Suzan Şahindağ
Kolları arasında olduğum adam, beni öyle çok dumura uğratmıştı ki ağzımı açıp tek kelime edemeyecek kadar kendimden geçmiştim birkaç dakika boyunca. Sanırım o da bu sessizliğimi kabulleniş olarak algılamış olmalı ki rahat rahat yatmaya devam ettiğinde yavaş yavaş vücuduma oturmaya başlayan öfke kendini belli etmeye başladı.
Ne demek ceza? Gerçekten de benim için büyük bir cezaydı ve bu cezayı kabul etmeyecektim. Onun hiç beklemediği anda çırpınmaya başlayıp; “bırak beni!” diye bağırdığımda neye uğradığını şaşırdı.
“Lan dur!” deyip belime ve kollarıma daha sıkı doladı iri kollarını. Zaten bir kolunun kalınlığı kadar benim belimin kalınlığı vardı. Onun güçlü kolları arasından kurtulmak neredeyse imkansızdı. Bacaklarımı da savurup ona tekmeler atmaya başladığında bu sefer bacaklarımı bacakların arasına hapsetti. “çok pis kaşınıyorsun bak Suzan! Bir kere de tamam demeyi öğren, boyun eğmeyi öğren!” Diyerek kulağımın dibinde tısladığında nefes nefese bir şekilde kendimi öne atmaya çalıştım ama ondan kurtulmak gerçekten de imkansızdı.
Önüme düşen saçı üfleyerek geriye doğru ittirmeye çalıştım. “Ya, senin benimle zorun ne! Bırak da bari rahat rahat uyuyayım.” diyerek çemkirince sanki kulağımın dibinde hafifçe güldü gibi hissettim ama yanlış duymuştum muhtemelen. O manyak alaycı gülüşten başka gülmeyi ne bilsin!
“Ben gayet güzel bir şekilde yatıyordum yatağımda. Sen kendin kaşındın yanıma gelip. Hem de beni boğmayı düşünerek!”
Buna diyebilecek bir cevabım yoktu çünkü neden onun başına gittiğim hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Boğmak istiyor muydum orası bile meçhuldü o an. Belki de sadece uyuyup uyumadığını kontrol etmek için gitmiştim ama ayaklarım beni yanına götürmüştü tamamen benden bağımsız bir şekilde.
Ses çıkarmadan durdum. Neyse o uyuduğu zaman kalkardım artık. “aferin böyle uslu ol.” demesi ile damarıma aniden bastı. Hayır yani ben burada sessiz sessiz duruyorum yine benim damarıma basıyor ben ne yapayım?
“Ya sen bak beni delirteceksin! Ben susmuşum işte ne güzel sen de sussana!”
Kulağımın dibine homurdanır bir nefes bıraktığında huylandım ama belli etmemeye çalıştım. Bana cevap vermedi. Tutuşu aynı sıklıkla dururken yavaş yavaş heyecanlandığımı fark edince kaşlarımı çattım. Bir erkekle bu denli yakın olmak tabii ki de beklediğim bir şey değildi.
Ama nefret ettiğin biriyle böyle yakınken sadece midemin bulanması gerekmiyor mu?
Bunun üzerine çok fazla düşünmemeye çalışarak beklemeye koyuldum. Uyuduğu anda kolları arasından çıkacak ve yeniden koltuğun üzerine gidip kıvrılacaktım.
Fakat zaman geçse de tutuşu hiçbir şekilde gevşemedi. Aksine günlerin verdiği düğün yorgunluğu ile benim bedenim uykuya yavaş yavaş yenik düşmeye başladı. Gözlerim ağır ağır kapanırken etrafı çoktan bulanık görmeye başlamıştım bile.
En sonunda ise uykunun kollarına kıvrıldım.
Sabah uyandığımda burnuma ilişen sandal ağacı kokusuyla adeta mest oldum. Kokunun kaynağını anlamak için gözlerim hafifçe araladığından saçlarımın arasına değen ılık nefes ile neye uğradığımı şaşırdım.
Gözlerim kırpıştırarak bulunduğum yeri saptamaya çalıştım. Sanki kısa bir süre bütün algılarım sıfırlanmıştı. Yavaş yavaş dün akşam yaşananlar düğünüm ve geri kalan her şey kafamın içerisine yeniden yerleştiğinde gözlerim irice açıldı.
Sandal ağacı kokusunun kaynağını ne yazık ki bulmuştum. Sidar! Onun sert, sıcak ve çıplak göğsünde yatıyordum. Bu konuma ne zaman gelmiştik biz? Allah kahretsin ya! En son onun uyumasını beklediğimi hatırlıyorum ama sonrasında anlaşılan ben de uykuya dalmıştım. Günün verdiği yorgunluk ile beklemek zor gelmişti vücuduma.
Aniden göğsünden kalkıp ona bir tane vurduğumda neye uğradığımı şaşırarak yerinden zıpladı. “Lan ne oluyor?” diye dehşet içinde sorduktan sonra beni görünce kaşları çatıldı. “Ne yapıyorsun lan sen? Sabah sabah canına mı susadın?”
Dişlerin arasında öyle sert bir şekilde konuşmuştu ki başka bir kız olsa muhtemelen korkudan titrerdi. Aynı onun gibi kaşlarımı çattım ve ayağa kalktım. “Gece vatoz balığı gibi yapışıp canına susayan sendin! Şimdi ben böyle yapınca mı suç oldu? Ne diye yapıştın bana?”
Yüzündeki sert ifade anında kendini alaya bıraktı. “Valla yavrum, gece ben yanından kalkıp koltuğa gitmek isterken bana yapışan sendin. Muhtemelen şu an hatırlamıyorsun bile değil mi? Bahanen de bu olur, hatırlamıyorum!”
Söyledikleri gözlerim kocaman açılırken, yavrum demesine mi şaşırayım yoksa benim ona yapışmış olmamı iddia etmesine mi bilemedim.
Ellerim titremeye başlarken geriye doğru bir adım attım. “Bir de koca adam olmuşsun utanmadan yalan mı söylersin?” Diye anında itiraz ettim. Tabii ki de böyle bir şey söz konusu bile olamazdı.
“inanmayacağını biliyordum.” dedi alayla ve sonra aniden komodinin üzerine eğilip telefonunu alıp ekranını bana çevirdi. Bu bir video kaydıydı. Sidar gitmek için uğraşıyor ben ise ona yapışmış gitme diyordum. Kesinlikle bu anın en ufak bir kısmını bile hatırlamıyorum. Yanaklarım yavaştan kızarmaya başlarken patlıcan moruna dönmesine yakındı.
Gözlerindeki buz gibi bakışa aldırış etmeden gözlerimi kaçırdım. “Uyku mahmuru ne dediğimi bilmemişim işte!” dediğimde yüz ifadesi çok daha ürkütücü bir hal aldı. Aklından ne geçiyordu bilmiyorum ama çok öfkelendiği belliydi.
“Ne o?” Dedi buz gibi sesiyle. “yoksa o eski sevgilin Emir denilen piç mi aklına geldi?! Ona mı gitme diyordun?”
Duyduklarım ile ağzım şok içinde açılırken bir an için ne diyeceğimi bile bilemedim. Emir benim eski sevgilim falan değildi. Fakat tabii o olanları bir yerlerinden anladığı için bunun doğruluğunu bilmiyordu. Gerçi ben de inadıma birazcık öyleymiş gibi davranmış olabilirdim...
Bundan ötürü, benim yüzümden birinin öldüğünü düşünmek kalbime mızraklar saplıyordu tüm derdim buydu.
“sen kafayı yemişsin! Şu anda bile aklına o mu geliyor yani? Onu aklıma getirerek yaptığın tek şey sana olan öfkemi körüklemek başka bir şey değil. Sana olan nefretimi devamlı devamlı bana hatırlatmaya devam edersen zararlı sen çıkacaksın.”
“Kes sesini.” dedikten sonra bir hışım yataktan çıktı ve banyoya ilerledi. Arkasından çıplak sırtına bakarken tüm gece onun teni üzerinde uyumuş olmanın verdiği utanç ile elimi yüzüme kapattım.
Tüm gece onla uyumam yetmiyormuş gibi bir de ona gitme demiştim öyle mi? Aptal Suzan! Geri zekalının tekisin kızım sen!
Sidar banyodan çıkıp bana ters bir bakış attıktan sonra dolabın önüne geçerken bende ondan gözlerimi kaçırıp banyoya girdim ve elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Her şeyim çoktan yerleştirilmiş, A dan Z ye düşünülmüştü. Beni uğraştırmadıkları için bu konuda sevinmiştim.
İçeri girdiğimde Sidar altına pantolonunu giymiş üzerindeki gömleği de ilikliyordu. Fiziği gerçekten de çok güzeldi giydiği her şey yakışacak bir adamdı. Geçtiğimiz aylarda iyice irileşmiş, iyice spor yapmıştı belli ki. Normalde Sidar ile Hazar aynı fizik ölçülerine sahip derken şu an Sidar daha çok daha şişkin gözüküyordu. Bir şeyleri öfkelenip de mi bu kadar spor yaptı yoksa başka bir şey için mi bilmiyorum tabii.
Bende kendime bordo çiçekli bir elbise alıp banyoda hızla giyindim.
Sidar ceketini de giydikten sonra aniden kolumdan tutup beni kendine çektiğinde şaşkın şaşkın yüzüne baktım. “Şimdi yemeğe ineceğiz. Babaanneme ve dedeme özellikle saygıda kusur etmeyeceksin. Bir de Zelal halama.” Diyerek sertçe konuşunca gözlerim kısıldı.
“yani diğerlerine saygıda kusur edebilirim öyle mi? Annene falan?”
Dişlerini sıktığını gördüğümde içten içe aldığım keyif tarif edilemezdi. “Özellikle dememden ne anlıyorsun sen? Benimle dalga geçme, canını yakarım Suzan.” Dedikten sonra beni hafifçe ileriye doğru ittirdi. “yürü şimdi.”
Onun beni ittirmesiyle dengemi bulmaya çalışarak adım attım. Başım dik, ama içimde derin bir öfkeyle merdivenlere doğru yürüdüm. Bu sabahın gerginliği hala bedenimi terk etmemişti. Sidar’ın tehditkâr ve soğuk tavrı, içimdeki nefretle birleşiyordu. Kendi kendime onu nasıl bu hale getirdiğimi sorgularken, bir yandan da içimden kendime kızıyordum. Neden her seferinde bu adamla inatlaşıp daha da zorlu bir duruma sokuyordum kendimi?
Merdivenlerden inerken arkamdan Sidar’ın adımlarını duydum. Ne kadar hızlı yürürsem yürüyeyim, hep bir gölge gibi peşimdeydi. İçimdeki huzursuzluk arttı ama dışarıya yansıtmamaya çalıştım. Büyük bir masanın etrafına toplanan kalabalık, bizi bekliyordu. Sidar’ın babaannesi, dedesi, Zelal halası ve diğer aşriet üyeleri, sofrada yerlerini almışlardı.
Sidar’ın dedesi Aziz Ağa, sert bakışlarını üzerime dikti. Onunla daha önce tanışmıştım ve Sidar’ın en az onun kadar katı bir adam olduğunu anlamıştım. Babaannesi ise yüzünde donuk bir ifadeyle oturuyordu. Zelal hala muhtemelen beni yıkayan kişiydi, ona saygıyla bakıyordu diğerleri. Burdakilere nazaran Zelal Hala daha sıcak bakıyordu bana, ama onun da alttan alta beni inceleyen bakışları, kendimi rahat hissetmeme izin vermiyordu.
Sidar, dedesine, babasına ve babaannesine saygıyla selam verip yerini aldığında, ben de mecburen usulca yerime oturdum. İçimde fırtınalar kopsa da, dışarıdan mümkün olduğunca sakin görünmeye çalıştım. Sidar’ın babaannesi bana soğuk bir sesle, “Hoş geldin gelin,” dedi. Sesinde bir hoşnutluk ya da memnuniyet emaresi yoktu. Bomboştu. Bunu demesine bile şaşırmıştım.
“Hoş bulduk efendim,” dedim kısık bir sesle, başımı hafifçe eğerek. Sidar’ın babası bu anı değerlendirmek için fırsat kolluyormuş gibi sahte bir samimiyetle, “Suzan kızım,” diye söze girdi, “bu evin bir gelini olarak artık sorumlulukların var. Sen de bilirsin, bizde saygı esastır.”
O anda içimdeki sabır tamamen tükenmek üzereydi, ama burada, bu sofrada tartışma çıkarmanın bir anlamı yoktu. “Tabii ki,” dedim, dişlerimi sıkarak. “Gereken saygıyı her zaman göstereceğim.”
Sidar, masadaki gerilimi sezmiş olmalı ki, aniden konuşmaya dahil oldu. “Suzan saygısızlık size etmez elbet de siz ne edeceksiniz bilmem.”
Herkes ona anlamazca bakarken bende şaşırdım bu dediğine.
“Ne demek istersin sen oğul?” Diyen Aziz Ağa ile bir an herkes gerildi. Sdiar öfkeyle elini masanın üzerinde yumruk yaptı.
“Kim dün Suzan’ın kolunu çizdi?” diye dişlerinin arasından tısladığında kimseden çıt çıkmadı. Kesinlikle bunu demesini beklemiyordum.
Sidar’ın o an söyledikleriyle nefesim kesildi. Masadaki herkes bir anda gerildi. Gözlerimi açabildiğim kadar açtım ve etrafımdaki yüzlere baktım. Sidar, ellerini masanın üzerine koymuş, öfkeyle tek tek herkese baktı.
Anlamaya çalışıyordum ama başım dönmeye başladı. Böyle bir şeyi dile getirmesini beklemiyordum. İçimden bir titreme geçti, tüm dikkatler üzerimdeydi. Sofradaki sessizlik, sanki daha da boğucu hale geldi. Sidar’ın dedesi Aziz Ağa, kalın kaşlarını çatıp bakışlarını Sidar’a dikti. Her an bir patlama bekleniyordu.
“Oğlum, neyi ima edersin sen?” diye sordu dedesi, sesi otoriter ama bu kez daha da sertti.
Sidar, gözlerini sofradakilere tek tek gezdirdi. İçimde bir şeyler yükseliyordu. Öfkesi hem beni koruyormuş gibi geliyor, hem de bu kadar açık bir meydan okumayla ne olacağını kestiremiyordum. O yüzden ben de en ufak bir hareket bile edemedim. Bunu gerçekten tartışmaya açmak istediğinden emin değildim, ama sözleri ortama adeta bir bomba gibi düştü.
“Suzan buraya gelin geldi diye onun üzerinde kimse hak sahibi değildir. Ben yanında yokum diye fırsattan istifade karıma el sürecek kadar kafayı yiyen kimse şunu da bilsin, bir daha böyle bir şey olursa onu mahvederdim.”
Sidar, masadaki herkese bir meydan okurcasına bakıyordu. Kendi korkuma, kafamdaki tüm sorulara rağmen, bir anda masada yalnız kalmış gibi hissettim. Sidar yanımdaydı ama bu ortam, bu ev, tamamen bana karşıydı.
Bir süre kimseden ses çıkmadı. Sanki herkes birbirinin ne yapacağını, ne diyeceğini tartıyordu. Kalbim hızla çarpıyordu. O an gözlerimi kısıp Sidar’a baktım. Bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum. Onun ortalığı daha da karıştırmasına izin vermemeliydim.
“Oğul, o kız için bunca yıllık ailene ne dersin sen böyle?” Dedi sinsi kaynanam Dilan.
“Herkese hak ettiğini derim ana sen karışma. Kimse o üstüne alınsın.”
Asuman denilen kadın ise bana öfkeyle bakıyor ama ses etmiyordu, tüm lafların odağı oydu.
Birden, içimdeki sakin kalma çabası patladı. “Sidar,” dedim hafif titrek ama kontrolümü kaybetmemeye çalışarak, “Bu meseleyi burada tartışmanın bir anlamı yok. Lütfen…”
Sesim çıkarken boğazımdaki düğümü zorla çözüyor gibiydim. Sidar bakışlarını bana çevirdi. Yüzü karanlık ve öfkeliydi ama sözlerimin biraz olsun etkili olduğunu hissettim. Masadaki diğerleri de bekleyişteydi. Sidar’ın dedesi, elini ağır hareketlerle sakalına götürüp onu sıvazladı ve bize baktı. Herkesin içinde bu mesele daha da büyürse, neler olabileceğini tahmin edemiyordum.
“Bu mesele basit bir mesele değil, Suzan,” dedi Sidar sonunda, sesinde bir tehdit tonuyla. “Kimse karıma zarar veremez, bunu herkes bilecek. Ceza kesilecekse ben keserim!”
Yutkundum, gözlerim tekrar sofradakilere döndü. Burada kendimi korumam gerekiyordu ama Sidar’ın bu kadar açık bir meydan okumayı sürdürmesi, işleri daha da karmaşık hale getirecekti. Sessizce derin bir nefes aldım ve içimde fırtınalar koparken başımı eğdim, bu savaşı başka bir güne saklayarak.
"Anlaşılmayan bir şey yoktur inşallah?" dedikten sonra aslında çoktan kimin yaptığını bilir gibi gözlerine Asuman denilen kadına dikti. Muhtemelen yengesiydi. Abileri şu an masada yoktu, bildiğim kadarıyla erken saatlerde kalkıp fabrikaya gidiyorlardı.
Asuman yenge ise gözlerini kaçırdı ama bana ters bir bakış atmadan da durmadı tabii.
"Yeter! kimse kimseye saygısızlık etmeyecek. Suzan eve daha yeni gelmiştir, bir daha böyle bir şey duymak istemem! Duyarsam da alırım ayağımın altına. bu saatten sonra kocası sorumludur ondan. herkes haddini hududunu bilsin."
İtiraf etmek gerekirse bu duyduklarım ile keyiflendim. En azından fiziksel olarak bazı şeylerden yırtmıştım, benim fiziksel sınavımda psikolojik sınavımda Sidar'dı. bakalım onunla baş edebilecek miydim...