?19.BÖLÜM: KÖTÜLÜĞÜN MASKESİ

3094 Words
Tünelin karanlık ve dar atmosferi, vücudumu çevreleyen duvarlardan daha kötüydü. Bunun bu kadar rahatsız edici olabileceğini düşünmemiştim bile. Midem bulanıyor, gözlerim ve iç kulağım arasındaki dengesizlik beynime karışık sinyaller gönderdiği için başım feci hâlde dönüyordu. Durmadan, durmadan kaydığımdan bu berbat yolculuğun ne zaman biteceğini bilmiyordum ama lanet olsun, bir an önce son bulması için her şeyi yapabilirdim! Beynimin mantıklı ve adrenaline hiç de aşık olmayan tarafı çığlıklar atarak 'DUR ARTIK!' derken başımı aşağıya çevirdim. Saçlarım tepemde uçuştu ve belli belirsiz, beyaz bir ışık noktacığını görür gibi oldum. Noktacık git gide genişlerken içimden bir ses bana o beyaz ışığın son durak olduğunu söylüyordu. Bilinmezlik ve düşme hissi yüzünden dudaklarımın arasından hafif bir çığlık koparken ışık beni yuttu. Kendimi en kötüsüne hazırlayarak gözlerimi sımsıkı yumarken yere düşmeden önce bir çift el belimin iki yanından tutarak ayaklarımın üzerine basmamı sağladı. Damien'ı bu. Onu görmeden bile beni tutanın 'O' olduğunu biliyordum çünkü Sage olsaydı düşüp birkaç kemiğimi kırmama izin verir, sonra da acı içinde kıvranmamı büyük bir zevkle izlerdi. Artık elimde olmayan denge duygumu bulmaya çalışırken iki yana sendeledim. Ayaklarımın üzerinde kalmayı başardığımda ise sersem bir hâlde başımı kaldırıp Damien'a bakarak sanki boğazımda nefes almamı zorlaştıran bir el varmış gibi bir ses çıkardım. "Bu..." dedim, şaşırmış bir hâlde. Harfler dudaklarımın arasından bin bir zorlukla çıkıyordu. "Bu, berbat bir şeydi." Damien dikkatlice gözlerini yüzümde dolaştırarak "İyi misin?" diye sordu. Sessizlik içinde bir an bekledim, ardından iyi olduğumdan emin olarak hafif bir gülümsemeyle başını salladım. "Evet. Muhtemelen. Burası neresi?" Bunu sorarken meraklı gözlerle etrafıma bakındım. Az önce gözlerimi kamaştıran o parlak, beyaz ışık yerdeki kaldırım taşlarına yansıyan güneşin ışığıydı. Geldiğimiz yer etrafı sarp kayalıklarla çevrili bir kasabaydı, en azından ilk bakışta öyle görünüyordu. Taş evlerin arkasından yükselen dev, antik sütunları fark edince bu yerde de bir çeşit arena olduğunu anladım. Yeraltı Şehri'nin arenası kadar büyük olması imkânsız olsa da en az onun kadar göz kamaştırıcıydı. Dövüş alanından gökyüzüne yükselen heyecanlı çığlıklar olduğumuz yerden bile net bir şekilde duyuluyordu. Gerçekten de yasadışı bir dövüş yeriydi burası. Bir gün böyle bir yere gelmek zorunda kalacağımı hiç düşünmezdim. Sage, "Çukur'un üst katmanlarından birindeyiz." dedi. Çukur dediği yerin burası olduğunu ve katmanları olduğunu düşünmek bu bölgede nasıl bir karaborsanın döndüğünü fark etmeme ve midemin bulanmasına neden oldu. Yasadışı şeylerden kesinlikle hoşlanmıyordum. Sage, hızlıca bir açıklama yapmak için keskin gözlerini gözlerime dikti. "Ve bize doğru gelen adam da buranın sahibi sayılır. O yüzden saçmalamak ya da gereksiz tartışmaya girmek yok, tamam mı? Özellikle de sen, Vanessa. Sakın Westland'dan gelen bir asil olduğunu belli etme. Siz ikiniz, sadece takımımdan biriymiş gibi davranın." Gözlerimi devirme isteğimi bastırmaya çalışırken sözlerimi doğruladığımı göstermek için hafifçe başımı öne doğru salladım. Sage bize doğru gelen adamlara dönüp gülümseyerek ellerini çırparken ben de uzun çehreli, gri saçlı adamı ve peşinden gelen iki herifi süzüyordum. Adamlardan daha esmer olanın bir eli yoktu. Bileğinden itibaren uzanan ve istediğinde birinin boynunu kırmaya yetecek bir dayanıklılıkta olan protatif bir el takıyordu. Nasıl bir şey olduğunu biliyordum çünkü Iron'un ayağını yaparken de buna benzer bir şey yapmıştım. İstemsizce adamın elini nasıl kaybettiğini düşünürken ve ürperirken öndeki uzun boylu adam Sage'yi ellerini iki yana açarak karşıladı. Herifin suratında Sage'nin gülümsemesinin tıpatıp aynısı vardı. Yapmacık. Sadistçe. "Sage! Seni burada yeniden görmek ne güzel! En sonki seferinden sonra bir daha gelmeye cüret edeceğini düşünmezdim." Sage bu ince alaydan hiç mi hiç hoşlanmadı. Öfkeden hafifçe kızaran bir yüzle alçak sesle homurdandı. "Ben asla kaçmam, tamam mı?" dediğinde adamın sadist gülümsemesi daha da genişledi. "Ne hoş. Peki, bu sefer ölmesi için hangi adamını getirdin? Her turnuvada o kadar çok ölüm oluyor ki, artık saymaya üşeniyorum." Bekle, bir dakika. Ölüm mü demişti o? Zaten kendimi zar zor sakinleştiriyordum, bir de yabancı birinden bunu duymak iyiden iyiye paniklememe neden olmuştu. Kahretsin. Evime geri dönmek istiyordum. Bunu yapamayacağımı da biliyordum. Artık değil, artık çok geçti. İçine düştüğü bu durum karşısında neler hissettiğini merak ettiğim için Damien'ın yüzüne bir göz attım. Kızgın değildi. Şaşkın da değildi. Aslında sakin görünüyordu... Sage, bundan çok emin bir şekilde "Bu sefer ölmeyecek, Husk." diye karşı çıktığında Husk adındaki adam düşünüyormuş gibi yol yaparak sivri bir şekilde uzanan çene hattını ovuşturdu. Aradan geçen her saniyede yüzündeki ifadeye yerleşen keyif duygusu artıyordu. "Bu kadar eminsin demek. Tamam, bu daha da zevkli olacak işte. Adamına bir bakalım. Şu uzun olan, değil mi?" "Evet, o." Sage'nin sesini kaplayan kibir duygusu sinirlerimi bozuyor olsa da sesimi çıkarmamak için dilimin ucunu ısırdım. Husk, ellerini arkasında birleştirerek insanı gerecek kadar yavaş bir şekilde Damien'ın etrafında yürüdü. Hiçbir şeyi gözden kaçırmak istemeyerek bedenini değerlendirirken Damien'ın geniş omuzlarına, kaslı göğsüne ve uzun bacaklarına baktı. Damien çok iyi bir dövüşçü olsa da öyle her yerinden kas çıkan bir bedene sahip değildi ve giydiği koyu kıyafetler de ne kadar çevik bir bedeni olduğunu gizliyordu. Husk ise bundan pek hoşlanmamış gibiydi. Sage'ye dönüp hem kaşlarını hem de ellerini kaldırdı. "Cidden mi, Sage? Beş dakika bile dayanamaz. Daha iyi bir özgeçmiş seçersin diye düşünüyordum." dediğinde Sage kibirli bir şekilde sırıttı, ben de gülmemek ya da aptalca bir şey söylememek için başımı yana eğip dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kaldım. Damien omzunun üzerinden onu inceleyen adama bir bakış atarak "Eminim kalabilirim." dedi. "Sen bilirsin, cenaze senin cenazen nasıl olsa. Her neyse, oraya çıktığında tek bir kural geçerli olur. Hayatta kalırsan kazanırsın, anladın mı? Geri kalan her şey serbest. Ne kadar kanlıysa, o kadar ilginçtir." "Anladım." dedi Damien. Ben ise anlamamak için özel bir çaba sarf ediyordum. Birini öldürmesi gerekecekti. Bir canlıyı. Bir insanı. Bunu düşünmemek için özel bir çaba sarf etsem de yüzümün rengi atmış olmalıydı. Damien için öyle endişeliydim ki işin diğer tarafını hiç hesaba katmamıştım. Ya öldürmesi gereken kişi bizim gibi bunu mecbur olduğu için yapıyorsa? Bu berbat bir fikirdi. Bunu şimdi daha da iyi anlamıştım. Husk, Sage'ye duyamayacağım bir sesle bir şeyler daha söyledi ve sonra da onu arenaya kadar takip etmemizi isteyerek dev sütunların olduğu tarafa doğru yürümeye başladı. Moralim son derece bozuk bir hâlde Sage ve Husk'ın peşinden giderken arada sırada bana baktığı için Damien'ın bir anda surat asmaya başladığımı fark ettiğini biliyordum. Arena alanına varınca Husk bizi oldukça geniş bir odaya yönlendirdi ve dövüş başlayana dek orada istediğimiz kadar dinlenebileceğimizi söyledi. Kapı kapandığı anda Sage'nin tüm ciddiyeti kayboldu ve inanmakta zorlandığım bir neşeyle kahkahalar atmaya başladı. "Lanet olsun! Nihayet! Böyle bir adamım olduğu için ne kadar mutluyum! Umarım çok stres altında değilsindir!" diyerek cüretkâr bir tavırla Damien'ın omzuna hafifçe vurdu. Damien, tehlikeli ve tahmin edilmez bir hızla dönerek kadının ince bileğini tuttu. Sakinleşmesi gerekiyor, çok gergin, diye düşündüm kendi kendime. Damien, "Bana sakın dokunma." diye ikaz ederek elini sertçe ittirdiğinde Sage'nin hissettiği şaşkınlık yüz hatlarına yansıdı ama şaşkınlığı kısa sürdü. Hemen toparlandı. Sonra gözbebeklerine yerleşen şeytani bir bakışla başını iki yana salladı. "Agresifsin. Güzel. Seyirciler seni sevecek." "Seyircilerin ilgisi umurumda değil. Sen de değilsin. Varlığınsa beni sadece daha fazla rahatsız ediyor. Bu yüzden, sana bana dokunma dediğimde, beni dinle." Gözlerim genişlerken derin bir şaşkınlıkla soluğumu serbest bıraktım. Damien'ın Sage'den haz etmediğini biliyordum ama bir anda ona karşı daha da düşmanca bir tavra bürünmüştü. Sage de pek sakin değildi artık. Gözlerindeki şeytani ifadeye başka bir his, bir öfke ve alay karışırken uyuyan canavarı uyandırmış gibi hissettiren bir ses tonuyla Damien'a karşılık verdi, tüm küstahlığını konuşturdu. "Amma da nankörsün, Damien. Demek o güzel gecelik için bana böyle teşekkür ediyorsun. Oysa ben sadece arena öncesinde moralini yerine getirmek istemiştim." Damien'ın yüzünde bir kararlılık belirdi, kaşları daha da çatıldı ve gözleri bariz bir uyarıyla parladı. Sage'nin küstahlığı Damien'i şaşırtmaktan çok daha fazlasını yapmış, öfkeyle dolup taşan bir fırtına başlatmıştı... Yine de "Ne istediğimi sanıyorsun?" diye sorarken Damien'ın sesinde öfkeden eser yoktu, duru ve sakin bir sesle konuşuyor, Sage'nin alaycı üslubunu taklit ediyordu. "Ah, lütfen. Ne istediğin çok açık. Bir insanın en acınası olduğu an nedir biliyor musun? Kendi kurallarına yenik düştüğü andır. Sen de tam o noktada duruyorsun. Yoksa neden bir asil sırf bir pili istiyor diye bir haydut adına dövüşeceksin ki? Hem bana sakın o gecelikle Vanessa'yı..." "Biraz daha konuşmaya devam edersen," diye araya girdi Damien, tehditkâr bir tebessüm dudaklarının üzerini zarifçe esir alırken. "O arena kendin çıkıp dövüşmek zorunda kalacaksın." Sage, Damien'ın bu tehdidi karşısında oldukça garip bulduğum bir şekilde sessiz kaldı. Oysa hiçbir zaman susacak bir tip olduğunu düşünmemiştim. Bir adım geri çekilirken imâlı, küstah gözlerle Damien'ı baştan aşağı süzerek inceledi. Ardından o kadar da umurunda değilmiş gibi rol yaparak omuzlarını silkti ve daha da küstahça bir şey söylemek yerine uysal davranarak "İyi. Öyle olsun. Biraz sonra sizi almak için gelirim, o zamana kadar dinlenin." dedi. Sonra da dönüp odadan çıkıp gitti. Rahatlamak için derin bir nefes aldım çünkü Damien'la baş başa kalmak hem rahatlatıcı hem de son derece gericiydi. Aslında sorun o da değildi; bendim, tamamen bendim, ben ve bir türlü susmak nedir bilmeyen düşüncelerimdi. Göğsümde bir ton ağırlık hissediyordum ve bu ağırlıktan eve dönmeden kurtulmak imkansız gibi görünüyordu. Ne yapacağım ben? Zarar görsün istemiyorum ama kimseyi öldürsün de istemiyorum. Damien bana baktığında kollarımı etrafıma sımsıkı dolamıştım, kaşlarım çatık ve gözlerim de hüzünlüydü. İçimdeki kaygı, adeta boğazıma kadar yükselmişti ve nefes almak giderek daha da zorlaşıyordu. "İyi misin?" diye sordu Damien, bana biraz daha yaklaşarak. Ona karşı dürüst olmak istiyordum. Zaten gözlerimdeki ifade ne hissettiğimi ele vermek için yeterli olmalıydı. Başımı iki yana sallayarak karşılık verirken saçlarım omuzlarımdan kaydı. "Sadece... Çok endişeliyim." Aniden gelen bir sessizlik, odanın atmosferini dolduran yoğun bir karanlıkla birlikte aramıza sinsice yerleşti Daha sonra "Neden?" diye sordu Damien. "Bunu hallettiğimizi sanıyordum." Trendeyken yaptığımız o konuşmayı hatırlarken içime biraz daha ağırlık çöktü ve iç çekmeden edemedim. Doğru. Bir anlaşma yapmıştık. O zaman bana dikkatli olacağına dair söz verdiği için sorun değilmiş gibi gelmiş olsa da şu an kesinlikle öyle hissetmiyordum. "Sadece dikkatli ol, lütfen." O anki duygularımı tarif etmek imkansızdı. Sesim kulağa o kadar çaresiz ve cılız geliyordu ki, bu yüzden utandığımı hissederek kekeledim. "Sen... Alıştırma falan yapmak ister misin? Bir süredir bunu yapmadığını biliyorum." "Alıştırma mı? Kiminle?" "Şey..." Aptallığıma suratımı buruşturdum. "Bilmiyorum." Damien bu halimi komik bulduğu için hafifçe güldü ve başını iki yana sallayarak bana biraz daha yaklaştı. Uzanıp boynumun kenarına dokunduğunda serin parmaklarının dokunuşu sanki bir rüzgarın tenime değmesi gibi hafifletti beni. Gözlerine baktım, derinliklerinde yıldızlar gibi parlayan gözleri vardı. Beni sakinleştirmek ister gibi baş parmağını hızla inip kalkan atardamarımın üzerinde gezdirdi. "Senin endişeli yüzüne bakmak beni daha çok dikkatsiz hissettiriyor. O yüzden neden biraz sakinleşmiyorsun, usta?" diyerek şakağıma ufak bir öpücük kondurduğunda -Ah, bunu cidden yaptı!- yumuşak dudakları baştan aşağı ürpermeme neden oldu. Kalbim kafesinin içinde deliler gibi atıyordu. Sonra da gözlerimi kapatıp homurdandım. "Bana öyle seslenmenden nefret ediyorum, Damien." "Biliyorum." "Öyleyse neden öyle diyorsun?" "İfaden yüzünden, tatlı oluyorsun." Eğer mümkün olsaydı, yüzümde bir gülümseme olurdu. Ama Damien her ne yapıyorsa, işe yaramıştı. Artık kendimi çok daha huzurlu hissediyordum. Biraz olsun gevşediğimi fark eden Damien "Sorun olmayacak," diye söz verdi bana. "Ben..." diyordu ki, bekleme odasının kapısı açıldı ve ben büyük bir endişeyle Sage'nin gelip kaçınılmaz anın kapıya dayandığını söylemesini beklerken içeriye yabancı bir adam daha girdi. Keçi sakalları olan ve pahalı bir puro içen bu elli yaşlarındaki zayıf adamı ya da yanındaki genç, sarışın kadını daha önce hiç görmediğimden emindim. Kadın ilk bakışta dikkat çeken ilk şeydi çünkü hem çok genç ve güzeldi hem de altın gibi parıldayan gösterişli, sarı bir elbise giyiyordu. Neden odaya yabancı insanların daldığını bilmiyordum, bu yüzden gerilmiştim, Damien'da gerilmişti. Hatta benden bile daha çok. Sanki adam her an bir şey yapmaya çalışacakmış gibi bir öfkeyle gözlerini yabancıya dikti. Adam ise orada hiç yokmuşuz gibi tavırla purosunu dudaklarından çekti ve hemen yanında duran sarışın kadına uzattı. Kadın puroyu zarifçe alıp dudaklarına götürene kadar yaş farkından dolayı adamla bir ilişkileri olduğunu düşünmemiştim. Bu düşünceyle elli yaşlarındaki adamı bir kere daha süzdüm. Altın rengi süs bastonu ve aynı renk gömlek mendili haricinde tamamen siyah giyinmişti. Aşırı zengin görünen bir tipti ama öyle bir tipin da böyle bir yerde ne arıyor olabileceğini anlayamıyordum. Merakla adamın yüzüne baktım, tıpkı benim onu incelediğim gibi o da Damien'ı inceliyordu. Bunu fark etmek hoşnutsuz bir hissin içimde yükselmesine neden oldu çünkü Çukur'da karşılaştığım bir çocuğa bile güvenir bir gözle bakamazdım. "Açıkçası, düşündüğümden daha gençmişsin evlat." "Sen de kimsin?" diye sorarken Damien'ın sesinde pek de misafirperver bir tını yoktu. Adam "İsmim Leonardo," diyerek kendini tanıttı, bir yandan da zarif bir hareketle ceketinin yakalarını düzeltiyordu. "Biraz sonra dövüşmen gereken herifin patronu olduğumu bilmen yeterli. Sage gibi bir pislik için çalışmak bir işkence olmalı ama değilse bile, o arenaya çıkmadan önce bilmen gereken bir şey var; paramı kaybetmekten hiç hoşlanmam." Yüzüme çarpan gerçek yüzünden iki yanımda duran yumruklarımı tüm gücümle sıktım. Damien'da adamın kim olduğunu anlamış olmalı ki, ifadesine karanlık bir kavrayış karıştı. Bu adam, Sage'nin daha öncesinde bahsettiği o suç baronuydu. Daha da önemlisi, pilim ondaydı. Söylemek istediğim çok şey olmasına rağmen söylememem gerektiğinin bilincindeydim. Onun da bir şey demesini istemediğimi açıkça belirtmek için uzandığımda, parmaklarımla Damien'ın bileğinde hafif bir basınç oluşturarak dikkatini çektim. Damien bana baktığında gözlerimizin arasında sessiz bir anlaşma oluştu. Sessizliğin güçlü bir duvar gibi etrafımızı sardığını hissederken başımı yavaşça iki yana salladım. Sakinleşmeden, sonuçlarını düşünmeden hareket ederek ani bir tepki vermek yapabileceğimiz en korkunç şey olurdu. Damien, adama geri baktı ve bu onun için bir anlam ifade etmiyormuş gibi bir tavırla "Yani?" diye karşılık verdiğinde adam keyifsizce gülümseyerek bastonunun ayağını yere üç kere vurdu. "Kim olduğunu bilmeseydim sana, seni bu kadar özel yapan ne, diye sorardım ama ne yazık ki, kim olduğunu biliyorum. Sage adındaki o kurnaz tilkinin niye seni seçtiğini de biliyorum, gladyatör... Ya da Damien mı demeliyim? Hangisini tercih ediyorsun, köle?" Şey... Eyvah. Sahiden de Damien'ın kim olduğunu biliyordu. Damien, sabırsızlık ile öfkenin karışımı gibi duran bir ifadeyle adama baktı. Kaşları çatık, gözleri ateş gibi parlıyordu. Sesi sert ve keskin bir tonla çıkarken "Beni ilgilendiren bir şey söyleyecek misin?" diye sordu. "Evet, elbette yapacağım. Buraya sorun çıkarmaya değil, seninle bir anlaşma yapmaya geldim." Sage'ninki gibi mi, diye çıkışmamak için dişlerimi sıkmak zorunda kalırken adam abartılı bir sesle iç çekerek konuşmaya devam etti. "Açık olmak gerekirse Damien, o arenaya çıkmanı istemiyorum. Çıkacaksan da kazanmanı istemiyorum. Dediklerimi yapman senin yararına olur, karşılığında cömertçe ödüllendirileceksin elbette. Geçmişine bir göz attım, anlaşılan sen de benim gibi kaybetmeyi seven biri değilsin. Beş yüz bin pell. Bu rakam, senin on turnuvana bedel değil mi?" Damien, "Dövüş satmam." dedi. Adamın yüzünden bir an şaşkınlık geçti, anlaşılan bu kadar kesin bir şekilde reddedilmeyi ummuyordu. Açık olmak gerekirse, o pil karşılışında Damien'ın turnuvadan çekilmesini kabul ederdim ama pil öyle pahalı bir şeydi ki, kimse böyle zararlı bir anlaşmayı kabul etmezdi. O yüzden bunu önermedim bile. Leanardo bir an sessiz kaldıktan sonra sakin ve kararlı bir sesle ama gerçek bir merakla "Peki neden reddettiğini öğrenebilir miyim?" diye sordu. "Para için dövüşmüyorum." "O halde ne için dövüşüyorsun?" Bunu sorarken Leonardo'nun mat, gri gözlerinin içinde derin bir merak belirdi. Sonra sanki orada duruyor olduğumu yeni fark etmiş gibi bana baktı. Beni incelerken kafasını yavaşça yana doğru eğdi. "Bu genç hanımefendi için mi?" Şaşkınlık yoğun bir sis bulutu gibi tüm düşüncelerimi kaplayarak zihnimi berraklık ve netlikten uzaklaştırmıştı. Belki de bu yüzden neler olup bittiğini anlamaya fırsat bulamadım. Damien savunmacı bir tavırla önüme geçerek beni bu garip, yabancı adamın gözlerinden sakladı. "Tehdit edilmekten hoşlanmam." derken derin ve hırçın ses tonu kulaklarımda bir ürperti bıraktı. Bir anda Damien'la karşı karşıya olmanın ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu fark ettim. O an odanın hakimi O'ydu. Adama resmen avının üzerine atlamaya hazırlanan bir kaplanmış gibi bakıyordu. "Git buradan, yoksa öfkelendiğin tek şey teklifini reddetmem olmaz." "Öyle olsun. Tekrar görüşeceğiz, evlat." Harika. Bir düşman daha. Hem de pilimi elinde tutan bir düşman. Daha kötüsünü düşünemiyorum. Leanardo ve güzel, sarışın kadın odadan ayrıldığında neredeyse hissettiğim gerginlikten yere yığılacaktım. Bunun yerine aklıma gelen en mantıklı ve en saçma şeyi yaptım. Damien'ı kollarından tutarak kendime çevirdim. Gözlerindeki şaşkınlık ona neredeyse yalvaran bir sesle "Gidelim buradan Damien, lütfen." dediğimde daha da arttı. Muhtemelen şimdiye dek kimse ondan bir şey rica etmemişti. İsmimi söyleyecek gibi oldu ama itiraz etmeye çalışmasını umursamadan derin bir nefes aldım ve gözlerinin içine bakarak devam ettim. "Pil umurumda değil. Burası berbat bir yer. Nedeni ne olursa olsun o arenaya çıkmanı istemiyorum. Bundan nefret ediyorum." Özellikle de gözlerimin önündeyken... Damien'ın kollarındaki gerginlik endişemi arttırdı ama aynı zamanda da içimdeki kararlılığı da güçlendi. "Kararına saygı duymam gerektiğini düşündüm ama yapamam, olmaz. Lütfen, Damien..." O an en güçlü silahımı kullanmaktan başka çaremin olmadığını biliyordum. "Eğer sen benden bir şeyi yapmamamı isteseydin, ben kabul ederdim." Damein'ın kararsız gözlerle bana bakışı içindeki karmaşayı yansıtıyor gibiydi. Alnında çizgiler belirdi. Ardından nihai kararını verdi. "Önce pilini alalım." "Ne?" dedim şaşkınlıkla yüzüne bakarak. "Bir daha böyle bir şans bulamayız." Damien'ın teklifiyle birlikte içimdeki endişe ve korku daha da arttı. Bir yandan cesaretine hayranlık duyarken, diğer yandan da kendi korkularımla başa çıkmaya çalışıyordum. Başımı iki yana sallarken içimdeki hislerle Damien'ın mantığı arasında sıkışmış bir şekilde iç çektim- Ama ya bir şeyler ters giderse? Ya yakalanırsak? Bu kuşkuları dile getirmeye fırsat bulamadan Damien "Gel benimle." diyerek elimi tutmak için uzandı ve birlikte odadan çıkarken yakalanmamayı ümit etmekten başka çarem yoktu. Gerçekten yapacak mıydık bunu? O pili Leonardo'dan çalacak mıydık? Yine de her şey Damien'ın arenaya çıkıp dönüşmesinden daha iyi oldurdu, değil mi? Bu yüzden beni yiyip bitiren kuşkuları dibe bastırıp Damien'ın elini daha sıkı tuttum ve ona yetişmek için adımlarımı biraz daha hızlandırdım. Damien, Leanardo'nun peşinden giderken sessizliği bir sanata dönüştürdüğü için ben de aynı incelikle hareket etmeye çalıştım. Cidden. Adımları o kadar hafif ve sessizdi ki, onu izlerken sanki hiç var olmamış gibi hissetmek garipti. Neyse ki Leanardo çok fazla uzaklaşmadı. Sarışın kadına arenaya gitmesini söyledikten sonra arena yakınlarındaki bir eve hızlıca girdi ve içeride sadece beş dakika kadar kaldı, sonra da sessizce çıkıp gitti. Sage'nin yokluğumuzu fark etmesinin çok fazla sürmeyeceğini bildiğim için Leonardo gözden kaybolduğu anda hemen Damien'ın yanından geçip eve doğru koştum. Büyük bir sabırsızlıkla kapıyı açmaya çalıştım ancak kilidin sert direnciyle karşılaştım. Sanki mucize eseri açılacakmış gibi kapı kulpunu birkaç kere daha zorladım. Kulak tırmalayan bir gıcırtı haricinde hiçbir şey olmadı elbette. Buraya kadar gelip hiçbir şey elde edemediğimi görmek o kadar sinir bozucuydu ki! Çığlık atmak istiyordum. Bu adil değildi, hem de hiç! "Kilidi açmak için bir şeyler lazım." Mırıldanarak irili ufaklı çakıl taşlarının üzerinde gözlerimi dolaştırdım. Hepsi de işe yaramaz taş parçalarına benziyordu. Elbette böyle izbe bir yerde kilit sistemini gevşetecek en ufak bir şey bulamazdım. Parmaklarımı gergin bir şekilde siyah saçlarımın arasından geçirirken kara kara ne yapacağımı düşündüm. İç çektim. Bir şey yapmalı ve bunu yaparken de olabildiğince acele etmeliydim. Damien mırıldandı. "Sadece kapıyı açmak istiyorsun... Değil mi?" "Evet." dedim ona geri bakarak, sonra da ümitsizlikte boğulur bir hâlde omuzlarımı düşürdüm. "Hey. Sence bir tornavidayı ya da şeyi..." Damien aldırışsızca omuzlarını silkti ve kapının kilidinin tam üzerine bir tekme indirdi. Tekmesi o kadar güçlüydü ki metalin çıkardığı kırık bir ses eşliğinde kapı duvara çarparak açıldı. İster istemez irkildim. Bir adım geri çekildim ve çıkan gürültü etraftaki sessizliği paramparça ederken dudaklarım hafif bir şekilde aralandı. Evet. Bu da işe yarar tabii.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD