13.Alberto Martinez

1837 Words
Semih'ten Huzurlu bir uyku kadar güzeli yoktu. Korkunç kabusların olmadığı bir dünya cennetti. Gerisi ise teferruat. Havlusunu yatağın üzerine atıp üryan bir halde dolabın önüne gitti. İç çamaşırı çekmecesinden siyah bir alt çıkartıp hızla bacaklarından geçirdi. Kalçalarına çektiğinde arkasında kalan kızın uyku numarasını umursamadan eline geçen ilk siyah tişörtü alıp giydi. Dolabın diğer tarafına gidip sıra sıra askılara dizili olan kot pantolonlardan birini askıdan çekip çıkartarak giyindi. Üzerine üst katta asılı olan gömleklerden kapüşonlu, siyah çizgili haki gömleği de giydiğinde hazırdı. Kızın kendisi odadan çıkmadan yorganın altından çıkmayacağını biliyordu. Saati, cüzdanı, telefonu, sigarası, çakmağı ve ceketi. Bilerek olmasada oda da oyalanıyordu. Kızın geç kaldığını biliyordu. Bir aydır Seher hanım kahvaltıları yalnız hazırlıyordu. Pınar ucu ucuna yetişiyor anca kendini kapıdan dışarı atabiliyordu. Anlaşmaları böyle değildi. En azında aklında böylesi yoktu. Kız fazlasıyla zamanını alıyordu. İşleri yoluna gireceğine daha da karmaşık bir hal almıştı. O gece çalışmayı severdi. İnsanların sessiz olduğu herkesin köşesine çekilip, dünyanın üzerine karanlık çöktüğünde en kanlı planlarını yapar sessiz sedasız çekilirdi. Huzurlu olunca uykuyu sevdiğini fark etti. İlk zamanları kızın odasına sessiz sedasız giderdi. Bir gece ansızın Aysima'nın odaya gelmesiyle biraz canı sıkılsada bunlara alışması gerektiğini kabullendi. Onun için gizlilik önemli değildi. Saklamak için bir sebebi yoktu. Ona göre çok doğal bir durumdu. Pek ala herkes anlayabilirdi. Pınar'ın ısrarı üzerine saklamayı tercih etmişti. Ne Beyza umudundaydı ne de Pınar'ın sevgilisi olduğunu zanneden dangalak herif. Hatta onun gözünün önünde Pınar'ı öpmek istiyordu. Bazen kendi düşüncelerini anlamakta zorlanıyordu. Bu güne kadar hiç bir kadını koluna takıp gezmemişti. Kimseye sükse yapmak gibi bir derdi yoktu. Ama Onur denen herif aklına gelince Pınar bana ait diye haykırmak istiyordu. Gerçekten de Pınar onun muydu? Geceleri koynunda kedi gibi kıvrılıp yatan, arzularını bütün çıplaklığı ile yaşayan kız neden Onur'u bırakmıyordu anlayamıyordu. Elbetteki ondan ayrılmasını istemeye hakkı yoktu. En başında birbirlerinin hayatlarına karışmayacaklarına dair söz vermişlerdi. Şimdi kızdan böyle bir şey isteyemezdi. Yinede içindeki anlamlandırmadığı huzursuzluğa son veremiyordu. İçinden çıkılmaz bir hal alan düşüncelerle odadan çıktığında Aysima ile burun buruna geldi. "Günaydın abi. Bilgisayarın acil bana lazım." "Seninkine ne oldu?" "Bilmiyorum. Yarım saattir açılmıyor. Zaten servise gönderecektim." "Senin okul saatin gelmedi mi? Sabah sabah ne işin var bilgisayarda." "Of abi beş dakikalık bir işim var. Bilgisayarını yemeyeceğim ya. Ahiret sorguna çekiyorsun." Aysima eğilip Semih'in kolunun altından geçerek odanın kapısını açtı. "Aysima ne yapıyorsun?" Diyerek peşinden Semih odaya girdi. Yatak boştu. Aysima'ya belli etmeden odayı gözden geçirdi. Kapının arkasında örtüye sarınmış Pınar'ı gördü. Kapının önünde durarak kızın görünme ihtimalini sıfıra indirgedi. Aysima laptopun ekranını kaldırmış açılmasını bekliyordu. Bir yandan da dağınık odaya göz atıyordu. Abisinin bir misafiri olduğu belliydi. Yarısı yatağın altına girmiş, parçalanmış siyah dantel çamaşır dikkatini çekti. Abisi için fazla ateşli bir gece olmuştu anlaşılan. Semih Aysima'nın bakışlarını takip ederek gecenin en çılgın anlarından izler taşıyan çamaşırı gördü. Hemen kızın yanına giderek ayağı ile parçaları yatağın altına iteledi. "Bilgisayarı al çık. Sonra getirirsin." Aysima itiraz etmeden abisinin dediğini yaptı. Odadan çıkarken son kez etrafa göz atmayı ihmal etmedi. Küçük iç çamaşırı ile aynı akibeti paylaşan bir kaç giysi parçası daha gördü. O koridora ayak basar basmak arkasındaki kapı sertçe kapandı. "Bu böyle olmayacak. Benim kimseden saklayacak bir şeyim yok. Görsünler bitsin gitsin." Semih söylenirken Pınar sarındığı örtüyü yere bırakıp hızla giyinmeye başladı. Hoş giyebileceği bir şey de kalmamıştı ya. En azından pantolonu sağlamdı da üzerine geçirebildi. Odanın başka bir köşesine fırlatılmış sütyende hala kullanılabilir durumdaydı fakat aynı şeyi dantel detaylı bluzu için söyleyemezdi çünkü giyilebilecek bir hali yoktu. Semih'i yok sayarak adamın dolabını açtı ve üzerine beyaz bir tişört geçirdi. Şimdi Semih beyin sözlerine karşılık vermeye hazırdı. "Evin beslemesi ile beyi. Kulak tırmalayıcı bir gerçek." Dedi genç kız. Kelimeler ağzında tükürürcesine çıkarken, halbuki kalbinde ne büyük parçalanmalara yol açıyordu. Semih kızın sözleriyle yerinden kalkı ve ona doğru yürümeye başladı. "Beni gözünde yüceltme, kendini de ezme. Sen ailemizin bir ferdisin." Genç adam köşeye sıkıştırdığı kızın gözünün önüne helen düz saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırıp kulağının altına ıslak, sıcak ve baştan çıkaran bir öpücük kondurdu. "Hıh... ne demeyi düşünüyorsun herkese. Biz sadece yatıyoruz. Arada canım isterse Pınar'ı beceriyorum sonra o kendi yoluna ben kendi yoluma mı?" "Bak böyle söylediğinde bana bile hoş görünmedi. Onları sevgili olduğumuzu söyleyebilirsin." Kız duyduklarına inanamadı. İrice açılan gözleri boncuk boncuk parlıyordu. Çatılan kaşları ve öfkelendiğinde alnında beliren damarla Semih'in aklında hiç hoş olmayan görüntülere sebep olduğunun farkında da değildi. Semih'in kıskacından adamı iterek kurtuldu. "Sonra ne olacak peki. Hiç düşündün mü? Sen sıkıldığında mesela. Ayrıldık bitti mi diyeceğim? Bir daha Ela ablanın, Haldun abinin, Aysima'nın yüzüne nasıl bakarım?" "Fazla dramatize etmiyor musun? Otuz senelik karı-koca ayrılıyor. Bizi mi sorgulayacaklar? Hem kimin haddine?" "Hayır Semih. Hayır. Hayır. Hayır." Bir kaç defa üst üste derin soluklar çekti. Odanın ortasında bir daire çizdikten sonra tekrar Semih'in karşısına geçti. "Sen anlamak istemiyorsun ama aramızdaki şey senin düşündüğün kadar basit değil. Burası Amerika değil Semih. Türkiye. İnsanların namus namus diye tutturduğu, namusun sadece bacak arısında olduğunu düşünenlerin ülkesi. Zengini de fakiri de aynı. Fakir yaparsa orospu, zenginler yaparsa kaşar olur. Fakir rezil olduğuyla kalır zenginin şanı yürür. Ben... benimki hangi katagoride kalıyor biliyor musun? Zengin avcısı. Bizim... bizim ciddi bir tarafımız yok. Bir anlaşma yaptık ve ikimizde ona sadık kalacağız. Kimse bilmeyecek." Konuşmak için ağzını açan Semih Pınar'ın onu dinlemeden odadan çıkmasıyla sinirlendi. Ah bu kadınlar neden her şeyi bu kadar büyütürlerdi ki? 🌘 Önünde kaçıncı kez okuduğunu bilmediği dosyayı tekrar baştan incelemeye başladı. İki hafta önce aldığı işin sonlandırılması gerekiyordu ve bir türlü kendisini veremiyordu. Bu sefer ki görev diğerlerinden farklıydı. Pek sevgili(!) büyükbabasından gelmişti. Arada özel işleri için Semih'i arardı. Zaten Semih'i sırf bunun için yetiştirmemiş miydi? 2006 Gözleri siyah bandajlı, elleri arkasından plastik bir kabloyla bağlıydı. Arabada iki yanında oturan adamlardan biri duran araçtan indi. Aksanlı ve akıcı İngilizce konuşmasından adamın yabancı olduğu belli oluyordu. Şöför dahil üç kişinin olduğunu düşünüyordu çünkü konuşmalardan ancak bu kadarımı tahmin edilebiliyordu. İngilizceye hakim biri olarak konuşulanları anlıyordu ama konuşmalardan bir şey çıkartamamıştı. Kimdi bu adamlar? Kendisinden ne istiyorlardı? Okul çıkışında daha kapıdan çıkarken ellerinde silahlarla önünü kesip sessiz sedasız arabaya bindirip, hemen ellerini ve gözlerini bağlayıp sessiz kalmasını istemişlerdi. Şimdi ise araç durmuş ve yanında oturan adamlardan biri dışarıya çıkmıştı. Nereye geldilerse inen adam yine yabancı olan başka bir adamla konuşuyordu. İnen adam arabaya geri gelmedi ve araç tekrar çalıştı. Az bir yol aldıktan sonra durdu ve diğer yanında duran adam indi. "İn" Yine İngilizce verilen emirle Semih tepkisiz kaldı. Kimse ona emir veremezdi. Bir kaç saniye sonra kolundan zorla çekilerek araçtan indirildi. Kolundan tutmaya devam eden adam ile birlikte yürümeye başladılar. Gözleri kapalı olabilirdi. Fakat etraftaki seslere hakimdi. Kuş cıvıltıları ve börtü böceğin çıtırtısı şehir şehir merkezine uzak bir yere geldiklerinin işaretiydi. Kolunu çekeleyerek yürümesini sağlayan adam; "Önümüzde yukarıya çıkan merdiven var." Dedi. Altı basamak çıktıktan sonra kapıdan geçtiler. Kapı muhtemelen açıktı çünkü açılma sesi gelmedi. İçeri geçerken kapının pervazına omzu çarptı. "Aşağıya inen merdiven var." Kısa kısa gelen betimleme cümleleri ile bir yere vardılar. Bulundukları ortamda yanında ki adam ile birlikte nefes alan beş kişi vardı. "Gözünü aç." Yanındaki adam Semih'in gözlerini bağladığı bandajı açtı. Genç delikanlının uzun süredir bağlı olan gözleri etrafı algılamaya başladığında ilk dikkatini çeken karşısında taht gibi bir koltukta oturan ellili yaşlarda olduğunu tahmin ettiği bir adam oldu. Kır saçlı, sinek kaydı tıraşlı, oturduğu halde iri cüssesi kendini belli eden adam gülümseyerek kendisini incelerken Semih'te aynı bakışlarla karşılık vermeye başladı. Adam derinden bir kahkaha attı. "Tam da tahmin ettiğim gibi. Aynı babanın oğlusun." "Hayır." O babasının oğlu değildi. Hiç bir zaman olmamıştı ve olmayacaktı. "Kimsin sen? O adamı nerden tanıyorsun? Türkçe verdiği karşılı yaşlı adamın yanındaki genç bir adam İngilizceye çevirerek tercüme etti. Adamın Türkçe bilmediğini böylece anlamış oldu. "Alberto Martinez genç adam. Damien Martinez'in babası." Semih karşısındaki adama hiç şaşırmış gibi bakmadı. Bir gün bu günün geleceğini biliyordu ve düşüncesi gerçekleşmişti. Peki şimdi bu adam ne istiyordu? İntikam mı? Getiriliş şekline bakılırsa öyle gibi görünüyordu. "Benden ne istiyorsun?" "Ahhh. Ne asabi bir genç adam. Ama olmaz. Sakin olmak zorundasın. Seninle çok büyük işler yapacağız. Senin benden ilk öğreneceğin sakin bir adam olmak olacak." "Benden ne istiyorsun?" "Sabırsız olma genç. Birlikte çok fazla zamanımız olacak ve senden ne istediğimi öğreneceksin." Semih yaşlı adam doğru bir adım attığında yanındaki adam hemen silahını çıkartıp Semih'in şakağına dayadı. "Hayır. Hayır. Hayır. İndir silahı. Bir daha torunuma silahını doğrultursan ölürsün." Adam hemen silahını indirdi. Semih'in yanından bir kaç adım uzaklaştı. "Ben o adamın oğlu, senin torunun değilim." Dedi Semih öfkeyle. Sıktığı dişleri çenesinin ağrımasana neden oluyordu. "Onu öldürürken zevk aldın mı Semih?Kıpkırmızı akan kanın sıcaklığını hissettin mi? Lezzetli kokusu doldurdu mu ciğerlerini?" Semih'in aniden şekilden şekilde giren yüzü, ellerini yumuk yapışı farkında olmadığı ama parlamaya başlayan lacivert gözlerini gören adam kahkaha atarak gülmeye başladı. "Kimseye bahsetmedin değil mi bunlardan. Annenin seni götürdüğü sayısız doktor ve psikologlar hiç bir şey anlamadılar değil mi? Sendeki kan tutkusu benim kanımdan olduğunun ispatı. Ne çok istedim babanın senin gibi olmasını ama o güçü sadece kadınlara yeten bir asalaktı. Senelerce benim kanımı emdi ve hak ettiği gibi öldü. Onu öldürürken çekilmiş fotoğraflarını gördüm. Kanı ayaklarının altına doğru akarken gözlerinin, bakışlarının nasıl parladığını. Ölümü seyrederken duyumsadığın zevki hissettim. Aynı deden gibi olduğunu o gün anladım. Bir daha da peşini bırakmadım. Adım adım izledi adamlarım seni. Fotoğraflarını çekip gönderdiler. O kadın seni iyileştirebilmek için ordan oraya sürüklerken sadece güldüm. Biliyordum çünkü sen asla iyileşmeyecek bir hastastaydın. Yine de uzun süre emin olabilmek için bekledim. Neredeyse vaz geçiyordum. Ama sen yine yaptın yapacağını. İlk okula gidiyordun. Kavga ettiğin arkadaşını üçüncü katın merdiveninden aşağıya attın. Kafası mermere çarpınca parçalandı. Kanı, kan konusu her yere yayıldı. Sen de yine zevkle izledin her şeyi. Ölümünü, canının çekilişini. Kimse senden şüphelenmediğinde bir kez daha takdir ettim seni. Bir daha da peşini bırakmadım. Şu son olayda da kesinlikle senin suçun yoktu. Aptal arkadaşın ölümü hak ediyordu." "Yeter. Daha fazla saçmalık duymak istemiyorum. Hepsi kazaydı. Ben sadece annemi korumak istedim. O çocukta, arkadaşımda kaza ile öldü. Ben yapmadım. BEN YAPMADIMMM." Semih ellerini kulaklarına kapatıp yere çöktü. Daha fazlasını duymak istemiyordu. Senelerdir içinden çıkaramadığı duygularla yüzleşmeye hazır değildi. "Torunum. İnkar etmeye mi başladın? İnsan aslını inkar edebilir mi? Hayır. Sen busun Semih. Kabullenmekten başka bir çaren yok. Amerika'ya geleceksin benimle. Yanımda olacaksın. Bazı eğitimler almanı istiyorum." Semih hızla çöktüğü yerden doğruldu. Doğrudan yaşlı adamın gözlerine baktı. Alaycı yüz ifadesi, oyunbaz bakışları yabancı gelmiyordu. Silkelenip toparlandı. Adamın ne yapmaya çalıştığı ortadaydı. Böyle oyunlara gelecek kadar aptal olduğunu mu düşünüyordu. "Hayır. Asla. Ne yaparsan yap seninle gelmeyeceğim. Hiç bir şeyim değilsin benim." Yaşlı adam yanındaki genç adam sözlerin tercümesini yaparken gülümsedi. Bakışlarını Semih'e çevirip genç tercümanın sözlerini bitirmesini bekledi. "Bende böyle düşünmüştüm. O yüzden hazırlıklı geldim." Yaşlı adamın bir iki metre ilerisinde duran genç bir kadın oturduğu yerden önündeki sehpada duran kumandaya uzandı. Kadın kumandanın kırmızı tuşuna basınca televizyon açıldı. Önce sesler geldi. "Abi. Abi hadi topu bana at." Sonra Aysima'nın görüntüsü geldi ekrana. Evin bahçesinde O, Cihan ve Aysima top oynuyorlardı. Cihan ile Semih top koştururken Aysima da onlara ayak uydurmaya çalışıyordu. O günü hatırladı Semih. Kız kardeşinin doyasıya kahkaha attığı birlikte çok eğlendikleri günlerden biriydi. "Ne güzel bir kız çocuğu. Kim bilir büyüyünce nasıl güzel olur? Erkeklerin etrafında pervane olacağı şimdiden ortada." "Kes sesini." Diyerek susturdu yaşlı adamı Semih. "Çabuk sinirleniyorsun genç halbuki seninle anlaşmaya varabiliriz."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD