyor ve sen bu gece bambaşka biri olmanın ilk adımını attığını kendine kanıtlıyorsun. Kerem’in partisi bunun için iyi fırsat,” dediğinde ise içimdeki ateşli hatun, sanki bunu bekliyormuş gibi ayağa kalktı. Bunu yapmam için gözleriyle bana işaret verdi. Evet, gitmeli ve ona, onu dahi hatırlamadığımı, önemsemediğimi, kaideye almadığımı kanıtlamam gerekiyordu. Bora’nın kollarından sıyrılıp yerimden kalktım ve giysi odama doğru yürüdüm. ♥ ♥ ♥            Benden beklenilmeyecek bir hızla hazırlanmış ve cesur kıyafetlerimden birini giymiştim. Bora bile bana şaşırırken sadece ıslık çalmakla yetinmişti. Kıpkırmızı, mini bir elbise giymiştim. Saçlarım açık bırakmıştım. Yüzümde de her zamankinden daha ağır bir makyaj vardı. Bu görüntü, yaşadığım ağır duyguyu örtüyordu. Bu da bu gece Kerem’e gereken dersi vermem de bana yardımcı olacaktı. Yaklaşık iki saatin ardından Kerem ve İpek’in yaşadığı villanın önünde duruyorduk. Bora beni cesaretlendirmek adına “Hadi bakalım, girelim artık!” dedi. Kapıya doğru yürüdük. Kapıyı açan İpek beni baştan aşağıya süzerken, o masmavi gözlerindeki şaşkınlık bariz bir şekilde belli oluyordu. İpek’in resmen dili tutulmuştu. Kekeleyerek, “Ha- Ha – Hande? “ diye seslendi. Onun bu tepkisine içimdeki duygu yıkıntısına aldırmadan, gülümsedim. Bu kızın tepkileri gerçekten süper ötesiydi. Ona bu hareketler o kadar yakışıyordu ki abisinden ve sevgilisinden gizli motor derslerini alan, hız tutkunu asi kızla taban tabana zıt, tam bir Şeker Kız Candy havası yaratıyordu. İpek bana hayranlıkla karışık şaşkınca bakarken, içeriden gelen -o kalbi kadar simsiyah olan saçlarıyla- Defne de burun kıvırarak aynı tepki ile karşılık verdi. “Hande… Hayırdır, içeride bir eniştemiz var da haberimiz mi yok?” diye sorarken kendini Bora’nın kollarına atmayı da ihmal etmemişti. Şu hayatta hiç kimse Defne kadar kötü kalpli sürtük olamazdı. Kızda öyle bir negatiflik, tarifi imkânsız bir kötülük vardı ki akrabalık derecen dahi mühim değildi. Sadece onun çıkarları doğrultusunda engelsen seni yok etmek için elinden geleni yapardı. Ufak bir bakışından nem kapar, tek bir kelimenden sana sinir olur ve ilk fırsatta seni insan içine çıkılamayacak derecede rezil eder, hatta kendinden bile nefret edecek boyuta getirirdi. Aklımda dolanan şeytani yorumu kesip, alaycı bir tavır takındım. “Erkek arkadaşını, senin bulunduğun ortama getirecek en son kişiyim Defne. Bunu biliyorsun sanıyordum,” dediğimde yüzünün aldığı şekil görülmeye değerdi. Öyle basit ve öyle iğrenç bir insandı ki ondan kurtulmak için İpek ile içeri girdim. Eğlencenin yapıldığı alan fazlasıyla gürültülü, bir o kadar da kalabalık ve bunaltıcıydı. Yüzümdeki sahte gülümsemeyi silmeden içkilerin bulunduğu yere doğru gittim. Tam çaprazımda duran, yanındaki esmere yaparsa yapsın bakmayan, çelikten daha soğuk bakışlarını bana diken Kerem ile göz göze geldim. İçime işleyen bakışları, kanımı donduracak derecede soğuktu. Ama bu soğukluk bedenimin yanmasına yetiyordu. Bir insan bu kadar korkusuz görünüp, bu kadar korkak nasıl olabiliyordu? Yaşadığı bir gecenin ardından, korkak bir ergen gibi sadece not yazıp kaçmak hiç Kerem Salman’a yakışacak davranış değildi. Bu düşünceleri aklımdan savurarak, Kerem’e sahte bir gülümseme ile selam verdim ve içki masasına doğru yürüdüm. Masanın önüne geldiğimde ise ne olduğuna bakmadan bir içki alıp, hemen dudaklarıma götürdüm. O an Kerem’in hareketlendiğini ve ağır adımlarla yanıma doğru yürümesini fark ettim. Tüm bedenim alev alırken, surat ifademe bunu yansıtmamak için resmen direndim. Başarılı olmayı ümit ediyordum. Kerem ise çoktan dibimde bitmişti. Viskisini yudumlarken beni süzüyordu. Gözlerindeki duygu öfke, hırs ve şaşkınlık karışımıydı. Şaşkın bakışlarının nedenini anlasam da öfkesine ve hırsına anlam veremiyordum. O duyguların bende olması gerekiyordu. Ona karşı ölümüne öfkeli ve nefret doluydum. İçimdeki şeytan o anda kollarını sıvaladı, saçını düzeltti ve bana “Sıra bende. Onu ben devireceğim,” derken tüm bedenimi ele geçiren sakinlik yüzümde alay olarak belirdi. Bu his ile rahatladım. Kendimi içimdeki şeytanın kollarına bıraktım. Kerem viskisinden bir yudum aldıktan sonra keskin, bir o kadar da temkinli ses tonuyla “Sarışın...” diye seslendi. Onu taklit ederek içkimden bir yudum aldım ve aynı onun gibi cevap verdim: “Buz Adam...” Bu karşılığıma hafif tebessüm etse de ciddiyetini korumaya çalıştı. “İyi görünüyorsun. Hatta bu gece mükemmel göründüğünü de söyleyebilirim.” İltifat mıydı bu şimdi? İfademin olabildiğince alaycı olmasına özen göstererek “Kötü olmam için bir neden olduğunu sanmıyorum,” dedim. “Hem sanırım sana da bir özür borcum var.” Sözlerim, Kerem’in bakışlarında öyle bir şaşkınlık oluşturdu ki kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Cesurca “O gece beni barda bırakman için ısrar etmiştim ya... Sanırım seni biraz çileden çıkardım. Hatırladığım kadarıyla sinirlenip gittin. Kıvanç’ı hatırlıyorum. Onunla da tartışmana sebep oldum, bunun için gerçekten çok üzgünüm,” diye açıkladığımda bakışlarındaki şaşkınlık iyice arttı. “O geceyi hatırlamıyor musun?” diye tedirgin bir şekilde sorunca ona sıkı bir tokat atıp “Evet, en özel gecemi benden alıp, sabahında da bir korkak gibi kaçıp gittiğini hatırlıyorum,” demek istesem de sözlerimi yuttum. “İpek ve benimle barda karşılaşmanı, Can’ın gelişini ve İpek’i almasını, senin ikimize de kızmanı hatırlıyorum. Beni de azarladığını ve Kıvanç’ı, onunla tartışıp gittiğini de hatırlıyorum. Ondan sonrası karanlık. Ya bayıldım ya da sarhoşluğumun boyutu arttı. Çünkü o sahneden sonrasına ait bir görüntü yok bende. Sabah kendimi evimdeki yatağımda buldum.” Bakışları iyice kararmıştı. Bu ise benim doğru yolda olduğumu gösteriyordu. Kerem’in uzun süren sessizliğin sert çıkan sesiyle bozuldu:            “Seni eve kimin getirdiğini, sabaha kadar yanında kalıp kalmadığını hatırlamıyor musun?” Elimdeki içki bardağını suratına fırlatmamak için kendimi tutmak zorunda kaldım. Bu iradem için kendimi daha sonra tebrik edeceğime dair kendime söz verdim.            “Hayır, zaten bir öneminin olduğunu da sanmıyorum.” O an bakışlarında beliren kırıklık, içimdeki şeytanın “Evet, işte bu!” diye haykırmasını sağladı. Başarmıştım! Kerem söylediklerime inanmış ve hayal kırıklığına uğramıştı. Daha fazla konuşmadan yanımdan uzaklaşırken içimdeki güçlü kadın ortaya çıktı. “Şimdi sıra bende Kerem Salman. Senin zamanı geldiğinde, o adamın sen olduğunu bana ispat etmek için çırpınmanı zevkle izleyeceğim. Söz veriyorum, senin pişman olduğunu göreceğim. Hem de deli gibi...”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD