Suzan Şahindağ
Odadan çıkıp aşağıya doğru indiğimde henüz kendi odamın neresi olduğunu bile bilmiyordum. Bu yüzden aşağı inmekte mecbur bırakılmıştım. Aşağısı öyle çok kalabalıktı ki kalabalık beni ürkütmedi desem yalan olur.
“Oo gelin hanıma bak sen, gerdek gecesi etrafta fingir fingir dolaşır!” diye konuşan kadın ile utancımdan kızardım. Neyse ki etrafta erkek yoktu da, daha da utanır hale gelmemiştim.
“odamı gösterme tenezzülünde bulunmadığınız için, ben de dolaşmaktan yana kullandım şansımı.” dediğimde kadının yüzü kıpkırmızı oldu. Bu evin gelini olduğu apaçık belliydi. Muhtemelen Sidar'ın büyük abisinin karısıydı.
“Sen ne dili pabuç gibi bir kızsın be! Yeni gelin dediğin böyle konuşmaz. Biz böyle değildik! Bize laf etseler bile susardık. Haya nedir bilmez misin sen?”
Merdivenlerin başında durup göğsümde birleştirdim ellerimi. “Ben haya nedir bilirim de, sen pek bilmezsin herhalde. İkidir gerdek mevzularını açtığına göre! Biz bunları açık açık söyleyemezdik eve gelen gelinlere.” diyerek alttan alta laf sokmayı da ihmal etmedim tabii. Onlara pabuç bırakmayacaktım. Evet sayıca benden üstün olabilirler ama, elimden geldiğince direnecektim.
Zaten başka şansım yoktu.
Umarım ayakta kalmayı başarabilirdim.
“Seni hadsiz!” diyerek ayağa kalktı genç gelin. Benden 10 yaş falan büyüktür en fazla. Dibime girip beni ittirdiğinde sendeledim ama merdivenin tırabzanına tutunarak ayakta kaldım. “Burası babanın konağı değil! Herkese üstten bakamazsın!” dedi dişlerinin arasından. Diğerleri ise film izler gibi bizi izliyordu.
“Ben insanlara yüksekten bakmam ama anlaşılan siz konak sizin diye bu hakkı kendinizde görüyorsunuz!” sesim öylesine sakin çıkıyordu ki bu onu daha da delirtti ve tırnaklarını koluma batırıp etini sıktı sanki sadece tutar gibi görünüyordu muhtemelen dışardan.
“Sana öyle güzel haddini bildireceğim ki kendinden büyüklere saygı göstermen gerektiğini öğreneceksin! Ben bu evin has geliniyim. Bu aileye iki tane aslan gibi evlat verdim! Seni de göreceğiz!” dediği esnada başka biri kolunu tutup onu çekince tırnakları boydan boya kolumu çizdi.
“Asuman, dur hele! Şimdi Kadriye ana gelecek kızacak sana. Burak şu deliyle uğraşma!” diyerek onu geri çekti.
Asuman denilen kadın ise öfkeyle bana bakıp başında ki şalı savura savura geri yerine oturdu.
Bu esnada merdivenlerden kaynanam, beni yıkayan kadın ve sanırım Kadriye ana dedikleri kadın indi. Bir şey konuşuyorlardı.
Kadriye ana elleri arkasında, siyah sürmeli gözleriyle aniden bana baktı ve duraksadı.
“Senin ne işin vardır burada gelin!” sesi öfkeli, aynı zamanda toktu. Biraz ürpermiştim. Sanırım onun adını birkaç kez duymuştum. Babaannemin yan çarıydı.
Neyse ki kimse bir Zozan Ana olamazdı!
“Odamı bilmiyorum,” dedim başım önüme eğilirken. Onlara saygısızlık edecek halim yoktu şu an. Fazladan bir düşman daha haneye eklensin istemezdim, hem de en beterlerinden.
Kadriye Ana kahyaya sert bir bakış attı. “Ne diye bu kız buralarda dolaşır Newal! Onca yıldan sonra sana bir de işini mi öğreteceğim!” Diye gür sesiyle konuştuğunda ben bile olduğum yerde titredim.
Kahya Newal hemen ellerini önünde birleştirip başını önüne eğdi. “kusura bakmayasınız hanım ağam, Sidar ağamın dediği yere ben götürmüştüm gelini. Kendi odasını göstermeye akıl edemedim, bir daha olmayacak.”
Kadriye ona ona ters bir bakış atıp bana döndü. “sen de ne diye kocanın yanında değilsin? Bir daha böyle bir rezillik görmeyeceğim! Ma mirovekî jîr nayê vê malê? (Şu konağa bir akıllı gelmez mi?!”
Kendi oğullarınız aptal, gelenden çok hayır beklemeyin demek isterdim ama dilimi güç bela tuttum.
Kadriye Ana’nın sert bakışları altında, dilimi ısırarak başımı tekrar önüne eğdim. Belli ki burada en iyi taktik sessiz kalmaktı, en azından şimdilik. Sidar da ortalıkta yoktu ki onun arkasına yalandan saklanayım. İçimdeki öfkeyi ve hayal kırıklığını yutmaya çalışarak iç geçirdim.
“Tekrardan özür dilerim Hanım Ağam.” Dedi kahya Newal yine başı eğik bir şekilde.
“Tamam, artık yeter,” dedi Kadriye Ana, otoritesini hissettiren bir tavırla. “Şimdi herkes işine baksın. Yeni gelin de odasına geçsin, yarına iş çoktur! Odasını göster Newal.”
“Hemen gösteriyorum.” Dedi Newal ve yanıma geldi.
Diğer kadınlar birer birer yerlerine çekilirken, Kadriye Ana beni süzmeye devam etti. Gözlerinde hala bir hoşnutsuzluk vardı ama en azından şimdilik bir şey söylemedi. Kahya Newal koluma hafifçe dokunarak beni merdivenlere yönlendirdi. Kaynanam da tiksinircesine bana bakıyordu.
“Buyur gelin,” dedi. “Odanı göstereyim,”
Ses etmeden onu takip ederken üst kata çıktığımız an bana ters bir bakış attı. “Direkt yanıma ne diye gelmedin de senin yüzünden azar işittim!” demesiyle gözlerimi devirdim. Bunlarda yeni geline saygı diye bir şey yok belli ki. Ya da Şahindağ soyadına.
“Sen de buralarda dolanaydın, vahiyle mi inecek bana senin nerde olduğun!” diyerek lafın altında da kalmadım.
“Hasbinallah, hasbinallah!” diye sabırlar çektikten sonra beni taş koridorun sonuna yönlendirdi. “Odan burasıdır, Sidar ağam da içeridedir. Ona saygı da kusur etmeyesin,” demesiyle neredeyse kahkaha atacaktım.
Tam da adamına demişlerdi.
“Eder miyim hiç?” diye tatlı tatlı güldükten sonra kapıyı çalma gereği duymadan içeri dalınca gözleri irice açıldı. Ona dil çıkarıp içeri girdim ve arkamı döndüm. Fakat kesinlikle beklemediğim bir yerle karşılaştım. Sidar denilen manyaktan beklenilmeyecek kadar güzel bir odaydı. Oldukça modern ve konforlu görünüyordu. Büyük bir yatak, oldukça rahat görünen köşede koltuk takımı, avizeler gömme dolap, kütüphane... her şey ayrı ayrı güzeldi.
Özellikle kütüphane kısmı beni çok heyecanlandırdı.
Ama Sidar neredeydi? Hani onu çok görmek istediğimden değil. Yine azarlanacak olan ben olacağım için merak etmiştim.
Aman, gelmezse gelmesin. Ben de mışıl mışıl uyurum.
Bu düşünceyle dolabın önüne gidip kapağını açtım, elbette ki çeyizim buradaydı... Bir tane giyip yatma derdindeydim. Birbirinden özel olan gecelik takımlarına bakıp burun kıvırdıktan sonra uzun, siyah çizgili pijama takımını elime alıp üzerimi soyunmaya başladım.
İç çamaşırlarımla kaldığım esnada aniden banyonun kapısı açılınca gözlerim irice açıldı. Kesinlikle orayı hiç hesaba katmamıştım.
Altında havluyla, üstü çıplak, saçları ıslak çıkan Sidar ile göz göze geldik. Eli kapı kulpunda dondu kaldı.
Ağzımdan ufak bir çığlık koparken hemen pijama takımını önüme siper ettim. “Geri git!” diye dehşet içinde bağırdığımda gözleri kısıldı, kapı kulpunu sıkan parmakları gevşedi.
“Neden?” dedi hiç beklemediğim bir sakinlikle ve bedenimin açıkta kalan kısımlarını süzdü. “Sonuçta artık karımsın. Ne diye geri gideceğim? Hem bugün gerdek gecesidir, iyi bir başlangıç oldu.” diye alayla konuştuğunda sertçe yutkundum ne diyeceğimi bilemedim. Kesinlikle hiç beklemediğim kadar kaslıydı. Spor yaptığını bile bilmiyordum, sahi onunla ilgili ne biliyordum ki? Sadece şerefsiz olduğunu.
Bana doğru yaklaşmaya başladığında dehşetle sırtımı dolaba yasladım. Dibime girdi, saçlarından birkaç damla omzundan göğüs arama doğru yol aldı ve gözleri itinayla o damlayı izledi.
"Ne o? Yaprak gibi titiriyorsun. Yoksa heyecanlandın mı? Ya da Gerdekten mi korkar oldun? Oysa pek bir asi, pek bir cesaretliydin. Ne oldu sana Suzan Xanım?"
Benimle alenen alay ediyordu. Şaşkınlığımı fırsata çeviren şerefsizden başka bir şey değildi ne yazık ki gözümde. Dudaklarını üstün körü yalayıp yeniden konuştu; “Kan sözü ne olacak Suzan Şahindağ? Tutmanın vakti gelmedi mi?”