Suzan Şahindağ
İçime yerleşmişti nefret. Gözümü kapattığımda dahi sanki duyguların renklerini seçiyordum artık.
Sidar benim hayatımı elimden almıştı.
Sidar benim hayallerimi elimden almıştı.
Sidar sevmesem bile beni seven çocuğu elimden almıştı. Tek suçu beni sevmekti.
Sidar benim ailemi de elimden almıştı.
Sidar benim nefretimi kazanmıştı.
Ondan nefret etmeyip de kimden edecektim? Beni bu koca konağın içine, onca insanın yanına tıkmıştı. Hepsinin gözü üzerimde, hepsi ayağım kaysın diye bekliyordu.
Belki içlerinde iyi olanlar da vardı ama 3 yanlış bir doğruyu götürüyordu neticede.
Derin bir nefes aldım ve nefret ettiğim o gözlere baktım. Yakışıklı yüzü benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Eskiden böyle yakışıklı sevgilim olsun diye Sidar’ı göstermişliğim de olmuştu ama benim dua yanlış manifestlendi anlaşılan.
“Naptın sen Suzan?” dedi ondan beklemediğim kadar sakin bir şekilde. Başımı biraz daha dikleştirdim, hala daha kucağındaydım. Daha doğrusu karnının üzerinde oturuyordum. Daha aşağılara oturmaya cesaret edememiştim.
“Kan istedin, bende o kanı döktüm Sidar Ağa. Ne oldu, hoşuna gitmedi mi? Ama ilk kan senden dökülecek demiştim. Beni fazla hafife alıyorsun.”
Evet, beni hafife almıştı. Ama hafife almaması gerektiğini itina ile göstermekten bir an olsun çekinmeyecektim.
Elinde ki kanlar yatağa süzülürken ani bir hareketle yataktan doğruldu ve beni altına aldı. Bir anda yüzlerimiz öyle yakın hale geldi ki ne ara böyle bir duruma düştük anlamaya çalışıyordum.
Dişleri hafif sıkılıydı ve gözleri iyice koyulaşmıştı. Ela gözlerinde ki öfkeyi iliklerime kadar hissettim.
“Seni hiçbir zaman hafife almadım Suzan, şu sikik düşünceyi bir kafadan çıkar önce. Daha sonrasında ise bir daha ne kendine ne de bana zarar verecek bir şey yapayım deme sakın!”
Gür sesi kulaklarımda çınladı. Ne diyeceğimi bilemediğim için hızla inip kalkan göğsümle ona baktım.
“Peki ya senin ruhuma verdiğin zarar ne olacak he? İnan bana fiziksel olanın hiçbir önemi yok içimde ki hasarın yanında!”
Gözlerinde kısa bir an geçen bir duygu karmaşası gördüm ama ne olduğuna tam olarak anlam veremedim. “içindeki hasar umrumda falan değil. Bir daha böyle bir şey yaptığını görmeyeceğim!”
Kalbim bir anlık kırıldı ama çok kısa bir an. Hala daha insan olabileceğini düşünüyorum, gerçi insan olsa ne fark eder? Bir kere nefretimi kazanmıştı asla sevgimi kazanamazdı.
“Daha çok göreceksin.”
Yüzüne alaycı bir sırıtış oturdu, “Öyle mi? O zaman bedelini de ödemeye hazır ol! Çünkü ben seve seve ödeteceğim.”
Hala altındayken ve tek eliyle bileklerimi kavramışken ona öfkeyle baktım. “Ne yapabileceksin ki?”
“Dene ve gör. Sen isteyene kadar seninle yatacak değilim ama bu demek değil ki aklımı başından alacağım. Eğer kendine ya da bana herhangi bir fiziksel hasar verirsen parmaklarımı içinde bulursun Suzan. Hiç şakam yok.”
Gözlerim söyledikleri ile irice açıldı. Bunu kesinlikle beklemiyordum. Ben istemeden benimle birlikte olmamasına sevinsem de fiziksel hasar konusunda söz veremiyordum çünkü ben sakarın tekiydim. Mutlaka istemeden de olsa kendime zarar verirdim. Açıkçası ona isteyerek de verirdim yani gözüm dönünce saldırgan olmamı engelleyemiyordum.
Sertçe yutkunduktan sonra gözlerini kaçırdım. “Kalk üstümden. Şu kanları temizleyeceğim!”
Gözleri kısa bir an tüm yüzümü tavaf etti. Ardından tek bir hamle ile üzerimden kalktıktan sonra beni de hızlıca kaldırdı. “Otur şuraya.” diye kızdıktan sonra banyoya gidip elinde bir ilk yardım çantası ile geri döndü. Kendi elinden akan kanlar umursamadan benim elime hızlıca pansuman edince şaşkınlıkla ona baktım. Ya gerçekten kan akmasını falan sevmiyordu ya da şu an bana acımıştı başka bir açıklama bulamıyorum.
Benim elimi hallettikten sonra kendi elinde hızlıca sardı. Çarşafa gelmiş kanları görüp gözlerini kıstı ve çarşafı hızlıca dert top etti. “Bu çarşaf kapının önüne bırakacağım. Sen de birlikte olmadığımıza dair tek bir kelime etme. Eğer edecek olursan bu sefer gerçekten bu yatakta bağırta bağırta sikerim seni Suzan.”
Ondan her duyduğum kelimeden sonra şaşırıyordum. Neden böyle bir şey yapıyordu ki? Çoğu ağa gelen gelinin isteyip istememesini önemsemeden o gerdek gecesini yapardı. Fakat neden idare yapmıyordu? Bu durumdan memnun olmadığımdan değil, sadece şaşırdığımdan böyle bir tepki veriyordum. Kesinlikle Sidar'dan bunu beklemiyordum ama itiraf etmek gerekirse buna sevinmiştim.
Çünkü ilişki esnasında kusmak istemezdim. Ayrıca o hayvan bana kötü davranırdı kesin. Böyle bir travmayı atlatamazdım. İstemeyerek birlikte olmak demek benim için tecavüzden farksızdı. Bunu yapmamasına sevinmiştim. En azından bir süre kafam rahat gibi görünüyordu.
“Neden böyle yaptın ki?” diyerek kendimi tutamadan merakla sordum.
Elamsı kehribarımızı gözleri hızlıca beni buldu. “Ne o senin şu yatağa yatırmamı mı istiyorsun yoksa?”
Kaşlarım hızlı çatıldı. “ne demek istediğimi gayet iyi anladım bence çarpıtma boşuna. Neden birlikte olmak için diretmedim bunu merak ediyorum. “
Gözlerini kıstı, üstü hala çıplak ve açıkçası biraz dikkatimi dağıtmıyor desem yalan olur. “Şerefsiz olabilirim ama bir kadına zorla sahip olacak kadar kafayı yemedim henüz. Ayrıca bir Şahindağa kalkmaz benimki.”
Başını güzel başlamış olsa da devamında söyledikleri beni öfkelendirdi. Ota boka kalkan erkekliğiniz sırf soyadına mı kalkmıyor diyecektim de kendimi zor tuttum. Ama bu lafları da ona yedirmesini bilirdim zamanı gelince.
“Aman kalkmasın, meraklısı değilim.” diyerek gözlerimi devirdim.
“meraklısı olacağın günler de gelir elbet.” beni alay almaya devam ediyordu. Onun şeyinin meraklısı olackamışım ha! Duy da inanma. Övünür gibi bir ses çıkardıktan sonra oturduğum yerden kalktım ve kan olmuş yerleri yavaş yavaş temizlemeye başladım.
Bu sırada o sırtına dolaba yaslamış beni izliyordu. “Ne izleyip durursun beni git üzerin giyinsene!” diyerek dayanamadım ve çıkıştım. Yüzünde yeniden o yer edinmiş alaycı sırıtış oluştu. Kesinlikle ifadesiz olduğu zaman onu daha fazla çekebiliyordum ama şu sırıtışını görmek beni delirtiyordu.
“Ben üstüm çıplak uyumayı tercih ediyorum. Ne o yoksa dikkatin mi dağılıyor?”
Anında tersledim. “Hayır midem bulanıyor!”
Bu dediğime hiç aldırış etmedi ve beni izlemeye devam etti. İşim bittikten sonra yatağa yeni nevresimi serip yerleşirken sargılı ellerimize kısa bir bakış attım. Komik görünüyordu.
Kısa bir süre sonra Sidar da yatağa girince bir iyice açılmış gözlerimle ona baktım. “sen ne diye buraya yatıyorsun! Git şu koltuğa yat!” diye çemkirdiğimde bana hiç aldırış etmeden gözlerini kapattı ve; “Burası benim yatağım, beğenemiyorsan sen git.” Diyerek bana bildiğiniz posta koydu. Şaşkın şaşkın ona baktıktan sonra ağzımın içerisinde bir küfür mırıldanıp öfkeyle yataktan kalktığım gibi üzerime hiçbir şey almadan koltuğun üstüne kıvrılıp ona arkamı döndüm.
Umarım bu evlilik boyunca birbirimizi öldürmezdik. Çünkü gerçekten bunu yapabilecek potansiyelde bir çift olmuştuk.
Koltuğun sert yüzeyine kıvrılmış, ellerimi sargıların verdiği hafif ağrıya rağmen başımın altına koymuştum. Gözlerimi sıkıca kapatmıştım, ama Sidar’ın varlığını her nefes alışımda hissetmekten kendimi alamıyordum. O, birkaç metre ötede yatağın rahatlığına gömülmüşken, ben uykuyu zor bulacağım bir yer seçmiştim.
Ama asıl mesele bu değildi. Asıl mesele onun yatağında rahatça uyuyabilmesi, benimse öfkemin dinmek bilmemesiydi. “Neden böyle bir adamla evlendim? Kendimi gebertsem daha iyiydi.” sorusu zihnimde yankılanıyordu sürekli. İçimdeki nefret, ona olan düşmanlığımı diri tutuyordu. Ama öfkenin arkasında başka duygular da vardı, daha derin ve daha karışık. Bu adam, bana yaşattığı her şeyin farkında mıydı? Beni bu hale getirdiğini, içimde koca bir boşluk yarattığını biliyor muydu?
Uyumak imkansızdı. Başımı kaldırıp ona baktım. Sidar, sırtını bana dönmüştü ama uyuduğundan emin değildim. Onun da rahat olmadığını hissediyordum. O kadar şey yaşanmıştı ki aramızda, sanki her nefes alışımız bile bir meydan okuma gibiydi.
İçimdeki ses durmadan mırıldanıyordu. Onu ne kadar yok saymaya çalışırsan çalış, bu evde ondan kaçış yok. Her adımımda onun gölgesi vardı, her lafıma da bir cevabı. Onun bu her şeyi umursamayan tavrı beni delirtirken, aynı zamanda içinde sakladığı bir şeyler olduğunu hissediyordum. Sidar’ın içindeki öfke ve belirsizlik, yüzeyde gördüğüm her şeyden daha yoğundu.
Yavaşça doğruldum, sessizce koltuğun üzerinden kalktım. Yatağa doğru bir adım attım, sonra durdum. O kadar yakındık ki… Parmak uçlarım neredeyse ona dokunacaktı. Ne yapmaya çalıştığımı bilmiyordum. Ona yaklaşmak mı, uzak durmak mı? Onun benim üzerimde bu kadar etkisi olması, beni daha da öfkelendiriyordu.
Tam o sırada Sidar aniden döndü. Gözlerini açtı ve beni fark etti. Bakışları ağır, biraz şaşkın ama en çok da tetikteydi. Sessizlik içinde birbirimize baktık. Gözlerinde o tanıdık alaycı bakış yoktu. Bu sefer başka bir şey vardı, anlamını çözmekte zorlandığım bir şey.
“Ne var?” dedi boğuk bir sesle. Sanki benim onu izlediğimi fark etmemiş gibi, hiçbir şey olmamış gibi yataktan doğruldu. Gözleri yorgun görünüyordu. “Beni boğmaya mı geldin?”
“Nerden anladın?” diye karşılık verdim, gözlerimi ondan kaçırmadan. Bir meydan okuma daha. Çünkü neden geldiğimi ben de bilmiyordum.
Hiç beklemediğin anda kolumdan tutup beni yatağa çekti ve sırtımı göğsüne yasladı. Heyecandan göğsüm hızla inip kalkmaya başlarken elini belime doladı ve göğsünün sıcaklığı ile sarsıldım. Bu da neydi şimdi? Ne demeye böyle bir şey yapmıştı ki? Ben kendi kendime düşünirken konuştu; “Madem öyle, fiziksel hasar vermeyi düşündüğün için de sana ceza veriyorum. Benimle uyuyacaksın.”