?12.BÖLÜM: CANAVARIN GÖLGESİ

3084 Words
"Ah, hayır! Damien! Mina!" Mina'nın ismi dudaklarımın arasından o kadar hızlı ve titreyerek çıktı ki hissettiğim tüm duyguların bir yansıması gibiydi. Gördüğüm şey yüzünden kalbim delicesine atıyor, küçük kızın içinde bulunduğu bu berbat durum karşısında adeta nefes alamıyordum. O kadar korkuyordum ki, sadece 'korkuyorum' demek eksik kalırdı Kahretsin. Her şey bir yana, hırçın hayvan konusunda yapılacak hiçbir şey olmasa bile, Mina'yı bulmadan ve güvenli bir şekilde uzaklaştırmadan asla huzuru bulamayacağımı biliyordum. Canavardan aksi yöne koşan kalabalığın tam ortasında kıpırdamadan durduğum için birkaç insan bana sertçe çarpıp geçerken gözlerimi Mina'dan ayırmamaya çalışarak parmak uçlarımda yükseldim. Her yere bir kaos hüküm sürüyordu; insanlar birbirine çarpıyor, telaş içinde dönüp duruyor ve yüzlerine işlenmiş korku ve endişeyle buradan olabilecek en hızlı şekilde uzaklaşmaya çalışıyorlardı. Damien beni duymamıştı, bu kadar insanın içinde bu şaşılacak bir şey değildi. Bir kere daha "Damien! Mina!" diye haykırdım. Şükürler olsun ki, bu sefer duydu. Duyduğundan emindim çünkü başını o kadar hızlı bir şekilde oraya buraya saldıran hayvanın olduğu tarafa çevirdi ki boynunu incitmemesine şaşırdım. Bakışları hızlıca etrafı taradı ve tam olarak ne olduğunu fark ettiği anda ifadesi sertleşti. Omuzları gerildi ve kasları sanki biriyle dövüşmeye hazırlanıyormuş gibi kasıldı. Bana çarpan başka bir insan yüzünden dengemi kaybedip Damien'a biraz daha yaklaşırken, bir kere daha, "Damien!" dedim endişeyle. "Bir şey yapmalıyız! Yoksa çocuk incinecek!" Yüzüme bakmak için eğilirken parmakları kollarımdaki kasların çizgisini hissedebileceğim bir şekilde beni kavradı. Emretmekten çok bunu yapmam için yalvarır gibi "Eve dön." dediğinde şaşkınlıktan mıdır nedir başta ne demek istediğini anlayamayarak gözlerimi kırpıştırdım. "Ne? Eve mi döneyim?" "Evet. Orası güvenli." Güvenli. Kulağa güzel geliyordu. Zaten Mina'yı kurtarıp eve gitmekten başka istediğim bir şey yoktu. Yine de kıpırdamadım. Yüzümü buruşturup bariz bir endişeyle "Ya sen?" diye sordum. Ya Mina? Ya diğer insanlar? Burada çok fazla zarar görebilecek canlı var. Doğru düzgün bir yanıt vermek yerine "Eve dön." diye tekrar etti. "Abraham'ı bul." "Damien!" "Tanrı aşkına, Vanessa! Dediğimi yap! Şu an bu konuda yapabileceğin hiçbir şey yok!" Beni hafifçe, malikanemin olduğu tarafa doğru ittirdi. Sendeledim ama dönüp kaçmadım. Şaşkın bir şekilde durdum, kafa karışıklığı ve endişe kasırgası içinde kaybolmuştum çünkü Damien bana bir bakış attıktan sonra sırtını dönerek doğruca tam aksi yöne, o hırçın hayvana doğru ilerledi! Ne yaptığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Aklım cevapsız sorularla mücadele ediyordu. Lanet olsun. Delirmiş miydi? "Damien!" diye seslendim arkasından ama etrafımdaki insanların uğultusu arasında sesim bir yankı gibi kaybolup gitti. Geri ilerledim. Onları ittirerek insan yüzlerinin arasında Damien'ınkini ararken kalabalığın içinde fırtınada kaybolan bir gemi gibi savruldum ve en azından, bir çıkış yolu bulmaya çalıştım. Nerede? Nerede? Nerede? Bir an onu görür gibi oldum ve neredeyse aklımı kaybedecektim çünkü o sırada hayvanın ölümcül dikenlerle kaplı kuyruğunun yanından geçiyordu. Hızlı koşuyordu. Çok hızlı. Bunun ölmemek adına yeterince hızlı olması için dua ederken hayvanın kuyruğu bir kütçe gibi yanına inerek zeminde derin çatlaklar oluşturdu. Damien bir an bile olsun durmadı, şükürler olsun ki durmadı, çünkü dursaydı ikinci kuyruk darbesi tam başına denk gelerek onu öldürürdü. Tam olarak göremediğim biri "Çekil önümden! Deli misin? Ne duruyorsun?" diyerek beni omzumdan tutup kenara ittirdi. Tek elimle ahşap sütunlardan birine tutundum. Saçlarım savrularak yanağıma çarptı. Gözlerimi Damien'dan ayırmak istemediğim için beni ittiren kadına hiçbir şey demedim. Damien, önünü kesen ve üzerinde renkli şekerlemeler olan camdan bir dolabı kenara ittirerek parçalara ayrılmasına neden oldu. Sınır yaratığı tamamen Mina'ya odaklandığı için Damien'ın varlığını henüz fark etmemişti. Tırnaklarımı sertçe parmaklarımın altındaki ahşaba geçirirken 'Lütfen!' diye düşündüm kendi kendime. Kendi ellerimle yaptığım aptal bir makine yüzünden Damien burada ölürse... Bununla yaşayamadım. Nasıl bu kadar cesur olabiliyordu? O pençelerden gelecek bir ölümden hiç korkmuyor muydu? Ama Damien'ın o kanlı arenaya kaç kere çıkarıldığını düşününce, böylesine büyük bir tehlikede, canavarın inine doğru gitmeye cüret edebilecek tek kişi O'ydu sanırım. Kan Dikeni, köşeye sinmiş bir çocuk olmasına rağmen Mina'yı kesinlikle bir tehdit olarak algılamıştı. Pençesini kızın küçük bedenini ikiye ayırmak için havaya kaldırırken kalp atışlarım yavaşladı ve bir an endişeden delirecek gibi duran bir çığlık sesi duydum. Bayan Contessa'dan başkası değildi bu. Mina'nın olduğu tarafa gitmeye çalışıyordu ama bacaklarından biri devrilen ağır, ahşap dolapların altında kaldığı için gitmek istese de bedeni ona itaat etmiyordu. Zavallı kadının bakışları çaresizlikle doluydu ve alnından süzülen birkaç damla ter yüzünde iz bırakıyordu. Yaratık pençesini inanılmaz bir hızla Mina'nın üzerine indirirken bu manzara karşısında dehşete düşmüş olsam da gözlerimi ayıramıyordum. Damien ölmesine sadece birkaç saniye kala Mina'yı belinden kucakladı ve hayvanın pençesinin altından çekti. Müthiş bir hızla toprağa saplanan pençeler bükülerek bir sürü tozu, toprağı havaya kaldırdı. Damien ve Mina'yı o tozların arasında arasında belli belirsiz bir şekilde görebildim. İkisi de yerdeydi. Damien sırt üstü düşmüştü ve Mina korkudan bembeyaz kesilen yüzünü Damien'ın göğsüne görmüştü. Yaratık Damien'a bakarak -Artık kesinlikle onu fark etmişti!- başını öne eğip alev rengi gözlerini kıstı. Tamamen içgüdülerinin esiri olmuştu ve o içgüdülerin hepsi de canlı olan her şeyi yok etme üzerine yoğunlaşmıştı. Özellikle de Damien'ı... Damien, küçük çocuğu belinden sıkıca tuttu ve kaçmak ya da saklanmak için uygun bir yer arayarak hızlı bir şekilde etrafına bakındı. Bir tane bile yoktu. Şimdi hayvanın gözleri kızıl bir ateş gibi parlıyordu. Gösterişli bir hâmleyle kuyruğunu havada birkaç kere döndürdü ve yere çarptığında uyguladığı kuvvet toprağın altında derin bir yankı uyandırdı. Bu ani darbe etraftaki kuşların havalanmasına neden olmuştu. Kan Dikeni tam da Damien'ın olduğu noktayı hedef almıştı. Damien'ın bedeni hızla yan tarafa kayarken, toprak altından ezilmiş yapraklar ve kırık dallar yükselen toz bulutuyla birlikte havada dans ediyordu. Kan Dikeni'nin gözleri, hedefini kaçırdığı için öfkeyle doluydu. Ağzını açarak eğildiğinde Damien kısık sesle bir şeyler söyleyerek ayağıyla kolu kırılmış sandalyelerden birini sert bir şekilde ittirdi. Ahşap ağzına çarpıp dişlerinin arasında parçalanınca Kan Dikeni boynunu geriye atarak çığlık attı. Gözlerimi etrafımda gezdirirken zihnimde bir fırtına kopuyordu. Hayvan aradan geçen her saniyede daha da hırçınlaşıyor, daha da tehlikeli bir hâle geliyordu. O yüzden hemen bir şeyler yapmam gerekiyordu. Aksi halde Damien ve Mina çok ciddi bir şekilde zarar göreceklerdi. Önünü arkasını düşünmeden insanların arasından zorlukla geçerek parçalanmış festival eşyalarının olduğu tarafa yöneldim. Ayakkabılarımın topuklarının altında ezilmiş atıştırmalıkların ve çiğnenmiş meyve parçalarının oluşturduğu yapışkan zemin adımlarımı ağırlaştırıyordu. Sarı bir fenerin sarkan ipini fark ettiğimde hemen o yöne doğru ilerledim. Ellerimle fenerin demirinden sıkıca tuttum ve birkaç kez çekiştirdim. İlk başta direndi, ancak kararlı çabalarımın ardından ip nihayet koptu. Fener, alçakça sallanarak benim elime düştü ve metalik bir ses çıkardı. Dikkat dağıtmak için yeterince büyük değilse bile yeterince ağırdı. Bu yüzden onu tüm gücümle Kan Dikeni'ne doğru fırlattım. Fener yüzünün yan tarafına çarpınca hayvanın iri bedeni şaşkınlıkla sarsıldı. Ani bir şekilde olduğum tarafa doğru döndü. Kırmızı, parlak olan gözlerini bana sabitledi ve bir fareye saldırmaya hazırlanan dev bir kediymiş gibi bedenini öne eğdi; Ayakları yere sağlam basıyordu, kasları gerginleşmişti ve her an harekete geçebilecekmiş gibi bir havası vardı. O an her şey yavaşladı sanki, sadece kalbimin atışları hızlandı. KAÇ. Kafamın içinde dalgalar hâlinde yankılanan bu çok mantıklı komutu dinlemeye istekliydim ama hayvan öyle atik bir bedene sahipti ki, harekete geçmek için yeterince hızlı davranmam mümkün değildi. Bir kedi... Hayır, bir panter gibi atıldı. Dev, vahşi cüssesiyle bedenime saldırmadan önce biri beni kolumdan tutarak hayvanın önünden çekti. Başta Peter olduğunu sandım çünkü bu festivalde benim için hayatını riske atacak başka kimseyi görmemiştim. Hızını alamayan yaratık önce başını, sonra da ön ve arka gövdesini toprağa çarparken beni kurtaran kişi huysuz bir şekilde homurdanarak kolumu serbest bıraktı. Ben de ona bakmak için başımı çevirdim ve çok şaşırtıcı bir şekilde, Kratas'la göz göze geldim. Gerçekten O'ydu. "Ah, ne kargaşa ama!" Hiç zamanı değildi ama onu gördüğüm için o kadar şaşırmıştım ki onu süzdüm. Sarıya çalan saçlarına ve ela gözlerine baktım. Yüz hatlarını bir pelerinle, Yeraltı Şehri'nin damgasını da siyah bir kumaşla gizlemişti. İtiraf etmem gerekirse, beni kurtarmasını bekleyeceğim son kişiydi Kratas. Hatta o bile değildi. Soluğumu serbest bırakarak fısıldadım. "Sen az önce beni..." "Evet." Daha memnunsuz görünebilir mi acaba? "Ama neden?" Kratas'ın sesi Yeraltı Şehri'nin sokaklarının yankısı gibiydi, soğuk ve keskin. "Çünkü Damien senin ölmeni istemiyor. Ona bir hayat borcum var. Yoksa sen çok da umurumda değilsin." Bu çok acımasızcaydı ama zaten bana karşı neler hissettiğini bildiğim için şaşırtıcı değildi. "Ben..." diyerek dudaklarımı araladım. Kratas'ın dediklerine cevap vermek istedim çünkü sandığı gibi biri olmadığımı bilmesi gerekiyordu ama bunun için vakit yoktu çünkü hayvan toparlanmaya başlamıştı. Şimdi, sanki mümkünmüş gibi, daha da öfkeli görünüyordu. Hızla etrafında döndü ve sivri dişlerini göstererek bana doğru bir kedi gibi tısladı. Yavaşça geriledim. Bu iyi haber değildi. Kahretsin. Makinemi yaparken bu sesin bir uyarı işareti olduğunu bilecek kadar bu hayvanları incelemiştim. Bizi yem olarak değil, rakip olarak görüyordu. Daha doğrusu, beni. Feneri yüzünün ortasına fırlatmak kesinlikle dikkatini dağıtmıştı, hem de istemediğim kadar. "Dikkat et! Geliyor!" Hayvan en ufak bir tereddüt göstermeden saldırmak için atıldığında Kratas'ı önünden çekmek için göğsünden ittirdim. Kratas sırt üstü düştü ve ne olduğunu anladığında dirseklerinin üzerinde doğrularak bana şaşkın gözlerle baktı. Sadece onunkini değil, kendi hayatımı da düşünüyordum. Kaçmak için kendimi çadırlardan birinin içine atmayı planlamıştım ama ne yazık ki bu gece şans benden yana değildi, yeterince hızlı davranamadım. Hayvanın pençesinin yan tarafı karnıma çarptı. Beni kesmedi ama kesinlikle dengemi kaybetmeme neden oldu. Sırt üstü yere düştüm ve başımın yan tarafını çadırları sabitlemek için kullanılan o dev taşlardan birine sertçe çarptım. Korkunç bir sızı başımın her bir noktasına yapışırken alnıma dokundum. Ne olduğunu düşünmek bile istemediğim bir sıvı -Iyy!- parmaklarıma bulaşırken dudaklarımdan acı dolu bir nida koptu ve bir an her şeyi bulanık bir perdenin arkasından görerek kıvrandım. Kan. Daha da beteri, kokusu. Midem bulanıyordu. Sonra her şey yavaş yavaş netleşti. Verdiğim ilk tepki de gözlerimi kocaman açmak oldu. Üzerimde duran ve kırmızı gözleri, sivri dişleri yüzümün hemen önünde duran hayvana endişeyle baktım. O kadar yanımdaydı ki, hırıltılı nefesi yüzümü okşuyordu. Ani bir hareket yapmaktan korkarak -Bu onu kafamı kopartması için kışkırtabilirdi!- kıpırdamadım ve kısa bir an hayvanın gözbebeklerinin ne kadar geniş olduğunu fark ettim. O da pençelerini başımın üzerindeki toprağa sürterek hırladı. Buraya kadarmış, diye düşündüm kendi kendime. Kaçmayı denersem beni tek bir pençe darbesiyle ortadan ikiye ayırırdı ve denemezsem de kafamı dişlerinin arasına alarak kendine bir top yapacaktı. Ölüm kaçınılmaz görünüyordu. En azından Damien ve Mina'nın kaçmak için yeterince vakit bulmuş olması için dua ederken kendimi kaçınılmaz olanla yüzleşmeye hazırladım ama insan kendini ölüme nasıl hazırlardı ki? Tek yapabildiğim hızlı ve acısız olmasını ümit etmekti. Hayvan kafamı koparmak için dişlerini açarken -Aman Tanrım!- garip bir şey oldu. Ondan bir çığlık yükseldi ama bu çığlık diğer çığlıklarından çok farklıydı. Öfkeli değildi. Hırçın da. Sadece acıklıydı. Yaratık çırpınarak yana devrilirken cüssesi yüzünden bir an altımdaki yer sallandı ve ben de üzerime düşüp tüm kemiklerimi kırmadığı için ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Nefes nefese bir hâlde dirseklerimin üzerinde doğrulup yüzüme düşen dağınık saçları kenara çekerek can çekişen hayvana baktım. Atar damarının üzerine oyunlar için kullanılan o demir, sivri mızraklardan biri saplanmıştı. Bunu kimin yaptığını görmek için başımı çevirdim ve onu gördüm, Kratas'ı... Onu ilk defa bu kadar endişeli görüyordum ama az önce başımı öyle kötü çarpmıştım ki bunu tamamen kendi kafamdan da uyduruyor olabilirdim. Zonklayan şakağımı ve iğrenç kan kokusunu görmezden gelmek için tüm irademi kullanarak hâlâ can çekişen hayvana doğru emekledim. Sorun yoktu, atar damarından oluk oluk kan aktığı için kimseye saldıracak hâli kalmamıştı. Bu yüzden nefes almak için bile büyük bir çaba sarf ediyormuş gibi duran yaratığa hiç korkmadan yaklaştım. Öyle acı içindeydi ki bu şeyin az önce beni parçalarıma ayrılmak isteyen bir şey olduğunu unuttum ve seğirip duran kulağının arkasına dokunarak kurtarılacak evreyi çoktan geçmiş olan bu canlıyı olduğu kadar sakinleştirmeye çalıştım. Gözbebeklerindeki irilik git gide küçülürken zavallı hayvanın bir önceki nefesi son nefesinden daha farklı değildi. Bakışları donuklaştı, yavaşça hareketsiz bir hâle geldi. Başım güçsüzce öne düştü, kucağımda duran parmaklarım titriyordu ve aklım da hislerim gibi karman çormandı. Neden? Neden oluyor bu? İstediğim bu değildi. Damien'ın sesi kalabalığın gürültüsü arasında bile net bir şekilde duyuluyordu. "Delirdin mi sen? Ondan uzak dur!" Kollarını belime dolayarak beni hayvanın zararsız, ölü bedeninden çekerek uzaklaştırdı. Uyarısıyla birlikte vücudum adeta taşlaşırken direnecek gücüm dahi kalmamıştı. Yapmadım o yüzden. Damien beni kollarının arasında döndürerek yüz hatlarıma baktı. "Ona bu kadar yaklaşma. Sen..." Bir anda sustu. Rahatsız bir ifadeyle "Yaralanmışsın," diyerek kanla kaplı olduğunu çok iyi bildiğim alnıma dokundu. Tenimdeki taze yarayı tüy kadar hafif bir dokunuşla okşadı. "Acıyor mu?" "Hayır." diye mırıldandım ama dürüstüm, acımıyordu, şoktandı herhalde. "Seni eve götüreyim, yaranı temizleyelim." Yemin ederim, bu o an dert ettiğim en son şeydi. "Damien..." dedim. Sesim içimdeki korkuyu ve kararsızlığı yansıtıyordu. Alnımı okşayan parmaklarına nazik bir biçimde dokundum ve bana yardım etmesini dileyerek gözlerinin tam içine baktım. "Onu buraya her kim getirdiyse makinem yüzünden delirdiğini biliyor olmalı. Kim olduğunu bulmam lazım. Bana... Bana yardım eder misin?" "Evet ama şu an önemli olan şey sensin. Eve dönüp seni iyileştirmemiz gerekiyor. Sen de üzerindeki kanların temizlenmesini istersin, değil mi?" Bunu duyunca havadaki kan kokusu bir anda daha da yoğunlaştı sanki. Burnuma çarpan metalik koku midemi bulandırdı. "Kan..." diye mırıldandım, tiksinerek. "Ben de öyle düşünmüştüm zaten." "Midemi bulandırıyor." "Biliyorum. Kokuya odaklanma." Anladığımı belirtmek için başımı olumlu anlamda salladım. Kan kokusu dışında başka bir şeye odaklanmaya çalıştığımda yavaş yavaş hayvanın cesedinin yanına yaklaşan meraklı insanları fark ettim. Bazıları utanç ve iğrenmeyle yüzlerini çevirirken, diğerleri ise adeta bir trajedi sahnesini izler gibi cesede bakıyordu. Herkesin yüzünde aynı panik vardı, muhtemelen benim yüzümde de. Kalbim hâlâ olanlar yüzünden hızla atıyordu. Az kalsın pençeler tarafından deşilecek olmak öyle kolayca sindirilecek bir şey değildi. Damien'ın parmakları alnımdaki kesiğe dokunduğunda hafifçe irkildim. Gözlerimi Damien'ın yüzüne çevirdim. Endişeyle kaşlarını çatmıştı, bakışları zonklayıp duran şakağımdaydı. Yüz ifadesinden yaramın ciddiyetini değerlendirmeye çalıştığını anlayabiliyordum. Sanırım dikiş gerekip gerekmediğine karar vermeye çalışıyordu. "Ne kadar..." Alnımdan yanağıma doğru süzülen kanın sıcaklığını gayet net bir şekilde hissedebiliyor olsam da kusmak istemediğimden bunu düşünmemek için elimden gelen her şeyi yapıyordum. "Kötü?" "Derin değil." Bir yerimizi kestiğimizde olanın bu olduğunu çok iyi biliyor olmama rağmen "Ama çok kanıyor!" diye yakındım. Damien, "Birazdan geçecek." diye söz verdi. O sırada varlığını unuttuğum Kratas birkaç adım arkamızdan "Damien, insanlar..." dedi. Tek söylediği bu iki sözcükten ibaret bu olsa da dikkatimizi dağıtmayı başarmıştı çünkü sesinin tınısında hemen fark edilen bir uyarı vardı. Bir de öfke. O yüzden başımı çevirip dediği gibi 'insanlara' baktım, ki zaten onlar da bize bakıyordu. Şüpheyle. Endişeyle. Korkuyla. İnsanların dikkatini çektiğimizi biliyordum fakat Kratas'ın uyarısıyla birlikte bu daha da belirgin hâle gelmişti. Bu durumun nedenini anlamaya çalışırken kaşlarımı çatarak tepki verdim. İzleyicilerin çoğu orta yaşlı olsa da aralarında genç ve yaşlılar da vardı. Kambur duruşuyla dikkat çeken ve yüzünde derin karışıklıklar olan seyrek, gri saçlı bir adam birkaç adım öne çıktı. Elleri ve dizleri titriyordu ancak sağlam bir duruşu vardı. Yine de seksenlerin sonunda olmalı, diye geçirdim içimden. Belki daha bile fazlaydı. Yaşlı adam, zaman geçtikçe pürüzlü bir hâle gelmiş olan sesiyle "Bunu senin makinen mi yaptı?" diye sorunca etraftaki insanların bakışlarına başka bir şey, bir şüphe karıştı. Hepsinin de yüzünde aynı güvensizlik vardı. Buna itiraz edebilmeyi öyle kadar çok isterdim ki... Ama edemezdim çünkü gerçek tam olarak buydu. Kısık bir sesle "Ben..." dedim. Ne yazık ki cümlenin devamını getirecek kuvveti az önce hayatta kalmak için harcamıştım. Devam edebilseydim 'Böyle olsun istemezdim, üzgünüm.' diyecektim. Zaten insanların gözünde berbat bir itibara sahiptim, bu gece olanlar bunu daha da lekelemiş ve onları bana çıkışmaları konusunda tahrik etmişti. Hepsi de iri yarı olan birkaç adam öfkeli bir edayla bana doğru gelmeye başladılar. İnsanlar tarafından bir tehdit olarak algılanmaya alışık değildim. Endişe dolu gözlerimi çaresizce insanların üzerinde gezdirirken böyle bir durum karşısında ne yapacağımı bilmiyordum. Parmaklarımdaki titreme içimdeki korkunun ve çaresizliğin dışa vuruş şekli olmalıydı. Bedenim adeta taş kesilmişti. Bu yüzden iri yarı adamlar bana tehditkâr adımlarla usul usul yaklaşırken kaçmaya çalışmak ya da içimdeki çığlığı dudaklarımdan dışarı çıkarmak aklıma gelmiyordu. Sözcükler sadece kafamın içindeydi. Lütfen... Yapmayın... Ben kimseye zarar vermek istemem. Bir an, kısacık bir an, Damien'ın da orada olduğunu unutmuştum. Gladyatörümün. Beni kaydırıp kendi bedeniyle bedenimin yarısını kapatacak bir şekilde önüme geçerek adamlara doğru kaygıdan uzak ama bir o kadar öfkeli bir ses çıkardı. Gülüyor gibiydi. Gerçekten gülmüyor, diye düşündüm kendi kendime. Gözlerinin arkasında gerçek bir gülümseme yoktu, sadece tehdit vardı. Bizden uzak durmaları için herifleri tehdit ediyordu. Bunu fark etmek onu arenada gördüğüm o ilk zamanı hatırlattı bana. Damien, yumuşak ama korkunç bir uyarıyla kaplı bir tınıyla konuştuğunda sesi o kadar derindi ki sanki uzun süredir onu duymamış gibi hissettim. "Bir süredir kimseye zarar vermedim, beyler. O yüzden kendinize bir iyilik yapın ve kimse incinmeden defolun buradan." Kolunu hafifçe sıkıp "Damien..." dedim rahatsız olarak. İnsanları bu şekilde tehdit etmek zorunda mıydı? İşler zaten yeterince berbat bir hâldeydi ve daha fazla nefreti üzerimize çekmek de hiç iyi bir fikir değildi. Gerçi Damien insanların nefretini kazanıp kazanmamayı o kadar da umursuyor gibi görünmüyordu. En uzun olanı, Damien'ın uyarısı küçümseyerek gülümsedi ve kendinden oldukça emin bir şekilde bize doğru bir iki adım attı. "Sen kimsin de bize ne yapmamız gerektiğini söylüyorsun? Sana kendinden üstünlerle nasıl konuşulacağını öğretmediler mi, köle? Yoksa bu asil sünepe seni yatağına alıyor diye kendini bir halt mı sanıyorsun?" derken sesinde kibir vardı. Damien'ın gözleri bir an için öfkeyle parladı. Bu iyi değildi. Hiç iyi değildi. Kahretsin. Damien adamın yaklaşmaması gereken vahşi bir hayvandan farksızdı şu an. Bir şeyler yapmalıydım... Ama ne? Damien, bize yaklaşan adamın gözlerinden gözlerini ayırmadan -Sanki saldıracağı anı bekliyordu- "Bir daha uyarmam, bas geri." dedi soğuk bir tonla. "Ya da ne olacak?" "Damien, gidelim." diye fısıldadım endişeyle. "Onlar sadece aptal insanlar işte. Ne dediklerinin bir önemi yok." Fakat adam hiç beklemediğim bir anda Damien'a doğru hamle yaptı. Saldırısı bir lav püskürmesi gibi ani ve yıkıcıydı. Damien'ın geri çekilmesi, bir yıldırımın hızıyla gerçekleşti ve adamın yumruğu boşa gitti. Tepkisi ise bir panterin anında avını kapması gibiydi; hızlı, keskin ve acımasız. Parmaklarını uzatıp herifin bileğini kavradığında adeta demir bir pençe gibi sımsıkı tutmuştu; gücünü hissetmek için bileğini geriye doğru büktüğünde acı dolu bir çığlık sessizliği delip geçti. "Gitme zamanı geldi, cesur çocuk." diyerek kolunu ittirip herifi sert bir şekilde geriye savurdu. Birkaç adım ötemizde kalçasının üzerine düşerken adam mosmor bir yüzle suratıyla aynı renk olan bileğini tutuyor, acıyla yerde kıvranıyordu... İnsanlar fısıldaşmaya, dehşet içinde bize bakmaya başlamışlardı. İlk saldıran adam olmasına rağmen suçlu tamamen Damien'mış gibi davranıyorlardı. Bu haksızlık, diye bağırmamak için kendimi çok zor tuttum. "Bileğimi kırdın, seni kahrolası!" "Abartma," dedi Damien. İnsanlara değil, acı içinde kıvranan adama bakıyordu. "Sadece bir çıkık ama bir daha saldırırsan daha kötüsünü yaparım." Fısıltılar daha da arttı. Hepsi aynı anda saldırsa Damien'ı belki devirirlerdi ama Damien'ın ne kadar hızlı olduğunu gördükten sonra belli ki kimse kendi için kırık, çıkık ihtimalini göze almak istemiyordu. Eh, en azından harekete geçecek kadar aptal olan tek bir kişi vardı. Damien bana biraz cesaret vermek ister gibi koluma dokundu ve ben de sersemlikten sıyrılarak başımı öne salladım. Eve giden yol tam oradan geçtiği için kalabalığa doğru yürümeye başladık. Damien her adım attığında insanlar isteksizce iki yana ayrılıyor, geçebileceğimiz bir yol oluşturuyordu. İster istemez korkmalarının saldırmalarından daha iyi bir şey olduğunu düşündüm. En azından bu şekilde kimse zarar görmüyordu, değil mi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD