Ah, pantolonla yatabilir miydim acaba?
Kararsız bir biçimde belimden sarkan zincir kemeri yoklamak için dokundum. Pantolonun kumaşı ile zincirin kelebek biçimindeki tokası birbirine dikilmişti, yani onu çıkaramazdım ve uyurken bu kelebeğin tenime batacağından emindim. Birkaç uzun dakikanın ardından utana sıkıla bu şeyi giymenin bir sorun olmadığına karar verdim. Neden olsundu ki? Sonuçta sadece bir gecelikti. Pantolonumu ve gömleğimi hızlıca çıkarıp yerine kırmızı geceliği giyerken kumaşın inceliği ve serinliği beni bir an ürpertti. Sonra köşedeki aynanın karşısına geçerek kendime baktım. Siyah saçlarım, beyaz tenim ve beni daha da zayıf ve kıvrımlı gösteren kırmızı gecelik oldukça uyumlu görünüyordu. Güzeldim. Hayır, sadece güzel değildim. Çekici de görünüyordum. Damien'da mı böyle düşünürdü acaba? Yanaklarımın da yavaş yavaş gecelikle aynı tonu aldığını fark edince aynadaki yansımama bakmayı keserek 'Saçmalama, Vanessa! Böyle utanç verici şeyler düşünmeyi bırak! Muhtemelen Damien hiçbir şey düşünmeyecektir!' diye kızdım kendi kendime. Ardından kendimi çabucak toparladım ve banyodan çıkacak cesareti bulmak için hiçbir şey düşünmemeye çalıştım.
Hiçbir şeyi, özellikle de Damien'ı düşünmeme planı olmasını ummadığım bir şekilde işe yaradı.
Hiç değilse biraz daha rahat ederek çekingence odaya süzüldüm. Banyoya girdiğimden bu yana Damien hiç hareket etmemişti; hâlâ pencerenin kenarında duruyor, artık yavaş yavaş kendini göstermeye başlayan yıldızlara bakıyordu. Nihayetinde fark edeceğini bildiğim için geciktirmenin bir anlamının olmayacağını düşünüp "Damien?" diye seslenerek dikkatini çektim. Damien bakışlarını pencereden çekip bana çevirirken sanki zaman geçmiyormuş gibiydi. Doğruca gözlerime baktığı için ne giydiğimi fark etmesi biraz uzun sürdü. Fırtınasız bir deniz gibi durgun olan bakışları yüzümden çekilip aşağıya süzüldüğünde ne tepki vereceğini tahmin etmek imkansızdı ve bu belirsizlik hissettiğim her şeyi daha da yoğunlaştırıyordu. Gözlerindeki o durgunluk yok olurken irisleri şaşkınlıkla genişledi. Verdiği ilk tepki de buydu. O kadar sersemlemiş görünüyordu ki utançtan yedi kat yerin dibine girmek istediğimi hissettim. Bunun yerine yerimde kıpırdandım ve Damien'a cılız bir şekilde gülümsedim. Lütfen, lütfen her şey daha da tuhaflaşmasın. Lütfen... Ama halihazırda her şey yeterince tuhaf zaten.
Neden bir şey demiyor?
"Damien?" dedim ihtiyatla.
Damien sözcükler boğazına takılmış gibi bir ses çıkarırken durumun uygunsuzluğu karşısında başını aceleyle yana doğru çevirdi. Dudaklarına parmaklarının tersiyle dokundu, kulak uçları hafifçe kızardı. "Ne..." dedi kuru bir sesle. "Ne giyiyorsun sen öyle?"
"Gecelik," diye fısıldadım, hafif bir sesle.
"Niye giydin ki bunu?"
Bunu duyunca heyecanla "Ben... Ben giymedim!" diye karşı çıktım hemen. Elmacık kemiklerim ateş gibi yanıp kavrulurken parmaklarımı kolumda gezdirdim. Gerçekten feci utanıyordum. Daha önce kimsenin karşısında bu hâlde durmamıştım. "Sage seçmiş. Giyebileceğim..." Sesim kırıldı. "Giyebileceğim başka bir şey yoktu." diye izah ettim.
Damien, yavaşça "Anlıyorum." dedi. Sonra bu durum karşısında nar gibi kırmızılaşan suratıma bakmak için başını çevirdi. Ne kadar rahatsız olduğum yüzümdeki ifadeden kolayca okunuyor olmalı ki, isteksiz bir gülümsemeyle "Özür dilerim." diyerek beni gösterdi. "Biraz şaşırdım sadece."
"Sorun değil." diye mırıldandım.
"Böyle rahat mısın?"
"Evet. Sanırım."
Ve bunu derken yalan söylemiyordum. Gerçekten de rahat hissediyordum. Giydiğim gecelik ince ve hafifti. Sadece Damien'ın karşısında bu hâlde durmak... Garipti işte.
Damien iç çekti. "O zaman sorun değil."
Bu kelimeleri duyduğumda hem bedenimin hem de ruhumun gevşediğini hissettim. Sanırım her şeyden çok, Damien'ın kendini garip hissetmesinden korkuyordum. O yüzden 'Sorun değil,' demesi benim için önemliydi. Garip bir sessizlik aramıza yerleştiğinde tedirgin bir biçimde gözlerimi Damien'dan çekerek etrafıma bakındım. Gözlerim gece mavisi renginde bir örtüyle kaplı olan çift kişilik, geniş yatağı bulduğunda geceliğimin eteğini tutup sıktım. Tek yatak. Elbette. Bu da mı sorun değildi acaba? Ya benim için? Hasta olduğum zaman Damien benimle ilgilenmişti ama bu tamamen farklı bir durumdu. Asla o zaman olduğum kadar rahat olamazdım. Yine de... Sorun değildi. Yani, sanırım. Aslında gerçekten böyle bir şeyi dert etmiyordum.
Gözlerimi yataktan çekmeden "Hangi tarafta yatmak istersin?" diye sordum, öylesine.
Birkaç saniye bir şey söylemedi.
Caydırıcı bir tınıyla "Ben koltukta yatarım." dedi, daha sonra.
Daha önce fark etmemiş olmama rağmen, odanın köşesinde göz alıcı bir koltuk duruyordu. Geniş ve rahat görünen koltuğa kısacık bir an için göz attıktan sonra, gözlerimi yeniden Damien'a doğru çevirdim.
"Yatak yeterince büyük Damien, gerçekten gerek yok..."
Ne teklif edeceğimi anlayınca "Hayır," diye reddetti. O kadar hızlı bir şekilde reddetmişti ki, şaşkın bakışlarla yanımdan geçip koltuğa doğru yürümesini seyrettim. Açıkçası, şaşkın ve gergin görünüyordu. "Gerçekten çok naziksin ama koltukta yatacağım."
"Neden?"
"Daha uygun olur."
Koltuğa oturdu ve sonra da neden böyle bir şey söylediğini anlamam için beni rahatsız etmeyecek kadar hızlı bir şekilde geceliğimi süzüp gözlerimin içine baktı. Farkındalık bana bir tokat gibi çarptı. Bir anda ben de ayrı yerlerde uyumanın daha uygun olduğuna karar verdim. Daha rahat bir çözüm varken kendimi daha da utandırmanın bir anlamı yoktu sonuçta. "Tamam, eğer öyle istiyorsan..." dedim daha fazla ısrar etmeyerek, devam ederken gergin gergin ensemi ovuşturdum... "Ancak rahat değilsen ya da herhangi bir şeye ihtiyacın olursa, bana söylemekte tereddüt etme."
"İyi olacağım, yattığım en kötü yer bir koltuk olmaz."
Yattığı en kötü yerin bir koltuk olmamasını neye yoracağımdan emin olmadığım için umursamamaya karar verip yatağa doğru yürüdüm. İsteksiz hareketlerle yorganın altına girerken hâlâ üzerimde garip bir gerginlik vardı. Bu gerginlikten istesem de kurtulamıyordum. Ellerimi karnımın üzerinde birleştirip tavana, loş ışık altında oynaşan gölgelere baktım. Bir süre sessizliğin tadını çıkarmak isteyerek hiçbir şey söylemedim, aslında sadece uyumak istiyordum ama garip bir şekilde uyku gözlerime uğramıyordu. Daha önceden olsaydı, bunu üzerime binen 'sorumluluğa' yorardım çünkü sadece işim söz konusu olduğunda uykusuz kalırdım. Oysa şimdi öyle değildi. Damien yüzündendi. Uykusuzluğumun sebebi O'ydu ve biraz ötemdeki bir koltukta uzanıyor olduğunu bilmek bana hiç de yardımcı olmuyordu. Bu düşünceyle gözlerimi kapatıp iç çektim. Kendimi çok iyi tanıdığım için, bu duruma çok fazla dayanamayacağımdan emindim. Öyle de oldu. Bir süre sonra yatakta yan döndüm ve elimi yanağım ile yastığımın arasına koyarak Damien'ın olduğu tarafa baktım. Uzandığı koltuk pencerenin önünde olduğu için üzerine düşen ay ışığı onu net bir şekilde görmemi sağlıyordu. Damien'ın beni görmesi ise pek mümkün değildi çünkü uyuduğum yatak tamamen gölgelerin içinde kalıyordu. Bir süre boyunca Damien'ı izlemekle yetindim. Gözleri kapalıydı ve göğsü düzenli bir şekilde yükselip alçalıyordu. Yine de uyuyup uyumadığından emin değildim. O yüzden uyuyorsa diye uyandırmaktan çekinerek yavaş bir şekilde seslendim.
"Damien?"
Bir an için sessizlik devam etti. Ardından kirpikleri bir yelpaze gibi açılarak hayatımda gördüğüm en derin maviyle kaplı olan irisleri ortaya çıkardı. Sanki okyanusun derinliklerinden yükselen bir dalgaya çarpmış gibi hissederek nefesimi tuttum. Damien, gözlerinin bana neler hissettirdiğinden habersiz bir şekilde gölgeli figürüme bakarak "Sorun nedir?" diye sordu. Hiçbir şey ve her şey, demek isterken bir an düşündüm.
"Uyuyamıyorum." dedim, yalansız bir biçimde. "Kafamın içindeki sesler susmuyor."
"Ne yapmamı istersin?"
Bir an yanıta kafa yordum ama ne yazık ki kesin bir çözüm bulamadım. Öyle bir şey yoktu çünkü. Çaresizliğin getirdiği o hafif hayal kırıklığıyla omuzlarımı silktim. "Biraz sohbet edelim mi?" diyerek bir tavsiye bulundum, ardından tereddütle devam ederek "Sana bir şey sorabilir miyim?" diye sordum. "Bir şeyi gerçekten merak ediyorum." Ama tepkinden çekiniyorum...
Son kısmı eklemedim elbette.
Damien, "Ne istersen," diye yanıtladı.
Son bir cesaretle "Diana," dedim ve sanki adını duymak bile onu rahatsız ediyormuş gibi Damien nefretle kaşlarını çattı. Boğazım kurudu, sesim alçaldı, içimden bir ses 'Hayır! Sorma sakın!' dedi. Yine de devam ettim. "Sana en son ne söyledi? Geçmişte yani. Evime geldiğinde ona bunu unutmamasını söylemiştin."
"Neden özellikle bunu bilmek istiyorsun?"
"Merak ettim. İstemiyorsan söylemek zorunda değilsin. Diana hakkında konuşmaktan hoşlanmadığını biliyorum." Ne kadar merak edersem edeyim, onu geçmişini benimle paylaşmaya zorlamak istemiyordum. Kendi isteğiyle anlatsın istiyordum ama Damien öyle uzun süre sessiz kaldı ki, bana cevap vermeyeceğinden emin oldum. Yumuşak bir sesle "Tamam. Sorun değil." dedim. Uyumaya çalışmaya geri dönmek için gözlerimi kapattım. Damien tam da o anda benimle konuştu, neredeyse her türlü histen yoksun bir şekilde söyledi.
"Gerçekten değer verdiği tek şeyin itibarı olduğunu ve hiçbir şey için ondan vazgeçmeyeceğini söylemişti. Birkaç şey daha dedi ama hatırladığım tek şey bu."
Gözlerimi yavaşça açarken 'Ne kadar da bencil bir insanmış!' diye düşündüm. Kendi itibarımı düşündüm istemsizce. Onu mahvetmek için tek yapmam gereken Damien'a zarar vermeyi reddetmekti ve bu yeterli olmuştu. O yüzden itiraf etmekten nefret ediyor olsam da, Diana'nın neden korktuğunu anlayabiliyordum. Dışlanma korkusu kimse için kolay kolay göze alınacak bir şey değildir... Ama Damien'a böyle bir şey söylemek zorunda mıydı? Ve hâlâ ondan ona geri dönmesini istemeye cüret mi ediyordu? Bu korkunç cevap karşısında Damien'a ne söyleyeceğimi bilemedim. En sonunda merak ettiğim başka bir şeyi sordum.
"Peki bu nasıl hissettirdi? Öfkelendim mi?"
"Bir şey hissettiğimi hatırlamıyorum. Öfkeliysem bile düşündüğün gibi bir öfke değildi bu. Ona değil, kendime kızgındım, hem de hiç olmadığım kadar. İnsanlara güvenilmeyeceğini bilmem gerekirdi." Ne dediğini yeni fark etmiş gibi zaten çatık olan kaşlarını biraz daha çattı. Kendini, "En azından öylelerine." diye düzelttiğinde fark ettiğim şey yüzünden midem bulandı.
Ona sevmemiş ama ona güvenmiş.
Damien'ın güvenini kazanmak öyle zordu ki Diana'nın bunu elde etmek için ne yaptığını merak etmeden edemedim.
"Seni arenaya çıkarttı mı?"
"Evet."
Geceliğimin kumaşını sertçe yumruğumun içinde sıktım. Yapmıştı demek. "Neden?" diye sordum, bu sorunun yanıtı gerçekten bilmek isteyerek. "Demek istediğim, bir ilişkiniz vardı ve sen orada ciddi bir şekilde zarar görebilirdin. Senin için hiç endişelenmiyor muydu?"
"Sorun etmezdi, ölmeyeceğimi biliyordu."
Bunu duyuyor olmak bile beni acayip öfkelendirmişti. Aynı zamanda da Damien'a arenaya çıkmamasını söylediğimdeki şaşkınlığını açıklıyordu. Diana bile ondan bunu yapmasını istiyorken, hiç tanımadığı bir kadının bunu istemesini çok garip bulmuş olmalıydı. Elbette ki altında art niyet aramıştı. Ah, acaba benden başka kimse ona...
Damien, "Bilmek istiyorsan," diyerek dikkatimi yeniden üzerine çekti. "Bunu yapmamamı söyleyen tek kişi sendin."
"O yüzden mi o kadar şaşırmıştın? Ne düşünüyordun o an, Damien?"
"Bilmek istemezsin."
İçimdeki karmaşayı gizlemek için güldüm, sonra da ikna edici olduğunu umut ettiğim bir sesle "Hadi ama, bilmek istemesem sormazdım." diye ısrar ettim.
"Benimle oyuncak gibi oynadığını düşündüm."
Elbette öyle yaptığımı düşünmüştü. Aksi bir cevap beklemiyordum zaten. Yine de bu sözleri duymak can sıkıcıydı çünkü o zaman Damien'a karşı tamamen samimi bir niyetle yaklaşmıştım... Ama empati yapınca neden bana güvenmediğini anlayabiliyor, onu suçlamıyordum.
"Asla öyle bir şey yapmam, Damien."
"Biliyorum," dediğinde sesinin tınısından yalan söylemediğini, gerçekten bildiğini anlayabiliyordum. "Sadece seni tanımıyordum, o kadar. Artık öyle şeyler düşünmüyorum."
"Peki, ne düşünüyorsun?"
"Senin hakkında mı?" Ay ışığının altında Damien'ın gözlerinde bir parıltı dolaştı. Gölgelerde kaldığım için beni göremiyordu ama tıpkı görebiliyormuş gibi bakıyordu. "Senin gibi birisi nadir bulunur. Kim olursa olsun, herkese karşı çok naziksin. Bu... Bu iyi bir şey."
Esnememe engel olmak için elimden geleni yapsam da dudaklarımın arasından hafif bir ses çıktı. Ah, evet. Konuşmak işe yaramış, uykum gelmeye başlamıştı fakat bu sefer de uyumayı reddeden bendim. Damien'la konuşmak hoşuma gitmişti, devam etmek istiyordum. Damien esnemem karşısında sustuğunda beni duyduğunu anladım. Lütfen devam et, demek istiyordum ama benden önce davrandı.
"Hadi, uyu artık. Yarın yorucu bir gün olacak."
Ah, yarın! Tabii ya. Kahretsin. Kendimi bu sohbete öyle kaptırmıştım ki nasıl da berbat bir durumun içinde olduğumuzu tamamen unutmuştum. Şimdiyse tüm o kâbus geri gelmişti. Direnmek istemeyerek "Tamam." dedim çünkü ikimizin de uyuması, iyice dinlenmesi gerekiyordu. "İyi geceler, Damien."
"İyi geceler."
Uyumak için gözlerimi kapattığım anda düşüncelerimin hızı yavaşladı ve bir an için sanki sakin bir denizin içinde yüzüyormuş gibi hissettim. Çok geçmeden de sessizliğin içinde kayboldum...
🔸🔸🔸
Hafif bir esinti yanaklarımı ve burnumu okşarken gözlerimi araladım. Sabahın erken saatleriydi. Belki de en erken saatleri. Yumuşak bir ışık odanın içine yayılırken, pencereden gelen serin rüzgar perdeleri sallayarak içeriye girmeye çalışıyordu. Gevşeyerek ve bedenimi esneterek yattığım yatakta yan tarafıma döndüm fakat sonra kendi odamda olmadığımı fark ettim. Hiçbir şeyi hatırlamadığım bir an paniklesem de daha sonra her şeyi hatırladım. Sage'yle yaptığımız o korkunç anlaşma, birlikte trene binmemiz, bu pansiyona gelmemiz, uyumadan önce Damien'la konuşmamız... Her bir detay, bulanık bir rüyadan çıkmış gibi belirmeye başladı. Acı dolu bir iç çekişle gözlerimi kapattım ve ruhumun derinliklerinden gelen sızıyı bastırmaya çalıştım. Keşke her şeyden öylece kaçabilseydim. Ne yazık ki bu mümkün değildi. Gerçek hayat orada bir yerlerde duruyor ve pençelerini çıkarmış bir hâlde ona gelmemi bekliyordu. Korkmamın ya da endişelenmemin bir yararının olmadığını daha önce de görmüştüm, onunla öyle ya da böyle yüzleşmek zorundaydım.
Sakinleşmeye çalışarak içimdeki karmaşayı hafifletmek için derin nefesler aldım. Bugünü sorunsuz bir şekilde atlatacağımıza inanmak istiyordum ve öyle de olacaktı, emindim bundan. Ne de olsa Damien bunu daha önce defalarca kere yapmıştı, değil mi? Kesinlikle bir sorun olmayacaktı. Bundan emin olarak yataktan doğrulduğumda yorgan belime düştü ve kırmızı geceliği de hatırladım. Kaçınılmaz olarak. Kapı açıldığında ve Damien içeri girdiğinde anlamsızca çekingen davranarak yatağa geri dönüp yorganı göğsüme bastırmak istedim ama bu daha da TUHAF duracağı için yapmadım. Bunun yerine parkeye çıplak ayaklarımla basarak, her zamanki kadar mutlu bir sesle, "Günaydın, Damien." dedim...
"Günaydın," dedi sanki biraz sonra ölümüne bir dövüşe katılacak olan o değilmiş gibi bir dinginlikle. Onu süzdüm. Nasıl bu kadar sakin kalabiliyordu, bir türlü anlayamıyordum doğrusu. "Gecen nasıldı? İyi uyudun mu?"
"Evet. Sen?"
"Fena sayılmaz."
Fena sayılmaz, mı? Cidden sayılmaz mıydı? Damien'ın dün gece uyuduğu koltuğa bakmak için başımı çevirdim. Çalışırken sandalyemde uyuyakaldım o zamanları hatırladım. Çoğu zaman tüm kaslarım tüm gün ağır yük taşımış gibi ağrırdı. Merakla, "O koltukta rahat ettin mi?" diye sorduğumda Damien karşılık olarak alaycı bir sesle güldü.
"Sana daha önce de söyledim, yattığım en kötü yer bir koltuk olmaz. Bu arada, bu kıyafetleri giymelisin. Pek senin tarzın olmadığını biliyorum ama gideceğimiz yere daha uygunlar."
Damien ellerinin arasında tuttuğu bir yığın koyu kumaşı yatağın üzerine bırakınca hemen ilgiyle kumaşları incelemeye başladım. Ne olduğunu anlamam için bir saniye bakmam yeterliydi. Haydut kıyafetleri. Bu kıyafetleri Sage'nin seçtiğinden adımın Vanessa olduğu kadar emindim, onun takımından biri gibi görünmemizi istiyordu. Bir haydut gibi görünme fikri pek hoşuma gitmiyor olsa da bu bölgede Westland'dan gelen bir asilden daha az dikkat çekici olduğu gerçekti. O yüzden inat edip asla böyle bir şey giymeyeceğimi söylemek yerine uysal davrandım ve başımı olumlu anlamda salladım. Kendi kendime 'Ah, umarım böyle bir kıyafet giyerken barış muhafızları tarafından yakalanmam.' diye düşünüyordum. Zaten herkes benden yeterince nefret ediyordu. Bir de gizli bir şekilde haydutluk yaptığımın düşünülmesi hiç de hoş olmazdı ama bunu ummamın bir diğer sebebi de Damien'dı. Onun da yasadışı bir dövüş yaparken kesinlikle yakalanmaması gerekiyordu. Westland halkından olmadığı için ve özellikle de bir yeraltı gladyatörü olduğu için yargıcın önüne çıkarılmazdı. Ben de başka bir 'özür' vakası daha kaldıramazdım.
Damien "Yapma bunu." diyerek omzuma dokununca, omzumda geceliğin ince askısından başka bir şey olmadığı için parmaklarının sıcaklığını hiçbir kumaşın bariyeri olmadan hissettim. Tenimi hafifçe sıktı. Ben de ürperdim. Elini çekerken dokunuşu karşısında tenimin hafifçe karıncalandığını fark ettim. "Bu kadar endişeli görünme. Bana hiçbir şey olmayacak."
"Nereden biliyorsun? Her şey o kadar ters gidebilir ki..."
"Sana dikkatli olacağıma dair söz verdim."
"Evet ama..."
Bu yeterli değil gibi hissediyorum, demek istiyordum. Yine de demedim. Kuşkularımla ve kararsızlığımla her şeyi berbat etmek istemiyordum. Damien'ın bakışları üzerimdeyken 'Sorun yok,' der gibi aşımı olumsuz anlamda iki yana salladım ve kıyafetleri kucağıma alıp üzerimi değiştirmek için banyoya yöneldim. Sage'nin seçtiği kıyafetler, tipik olarak, esnek ve sessiz olmalarını sağlayan koyu renkli, gevşek kesimli ve bir sürü cebi olan kumaşlardı. Gerçekten de tam bir haydutun giyeceği şeylerdi. Gecelikten sıyrılarak olabilecek en hızlı şekilde üzerimi değiştirdim ve tamamen kahverengi, siyah kumaşlarla bezeli bir hâlde odaya geri girdiğimde Damien'ın da giyindiğini fark ettim. Deri, siyah eldivenlerle kaplı parmaklarıyla aynı renk olan kapüşonlu, uzun paltoyu omuzlarına geçirirken gerçekten de bir hayduta benzediğini düşündüm. Sage onun kendi adamı olduğunu söylese kimse yadırgamayacak kadar hem de. Ben de öyle görünüyordum muhtemelen...
Damien "Hazır mısın?" diyerek bana bir bakış attığında, hiç de hazır olmamama rağmen bedenim mantığımdan önce davranıp benim yerime cevap verdi; başımı öne doğru salladım.
"Evet. Sen hazır mısın?"
"Evet." Bunu derken çok kararlı görünmesine rağmen daha sonrasında yüzünde bir tereddüt belirdi. Deri eldivenli ellerinden birini bacağını saran siyah kumaşın yanına vurdu. "Sorun olmayacak. Sadece mecbur olmadıkça yanımdan ayrılma, olur mu?"
Şey... Bana göre hava hoştu.
"Tamam," dedim. "Yapmam."
Damien'la birlikte odadan çıktığımızda Sage'yi aramamız gerekmemişti çünkü zaten kaldığımız odanın kapısının önünde, sırtını duvara yaslamış bir hâlde bizi bekliyordu. Geldiğimizi fark edince kollarını göğsünün üzerinde birleştirip pişmiş kelle gibi sırıtmaya başladı. İfadesi hafif bir alaycılık taşıyordu. "Geceniz nasıl geçti? Eğlenceli miydi?" diye sorunca, gerçekten de o geceliği bile isteye seçtiğini anladım. Damien ile aramda ne tür bir ilişki olduğunu düşündüğünü bilmek bile istememem bir yana, beni kandırmasından gerçekten hoşlanmamıştım. Hem de ikinci kez. Bu oyundan ne kadar keyif aldığını saklama gereği bile duymuyor olmalı ki, bana kaşlarından birini kaldırdı.
Sage'nin üzerine atlamak ile ona çıkışmak arasında mekik dokurken kaşlarımı sertçe çattım ve ne kadar engel olmak istesem de dudaklarımın arasından tehditkâr bir ses çıktı. Bu tepkim Sage'yi inanılmaz eğlendirdi. Neredeyse kahkaha atarak, bana bir şey demeye fırsat bile vermeden sırtını döndü. Bir an olduğum durdum. Gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Bu kadının verdiği her tepki, dediği her şey öfkemi daha da körüklüyordu ve ona olan öfkemi bastırmadan onunla bir yere gitmem mümkün değildi. O yüzden iyice sakinleştiğimden emin olduktan sonra onu takip ettim.
Pansiyondan ayrıldık ve bir süre kasabanın ortasındaki yol boyunca dümdüz ilerledik. Kasabadan çıktığımızda ise kocaman ağaçlarla kaplı geniş bir ormanlık karşıladı bizi. Bir orman, evet. Sage'de doğruca oraya yöneldi. Neden ormana girdiğimizi anlamıyor olsam da nereye gittiğini çok iyi biliyor gibi göründüğü için onu takip etmekten başka seçeneğim yoktu. Tam ağaçların bir sonunun olmadığını düşündüğüm anda önce hafifçe sonra giderek yükselen bir ses duydum. Dikkatle dinledim. Su sesiydi bu. Sage, geniş yapraklı otları kenara çekerek bir adım attı ve ardından gittiğimde yükseklik yüzünden bir an başım döndü çünkü bir şelalenin tam kenarındaydık! Altımızdan dökülen su çığlık atıyormuş gibi yoğun bir ses çıkarırken suyun gücü ve şiddeti karşısında ne kadar küçük olduğumu düşündüm. Şelalenin boyu neredeyse otuz metreydi, belki daha bile fazla... Yine de güzeldi... Şelalenin altından dökülen su güçlü bir şekilde yere çarparken, su damlaları etrafa serpilerek güzel bir gökkuşağı oluşturuyordu.
Ama burada ne arıyorduk biz?
Sage, "Kayalara dikkat edin, yosun tutmuşlar." diye uyardıktan sonra şelalenin köşesinden içeri girdi. Cidden yaptı bunu. Meraklı bir kedi gibi şelalenin kenarına baktığımda karanlık bir boşluk gördüm. Orayı tek aydınlatan şey tavandan düşerken mücevher gibi ışıldayan su damlalarıydı. Bir mağara. Orada kesinlikle bir mağara vardı. Damien'ın varlığından aldığım cesaretle yosun tutmuş kayalara dikkat ederek içeri girdim. İçerisi yosun, kaya ve su nasıl kokarsa öyle kokuyordu. Sarkıtlarla dolu tavan ile yer arasında beş metreden fazla var gibiydi. Damien'ın peşimden geldiğini görmek için dönerken saçlarımdaki su tanelerini temizlemeye çalışıyordum. Sage, "Bu taraftan. Piste giden yolu biliyorum. Size rehberlik edeceğim." diyerek mağaranın iç tarafına doğru yürüyünce dikkatim yeniden dağıldı. Hızlı bir şekilde ona döndüm ve su damlalarının tavandan düşerken oluşturdukları melodik ses kulaklarımda yankılanırken aynı hızla sordum.
"Neresi burası?"
"Kimsenin kolayca bulamayacağı bir yer. Davetsiz buraya giremezsin ve izinsiz de çıkamazsın. Ah, bu arada. O damgayı sakla Damien. Buradaki insanlar işaretli olanları sevmezler."
Damien siyah kumaşı eldivenin bilek kısmına kadar indirerek kelebek damgasını saklarken bunun son derece normal olduğunu düşündüm. Bileğinde bir çip vardı ve Westland yetkilileri eğer isterseler şu an nerede olduğuna bakabilirlerdi. Yedi yirmi dört gladyatörleri izliyor değilseler bile Damien kesinlikle bir riskti.
Neyse ki bu sefer fazla yürümemiz gerekmedi. Birkaç dakika sonra Sage boyumdan daha geniş olan bir tünelin önünde durdu. Tek bir açıklama bile yapmadan köşelere tutundu ve sonra da kendini bırakarak aşağı kaydı. Eğildim ama ne kadar bakarsam bakayım zifiri karanlık bir tünelden başka bir şey göremedim. Bu tünelin sonunda her şey olabilirdi, cidden her şey. Yılanlar. Mızraklar. Haydutlar. Canavarlar. Bir an sonra Sage aşağıdan bana doğru seslendi.
"Korkma, burası yüksek değil."
Damien'a geri baktım, görebileceği tek şey ifademi saran kuşkuydu. "Şey... Güvenli olduğunu söylüyor..."
"Önce ben giderim."
Damien'da Sage gibi aşağı indiğinde orada tek başıma beklemek istemeyerek kaymak için kenara oturdum. Tepeden tırnağa titriyordum ama kararlılığımı korumaya çalıştım. Bunu yapabilirim, dedim kendi kendime. Tıpkı kaydırakta kaymak gibi olacaktı. Kendimi buna iknâ ettiğim anda aşağıda beni neyin beklediğini bile bilmeden kendimi karanlığın içine bıraktım.