Pınar'dan
"Durumunda bir değişiklik yok."
"Tamam tatlım. Kendini üzme. Eminim arkadaşın bir an önce toparlanacak."
Ela ablanın her zamanki iyimserliği üzerindeydi. Derin bir nefes aldım. İçimi kaplayan karamsarlıkla başa çıkamıyordum.
Hoş hiç bir zaman çıkamamıştım. Nereye gitsem benimle birlikte bela da oraya geliyordu.
"Bilmiyorum Ela Abla. Resmen öldürülesiye dövülmüş. Ailesine de haber veremedik. Babası duyarsa yeniden kalp krizi geçirebilir. En azından uyansaydı da ailesine sesini duyursaydı. Telefonu her çaldığında ne yapacağımı şaşırıyorum."
"Tamam tatlım. Sıkma canını. Toparlanacak."Diyerek beni telkin etmeye çalıştı.
İyi ki varsın Ela Abla.
Seni hak etmesemde iyi ki yanımdasın.
"Umarım Ela Abla."
Uyansa bile iyileşmesi zaman alabilir, psikologla görüşmesini de tavsiye ederim. demişti doktor.
Telefonu kapatıp çantama koydum. Karşıdan elinde iki tane karton bardakla gelen Metin yanımıza ulaştığında bardaklardan birini Eylem'e diğerini bana uzattı.
"Size kahve getirdim. Kendinize gelirsiniz."
"Teşekkür ederim." Dedim mahcup bir şekilde.
Telefonda Eylem ve Metin'le konuşup Onur'un haberini aldıktan sonra apar topar hastaneye gelmiştim. Yoğun bakımda olduğu için Onur'u görme şansım olmamıştı. Akşamda doktor bu gece uyanmaz dediği için eve dönmek zorunda kalmıştım. Eylem ve Eylül de benim gibi evlerine dönerken Metin ve Burak hastanede kalmışlardı.
Sabah erkenden yine hastaneye geldim. Onur'un durumunda bir değişiklik yoktu. Vücudunun büyük bir kısmı ve yüzü saygılar içindeydi. Onu bu hale kim, neden getirmişti bilmiyorduk.
Öğleden sonra doktor uyku ilacı vermeyi kestiklerini uyanmasını beklediklerini söyledi. O saatten beri hastanedeydim ve saat gece yarısını geçmek üzereydi. Sabaha karşı uyanabilirmiş. Ben hastanede kalınca Eylem'de yanımda kalmak istedi.
"Aşkım polisten haber yok mu?" Dedi Eylem yanında oturan Metin'e.
"Hayır. Ev zaten sıradan bir öğrenci evi, mahalle arasında, etrafta ne kamera var ne de görgü tanığı. Evde parmak izi falan aradılar ama yabacı birinin izine rastlamadılar. Kapılarda ve pencerelerde en ufak bir zorlanma yok. Her kimse baya profesyonel. Onur kimin kuyruğuna bastı bilmiyorum ki. Uyansa belki bir şeyler anlatır."
"Kendi halinde biri kime ne zararı olmuş olabilir ki?" Dedi bu kezde Eylem.
"Bilsek bir şey yapacağız da bilmiyoruz. Pınar son zamanlarda sürekli seninle beraberdi. Sana hiç bir şeyden bahsetmedi mi?"
"Hayır. Herhangi bir şeyden bahsetmedi."
"Anlamıyorum. Gerçekten anlamıyorum. Onur kimsenin tavuğuna kış diyecek bir adam değildir. Kaç senedir beraberiz doğru düzgün kavgaya karıştığına bile şahit olmadım."
"Uyanmasını beklemekten başka çare yok." Dedim mırıltı ile.
Onur'un iyi bir adam olduğunu onunla geçirdiğim az zamanda anlamıştım. Kibar, düşünceli, sevecen, iyimser bir adamdı. Benimle konuşurken kelimelerini resmen cımbız ile seçerek söylüyordu. Ona bunu yapan ya da yapanlar ondan ne istemişlerdi acaba?
"Biraz hava alsak ya. Hastane kokusundan nefret ediyorum."
"Olur."
Birlikte hastanenin bahçesine çıktık. Soğuk hava kendini fazlasıyla hissettiriyordu. Metin, deri ceketinin cebinden çıkarttığı sigara paketinden bir dal çıkartıp yakarken Eylem söylenmeye başladı.
"Git başka yerde iç şu zıkkımı."
"Tamam tamam biraz ileriye gideceğim. Siz burdan ayrılmayın."
"Nereye gidebiliriz ki? O zıkkımı bırakmazsan seninle evlenmeyeceğim."
"Zaten bırakmaya çalıştığımı biliyorsun. Onur'un olayına canım sıkıldı."
Metin uzaklaşırken bir yandan da Eylem'e cevap vermeye çalışıyordu. Öyle tatlı görünüyorlardı ki ilişkilerine imreniyordum. Onların ki gibi bir ilişkim olacak mıydı acaba?
İçimi çekerek etrafıma bakındım. Bizim gibi hastası olan bir kaç kişi daha vardı dışarda. Kimisi bir köşe de sigarasını içiyordu, kimisi de elindeki sıcak çaya sarılarak ısınmaya çalışıyordu. Hastanenin bahçe kapısının önünde gördüğüm kamyonet ile bir an kalbimin atışı hızlandı. Semih'in hayatında olan sayılı renklerden biri kırmızı Hilux'u. Nerde görsem tanırım. O soğuk nevalenin kırmızı arabayla ne işi varsa.
Emin olmak için arabanın plakasına baktığımda şaşırmadım. Neden burdaydı? Arabaya bakışlarımdan onu fark ettiğimi anlamış olacak ki arabadan çıkıp sakin sakin yanımızı geldi.
Krem rengi keten pantolonu, içinde siyah bir tişört ve üzerinde sıradan bir siyah hırka. Hangi erkek bu kadar basit kıyafetlerle böylesine klas bir görüntüye sahip olabilir. Dağınık saçları ve kirli sakalları da çabası. Bir de o sanki içimde dolanan kanı gördüğünü düşündüğüm bakışları yok mu? Karşısında kendimi savunmasız hissetmem neyin nesiydi?
Adam sadece yürüyor ya...
"Hayırdır." Dedim elimde olmadan. Onun neden burda olduğunu merak etmem anormal olamazdı.
Adam görüntüsü ile beni dağıtmayı beceriyordu...
"Geçiyordum. Annem sana bakmamı söyledi." Dedi umursamaz bir tavırla.
Yalan. Öyle olsaydı Ela Abla bana söylerdi. Söylerdi dimi?
Semih'e baka kalan Eylem Metin'in hızlı adımlarla yanımıza gelmesiyle kendini toparladı. Resmen kızın ağzının suyu aktı yahu.
"Hayırdır birader."
Semih'in 'dur orda, yerini bil' bakışı attığı Metin'in yanında kısa kaldığı adama bakabilmek için başını yukarı kaldırması gerekti. Metin kısa değildi. Semih fazla uzundu.
"Metin, Semih benim..." ne diyeceğimi bilemedim. Benim neyim oluyordu ki? Arkadaşım desem alakası yoktu. Benden büyük olduğunu düşünürsek abim desem kardeşler sevişmez ama biz sevişmiştik çok saçma olurdu.
"Tanıdık." Dedi.
Kasıntı.
"Beraber yaşıyoruz. Yanında yaşadığım ailenin oğlu."
"Onur birinden bahsetmişti. O sensin herhalde." Metin'in samimi tavrına karşılık Semih'in soğuk ve samimiyetsiz tavırları.
"Siz Onur'la tanışmış mıydınız?"
"Sarhoş geldiğin akşam..."
"Tamam. Tamam. Hatırladın." Cümlesini tamamlamasını izin vermedim.
Ah. Nasıl unuturum? Beni utandırmasa olmazdı.
"Metin, Semih." Dedim Semih'i göstererek. "Semih, Metin. Onur'un ev arkadaşı. Eylem, okuldan arkadaşım." Dedim Eylem'in omzuna elimi koyarak. "Metin ile sevgililer."
"Memnun oldum." Dedi Eylem. Semih ise bizden bir kaç adım ötede sadece başını salladı.
"Senide eve götüreyim."
"Ela ablaya söyledim. Siz bizden önce konuştunuz herhalde. Bu akşam hastanede kalacağım." Dedim imayla.
"Öyle oldu herhalde. Burda niye bekleyeceksin ki?"
"Doktor sabaha karşı uyanabilir dedi."
"Sana ne bundan?"
Eylem ve Metin Semih'in konuşmalarını hayretle dinliyorlardı.
"Sevgilim ya o bakımdan."
"Diyorsun? Tamam. Ben gidiyorum." Dedi ve kimse bir şey demeden arkasını dönüp gitti.
Kazma. Allah'ın kazması.
"İçeri girin. Hava çok soğuk. Bende size yiyecek bir şeyler alıp geliyorum."
Metin yanımızdan ayrıldıktan sonra Eylem koluma girip sıktı.
"O neydi lan öyle? İnsan böylesiyle bakışırken bile boşalır."
"Eylem! Ne oluyor?"
"Allah sahibine bağışlasın gözüm yok ama manyaktı be. Fotoğraflardakinden de fenaydı."
"Metin duymasın."
"O yüzden gittikten sonra ağzımı açtım. Ama herife bakışlarımdan bozuldu. Biliyorum. Ben onun gönlünü alırım."
"Semih'in dış görüntüsüne aldanma. İçi tam bir pisliktir."
Kaşları hemen havalandı. Gözlerini kıstı ve nişan aldı.
"Pınar ona karşı bir şey hissediyor olabilir misin?"
On ikiden vurmak diye buna deniliyor arkadaşlar.
Kızarıp bozardığımı hissettim.
"Aşık mısın yoksa? O yüzden mi seni tanıştırdığım adamların hiç birine pas vermiyordun? Allah'ım böyle bir şeyden bana nasıl bahsetmezsin?" Bir biri ardına sordu sorular canımı sıkmaya yetti.
Semih'e aşık filan değildim. Ona karşı bir şey hissediyordum ama o da arzudan başka bir şey değildi. Bana yaşattığı o muhteşem geceden sonra başka bir erkekle olma fikri miğdemi bulandırıyordu.
"Pınar cevap vermeyerek sadece şüphelerimi arttırıyorsun."
"Hayır ya ne aşkı? Sana anlatmadığım önemli bir mesele var ama burası ne yeri ne zamanı."
"Ay çatlarım valla." Dedi deli kız. Biliyordum meraktan başımın etini yerdi ama şimdi anlatamazdım. Zaten Eylem beni zorlayamadan Metin yanımıza geldi. Konuda kendiliğinden kapanmış oldu. Eylem unutmazdı. İlk yalnız kaldığımızda da beni sıkıştıracaktı.
Gözlerimi açmaya çalıştığımda Metin'in sesini duydum. Yemeklerimizi yedikten sonra uykusuzluğa dayanamayıp Eylem'le birbirimize yaslanıp konuşmaya başlamıştık. Bir süre sonra Eylem uykuya daldı.
Yoğun bakımdan çıkan bir hemşire hızlı adımlarla yanımıza geldi. Oturduğu yerde başını geriye yaslayarak gözlerini kapatan Metin yanına yaklaşan ayak sesleriyle toparlanıp ayağa kalktı.
Uykusuzluktan acıyan gözlerimi kırpıştırarak ayılmaya çalıştım.
"Hastamız uyandı."
"Çok şükür Rabbime. Görebilir miyiz?" Diye sordu hemşireye Metin.
"Birazdan normal odaya alacağız. O zaman görebilirsiniz."
"Teşekkürler."
Hemşire giderken Eylem'in başını arkaya yaslayarak kalktım. Oturarak uyuyakaldığımız için heryerim tutulmuştu. Kollarımı gererek açmaya çalıştım. Kolumdaki saate baktığımda saatin sabah 5:30 olduğunu gördüm.
Eylemi de uyandırıp Onur'un getirildiği odaya geldiğinizde nöbetçi doktor Onur'un kontrollerini yapıyordu.
"Kuvvetli bir bünyeye sahipsiniz. Çabuk kendinize geldiniz. Gerekli tedavilerinizi aksatmadan yaparsanız hızla toparlanırsınız."
"Ne zaman çıkabilirim?"
"Sizi bu akşamda misafir edeceğiz yarın taburcu olabilirsiniz."
Doktor odadan çıkarken hala kapının yanında duruyordum. Eylem Metin ile birlikte içeriye girdi.
"Kardeşim. İyi misin?"
"Üstümden kamyon geçmiş gibi hissediyorum."
"Üstünden ne geçtiğini sen söyleyeceksin. Ne oldu sana?"
"Pınar'a haber verdiniz mi? Kaç gündür burdayım?"
"İki gün oldu. Pınar da burda. İçeri gelsene Pınar."
İçeri geçtiğimde onu tam olarak görebildim. Yüzündeki sargılar açılmıştı. Gözlerinin etrafı morarmış, burnu şişmiş, dudağı patlamıştı. Bütün yaralarına berelerine rağmen beni gördüğünde yüzüne yayılan gülümseme çok güzeldi.
"İyi misin?"
"Evet. Sende mi hastanedeydin?"
"Haberini alır almaz geldim."
"Lütfen yanıma gelir misin?" Yatağa yanına yaklaştım. Elini uzatıp elimi tuttu.
"Teşekkür ederim."
"Neden?"
"Yanımda olduğun için."
Onunla ilişkimiz olduğu için burda değildim. O benim her şeyden önce arkadaşımdı. Böyle bir şey Metin'in başına da gelebilirdi be ben onun yanında da kalmak isteyebilirdim. Arkadaşlarım benim ailemdi. Bilmeden onu mutlu edecek bir şey yapmıştım ve sonunun nereye gideceğini gerçekten merak ediyordum. İyi biriydi, hoş biriydi ama onu sevmiyordum. Aklım sürekli Semih'le yaşadıklarımdaydı. Onur'a haksızlık yapmaya hakkım yoktu. Hastaneden çıkar çıkmaz onunla konuşup gerçekleri anlatmalıydım.
Onur'un iyileşme süreci sanılanın aksine daha hızlı oldu. Ertesi gün hastaneden çıkarken ayakta ve kendi yürüyebiliyordu. Hastane polisi ifade almaya geldiğinde odasında siyah maskeli biri tarafından uyandırılıp dövüldüğünü söyledi. Maskeli her kimse hiç konuşmamış herhangi bir iz bırakmamıştı. Onur'un sakin hayatına bodoslama dalan maskeli kimdi ne istiyordu şimdilik bilmiyorduk ama hepimizin aklında ki tek bir soru kalmıştı.
Elini kolunu sallayarak yatağına kadar gelebilen bu kişi bunu burda bırakacak mıydı?
Doktorun düşündüğünün aksine Onur olayı psikolojik bir yara almadan atlatmayı başarmıştı. Sürekli olarak yanında olduğum için olduğunu söylüyordu. Açıkcası bu durum artık beni korkutmaya başlamıştı. Aramızda gelecekte ne olurdu bilemesemde şimdilik bir şeyler olaması olanaksızdı.
Semih'in dokunuşlarını hala tenimde dünmüş gibi hissederken başka bir adamın bana dokunmasını kesinlikle istemiyordum. Belki bunu hiç atlatamayacaktım ve ben Onur'a umut vermek istemiyordum.
Aradan geçen bir haftada Ela ablanın da izniyle derslerimi ayarlayıp her gün Onur'un evine gittim. Geceleri Metin ile Burak onunla ilgilenirken gündüzleri de akşamın geç saatlerine kadar ben yanında kalıyordum.
Eylem bu arada ona anlatmadığım olay ile ilgili arada bana mesaj atarak taciz etmeye çalışsada hiç bir şey elde edememişti. Meraktan kendini yediğini biliyordum.
🌘
Bol yağmurlu bir İstanbul günü okul çıkışı otobüsü kaçırınca -bir sonraki otobüs 20 dakika sonra gelecekti- yağmurda kalmak istemediğim için eve taksi ile dönmek zorunda kaldım. Onur'a gidip gelirlerden sık sık taksiyi kullandığım için bu ay çok fazla harcama yapmıştım. Maaşımın yarısını her ay düzenli olarak bankada kendim için açtığım hesapta biriktiriyordum. Bu ay yarıdan fazlasını yine hesaba yatırmıştım. Kalan masraflarım için yeterliydi. Tabi evde ki hesap çarşıya uysaydı. Daha ay sonuna on gün vardı ve elimdeki para suyunu çekmişti. Hesaptaki parayı çekme şansım yoktu.
Aklım parasal problemlerimle meşkulken eve geldim. Ortalıkta kimse yoktu. Odama inip üzerimi değiştirdim. Bu gün ütü yapacaktım. Evde çalışırken giydiğim günlük siyah bir pantolonla, siyah tişörtümü üzerime geçirip saçlarımı tepeden topuz yaptım. Çamaşır odasına geçtiğim de yığılan ütüler gözümü korkuttu. Allah aşkına kızlar geldiklerinde ne halt yapıyorlardı. Ayda iki gün üst üste -Ela ablanın belirlediği zamanlar- genel temizliğe, hafta da bir günde yardıma geliyorlardı. Ütü ve ya diğer işler için. Bir süredir ütüye el sürmedikleri dikkatimden kaçmıyor değildi. Geldikleri zaman onlarla sağlam bir konuşma yapmam gerekiyordu.
Çamaşırları ayırdıktan sonra telefondan müzik açıp ütü yapmaya başladım. Ev işi yaparken müzik dinlemeyi seviyordum. O yüzdende telefonumda belki de 500 tane şarkı vardı. Her telden kulağıma hoş gelen şarkıyı -eski, yeni, arabesk, slow, pop- ayırt etmeden dinlemeyi seviyordum.
Ayakta durmaktan belim ağrıyana kadar ütü yapmaya devam ettim. Çamaşır odasının yüksekte kalan penceresinden havanında karardığını görünce kalan çamaşırları kızlara bırakmaya karar vererek ütünün fişini çektim. Ütülediğim çamaşırları askıya asarak ayırdığımdan kendime ikinci bir iş daha çıkarmadığım için kendi kendimi tebrik edip müzik çalmaya devam eden telefonu pantolonumun arka cebine koyup Aysima ve Semih'in olan elbiseleri bozmadan her iki elime alıp yukarı çıktım.
Aysima'nın odasına girdiğimde elinde telefon yine camın önüne tünediğini gördüm. Muhtemelen Cihan'ın yolunu gözlüyordu. Beni fark edince hemen yanıma geldi.
"Pınar Abla!" Derken kendi askılarını elimden aldı.
"Kızlar ne iş yapıyor Abla. Ütü onların işi değil miydi?"
"Geldiklerinde kendin sor prenses. Çamaşırlar birikmişti. Birazını halledeyim dedim."
"Anneme söylemelisin Pınar Abla."
"Bu sefer gelsinler konuşacağım. Anlamazlarsa Ela ablayla konuşurum."
Aysima çamaşırlarını dolabına yerleştirirken bende Semih beyinkilerini yerleştirmek için odadan çıktım.
Kapıyı açıp içeriye girdiğimde beni direkt olarak ferah kokusu karşıladı. Odanın kokusunu tekrar tekrar içime çektim. Kedime işlence etmeyi bırakıp elimdeki askıları yatağın üzerine bıraktım. Beyaz dolabın bir kapağını yana kaydırdığımda oraya yerleştirilecekleri almak için yatağın yanına döndüm. Bir erkeğin nasıl her şeyi düzenli olur anlamıyorum. Ya diğer erkeklerde sorun var ya da Semih'te. Bir gün etrafa fırlatılmış çorap ve ya yerlere dağılmış bir giysi görmedim odasında. Özel misafirleri geldiği zaman bile dağınıklığını bize toplatmazdı. Ben ya da diğer yardımcılar fark etmiyordu.
Renklerine ve tonlarına göre ayırdıklarımı yerleştirmeye başladığımda müzik sustu ve telefon cebimde titremeye başladı.
Eylem arıyordu. Aramayı kabul edip sesi hoparlöre verdim.
"Cancağızım." Eylem'in cırtlak sesi Semih'in odasının duvarlarında çınladı.
"Söyle başımın belası."
"Seni özledim. Kabahat mi oldu?" Diye mırıldandı.
"Şurda kaç saattir ayrıyız kızım. Sadede gel."
"Vay leb demeden leblebi diyorsun. Kankalar hisseder diyorsun."
"Öyle diyorum. Şimdi sadede gel bakayım."
"Öyle olsun sıkı dur geliyor. Doğal gaz faturası geldi. A...." Eylem'in ağzının pek ayarı yoktu.
"Yavaş kızım sakin."
"Ne yapayım be? Sanki mahallenin bütün faturasını bana kesmişler."
"Ne kadar?"
"250."
"Yuh kızım ya kar falan yağsa 500'ü bulur sizin fatura."
"Geri zekalı ev sahibine kaç defa söyledim peteklerde bir sorun mu var ne ev ısınmıyor. Sen de biliyorsun. Annemlerden geçen ayda fazla istemek zorunda kaldım. Evle ilgili bir sorun var desem gönderirlerde biliyorum ki onlarda boğazlarından kesip gönderiyorlar. Bu ay bana biraz destek çıksan."
"Eylem bende dibi gördüm. Para var biliyorsun hesapta ama çekemiyorum. Bende senden istemeyi düşünüyordum."
"Kötü oldu bu ya. Metin'den istemek istemiyorum zaten her şeyime koşuyor."
"Buluruz bir yol ya. Olmazsa ekstra bir iş ayarlarız."
"Bu ara işte yok. Aylin'i aradım. Bize göre bir iş çıkarsa haber verecek."
"Tamam bana da haber ver. Ne kazanırsak sizin olur."
"Sen ne yapacaksın?"
"Ben başımın çaresine bakarım ya. Olmadı bir iki gün yürürüm."
"Tabanvay ne güne dimi? Bu arada unutmadım anlatacaksın."
"Tamam canım sende kendine iyi bak." Dediğim gibi telefonu yüzüne kapatıp yatağın üzerine fırlattım. Arama sonlanınca telefonda ki şarkı çalmaya devam etti.
Elimdeki gömlekleri yerleştirirken yeni şarkı başladı. Şarkının sözleri oldukça dikkat çekiciydi.
Bu aşk,
Bizi nereye kadar savurursa..
O kadar acıtacak canımızı,
Ama olsun..
Daldır elini göğsüme,
Al kalbimi!
Bul damarımı, bas ilacı!
Dindir acımı!
Çok mutluyum şu anda..
Ellerim vücudunda..
Umurumda değil artık dünya!
Hımmm oldukça da ateşli.
Sözlere eşlik etmekten kendimi alamadım.
Son defaymış gibi kaybederken kendimi,
En ucuz şaraplarda..
Son defaymış gibi kaybederken kendimi,
Sırılsıklam vücudunda..
Teoman'nın Duş'u ve duştan çıkan bir Semih.
Odasında ki banyodan belinde havluyla çıkan Semih ile elimdeki askı az kalsın yeri boyluyordu. Islak ve dağınık saçları iç gıcıklayıcı bir görüntü sunarken, çıplak göğsü göz alıcıydı. Ve ben durmuş ağzım açık onu seyrediyordum. Şapşallığımdan kurtulup bakışlarımı ondan kopartarak elimdekini dolaba yerleştirdim.
Müzik bitti. Sözler yine başladı.
Eğildim,
Öptüm dudaklarından..
Saç telin vücudumdan küvete aktığında,
İçindeyim içimdesin, anladım..
Aşk kanımda,
Kasıklarımda..
Şarkı devam ederken yerin dibine geçe geçe kalan iki askıyı yerleştirip işimi bitirdim. Yatağın üzerine bıraktığım telefonu yine cebime koyup O'nunla hiç karşılaşmamış gibi davranmaya çalışarak odadan çıkabilmeyi umdum.
Çok mutluyum şu anda..
Ellerim vücudunda..
Umurumda değil artık dünya!
Umdum.
Bileğimi kavrayan eli bir anda beni çıplak göğsüne çekti. Bir eliyle belimi kavrayıp bedenimi havalandırırken diğer eli ile çenemi kaldırıp dudaklarımızı birleştirdi.
Son defaymış gibi kaybederken kendimi,
En ucuz şaraplarda..
Son defaymış gibi kaybederken kendimi,
Sırılsıklam vücudunda..
Tereddüt dahi etmeden karşılık vermeye başladı dudaklarım. Bir an duraksamadan. Sanki aylardır beklediğini buymuş gibi. Saldırgan dudakları dudaklarımı hoyratça öpüp çekiştirken dili girdi dudaklarımın arasına. Tadı aktı benliğime.
''Güneşteyim eriyor balmumum..
Sapır sapır dökük kanatlarım..
Aksın bacaklarından,
Oluk oluk..
Milyonlarca doğmayacak çocuklarım!
Son defaymış gibi kaybederken kendimi,
En ucuz şaraplarda..
Son defaymış gibi kaybederken kendimi,
Sırılsıklam vücudunda..
Şarkı bitti başka bir şarkı başladı. Ama biz hala aynı noktaydık. Dudaklarımı nefeslenmem için anlık bırakıp yeniden öpmeye devam ediyordu. Bacaklarımı beline dolamış, kollarımı boynuna sarıp onu daha çok kendime çekiyordum. Kısacık anda aldığım kısacık nefes yetmese de umurumda değildi. Ateş alan bedenim deli gibi onu arzularken beni bırakmasını istemiyordum.
Kendimizi kaybetmiştik bir kere olacaklar kabulümdü. Onu istediğimi inkar edecek değildim. Benim yerimde kim olsa onun üstüne atlardı. Sırtım yatağa çarptığında bacaklarımın arasında kendine yol açıyordu.
Aklımı kaçırmış olmalıydım. Herkes evdeydi. Her an birinin gelip bizi görmesi ihtimali yükseliyordu.
Boynumdan aşağıya inen dudakları tişörtümün yakasını zorluyordu. Bense bacaklarımı kalçalarına sarmış beni bırakmasından korkar gibi onu sım sıkı tutmuş kendime çekiyordum.
Tişörtüm izin verdiğince göğüslerimin üzerini öpmeye devam ediyordu. Havlusu belinden kaymış erkekliği özgürlüğünü ilan etmişti. Belirgince hissettiğim varlığını bana bastırdıkça çıldırıcak gibi oluyordum. Kasıklarım alev alev yanıyordu sanki. Ondan evvel davranıp pantolonumun düğmesini açtım. Altında kıvranarak pantolonu indirmeye çalışırken birden durup beni izlemeye başladı. Ellerim anında dururken ne yaptığımın farkına vardım. Utanmayacaktım. O başlatmıştı. Beni bu noktaya o getirmişti.
"Durma."
Durmak istemiyordum ama ellerim hareket etmiyordu. Bakışları beni acizleştiriyordu. O gece de bana aynısını yapmıştı. Karşısındayken ben benlikten çıkıyordum. Elleri kalçama indi. Pantolonun belini kavradı. Ellerimi yatağa bastırarak kendimi yukarı kaldırdım. Pantolonumu aşağıya çekerek ondan kurtuldu. Karşısında siyah tişört ve siyah dantel çamaşırla kaldım.
Bana sokulup dudaklarımı öptü. Burnunu boynumda gezdirmeye başladı. Arada küçük öpücükler bırakıyordu boynuma. Kontrolümü yitirdiğimi hissediyordum.
"Sarhoşken daha ateşlisin." Fısıldadı.
Kollarını belime koyup bacaklarımı beline sardı. Kendi yatağa otururken benimde kucağında oturmamı sağladı. Kadınlığımla erkekliğinin arasında sadece dantel çamaşırım vardı. Beni kendine sürterken elleri kalçalarımı yoğuruyordu.
Kollarım boynunda parmaklarım ensesindeki saçlarını okşuyordu. Gözlerimiz birbirine kenetlenmiş dudaklarımız birleşmek için can atıyordu.
"Aysima... Pınar yukarıda mı?" diye bağırdı Ela Abla. Uzaktan gelen sesini düşürsek aşağıdan sesleniyor olmalıydı.
"Ütülediği çamaşırları yerleştiriyordu en son anne. Müzik sesi abimin odasından geliyor."
Müzik!
Telefonum! Telefonum! Telefonum!
Müziği durdurmak için acele ile yatağın üzerine düşen telefonu elime aldım ama Semih kaşlarını kaldırarak telefonu elimden aldı yatağa attı. Ben hala kucağındayken ayağa kalktığında yatağın üzerindeki pantolonumu aldım. Semih hızlı adımlarla banyoya girdi. Kapıyı kapatırken aynı anda odasının kapısı açıldı.
"Pınar abla telefonunu abimin odasında unutmuş. Burda değil." Diye annesine seslendi Aysima. Aysima odadan çıkarken müzik seside uzaklaştı. Telefonumu da götürdü.
Bütün bunlar yaşanırken hala Semih'in kucağındaydım. Kalbim ağzımda atıyordu. O çıplak ben kucağında yarı çıplaktım. Öylece birbirimize bakıyorduk. İnmek istediğimde izin verdi. Hemen pantolonumu giyip kendimi toparladım. Arkama bakmadan ondan uzaklaşırken belkide beni durdurmasını, en azından bir şey demesini umuyordum.
Koridora çıktığımda hala kalbim hızlı çarpıyordu. Kimseye görünmeden aşağıya indim. Kendimi banyoya attım. Üstümdekileri çıkartıp sonunda ılık suyun altına girdiğimde rahat bir nefes aldım.
🌘
Dört ay öncesi-köy
"Seni istiyorum."
Elini kızın kadınlığının üzerine atıp bastırdı. Genç kızın arzudan kabaran organını üç parmağı ile okşadı. "Bu gece tam burda olacağım... Sabaha kadar defalarca girip çıkacağım." Sözler havaya çarpıp savrulurken genç kızın ağzı kurumuş, ne itiraz edecek ne de cevap verecek hali kalmamıştı. "İlki biraz acılı olacak ama sonra yaşadığımız her şeyden en az benim kadar zevk alacaksın." Kızın yatağa uzanmasını sağladı. Onunla gece boyunca tekrar tekrar birlikte olmak istediği için yumuşak ve yavaş davranacaktı. İlki ne kadar acısız olursa devamında ikisi içinde daha zevkli olacaktı.
Karanlık odada gözlerini tavana dikmiş biraz sonra yaşayacaklarını düşünmemeye çalışan kız bacaklarının arasına giren adamı karanlıkta görmeye çalıştı.
Gece mavisi.
Pencereden vuran ay ışığının yardımıyla sadece kendisine saplanmış gözleri görebiliyordu. Elleri yavaşça bacaklarında dolaşıp kalçasına çıktı. Pijamasını iç çamaşırı ile birlikte sıyırıp bacaklarından çıkarttı.
Karanlıktı.
Genç adam kızın çıplaklığını göremesede farkındaydı. Işığı açmak istiyordu ama kızın baştan çıkarıcı vücudu kontrolünü yitirmesine ve gecenin umduğundan erken bitmesine neden olacağından ilk seferi sakin tamamlayabilmek için karanlıkta olmaları gerekiyordu.
Karanlık!
Onun için yeterli ışık vardı. Ay ışığında parlayan beyaz, pürüzsüz ten kendini muazzam şekilde sergiliyordu.
Kızın bacaklarını ince bileklerinden tutarak kaldırdı ve omuzlarına yerleştirdi. Başını yana çevirdiğinde dudaklarına değen tenin anında ürperdiğini hissetti. Önce dilini uzatıp tadına baktı.
Islak dilin dokunuşu, hala doğru-yanlış savaşı veren beyninin durmasına neden oldu. Dilin ardından tenine değen sıcak dudaklarla ciğerlerine giden havanın yetersizliğinden boğulacağını sandı.
Arzunun hükmettiği bedende beyin işlevini yitirir.
Dizinden yukarı çıktıkça içini heyecanla dolduran dudaklar, kadınlığının hemen yanında durdu. Vurdukça kadınlığının kasılmasına neden olan sıcak nefesler genç kızın aklını yitirmesine neden oluyordu. Dudakların kadınlığı ile buluşmasını, ızdırabına son vermesini istiyordu.
Adam da kız kadar sabırsız ve heyecanlıydı. Kızın ıslak kadınlığı onu ne kadar kabul edecek merak ediyordu. Nefeslerini düzenlemeye, sakin olmaya çalıştı. Aklı bir adım ötesindeyken kontrolünü sağlaması kolay olmuyordu. Dilini kızın organında gezdirdi. Tüylerine rağmen yumuşak olan dişlerinin arasında kıstırıp kızın çığlık atmasına neden oldu.
Ürkek bakışlarla kendisine bakan kızın korkusunu hissedebiliyordu. Isırdığı yeri dudaklarımın arasına alıp emdi. Tekrar gözlerine baktığından kızın yumuşayan bakışlarını gördü. Dilini organın içine itti. Yalamaya başladı. Ustaca kulladığı dili ve dudaklarıyla kız çok geçmeden kıvranmaya başladı. Saçlarını kavrayan ince uzun parmakların başına uyguladığı baskıyla kendini kızın kadınlığına iyice bastırdı. Parmağının da yardımıyla kısa sürede kız doruğa ulaştı. Boşaldığı için pelte kıvamına gelen kızın üzerinde yükseldi. Gözlerini kapatan kızın dudaklarını öpüp bu gece ekstra performans göster erkekliğini kızım kadınlığına itmesiyle cam gibi açılan gözlerle çarpıştı. Henüz içine girmemişti ama kalın erkekliğinin başı kızın canını yakmaya yetmişti.
Genç kız ilk tecrübesi olmasına rağmen o kalınlıkta bir erkekliğin canını çok yakacağını tahmin edebiliyordu.
"Korkma. Canının yanmaması için yavaş olacağım."
Adam sanki düşüncelerini okuyordu.
"Kendini kasmaya başladın. Sakinleşmezsen çok canın yanar. Kasılacak bir durum yok. Kendini bana bırak."
Adam kızın kendi kendine sakinleşemeyeceğini anladığında kızın dudaklarını yine dudaklarıyla hapsetti. Yumuşak öpücükler ile kızın yeniden yükselmesini sağladı. Dili ile kızın ağzını talan ederken parmaklarını kadınlığına götürüp okşamaya başladı. Has dolu dil darbeleri ile kızın arzusunu körüklerken parmaklarıyla da kadınlığını beceriyordu.
Sonunda kızın hazır olduğunu hissettiğinde kız farkına varmadan parmaklarının yerini hafif vuruşlarla erkekliği aldı. Dudaklarını nefes almak için dahi kızın dudaklarından ayırmıyordu.
Genç kız kalbi gümbürderken biraz önce yaşadığı olan üstü patlamaya rağmen kasıklarını istila eden kelebeklerle kıvranıyordu. Dokunuşlar, öpücükler yetersizdi. İçindeki boşluğu dolduracak daha güçlü bir şeye ihtiyacı vardı. Kollarını sardığı omuzlara geçirdiği keskin tırnakları, çizdiği deride acıdan ziyade yoğun zevk uyandırıyordu. Ağzının içinde kalbinin patlayacak gibi atmasına sebep olan dili dişleri ile sıkıştırıp sertçe emiyordu.
Bir anda gelen keskin acı ile durdu. İçindeki acı dudaklarından fırlamak üzereydiki adamın kendisine sarılmasıyla dudaklarının hizasına gelen omzumu ısırdı. Sımsıkı yumduğu gözlerinden damlalar sicim gibi inmeye başladı.
Bir kaç dakika öylece kaldılar.
Göz yaşlarının ıslattığı noktalarda adamın dudaklarını hissetti genç kız. Usul usul kuruladı adam tenini. Tuzlu gözyaşları kadının ısırarak kanattığı dudaklarını yaksada umurunda olmadı.
Acı yavaş yavaş sönmeye başlarken yerini doyumsuzluğa bıraktı.
🌒
Şimdiki zaman
Yine bir gece yarısıydı.
Yine karanlık gözler kararlılıkla bana bakıyordu. O ne istediğini, istediğini alacağını bilerek geliyordu. Bana ona itaat etmekten başka çare bırakmıyordu. Çevremde oluşturduğu auraya karşı gelemiyordum. Düşünme kat sayım tamamen yok oluyordu.
Bizi birbirimize bağlayan, bizi birbirimizden iten nedenlerimiz vardı.
Tutku.
Arzu.
Şehvet.
Biz yanlıştık mesela.
Etik değildik bir kere.
Birlikte, aynı evin içinde, aynı havayı soluyarak büyümüştük.
Aynı kadını anne olarak -onun gerçek annesi, benim manevi annemdi- seviyor, benimsiyorduk.
Bütün bunlar umurumuzda mıydı?
Hayır!
Tenlerimiz arzuyla kavrulurken hangi etik kurallar bizi birbirimizden uzak tutabilirdi.
🌒
Genç kız kendini adamın kolları arasında cennet bahçesinde gibi hissediyordu. Ruhunu şeytanın insafına bıraktığının farkında değildi. Kah bulutların üzerinde, kah serin suların içinde uçuşan ruhunun nasıl bir bataklığa bulaştığının farkında değildi.
Rengarenk ama siyah tohumları olan zehirli güllerle sarılıyordu bedeni.