İz Sena;
"Sena cihazı getirsene."
Motora yürüyüp bizim cihazı alırken düşünceli miydim? Hayır. Yine üstümde bir miskinlik vardı. Sebebi de bu önümde duran ve hiçbir şey olmamış gibi davranan adamdı. Cihazı uzattığımda direk gençlerin kimliğini istemiş ve işine odaklanmıştı. Gözlerimi ondan çektim. Biraz profesyonellik iyi gelecekti. Nasıl o bir şey yokmuş gibi davranıyorsa bende öyle davranmalıydım. Kesinlikle bundan sonra böyle olacaktım.
"Bakın gençler, hiçbirinizin kaydı yok. Ama bu demek değil ki olmayacak. Ehliyeti yeni almışsın ama bu kadar hız yapıyorsun. Hiç doğru değil."
Çocuk başını eğerken yanındaki kız da onun kadar utanmış görünüyordu. Kaan;
"Bir daha böyle davranmayın ve dikkat edin yoksa cezayı yersiniz."
Heyecanla birbirlerine baktıklarında gülümsedim. İkisi arabaya dönerken Kaan;
"Arabada aileleri olmasa zaten yemişlerdi cezayı da neyse."
Ona gülümsedim. Bana gülerken göz kırptı. Bakışlarım anında Ezgi'yi buldu. Kesinlikle benim gibi değildi. Köşede başka bir işle uğraşıyor ve buraya bakmıyordu. Ona bakarken geçen arabayı durdurdum. Elimle camı açmasını işaret ederken dediğim anında yapıldı.
"Ehliyet, ruhsat göreyim."
Adam hiç itiraz etmeden ehliyet ruhsat uzattı. Ona bakarken;
"Aracın muayenesi bitmiş. Haberiniz var mı?"
"Var, akşam üstü 4'te randevum var."
Adama bakıp gülümsedim. Böyle yormayan insanları seviyordum.
"Pekâlâ, iyi yolculuklar."
Bana bakıp gülümseyerek arabayı çalıştırdı ve uzaklaştı.
"Neden gülüyorsun elin adamına?"
Şaşkınlıkla arkamı döndüm. Ne?
"Anlamadım?"
"Elin adamına niye gülüyorsun? Bir de tebessüm değil gamzelerini göstererek gülüyorsun. Neden? Tanıyor muydun önceden?"
"Deniz ne saçmalıyorsun?"
"Ne dediğim gayet açık."
Şaşkınlıkla ona bakarken kısılan gözleri ve sinirden belirginleşen çenesine baktım.
"İşim yapıyorum sadece."
"Gülmeden yap!"
"Git saçmalamak yerine işini yap sende!"
Onu olduğu yerde bırakıp ilerlerken şaşırdığını biliyordum ama beni delirtmişti. Gülme ne demekti be? Saçma saçma şeyler istiyordu ve bunun bir sebebi bile yoktu. Duran arabaya baktım. Elimle ilerlemesini işaret ettim. Gerçekten çıldırtıyordu beni. Düşüncelerle birlikte tam 3 saat geçirdim. Bu 3 saatin sonunda motordaydık. Ve yeni gelen olarak telsiz bendeydi. Motoru süren Deniz'den uzak durmaya çabalıyordum. Ne kadar durabilirsem (!)
"8854."
Telsizsin anonsu ile kımıldandım ve cevapladım.
"8854 dinlemede."
"Selimiye mahallesi 3420 sokakta 54."
"Anlaşıldı, intikal ediyoruz."
Deniz'e yaklaştım;
"Selimiye mahallesi 3420 sokak kavga."
Kafasını sallarken hızlandı. Sanırım burada en sevdiğim kısım buydu. Rüzgârı hissetmek. Paha biçilemez bir duyguydu. En sevdiğim iki unsur rüzgâr ve yıldızlardı. İkisine de dokunmak hayaldi ama rüzgârı hissedebiliyordun. Ve şu an o hayalin içindeydim. En başından beri olmak istediğim yerde. Selimiye mahallesine dönerken Kaan ve Ezgi takipteydi. Sokağa girer girmez topluğu gördük. Ve hızla oraya yöneldik. Motordan inerken Deniz ve Kaan çoktan oradalardı. Ezgi ile bizde yöneldik.
"Şşş yeter! Ayrılın. Ne anlaşamadığınız var?"
Genç bir çocuk;
"Ne anlaşamamazlığı var polis abi? Gelmiş burada bağırıp çağırıyorlar. Bu mahallede küçük çocuklar var."
Kaan;
"Ne gibi davranışlar sergiliyorlar?"
"Ellerinde çakılar, yüksek ses müzikler, kı-"
"Kes lan sesini."
Kavga tekrardan alevlenirken saldıran çocuğu Kaan ile tuttuk;
"Çek ellerini üzerimden rahat bırak beni!"
"Kes lan sesini."
Kaan'ın yüksek çıkan sesine herkes şaşırmıştı. Bu sefer bana yöneldi;
"Ben tutarım seni güzelim sen tutma beni."
Deniz;
"Polisle doğru konuş!"
Kaan;
"Polise mukavemet ve kavgadan işlem göreceğini hatırlatayım sana da kelimelerini ona göre seç."
"Siktir ya!"
Kavgayı çıkaranları ayırıp gelen ekip arabasına bindirirken köşede ağlayan kadına baktım. Yanına ilerlerken Ezgi de benimleydi.
"Ne oldu teyzeciğim? Yoksa yaralandın mı? Ambulans çağırayım mı?"
"Yok kızım. Benimki hastalık değil. Kızım torunumu aldınız. Ben yemin ederim onun suçu yok."
Ezgi;
"Torunun hangisi teyze?"
"Size kavgayı anlatan vardı ya kısa boylu olan. O benim torunum benim ondan başka kimsem yok kızım."
Hemen cevapladım;
"Endişelenme teyze, torunun bize yardımcı oldu üstelik kavga etmek için çıkmamış dışarıya kavgaya dahil olmuş bir anda. Onu geri yollarlar."
"Sahi mi evladım?"
"Sahi tabi. Sen canını sıkıp kendini hasta etme. Hadi gir evine torunun da ifade verir gelir."
Kadın kalkıp yavaş adımlarla binasına girerken Ezgi ile arakasından baktık. Hep karşılaşılan durumdu bu. İyi niyetli insanlar hep arada kaynıyordu. Bazen insanlar farklı olmayı düşünüyorlarsa iyi olmayı denemelilerdi. Çünkü günümüzde fazla iyi insan yoktu. Bu yeterince fark oluştururdu. Kafamı salladım. Deniz giden ekip arabasının arkasından;
"Hadi yeni bir ihbar var."
Geri yerimizi aldığımızda nereye gittiğimizi bilmiyordum. Çok sürmeden bir sokakta durduk. Sokakta birçok polis arabası vardı. Ve köşede gördüğüm sanırım valinin arabasıydı. Şaşkınlıkla bizimkilere baktım. Hepsi aynı şoktaydı.
"Burada ne oluyor?"
Sorum cevapsız kaldı. Gerçi sorum çok saçmaydı. Kim bilecekti ne olduğunu? Hepimiz yeni öğrenmiştik. İlerlediğimizde ekiplerde bulunan polislerden biri geldi.
"Meriç."
"Hayırdır Osman?"
"İçerde bir soygun olmuş. Rehineler var."
Gözlerim kocaman açıldı. Rehineler mi? Kaan;
"Valinin buradaki işi ne?"
"Kızı. O da içerdeymiş."
Bir adım gerilerken şaşkınlıktan ağzımı zar zor açtım.
"Betül? Betül içerde mi?"
Ezgi;
"Tanıyor muydun?"
Kafamı salladım. Betül ile iyi bir arkadaşlığımız vardı. Trafikte onu durdurmuştum ve o şekilde tanışmıştık. Şimdi içerde canı tehlikede miydi?
"Peki, peki bebek?"
Herkesin gözleri bana döndü. Kaan;
"Hamile mi?"
Osman;
"Bir ay sonra doğumu varmış. Şu an ikisi de iyi görünüyor. Ama bilmiyorum."
Hızla olay yerine ilerlediğimizde Halis Bey'i gördüm. Ne yapacağını bilmez halde müdürle konuşuyordu. Beni görünce;
"Sena."
"Halis Bey gerekeni yapacağız. Dik durun ben Betül'e de bebeğe de bir şey olmasına izin vermeyeceğim."
"Kızım."
Halis Bey kolunu koluma vurup bana güvendiğini belli ederken kafamdan sayısız plan geçiyordu. En uygununu bulmuştum. Üstümdeki montu çıkarıp yerine çelik yelek giydim. Üstüme geri montumu giydiğimde iyiydi. Silahımı bırakıp biber gazını montumun cebine aldığımda derin bir nefes aldım.
"Sen neye hazırlanıyorsun Sena?"
Dönüp Kaan'a ve yanında beni izleyen Deniz'e baktım. Ve fısıldadım.
"Buna."
DENİZ;
Bir anda şeridi geçip hareketlenen Sena'ya bakakaldım.
"NE YAPIYORSUN SENA!"
İçeriden de benimle eş zamanlı;
"Yaklaşma. Yoksa öldürürüm."
Adım attığımda Meriç tuttu. Sinirle ona baktım. Sena gayet sakin bir şekilde;
"Bir sivil hiçbir işine yaramaz. Ama ben silahsız bir polisim. Sana bir zarar veremem. Hadi şu an yaralı olan kadını dışarı çıkartalım yerine beni al!"
Beni al ne demekti? Kafayı mı yemişti. Böyle işi sikeyim! Adam akıllı oturamıyordu. Duramıyordu. Ve beni burada böyle bekletiyordu. Ezgi;
"Abi sakin ol."
Bakışlarımı ona çevirdiğimde bir adım geriledi. Sakin ol ne demekti? İçeriden ses geldi.
"Temkinli adımlarla buraya yaklaş. Yoksa çok sevdiğiniz valinin kızı ölür!"
Sena oraya girdiğinde kafayı yemek üzereydim. Adım attım.
"Hayır!"
Meriç'e kaşlarımı çatarak;
"Tek başına girdi Meriç. O tek değil, ben varım yanında."
Aslında çok şeyi kapsıyordu bu cümlem. O yalnız değildi. Hayatında tek değildi, işinde tek değildi her anında ben vardım. Olmalıydım!
"Tabi ki tek değil. Biz yanındayız Deniz. Saçmalamayı kes. Kız narkotikten geldi. Daha kötülerini görmüştür."
"Görmüş olabilir anasını satayım. Olabilir ama bizim yanımızda bunu yapacak kişi o muydu? Ben yapardım! Meriç yapardı! Neden tek hareket ediyor?"
Kaan;
"Sıkıntı tek gitmesi değil, değil dimi? Sıkıntı onun oraya gitmesi? Bunu biz yapsaydık bu kadar sinirlenmezdin."
"Sus Kaan. Konumuz bu mu?"
Bana bakıp kafasını sallayarak uzaklaştı. Sonra ilk yaralı çıktı. Ardından Sena girdi. İçeri girdiğinde omuzlarımdaki yük arttı. Onun yeri yanımdı!
"Beni dinleyin. Bakın elinizde bir polis varken hamile bir kadını ne yapacaksın?"
İçeriden kadının sesi duyuldu;
"İz yapma!"
İz mi? O ona İz diyebiliyordu ama ben deyince cinleniyor muydu yani?
"Betül sus!"
Adam;
"Oo bende diyorum bu polis niye burada meğer kızımızı tanıyormuş."
İçeriden gelen kıkırdamalara kaşlarımı çattım. Ellerimi yumruk yaparken delirecek gibiydim.
"Bak gözlerinin altındaki kademeli morluklar gece uyumadığını gösteriyor. Ayağınla adım atarken ritim tutuyorsun üstelik Betül'e bakarken gözlerindeki şefkat sadece bebeğe değiyor. Sen de bir babayken bir küçük çocuğun varken başka bir babaya evlat acısı mı yaşatacaksın?"
Hassiktir! Bu kadın ne yapmaya çalışıyordu! Ezgi;
"Sena bunları nereden biliyor? Bu kadın gerçekten bir dahi."
Adam;
"Kes lan sesini. Nereden çıktı o? Kendini bana vurdurtma polis!"
Sena'nın ekstra sakin sesi duyuldu.
"Tamam vur beni."
Ne! Kaan;
"Ne diyor bu?"
Müdür;
"Nişancılar hazırlansın."
Meriç;
"Müdürüm içeride bir polis var. Çok tehlikeli olmaz mı?"
Müdür ona baktı ama konuşmadılar. Sanki gözleriyle anlaşmış gibiydiler.
"Hadi tamam beni vur ama bir anne ve babayı evlatsız bırakma. İznim var sana. Beni vurabilirsin, arkamdan ağlayacak bir kocam bir bebeğim yok benim."
Ben vardım!
"Deli misin kadın? Ne saçmalıyorsun."
Tam bu anda ne olduğunu bile anlamadım. Müdür eğilin derken biz eğilmiştik. Sena, valinin kızının elinden tutup arkasına alırken silah sesini duyduk. Yerimden kalkarken ikinci bir silah sesi daha duyulmuştu. Kendimi nasıl içeri attığımı bilmiyordum. Ama şunu biliyordum. Arasından ağlayan bir ben vardım!
BÖLÜM SONU - KÜBRA