?13.BÖLÜM: ALEVLERİN İÇİNDE

2965 Words
İçime yerleşen korku duygusu damarlarımda dolaşan bir buzdan farksızdı. Böyle hissetmeme neden olan şey insanların tepkisinden çok o hayvanın vahşiliği ve öfkesiydi. Bu durumun ne kadar tehlikeli olabileceğini, insanların nasıl kolayca zarar görebileceğine kendi gözlerimle şahit olmuştum. Tüm o vahşet, o kan, o endişe, hepsi baş edebileceğimden çok fazlaydı. Ve insanların tepkisi... Kahretsin. Bu iyi değildi. Hem de hiç. Suyun yüzeyinde kalmak için çabaladıkça daha da dibe batıyor gibiydim. Boğuluyordum, nefes alamıyordum ve en kötüsü, bir tarafım o anı yaşamaya devam ediyor, kanın kokusu burnumu tırmalıyordu. Ellerim titriyor, kalbim hızla atıyordu. Her bir düşüncem karanlığın derinliklerinde gizlenen tehlikenin farkına varmamı sağlıyordu. İnsanları ve sınır hayvanlarını nasıl sakinleştireceğimi bilmiyordum ve mesleğim gereği bir şeyleri bilmemekten hiç hoşlanmazdım. Bu bilinmezlik beynimi kemiriyordu. Kendi beceriksizliğim yüzünden bir felaketin eşiğindeydim ve her adımım, bu felaketi biraz daha yaklaştırıyor gibiydi. Tüm bu düşünceler zihnimi vahşetin izleriyle doldurduğu için malikaneye ulaştığım anda çalışma odamın olduğu koridora doğru koştum. Kalbim kulaklarımda atarak kapıyı ittirdim ve içeri adım attığımda loş ışıkla aydınlatılmış geniş oda bana her zaman olduğu kadar tanıdık hissettirmedi. Aksine, yabancıydı. Bana ait değil gibiydi ama önemli değildi. Bu, beni daha da körüklüyordu. Acele ettim ve bakışlarımı sadece kısacık bir an için etrafta gezdirdim. Burada bir mucidin odasında olması gereken her şey vardı. Mekanik öğütücüye, makine tasarımlarımla kaplı mimar kağıtlarına, pahalı antika süslere, işime yarayan bir sürü ıvır zıvırla kaplı olan raflara ve yerde, ona özel yatağında uyuyan kedim Iron'a baktım. Çalışma odamın olduğu tarafa fırlarken -Çünkü kahrolası makinemin anahtarı oradaydı!- Damien'ın arkamdan geldiğini bilmek için dönüp bakmama gerek yoktu. Panikten boğulur bir hâlde masaya ulaştığımda hem olanlar hem de kan kokusu yüzünden o kadar dengesiz bir haldeydim ki odaklanamadım. Yerde duran kablolardan birine çarpıp öne sendeledim. Dizimi masanın kenarına çarptım ve anahtarı yere düşürdüm. Düşmenin etkisiyle çıkan tiz ses yüzünden Iron uykusundan sıçrayıp kaçarken öfkeden kıpkırmızı kesilmiş bir suratla anahtarı yerden almak için eğildim. Doğruluğumda Damien dibime girmişti bile. Homurdanarak anahtarı elimden aldı ve itiraf etmeme fırsat bile vermeden "Bırak şunu!" diyerek onu masanın üzerine, eski yerine geri koydu. Bundan hiç hoşlanmamıştım ve anlamıyordum, neden bana engel oluyordu? Az önce olanları o da görmemi miydi? Hayır. O hayvanın nasıl delirdiğini görmemesi mümkün değildi. Anahtarı geri almak için ona doğru uzandığımda Damien bileğimi nazikçe ama yeterince ısrarcı bir şekilde tutup çekti. Derin bir sesle "Kanaman var." diye uyardı beni. Sesi kararlılıkla doluydu. Ona bakmaya cesaret ettiğim zaman her şey daha da karmaşık hâle geldi. "Damien, ben iyiyim. Sadece biraz..." "Vanessa, bu ciddi bir yara. İncindiğini bile fark etmiyorsun. İzin ver bir bakayım." Kan kokusundan inanılmaz rahatsız oluyor olmama rağmen "Önemli bir şey değil." diyerek geçiştirdim ama Damien'in kararlılığı karşısında sesimdeki güvensizlik fark edilir derecede artmıştı. Ellerimi kavuşturdum ve isteksizlik ve umutsuzlukla, anahtarı bana vermesi için ona yalvarır gibi ellerimi ona doğru uzattım. "Lütfen, şu anahtarı ver de işimi bitireyim. İnsanlar inciniyor, Damien. Bu konuda bir şeyler yapmam lazım." "Anlıyorum ve senin de yeterince sağlıklı olmazsan bunu yapamayacağını anlaman gerekiyor." "Ama vakit yok, ben..." "Sadece beş dakika sürecek," diye söz verdi bana. Fevri davranmadan önce dikkatlice düşündüm ve Damien'ın haklı olduğunu fark ettim. Sağlığım, başkalarına yardım etme arzumun temeliydi. Bu yüzden bedenimin ve zihnimin iyi durumda olması önemliydi. Beş dakika, diye düşündüm kendi kendime. Zor olacaktı ama sanırım beş dakika hiçbir şey yapmadan durabilirdim. Ayrıca haklıydı, insanlara yardım etmek istiyorsam eğer sağlığıma daha fazla dikkat etmek zorundaydım. Darmadağınık olan düşüncelerimi toplamak için gözlerimi kapattım ve rahatlamak adına bir nefes aldım. Zihnim adeta bulutların arasında süzülüyormuş gibi hafifledi. İçimde bir huzur dalgası yayıldı ve stresim yavaş yavaş kayboldu. Sonunda gözlerimi açtım ve pes ettiğimi göstermek için başımı öne sallamadan önce derin bir nefes aldım. 'Tamam," dedim, fısıltı kadar alçak bir sesle. "Beş dakika için duracağım." Sonrasında da hemen ekledim. "Ama sadece beş dakika için." Ve çok değil, birkaç dakika sonra kendimi oturma odasındaki koltukta, endişeli bir ifadeyle alnımdaki açık yaraya pansuman yapan Abraham'ın önünde buldum. Damien da oradaydı ve oldukça şaşırtıcı bulduğum bir şekilde bir misafirimiz daha vardı. Kratas. Benden nefret ediyor olduğunu çok iyi biliyor olmama rağmen daha önce hayatımı kurtardığı gerçeği beynimin tam ortasında yer edindiği için ona alınamıyordum. Aslında genel olarak alınamıyordum. Bu berbat bir şey olsa da derinlerde bir yerde Kratas'ın benden neden böyle nefret ettiğini anlayabiliyordum. Kişisel bir şey olduğunu düşünmüyordum. Bazen insan sadece karşısındaki insanın temsil ettiği şeylerden nefret eder. Kratas için ben Westland'in simgesiydim. Daha da fenası, Asiller Meclisi'nin. Nasıl biri olduğumun onun için bir önemi yoktu, ki hakkımda tek bir tane bile iyi şey düşünmediğinden adımın Vanessa olduğundan emin olduğum kadar emindim. Abraham büyük bir dikkatle yaramı temiz, nemli bir bezle temizlerken çok kısa bir an Kratas'la göz göze geldik. Ürperdiğimi hissettim. Gözlerindeki nefretin keskinliği ruhumu bir bıçak gibi kesiyordu. İtiraf etmem gerekirse, bu bakışlar bana Damien'ın ilk zamanlardaki bakışlarını hatırlatıyordu. O da böyle bakardı. Nefret dolu. Şüpheci. Tiksintili. Elbette Kratas'ın beni Damien'ın gerdiği kadar germesi mümkün değildi ama yine de çocuğun gözlerinde gördüğüm tiksinti rahatsız ediciydi işte. Ona dönüp 'Kes şunu, Kratas! Ben bu tavrı hak edecek hiçbir şey yapmadım!' diye bağırmamak için kendimi zor tutuyordum ama Damien'dan öğrendiğim için bunun işe yaramayacağını biliyordum. Öfkeyle savaşabilirsiniz ama önyargılarla... Beni tanımaya bile çalışmayacaktı. Hayatımı kurtarmasını tek sebebi Damien'a 'borçlu' olması ve Damien'ın da benim ölmemi istemiyor olmasıydı. Eh, daha kötü de olabilirdi. Abraham, yara izime bakmam için bana yuvarlak bir el aynası uzattığında ruhumu karanlıklara boğan bu düşüncelerden sıyrılarak aynayı aldım. Alnım hâlâ acıdan zonkluyordu, o yüzden tam olarak ne beklemem gerektiğinden emin olamıyordum. Yansımama baktığımda ilk fark ettiğim şey endişeyle kaplı, siyah denecek kadar koyu olan gözlerim oldu. Gür, sık kirpiklerim bakışlarımı saran kaygıyı daha da ortaya çıkarıyordu. Sonra bakışlarım zonklayan tenime kaydı ve durumumun tahmin ettiğin kadar kötü olmadığını fark ettiğimde aynayı tutan ellerim gevşedi. Üç santimlik bir çizikten nasıl bu kadar kan akabildiğine şaşırmadan edemedim. Yine de o kadar kötü görünmediğine sevindim. Şakağımdan alnıma doğru uzanan ufak, kırmızı bir çizik. Moralim biraz düzelmiş bir şekilde aynayı Abraham'a geri uzattım. Aynayı alıp masanın üzerine geri bırakırken Abraham'dan kaçmam mümkün değildi çünkü bakışlarını üzerimden bir an bile olsun ayırmıyordu. Ellerini abartılı bir şekilde sallayarak söylenmeye başladığında bu tepkinin son derece normal olduğunu düşündüm çünkü son zamanlarda onu endişelendirmekten başka hiçbir şey yapmıyordum. "Bana neler olduğunu anlatacak mısın, Vanessa? Nasıl oluyor da dışarı çıktığın her seferde başına bir şey gelebiliyor? Senin için endişelenmediğim bir gün geçiremeyecek miyim ben? Festivale eğlenmeye gittiğini sanıyordum." "Evet, öyleydi." Ben bunu deyince Abraham'ın kaşları daha da çatıldı ve gözlerinde endişe parıltıları belirginleşti. "O halde bu nasıl oldu?" diyerek elini kaldırıp alnımdaki çiziği işaret etti. "Sakın bana bu izin eğlenirken olduğunu söyleme, kafanı bir yerlere çarpmaktan keyif almadığını biliyorum." "Bir sınır hayvanı saldırdı. Ben de düşüp kafamı yerdeki bir taşa çarptım. Sertçe çarptım. O yüzden de kesilip kanadı." dedim, son derece hoşnutsuz bir biçimde. Olanları hâlâ gözümde canlandırabiliyordum, derin bir kâbustan uyanmış gibiydim. "Festival alanına girmiş ve... Bilirsin, epey bir yaygara kopardı." "Ne? Neden? Nasıl olur bu?" Sanki tüm bu soruların cevabı ondaymış gibi bakışlarını Damien'a çevirdi. Damien'ın Abraham'a cevap vermesini beklerken inanılmaz bir huzursuzluk tüm hücrelerime yayıldı ama şükürler olsun ki, bir şey söylemeden, oturduğu ahşap sandalyede arkasına yaslanarak sakin gözlerle bana bakmaya devam etti. Sanırım gerçeği söyleyip söylememe seçeneğini bana bırakıyordu. Abraham'ın olanları öğrenmesini istemiyordum. Tüm bunlara makinemin sebep olduğunu öğrenmek onu daha da endişelendirmekten başka bir şey yapmazdı. Elinden bir şey gelmezdi ki. Daha sonra, yardımına ihtiyacım olduğu zaman ona danışabilirdim. "Bilmiyorum," dedim kalan son gücümü ona gülümsemek için kullanarak. "Geçti gitti zaten. Endişelenme." "Sen böyle yaparken endişelenmemek hiç kolay değil. Tek istediğim, kendine biraz daha dikkat etmen. Bu çok mu zor?" Amacı bana kendimi suçlu hissettirmekse eğer bunu başarmak üzereydi. Yumuşak bir sesle "Özür dilerim, Abraham. Seni üzgün görmek beni de üzüyor. Senin için elimden geleni yapacağımı bilmeni istiyorum." diyerek uzanıp zarif bir eldivenle kaplı olan ellerine dokundum. Damien ve Kratas buradayken Abraham'la böyle ciddi bir konuşma yapmak konusunda rahat değildim, yine de bir şekilde onu sakinleştirmem gerekiyordu çünkü gerçekten endişeliydi. Her zaman olduğundan daha çok. Son zamanlarda gergin, endişeli ve üzgün bir adam olmuştu. Bunu ona ben yapmıştım. Benim ihmalkârlığım onun iç dünyasında karanlık bir yara açmıştı. "Bu sözü daha önce çok duydum." "Biliyorum ama bu sefer..." Durdum, diyeceğim şeyi söyleyemezdim çünkü yalan olurdu. "Elimden geleni yapacağım." dedim en azından tutabileceğimden emin olduğum bir söz vererek. "Elinden gelenin fazlasını yap... Ve bu adam da kim?" Abraham, onun için bir yabancıdan başka bir şey olmayan Kratas'a bakmak için başını çevirdi. Doğru ya, daha önce hiç karşılaşmamışlardı. Gözleri Kratas'ın bileğindeki Yeraltı Şehri damgasına kaydığında Abraham'ın dudağının kenarında beliren huzursuz bir çizgi düşüncelerini gizlemekte başarısız olmasına neden oldu. Şaşkınlık ve endişe arasında sıkışıp kalmış gibi görünüyordu. Kratas'da pek yardımcı olmuyordu doğrusu. Koltuğa gevşekçe yayılmıştı ve Abraham'ın en sinir olduğu şeyi yapıyor, ayaklarını orta sehpanın üzerine uzatıyordu. Abraham'ın toparlanması zaman aldı, gözlerindeki şaşkınlık yavaşça yerini anlayışa bıraktı. Sonunda, kafasını hafifçe sallayarak bana doğru döndü ve imâlı bir sesle "Yeni bir arkadaş mı edindin?" diye sordu. Ne diyeceğimi bilemedim. Arkadaş mı? Kratas ve ben mi? Sözcükler bir türlü dudaklarımdan dökülmüyordu ama bunu düşünmek bile çok gülünçtü. Kratas için de öyleydi. Arkadaş lafını duyunca bir an dondu kaldı, sonra oldukça aşağılayıcı bir şekilde gülerek başını iki yana salladı. "O benim arkadaşım falan değil. Asla olamaz. O..." Konuşmanın devamını duymak istemeyerek endişeyle suratımı buruşturdum. Bu çatışmayı Abraham'ın önünde yaşamak zorunda olmak içimi sıkıyordu. Abraham benim sadece kahyam değildi, aynı zamanda da manevi babamdı. Eğer Kratas benim hakkımda kötü bir şeyler söylerse Abraham'ın sabrının ne kadar dayanabileceğinden emin değildim. Neyse ki, Damien araya girdi; sesi odanın içinde bir yankı gibi yükseldi. "Kratas!" Sesi buz gibiydi. Ürperdiğimi bile hissettim. Bunun üzerine Kratas konuşmaya bir son vererek Damien'ın olduğu tarafa baktı. Gerçekten şaşırmış görünüyordu. Rahatsız olup yerimde huzursuz bir şekilde kıpırdanırken Damien omzunun üzerinden Kratas'a kısacık bir an baktı. Lacivert irisleri keskin ve parlaktı, ikaz dolu bir bakıştı bu. "Seni uyardım, değil mi?" "Hadi ama, sen onu..." "Benim ne düşündüğümü bilmiyorsun Kratas ama ben senin ne düşündüğünü biliyorum. Vanessa'ya saygısızlık etme. Özellikle de onun evinde. Yoksa seni evden atmak zorunda kalacağım." Vay canına. Bu... Bu oldukça fazla bir tehditti. Abraham dahi şaşkınlık içinde Damien'a bakmaya başlamıştı. Aynısını benim de yaptığımı itiraf etmem gerekir. Kratas, Damien'a abartılı bir şekilde gözlerini devirerek karşılık verdi ama onu dinleyip konuşmasına devam da etmedi. Tek yaptığı kollarını göğsünün üzerinde kavuşturup huysuz bir çocuk gibi surat asmaktı ve bu da konuşmasından daha iyiydi. Abraham, bir an için sessiz kaldı ve sonra alaycı bir ses tonuyla konuştu: "Demek senin arkadaşın," diye söylendi. Ses tonu soru soruyor gibi çıkmıştı fakat bu defa bana değil, Damien'a sormuştu. Damien cevap vermeden sakin bir şekilde Abraham'a baktı, tek cevabı buydu ve ben de bunun bir onay mı yoksa red mi olduğuna karar vermekte zorlanıyordum. Neyse. Zaten önemli olan bu değildi. Ne olursa olsun durumu bir şekilde yeniden toparlamam gerekiyordu. Gerçi bunu nasıl yapacağımı bile bilmiyordum ki. "Damien?" diyerek üsteledi Abraham. "Benimle ilgili her şeyi kontrol etmek zorunda değilsin, Abraham." diyerek karşılık verdi Damien. Gerilerek "Damien!" dedim. O da "Ne?" dedi bana bakarak. "Kahyan, Yeraltı Şehri'nden geldiği ve benimle arkadaş olduğu için Kratas'ın bir sorun olduğunu düşünüyor. Sadece sen üzülürsün diye bana bunu doğrudan soramıyor." Kratas gülerek karşılık verdi, Abraham ise sessizce yüzünü buruşturdu. Ah, hayır. Bu konuşma iyiye gitmiyordu, hem de hiç. Lafa dalmadan önce boğazımı temizledim ve tatlı sözlerimle odadaki gerginliği biraz azaltmayı ümit ederek araya girdim. Ortaya konuşuyor olsam da daha çok Abraham'la konuşuyordum. "Kimin nereden geldiği ya da kimin arkadaşı olduğu önemli değil. Ne olursa olsun, Kratas bizim misafirimiz. O yüzden ona iyi davranmalıyız, değil mi Abraham? Neden gidip onun için biraz atıştırmalık getirmiyorsun?" "Elbette, sen nasıl istersen Vanessa." Abraham, asık bir suratla yanımızdan ayrıldığında odadaki gerilim biraz dağılır gibi oldu ve hissettiğim rahatlamayla kaslarım gevşedi. Kısa bir an, ama sadece kısa bir an, sessizliğin keyfini çıkarma fırsatı buldum. Sonra bir kere daha olanları hatırladım. Tüm o gerginlik geri geldi. Bozuk anahtar üzerinde çalışmaya devam etmem ve bir an önce tüm bu kaosa bir son vermem gerekiyordu. Ancak o zaman hissettiğim bu vicdan azabı dinerdi. O da biraz çünkü bu gece zaten bir sürü yıkım olmuştu ve işin kötüsü, bu sadece benim bildiğimdi. Başka yerlerde de buna benzer saldırılar oluyorsa... Ne zaman kapattığımı anlamadığım gözlerimi açtığımda tam karşımdaki koltukta gevşekçe oturduğu için Kratas'la göz göze geldim, bana bakıyordu ve bakışları hiç de dostça değildi. "Neden bana bakıyorsun?" diye sordum, şaşırarak. "Çünkü bir garipsin." Gözlerimi yuvarladım çünkü bu sözcüğü hayatım boyunca duymuştum. Herkes garip olduğumu düşünüyordu. Belki de gerçekten öyleydim. Bakışlarım tamamen tesadüf eseri Kratas'ın avucundaki kesik izine kaydı. Bu izin nasıl oluştuğunu bilmesem de bu gece olduğundan emindim. Belki de onu ittirdiğimde olmuştu. İyi bir insan olduğum için masanın üzerinde duran sargıları aldım ve Kratas'a doğru uzattım. "Yaranı sar." Sözlerimle birlikte sanki her şey aniden donmuştu. Kratas'ın yüzündeki şaşkınlık ve kuşku dolu ifade odanın sönük ışığında belirginleşiyordu. Sanki aynı dili konuşmuyormuşuz gibi "Ne?" dedi Kratas. "Yaralanmışsın." Gözlerimle elimdeki sargıları göstererek "Yaranı sarman gerekiyor." dedim, sesimde biraz daha ısrar vardı bu sefer. "Sen..." İşte, yine başlıyoruz. "Sadece dediğimi yap, olur mu?" diye homurdanırken sargıları Kratas'a doğru fırlattım. Hedefi tutturmayı beklemiyordum ama beyaz kumaş tam da kucağına düşmüştü. Kratas sargıya sanki ona saldırmaya hazırlanan zehirli bir sınır hayvanıymış gibi bakıyordu, bu manzara karşısında bir an tüm ciddiyetimi kaybedip gülecektim fakat Kratas yüzüme bakmak için ela gözlerini kaldırdığında ifademi toparlamayı başardım. Zaten bana gıcık oluyordu. Onu daha da gıcık etmek istemiyordum. "Bunun eğlenceli olduğunu mu düşünüyorsun cidden?" Biraz alaycı ancak aynı zamanda da hafif meraklı bir tonla, onu anlamaya çalışarak "Neyin?" diye sordum. "Umursuyormuş gibi yapmanın." Sanki sözler bana zarar verebilirmiş gibi geri çekildim. Kratas'ın söylediği şeyi gayet iyi anlamış olsam da içten içe bunun bir şaka olduğunu düşünmek istiyordum. Gerçekten de bana karşı korkunç önyargıları vardı. "Ben gerçekten umursuyorum, tamam mı?" dedim içten bir şekilde. Gözlerimde hafif bir tedirginlik ve belki de hayal kırıklığı var gibi görünse de, söylediklerini ciddiye alıyordum. Anlamayacağını bilerek hayal kırıklığıyla devam ettim. "Ama ne dersem diyeyim bana inanmayacaksın. O yüzden sadece dediğimi yap ve mikrop kapmadan önce yaranı sar. İstiyorsan bu gece burada kalabilirsin, misafir odamız var. Gitmek istiyorsan da sen bilirsin. Benim gidip biraz çalışmam gerekiyor. Keyfine bak." Çalışma odama gitmek için ayağa kalktığımda gözlerimin önünde siyah siyah noktacıklar belirdi. Bir an sendeler gibi oldum ama şans eseri son anda koltuğun kenarına tutunarak ayakta durmayı başarabildim. Başıma aldığım darbe sandığımdan daha kötü olmalıydı. Odanın duvarları daralmış gibi hissediyordum, sanki her şey bana doğru geliyordu. Dengemi sağlamakta zorlandığımı fark eden Damien hızlı bir şekilde tepki vererek yerinden hafifçe doğruldu, Kratas'da bunu fark edip gözlerini devirdi. Tüm bu durum ona gerçekten gülünç geliyor olmalıydı. Kratas'ın tepkisini hiç umursamadan "Odana gidip dinlenmeni söylesem yapmazsın, değil mi?" diye sordu Damien. Direncimi kırmasına izin vermek istemeyerek "Hayır," dedim. "Ben sözümü tuttum. Sen de tut. Pansuman yaptıktan sonra istediğim kadar çalışabileceğimi söylemiştin." "Gerçekten kötü görünüyorsun." "Hayır, iyiyim. Birden kalktığım için oldu. Birazdan geçer." Damien daha fazla itiraz etmek istiyor gibi görünse de ona bunu yapması için fırsat vermek istemedim. Açık olmak gerekirse, ona hayır demekte zorlandığımın farkındaydım ve bir şekilde beni dinlenmem gerektiğine iknâ etmesinden korkuyordum. Oturma odasından çıktım ama sonra, şeytan aklıma girdi ve bu çok yanlış bir şey olsa da Damien ile Kratas'ın ne konuştuğunu duymak için kapının diğer tarafında durdum. Kalbim beklenti hissiyle kulaklarımda gümlediği için bir an konuşmalar boğuk geldi ama sonra azar azar netleşmeye başladı. İlk duyduğum, elbette ki, Kratas'ın sert ve sinirli sesiydi. Sanki gitmemi beklemiş gibi hakkımda ileri geri konuşmaya başladı. "Bu Vanessa, tam bir sorun. Seni gerçekten umursamıyor, Damien. Onunla olmak sana zarar vermekten başka bir şey getirmez." Vay canına. Amma da kabaydı. Benim evimde beni kötülemekten zerre kadar çekinmiyordu gerçekten. Yaşadığımız onca şeyden sonra ona katılmayacağından neredeyse emin olmama rağmen Damien'ın cevabını beklerken kalbim duracak gibi oldu. Kratas'ın sözlerine karşı çıkarak, sakin bir ses tonuyla, "Bir şey olmaz." dedi. "Onun kalbinde sadece iyi niyet var." İstemsiz bir biçimde gülümsediğimi fark ettim. Kratas ise benim tam aksime bir tepki verdi, duyduklarından iğreniyormuş gibi bir ses çıkardı. "İyi niyet mi? Bu kız senin iyiliğini istemiyor, Damien. Sadece kendi çıkarları için hareket ediyor. Bunu görmüyor musun? Tanrı aşkına! Seni diğerlerine karşı savunuyorsa bunu yapmasının tek sebebi yeni, parlak oyuncağı olman. Bir gün bunu anlayacaksın ama o zaman iş işten geçmiş olacak." "Vanessa'nın niyetlerini yanlış anlıyorsun, Kratas. O gerçekten benim için endişe duyuyor ve beni korumak istiyor. Başkan Eugine beni ona verdiğinden beri beni hiç arenaya çıkartmadı. Bunun yanlış olduğunu düşündüğünü söyledi. Başta beni yumuşatmak için bunu önerdiğini düşündüm ama bu gece ona arenaya çıkmayı teklif eden ben olsam da istemiyor, hem de paraya ihtiyacı olmasına rağmen. O, böyle. Bir şeyin yanlış olduğunu düşünüyorsa ona aksini kabul ettirmene imkân yok." Yere yığılmamak için yanımdaki duvara tutunmak zorunda kaldım. Bu durumu inşaa etmek için o kadar uğramıştım ki, Damien'dan bunları duymak resmen kalbimi sızlatıyordu. Dürüst olmak gerekirse, birbirimize karşı olan önyargılarımızı yıkmak hiç kolay olmamıştı ama sonunda ikimiz de birbirimizi anlamaya başlamıştık. Şaşkın bir hâlde "Bir dakika, bir dakika." diyerek araya girdi Kratas. Onu göremiyor olsam da ellerini salladığını, gözleri irileştirdiğini gözümün önünde canlandırabiliyordum. Konuşmaya devam ederken sesini yükseltti. "Onun için o arenaya çıkmak mı istedin? Hem de kendi rızanla?" "Evet." dedi Damien, sanki bu çok normal bir şeymiş gibi. "Neden? Arenadan nefret ettiğini sanıyordum." "Ediyorum ama paraya ihtiyacı var." "Ve buna rağmen kabul etmedi mi?" Şimdi Kratas'ın sesindeki şaşkınlık artmıştı ve ilk kez sesine nefret ya da hoşnutsuzluk karışmamıştı. Dalgın gibiydi. "Hayır. Vanessa'yı para, ün ve güçle etkileyemezsin. Bu yüzden Başkan Eugine ondan nefret ediyor. Onu satın alamayacağının farkında." "Ne kadar aptalca konuşuyorsun, Damien. Bu kadın seni kandırmış olmalı. Dünyada böyle bir insan yok. Herkesi para, ün ve güçle satın alabilirsin. Ciddiyim. Herkesi. Onu dahi." "Ben de öyle sanıyordum ama öyle değilmiş. Bu kadın, Kratas, hayatımda gördüğüm en güçlü insan. Ondaki ateşi kimsede görmedim. Kendim de bile." Bu zamana dek içimde bir ateş olduğunu hiç düşünmemiştim ama o söyleyince gerçekmiş gibi geliyordu. Keşke, keşke daha fazla konuşsaydı. Damien için özel olduğumu düşünmek bana kendimi çok güzel hissettiriyordu ve neredeyse tüm sorunlarımı unutmamı sağlıyordu. Neredeyse. Gerçeğin geri gelmesi uzun sürmedi. Günün sonunda hâlâ düzeltmem gereken bir makine, itibarım, işim ve hayatım vardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD