Gün Senem ve kardeşi Saliha için evlerindeki horoz Hakkı'nın ötüşü ile başlıyordu. Üçüncü ötüşte yatağından fırlayan Saliha yan odadaki ablasının yanına bir hışım girdi. Geç saate kadar çalışmış bir saatlik uykusu da kurulu saat gibi erken vakitte öten Hakkı yüzünden dağılmıştı.
"Abla yemin ediyorum ya sen Hakkı'nın sesini kez ya da ben kesip mis gibi çorba yapacağım."
Yastığa yüzünü gömen genç kız kardeşine "Sende Sare ablan gibi taktın şu Hakkı’ya. Hayır hayvancağız size hiç bir şey de yapmıyor ama hep bir cinai eğilim gösteren siz oluyorsunuz." Derken sesi boğuktu.
"Şaka mı bu ya? Sen nasıl öttüğünü duymuyor musun abla? Hayır, sağır sultan duyup kalktı da ondan dedim."
"Duydum güzelim duydum. Ne de güzel ötüyor değil mi tüyüne ibiğine kurban olduğum."
Saliha ablası ile baş edemeyeceğini anlayınca halis mulis Denizli horozu olan Hakkı'ya kötü bakışlar atarak odadan çıktı. Yatağına geri girerken yeni bir ötüşü duymamaya çalışıyordu. Hayır iki gram uykusu vardı onu da ibiğine dahi sinir olduğu hayvan bölüyordu. Lakin yeminliydi. Bir gün mutlaka onu çorba yapıp kaşık kaşık içecekti.
Erkenden horoz Hakkı yüzünden kalkan abla kardeş güzelce kahvaltısını yaptıktan sonra işlerine gitmek için evden çıktılar. Durağa kadar birlikte gidip farklı otobüslere bindiklerinde günün koşturması onları bekliyordu.
Senem için gece geç vakitte kapanışı yapıp üzerine sabah dükkânı açacak olmak resmen "Sen öl" demenin kibarlaşmış haliydi. Üzerine giydiği siyah tişörtü asker yeşili kamuflaj pantolonu ile koşturmaya hazırdı. Kulağında kulaklık sıkış tıkış otobüste nefes almaya çalışıyordu. Yaz günü kalabalık ortam hiç çekilir dert değildi ama yapacak başka bir şeyi de yoktu. Üstelik tüm kemikleri diş ağrısı gibi derin bir acı ile kıvranıyor her adımında ayakları isyan ediyordu. Bir de leş gibi ter ucuz parfüm ve nefes kokusu vardı ki inene kadar midesi resmen kasırgaya tutuluyordu. Ve hiç kimse koktuğunu kabul etmiyordu. Birkaç kişisinin inişi ile rahat etmeye çalışırken ortada direklerden birine tutunup nefes alma işlemini ara ara gerçekleştirmek suretiyle yolculuğu devam ediyordu. Önünde dikilen kısa boylu kızın ise ucuzcudan alınma parfümün şişesine düşmesi en büyük felaketi olabilirdi. İlla parfüm kokmak mı lazımdı. Mis gibi limon ya da tütün kolonyası da kullanılabilirdi mesela. En azından güzel olduğunu düşünüp leş gibi kokmazdı bazıları.
Burnunun direği sızlıyor nefes alma organı resmen iflas etmek üzere sinyaller veriyordu. Peki, yanında durup üst direği tutan ve aynı zamanda giydiği kısa kollu sayesinde kıllı kol altından leş gibi koku yayan adam. Ölümüne resmen üç vardı. O hep şunu savunmuştu. Eski olabilirdi giydiğin sorun yoktu ama temiz olması şarttı.
Tüm bu iğrençlikler daha sabah vakti yeterli değilmiş gibi arkasında duran ve araç hareket ettikçe fırsattan istifade kendine yaslanan hanzonun varlığına ne demeli. Genç kız tüm bunlar bir araya gelince katil olmak için harika bir gün olduğuna inanmaya başlamıştı. Sonra neden sinirlendin vay efendim çok hırçınsın diyorlardı. Ağızlarına etmediğine şükretmiyorlardı da.
İneceği yere bir durak kala kendini tamamen ona yaslamaya çalışan adama zorlukla geri dönüp "Sen hayırdır bilader. Yarım saattir ne kendini dayayıp duruyorsun bana, üstelik bilerek" diye bağırdığında başta şaşıran adam sonrasında kendini toparlayıp tersçe yanıt verdi.
"İşine bak kızım, ne dayanacam sana. Aracın doluluğunu görmüyor musun? Hayır bide kendini nimetten mi sayıyorsun?"
Dayanamayan Senem "Bana bak zekâsı ayakkabı numarasının çeyreği olan fordçu. Senin gibi şerefsizler yüzünden araçlarda yolda işte parka tacize uğrayıp sesini çıkaramayan çok kadın kız var ama ben onlardan değilim. Senin ebene sela okutur üzerine helvayı da ben kavururum. Göt herif, pisliğini örtmek için gerzek gerzek ne konuşuyorsun. Yok mu bir babayiğit anası bacısı olan. Bu şerefsiz bugün bana yaptı yarın karınıza kızınıza da yapar." diyerek adama çıkardığı sırt çantasını geçirirken, iki üç genç delikanlı hemen aradan geçip adamın yanına gelerek tartaklamaya başladılar. Sonunda durağa gelindiğinde genç kız hemen inerken hem rahat nefes alabilmiş hem de içinden kendini tebrik ediyordu. Susmak onluk değildi. Hele bu tip sözde adam özde mikrop hatta bakteri olan yaratıklara karşı asla pısıp geri durmazdı. Durmayacaktı da.
İş yerine geldiğinde soyunma odasına geçip üzerini değiştirdi. Beyaz gömlek siyah pantolon üniformasını giyip sütlü kahve rengindeki önlüğü de boynundan geçirerek bağladığında tamamdı. Ayağındaki siyah sporları tüm günü ona en azından rahat geçirtebilirdi. Yoksa tabanları isyan eder ayak parmakları ayaklanmaya neden olurdu.
İşinin başına geçtiğinde kalabalıklaşan mekân ile koşturma başlamıştı. Geçen saatlerde kahverengi saçları tepesinde sıkı bir at kuyruğu yapılmış Senem yorgunluktan ve sinirden teni kızıla boyanmış gibiydi. En kalabalık zamanda kahve makinesi bozulmuş ve her şey birbirine girmişti. ‘Gün muhteşem ilerliyor’ diye düşünmeden edemedi.
Sadece filtre ve Türk kahvesi servisleri olduğunu gelen müşterilere ve sipariş isteyen masalara bildirse de zor müşteriler de yok değildi. Hele dükkâna giren uzun kahverengi saçlı mavi gözlü 'ben akşamdan kalmayım' diye bağıran tipiyle kendini belli eden müşteri bugün için yanardağ gibi patlama nedeni olacaktı.
Türk kahvesi isteyen müşterisine fincanı uzatan Senem karşısındaki dağılmış adama baktığında anlık duraksama yaşadı. Lakin işine devam etmek açısında diğer kahve fincanını bekleyen başka müşteriye uzatmayı tercih etti. Masaya geçen adamdan sipariş almak için not defteri ile hemen ilerleyip karşısında durarak "Hoş geldiniz" dediğinde adam kıza bakmadan hemen siparişini verdi. Başı çok ağrıyordu ve kahve içmek istiyordu.
"Ben bir Americano istiyorum."
"Kahve makinemiz arıza yaptı efendim. Sadece filtre ve Türk kahvesi servisimiz var" diyerek bilgi veren Senem adamın yeni sipariş vermesini bekledi.
Gözlerinin akında kızıllık olan genç adam saçlarını gelişi güzel düzeltip boynunu esneterek "O zaman bir latte alayım" dediğinde genç kız yine aynı cevabı verdi.
"Kahve makinemiz arıza yaptı. Sadece filtre ve Türk kahvesi servisimiz var."
"Hım, espresso olsun o zaman."
"Beyefendi siz beni duyuyor musunuz? Makine bozuk, sadece filtre ve Türk kahvesi servisimiz var."
"Hiç mi yok."
"Var ben kendime saklıyorum. Arkadaşım algıda sorun mu var?"
"Sen ne diyorsun lan. Bu ne samimiyet bu ne terbiyesizlik."
"Bak koçum, zaten sinir kat sayım pi sayısının kare kökünü aşıp geçmiş beni delirtme istersen. İki saattir sana makine bozuk diyorum hala kahve çeşitlerini sayıyorsun. Kafan nerede diyeceğim ama burnumun direğini kıran içki kokusundan neden algı sorunu yaşadığın belli. Terbiye konusunda senle yarışırız anladığım kadarıyla. Lan diye de senin gibilere derler."
Ayağa kalkan genç adam alnına düşen saçları eli ile geri savururken "Senin iflahını keserim" diye kızın üzerine yürüyünce kaşları çatılan Senem şaşkınlıkla içinden "Bu ne cesaret Yarabbi. Seni tanımak istiyorum yiğidim" diye söylense de adamın iri bedeni karşısında istemese de geri adımladı.
Genç adam ise "Bana bak kızım. Senin gibileri çok gördüm ben ama bu kafayla çekilecek dert değilsin. Şimdi bas git bana sert bir Türk kahvesi getir. Bir de müdürünü yolla" deyip geri yerine gürültü ile oturdu. Burnundan soluyan genç kız hırsla geri dönüp kahveyi yapmaya koyulurken dişleri arasından hırlıyordu.
"Yengeçler götünü kesesice. Ağzına ahtapot kaçasıca. İstiklal caddesinde öküz kovalayasıca. Mandıra da eşsiz kalasıca. Midilli kılıklı sarhoş. Tork kohvoso gotor. Bor do modorono çoğor. Katıksız öküz."
"Ne diyorsun Senem?"
Yanında ona seslenen arkadaşına bakıp hırsla "Ne diyeceğim şu ön masada oturan ayyaştan bahsediyorum. Pandalar gibi nesli tükenecesice tutmuş bana basit kız muamelesi yapıyor. Geri zekalı. İki saattir makine bozuk diyorum ukala ukala yok ondan yok bundan getir diye konuşup duruyor. Patladım en sonunda. Şimdi de müdürünü çağır diyor ha bir de Türk kahvesi istiyormuş. Göt herif en baştan sadece kahve istese olacak ama yok niye istesin ki. O sadece kahve isterse ben nasıl delireceğim yoksa. Maksat ben cinnet geçirip cinayet işleyeyim sonra da bu malı adam sayıp ceza versinler" diyerek olanı biteni anlatıp içini biraz olsun döktüğünde nefes alabilmişti.
Arkadaşı etrafına bakıp "Sakin ol biraz. Adamın haline bakma cakası sağlam biri gibi görünüyor. İş açma başına durduk yere. Ver kahvesini bir de özür dile konu kapansın. İşinden olursun sonra" deyip telkin etmeye çalıştı. Gözleri irileşen kız ise hırsla söylendi.
"Saçmalama o manda kıçı suratlıdan özür dileyeceğime kahve fincanını ağzına sokar işten çıkarım daha iyi. Hem niye ben özür diliyorum ki, tüm mallığı o yaptı."
"Çünkü benim siniri everes kadar büyük arkadaşım o müşteri. Hem de cebi bol paralı biri. Sen de çalışansın. Müdür hep ne der "Müşteri daima haklıdır" o yüzden biraz alttan al. Bak bu ay biraz artış olacak maaşlarda. Ciro yüksek kaç aydır. Prim niyetine sağlam para alacağız bunu kaçırma. Kardeşin bile canla başla çalışıyor sana yük olmamak için bari onu göz önüne al."
Senem arkadaşının dediğini düşündü. Normalde sittin sene o geri zekalı manda kıçından özür dilemez ya da geri adım atmazdı ama hayat şartları artistlik yapmasına engel oluyordu.
Hazır olan kahveyi hemen fincana döküp yanına küçük lokumlardan koyarak servis tepsini alıp adamın masasına ilerledi. Adam hala kahverengi uzun saçlarını eli ile karıştırıyor muhtemelen ağrıyan başına masaj yapmaya çalışıyordu. Tam önünde durmuş servis tepsisinden fincanı masaya indiriyordu ki adam aniden kolunu kaldırıp esnetmek istedi. Tabi çarptığı kahve fincanı direkt üzerine hatta pantolonunun ön kısmına döküldü.
"Ah yandım, kahretsin, lanet girsin çok yandım" diye yerinden zıpladığında gözleri irice açılan Senem içinden "Aha şimdi sıçtım. Cafer bezi getir bulaşmadan tez getir" dese de "Kolunuz çarptı, siz iyi misiniz? Hemen peçete ile silelim" dedi. Bir eli ile pantolonun önünü kaldıran adam diğer eliyle yüzünü kapatan saçlarını geri savurup bağırdı.
"Kes sesini. Senin yüzünden yandım zaten hala konuşuyor musun bir de?"
"Benim yüzümden değil sizin kolunuz çarptığı için yandınız."
"Hala cevap mı veriyorsun sen lan."
"Lan babandır adam gibi konuş."
"Seni gebertirim kızım."
"Hadi ya tavuk mu var karşında hayırdır kimi gebertiyon bilader. Ağır ol molla desinler."
"Bela mısın kızım sen? Derdin ne he? İllaki başka türlü mü konuşalım."
"Ah göçüm nasıl konuşacaksın çok merak ediyorum."
Bir adım öne çıkıp Senem’nin kolunu kavradığında çatık kaşlarla bakarken dişleri arasından tıslar gibi "Dikkatimi çekmeye falan mı çalışıyorsun sen? Bu kadar ucuz numaralarla olmaz o işler. Üstelik ufaklığa zarar vererek başarıya ulaşamazsın. Malum onunla işin olacaksa iyi bakmalısın" dediğinde sesindeki ton hem tehlikeli hem de alay eder gibiydi.
Derin bir nefes alan genç kız adamın sözleri ile yanardağ misali patlarken "Senin de o ufaklığının da gelmişinin geçmişinin ben var ya" deyip kolunu kurtardığı gibi bacak arasına tekmeyi bastı. Anında yere iki büklüm eğilen adam "Siktir" diyerek inledi.
"Yok canım daha o kısma gelmedik" diyen Senem bu defa eğilmiş adamın karnına bir diz geçirdi. Çünkü lafları hazmedecek kıvamı çoktan aşmıştı. Adamın canına mı susadığını merak etti bir an. Hayır intiharın daha değişik yolları vardı.
Yediği diz darbesi ile "Lan" diye bağıran adamın yardımına çalışanlar koşarken çoktan uzun saçlardan asılmış "Dikkat çekmek, ucuz numara, ufaklık. Al sana ufaklık al sana ucuzluk. Dur dur ben daha seni Makbule ablanın ağda yaptığı Nurten teyze gibi yolacağım, sen gör" diye bağırıyor, kopan tokasından kurtulan kahverengi saçları yüzüne savruluyordu.
Sonunda çalışanlar onları ayırdıklarında müdür Senem’e bakıp "Defol buradan. Maaş falan da bekleme bu ay. Kestim hepsini" diye bağırdı. Genç kız hırsla saçlarını omuzundan savurup "Al o parayı rulo halinde götüne sok prostatlı herif" diyerek hızla soyunma odasına gidip üzerini değiştirdi. Dışarıdan gelen sesleri umursamıyordu. Çok sinirliydi ve tepesinden ateş çıkabilirdi.
İçeri girip o gerzek herifi öldürebilirdi. Hatta gelinlik giydirip kırk yerinden bıçaklayıp ormana gömse daha mı iyi olurdu ne? Ayyaş andaval gelip hem gününün içine etmiş hem de işinden olmasına sebep olmuştu. Nasıl bir sinirin bedeninden geçtiğini damarlarındaki sert akan kandan hissedebiliyordu. Derin nefesler alıp kendini dışarı attığında gözlerini açık havaya çevirdi. Tam da yaz sezonunda işlerin iyi olduğu bir anda işinden olmak üstelik beş parasız kalmak olacak iş değildi.
Akşam kardeşine ne diyecekti. Peki ya değişiklere durumu anlatırken onları nasıl zapt edecekti. Sare ve Berna o ayyaşı bulup içtiği içki şişesini kendisinde yok etmeden rahat etmezlerdi. Hoş bunu yapsalar köşede durur çekirdeğini kolasını alır zevkle izlerdi ama durduk yere kızların başını belaya sokmak istemezdi. Zaten biri abisinden diğer kız kardeşinden çekiyordu. Cidden ne de bitmez bir paradoksun içine düşmüşlerdi de dertsiz geçen günleri bir elin parmak sayısını geçmiyordu.
Onlar dertlerden kaçıyor dertler sanki kıçlarına takip cihazı takmış gibi şıp diye buluyordu. İbrahim Tatlıses gibi oturup kaldırıma "Dertler derya olmuş ben de bir sandal devrilip batmışım boğulamamışım ben" diye şarkı söylese biraz rahatlardı ama millet deli derdi. Dese de umursamazdı ki. Bu zamana kadar pek takmadığı milleti şimdi mi takacaktı.
Mekândan uzaklaşıp biraz yüksek bir kaldırıma kendini bıraktığında telefonunda en acıklı şarkıyı açıp dertli dertli dinlemeye bir yandan da söylemeye başladı. Olmayan sevgilisine dertleniyor işten kovulma hırsını hayali aşkı Murtaza'dan çıkarıyordu.
"Ayrılık sevdi bizi, içim hüzün denizi, çekil git desem de gitme ulan" diye bağırdığında yanından geçen teyzeler "Ah yazık sakat herhalde" deyince dayanamayan kız ayağa kalkıp "Sakat diye zihni pörsümüş büzüşmüş kokuşmuşlara denir. Sakat diye adlandırdığınız insanların tırnağa olamazsınız. Ayıptır teyze insana sakat denir mi?" diye sesini yükselterek kızdı.
Teyzeler "Deli mi ne?" deyip uzaklaşırken "Deliyim anasını satayım var mı ötesi deliyim. Beni siz delirttiniz ulan!" diyerek bu defa olayı Cem Karaca'ya bağladı.
Tüm bu serzenişler gelen telefonla bozulurken, kimin aradığına baktığında gülümsedi.
Arayan "Bernam"
Telefonu açtığı an derin bir nefes alıp direkt "Kovuldum" dedi. Duyduğu "Kovulduk" cümlesi ile gülmeden edemedi. Sanki göbek bağları ortak kesilmişti. Yakında helaya giderken de birlik olurlarsa kesin arkadaşlık tarihine geçerlerdi.
Şimdi istikamet sahil ve kayalardı. Dertlerini denize anlatıp biraz böğürerek ağlamak ya da manyaklar gibi gülmek çok iyi gelecekti. Sare’nin kafa bulma yöntemi de iyi gelebilirdi. Ayran, ayran ve yine ayran. Kırk şişe rakı halt yemiş yanında.