İtiraf etmem gerekirse, Peter'ı görmek kesinlikle beklediğim bir şey değildi. Onun yüzüne aval aval bakarken çelişkili duygular içindeydim. Şaşırmıştım. Meraklanmıştım. Hatta bir parçam heyecanlanmıştı bile ama büyük bir parçam çok endişeliydi çünkü Peter ve Damien gerçekten HİÇ anlaşamıyordu, biraz bile. Bunun beni üzmediğini söylesem yalan söylemiş olurum. Peter benim tek dostumdu ve Damien'da... Damien'dı işte. İyi anlaşmalarını her şeyden çok istiyor olsam da bazen olacaklara engel olamazsınız. Ne yaparsam yapayım ikisi de birbirlerinden nefret ettiği için onları bir araya getirmemenin yapabileceğim en iyi şey olduğuna karar vermiştim. Şimdiye kadar da gayet iyi gidiyordum. Ne yazık ki Peter'ın aniden evime, odama geleceğini düşünememiştim. Elbette buraya canı ne zaman isterse gelirdi. Babası burada yaşıyordu ve bu ev hâlâ onun evi sayılırdı. Ben kimdim ki ona bunu yapmamasını söyleyecektim? Ama en azından haber verir diye düşünmüştüm. Pat diye gelmek hiç de onun yapacağı bir şey değildi.
Her şey bir yana... Dürüst olmam gerekirse... Peter'ı görmek onu ne kadar özlediğimi fark etmeme neden olmuştu. Bir zamanlar arkadaşım olan çocuğu yani. Keşke o da benim için aynı dostane hisleri hissetseydi. O zaman her şey bu kadar karmaşık, sinir bozucu ve yorucu olmazdı. Beni o anlamda sevmesini hiçbir zaman istememiştim ve bazen böyle hissetmesine neden olacak bir şey yapıp yapmadığımı düşünmeden edemiyordum. Resmen birlikte büyümüştük ve herhangi bir kan bağımız olmasa da onu her zaman bir kardeş gibi görmüştüm.
Abraham'ın oğlunun omzuna dokunup içten bir şekilde gülümseyişini gördüğümde kalbimi paramparça olduğunu hissettim. Sadece ifadesinden bile Peter'ı ne kadar özlediği okunuyordu. Son zamanlarda ne kadar stresli olduğunu biliyordum ve bunun sebebi de benden başkası değildi. Buna oğlunun aynı şehirde olmasına rağmen ondan uzakta oluşu eklenince kendini daha da kötü hissediyor olmalıydı. Bir an sırf böyle gülümsemeye devam etsin diye Peter'a bu evde kalmasını söyleyecek gibi oldum ama ağzımdan birkaç mırıltı çıksa da kendimi tutmayı başardım. Hayır, yapmamalıydım. Muhtemelen alabileceğim en berbat karar olurdu bu. İşleri daha da kötüleştirmek istemiyordum.
Peter, Abraham'la birlikte yatağıma yaklaşırken yüzünde çeşitli duyguların bir karışımı vardı. Endişe. Merak. İlgi. Yatağımın kenarına oturduktan sonra hafifçe boynunu ovuşturarak, nazik bir gülümsemeyle, "Merhaba," dedi.
Nihayet kendime geldiğimde, zoraki bir gülümsemeyle, "Merhaba," diyerek karşılık verdim.
"Burada olmamın bir sakıncası yok, değil mi?"
"Hayır..." Şaşkınlığımı gizleyemiyordum. "Hayır, elbette yok."
Damien'ın ne kadar gergin ve öfkeli olduğunu hissedebilmek için yüzüne bakmama gerek yoktu. Parmaklarıyla sandalyenin kolundaki ahşap çıkıntıda ritim tutuyordu ve çıkardığı tek ses de buydu. Bir şey söylemiyordu. Kalkıp gitmiyordu da. Peter konusunda nasıl hissettiğini tahmin edebildiğim için bu konuda bir şey söylemeye çekiniyordum. Abraham'ın ise yüzünde anlam veremediğim bir huzur vardı, odadaki gerilimden tamamen habersiz bir şekilde Peter ve bana bakıyordu. Acaba ona Damien'ı buradan götürmesini söylese miydim? Ama bunu istemek çok saçma ve aşağılayıcı olmaz mıydı?
Peter'in sesi yeniden ona odaklanmama neden oldu. Neyse ki, sadece benimle ilgileniyordu ve Damien'ın varlığını göz ardı ediyordu.
"Ben... Ee... Rahatsız etmek istemezdim ama babam hasta olduğunu söyleyince endişelenmeden edemedim. Gelip seni kontrol etmek istedim."
"Çok düşüncelisin, Peter. Teşekkür ederim."
"Şu anda nasıl hissediyorsun?"
Gözlerimi Peter'ın suratından ayırmıyor, biraz ötemde oturan Damien'a bakmamak için mücadele ediyordum ama bunu yapmamak imkansız gibi bir şeydi.
"Daha iyiyim, merak etme."
"Ama ediyorum. Yine kendine dikkat etmiyorsun, değil mi? Bunu hep yapıyorsun." diyerek kucağımda duran elimi tutmak için uzandı. Aniden bir sessizlik oldu. Damien ritim tutmayı bırakmıştı. Peter'in elime dokunan eline şaşkınlıkla baktım. Dokunuşu bana duyduğu hislerin derinliğini hatırlatarak tüylerimin diken diken olmasına neden oldu. Aramızdaki çözülememiş gerginlik nedeniyle suçluluk hissetmemek imkansızdı ama elimi elinden geri çekmek için herhangi bir hamle yapmadım. Bana karşı hisleri ne olursa olsun Peter'ın benim iyiliğim için duyduğu endişe gerçekti. Buraya gelişinin iyi niyetten başka bir şey olmadığını biliyordum. O her zaman bana karşı... Düşkün olmuştu.
Başımı iki yana sallayarak "Endişen için minnettarım, Peter." dedim. Bronz tenine, kahverengi kıvırcık saçlarına ve benim dışımda birçok kızın ilgisini çeken genç yüzüne baktım. "Ama artık kendime daha iyi bakacağıma söz veriyorum. O yüzden endişelenme artık, tamam mı?"
"Keşke sana inanabilsem. Bunu daha önce çok duydum. Birkaç gün sonra yine o çalışma odasında sabahlayacağına bahse girebilirim."
Yüzümü buruşturdum ve ufak tefek elimi Peter'in elinden çekerek parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdim. Neden herkesin bu konuda yalan söylediğimi düşündüğünü anlayamıyordum. Gerçi konu işim olunca kendimi kaptırıp gittiğim için olabilirdi. Cidden ahmaklık etmeyi kesmem, kendimi toparlamam gerekiyordu ama öncesinde bu durumdan kurtulmam gerekiyordu. Damien ve Peter'ın aynı odada olması konusunda o kadar gergindim ki baş ağrımın arttığını hissedebiliyordum. Yorgun bir şekilde iç çekerek burun kemerimi ovuşturduğumda gerginliğim karşısında ilk tepki veren Abraham oldu. Sessiz odada yankı yapan bir gürültüyle boğazını temizledi, sonra da "Bu kadarı yeterli, Peter." diyerek konuşmamızı böldü. "Daha sonra konuşursunuz. Vanessa'nın gerçekten dinlenmesi gerekiyor. Herkes dışarı çıksın da biraz uyusun."
Keşke ben de söyleyecek akıllıca bir şey bulabilseydim. Kendime gelmem biraz zaman aldı. Rahatlayarak nefesimi üfledim ve beni bu durumdan kurtardığı için Abraham'a teşekkür eden bir bakış attım. Ne garip. Daha beş dakika öncesine kadar onun için bir hayal kırıklığı haline gelmekten korkuyordum.
"Aslında evet," dedim. Yumuşak, tatlı ama fazla yüksek çıkan bir sesle konuşuyordum. sniyormuş gibi yaptım, berbat bir oyuncu olduğumdan emindim. "Haklısın. Biraz dinlensem çok iyi olur. Gerçekten de uykuya ihtiyacım var."
"Evet." Tek kaşını kaldırdı. "Ve bir süre çalışmaya ara vereceksin, değil mi?"
Ne? Bana cidden şart mı koşuyordu? "Tamam," dedim istemeye istemeye. "Sen öyle istiyorsan öyle olsun."
Memnun bir tavırla "Güzel," dedi Abraham. "Şimdi gidip birkaç işi halletmem gerekiyor. Daha sonra seni kontrol etmek için geleceğim. İyice dinlen."
Abraham odamdan ilk çıkan oldu ama tam bir korkak gibi gitmelerini bekliyor olmama rağmen ne Peter ne de Damien gitmek için bir hamle yaptı. Merakla iki adama baktım. Peter'in gözleri etrafa hızlıca gezindi, düşünceli görünüyordu. Damien ise kıpırdamıyor, taş gibi duruyordu. Ben de bu durumu daha kötü bir hâle getirmek istemediğim için çenemi sımsıkı kapattım, hiçbir şey söylemedim.
Bu çok garip... Ve rahatsız edici.
Dudağımı ısırarak doğru sözcükleri bulmaya çalışırken Peter benden önce davrandı. "Ben..." dedi. Damien'ı tamamen yok sayıyordu. Saygısızca olsa da kavga etmelerinden daha iyi bir seçenekti. "Seni önemsediğimi bilmelisin, Vanessa. Her zaman yaptım. Sen... Benim için çok özelsin. Tahmin edebileceğinden daha fazla. Seni düşünmek bile içimi ısıtıyor."
Damien Peter'a sert bir bakış attı. Gözlerinde öfkeli bir şaşkınlık vardı. Sessizliği, sözcüklerin ifade edemeyeceği kadar yüksek sesle konuşuyordu. Doğrusu, ben de bunu onun gözünün önünde yaptığına inanamıyordum. Peter, Damien'ın tam orada olduğunu unutmuş gibi konuşuyordu. Kavga çıkmasından korktuğum için hemen araya girdim.
"Biliyorum, Peter. Söylemene gerek yok."
"Demek istediğim, daha önce olanlar hakkında gerçekten üzgünüm. Seni kızdırmak istemedim. Üzmek de. Ben..." İfadesi nazikti, neredeyse çekingen... Bir zamanlar çok sık yaptığı gibi yanağıma dokunmak için yüzüme uzandı ama yanağıma dokunmadan önce bir el bileğini tuttu. Damien, Peter'ın elini yüzümün önünden çekti. Konuştuğunda sesi bir pınarın suyu kadar berraktı ama aynı zamanda da o kadar ifadesizdi ki okuyabileceğim hiçbir duygu taşımıyordu. "Abraham, herkesin gitmesini istediğinde herkesi kast etti." İçimde yeşeren bir cesaretle Damien'a bakmak için başımı çevirdim. Peter'a bakan gözlerinin laciverti durgun olsa da suratı soğuk ve memnuniyetsiz görünüyordu. Karnımda bir düğüm hissettim, onların arasındaki artan gerilimi nasıl çözeceğimi bilmiyordum. Açıkçası, Damien'ın öfkeleneceğinden korkuyordum.
"Bu işin dışında duramaz mısın? Vanessa ve ben özel bir konuşma yapıyoruz, Damien."
Damien'ın bakışları sabit kaldı. "Senin 'özel' tanımın oldukça esnek gibi görünüyor, Peter. Ben tam buradayım."
"Buradaysan ne olmuş? Vanessa'nın yatak odasındayız. Burası ona ait bir yer, sana değil."
"Anlıyorum," dedi Damien. Peter'in bileğini sertçe bıraktı. Bunu görünce müthiş bir şekilde rahatladığımı hissettim çünkü bileğini kıracak falan sanmıştım ama içten içe Damien'ın öyle bir şey yapmayacağını biliyordum. Peter'ın kolunu kırarsa ne hissedeceğimi biliyordu. Damien başını yana eğerek Peter'i süzerken sert, kibirli bir gülümseme dudaklarında oynaştı. Peter'ın gözlerine bakarken gülümsemesi zayıfladı, yerini tehditkâr bir ifade aldı. Derin, neredeyse başka bir şeyden bahsediyormuş gibi bir tonla konuşarak, "Sen oldukça kıskançsın, değil mi Peter?" diye sordu. "Vanessa'nın yatak odasında olmam seni rahatsız mı ediyor? Ya da etrafında olmam? Ya da onunla 'arkadaş' olmam?"
Bu kulağa neden kendinden bahsediyormuş gibi geliyor?
Başını iki yana sallayarak "Kıskanç değilim." diye karşı çıktı Peter. "Sadece onu senden korumak istiyorum. Sen sadece bela getiriyorsun ve o, senin gibi biri tarafından aşağıya çekilmekten çok daha iyisini hak ediyor. Ne olacağını sanıyorsun? Sırf öyle söyledi diye insanların köleler hakkındaki fikirleri değişecek mi? Sadece seni korumak istediği için o aptal gösteriyi sergiledi ve şimdi de bu yüzden onun canını yakacaklar... Ve sen onu umursamıyorsun bile. Sadece kendinle ve ondan ne alabileceğinle ilgileniyorsun."
Daha fazla dayanamayıp araya girerek "Peter!" dedim bıkkın bıkkın. Sakinleşmeye çalışarak parmaklarımı yüzümde gezdirdim çünkü hayatımda hiç yapmadığım bir şey yapıp ona küfür edecektim. "Damien öyle biri değil."
"Öyle biri. Biliyorum çünkü valinin kızı bana onun emrindeyken bir ilişkileri olduğunu söyledi. Sonra ustası değişince bir anda onunla ilgilenmeyi bırakmış. Kim bilir kaç tanesiyle yaptı bunu. Bir gece kölesi olduğunu biliyordum."
Duymuş olduğum şeylerden dolayı yüzümün solgunlaştığını hissettim. Damien'ın yüzündeki öfke yerini anında bir şaşkınlığa bıraktı. Diana'ya dair herhangi bir şeyi Peter'den duymayı beklemediği kesindi. Sonra -Muhtemelen son söylediği şey yüzünden- o öfke çok daha yoğun bir şekilde geri geldi. "Ne söylediğine dikkat etmen konusunda seni uyarmıştım, seni narsist pislik." diyerek saldırmaya hazırlanan vahşi bir panter gibi Peter'ın üzerine yürüdü. Ayaklarının altındaki zemin tahtalarının hafif gıcırtısı şiddetle çatırdayan atmosfere katkı sağladı. Müdahale etmem gerektiğini o an anladım. Olabilecek en hızlı şekilde yataktan kalktım ve Damien'ı kollarından tutarak onu Peter'dan uzaklaştırdım. İsteseydi beni kolayca kenara çekebilirdi, bunu yapacak kadar güçlü olduğunu biliyordum ama dokunuşumun onu yönlendirmesine izin verdi. Bana baktığında benimkilere dokunan bakışları kopkoyu bir maviydi. Elimi çekmeden önce onu sakinleştirmek için parmaklarımı zarifçe kollarında, omuzlarında gezdirdim. Damien'ın bedenindeki kaslar yumuşak bir biçimde hareket etti. Ona o kadar yakındım ki, kokusunu alabiliyordum. Ferah ve tüzel bir kokuydu bu ama şaşırtıcı değil. Damien her zaman temiz ve güzel kokar. Dalgın düşüncelerimden sıyrılmak için başımı iki yana salladım. Sonra git gide kabaran bir öfkeyle Peter'a geri döndüm. Sinirlerim tavan yapmıştı.
"Peter! Kes şunu! Nasıl Diana'ya inanırsın? O kadını doğru düzgün tanımıyorsun bile!"
Hastalıktan gebermek üzere olmama rağmen sesim epey bir yüksek çıkmıştı fakat Peter bundan hiç etkilenmeden kollarını göğsünde kavuşturdu.
"Diana yardımsever, herkesin saygı gösterdiği bir hanımefendi. Üstelik çok da nazik biri. Neden inanmayayım?"
"Çünkü o..." Yalancı bir sahtekâr. En hafif tabiriyle hem de. Peter'a nasıl böyle bir şey söylemeye cüret eder? Neden? Hepsi Damien'ı öptüğüm için mi? "Göründüğü gibi biri değil."
"Vanessa, ben..."
Gerisini dinlemek istemiyordum, avucumu kaldırdım. Aksini asla kabul etmeyen bir sesle "Diana hakkında tek bir kelime daha duymak istemiyorum, Peter. O kadına asla güvenmiyorum." dedim. "Ve Damien konusunda seni daha önce uyardım, değil mi? Buraya benim için endişelendiğin için geldiğini söyledin ama yine aynı şeyi yapıyorsun. Evimde bana saygısızlık ediyorsun. Eğer böyle yapacaksan gitmeni istiyorum senden."
"Seninle konuşmak istiyorum."
"Şimdi değil, Peter. Sonra." Önce kafamı toplamam lazım. Tüm bu gerilim başımı döndürüp duruyor. "Daha sonra seninle konuşmak için geleceğim ama şimdi cidden gitmen gerekiyor."
Peter'ın koyu renk gözlerinden bir şey, bir can sıkıntısı geçti. Kaşlarımı çattım ve gitmesini istediğimi göstermek için kapıyı işaret ettim. Peter bir şey demeden çekip gitti. Kapı sertçe kapanırken üzgün bir şekilde iç çektim ve hâlâ oldukça öfkeli görünen Damien'a bakmak için topuklarımın üzerinde döndüm. Sonra utanarak gözlerimi uzaklara kaçırdım, yerdeki halıya bakmaya başladım. Peter adına özür dilemekten yorulmuştum ve Damien ona tekrar vurmadığı için ne kadar şanslı olduğumu biliyordum. Az önce olanlar... Bir hataydı. Peter'a gerçekten değer veriyordum, hatta onun tahmin edebileceğinden bile fazla ama bugün olanlardan sonra bir kez daha onu bu eve getirmenin ne kadar büyük bir yanlış olduğunu anlamıştım.
İlk konuşan bendim, "Özür dilerim," dediğimi duydum. "Peter'ın geleceğini bilsem seni ondan uzak tutmak için bir şeyler yapardım. Hiç aklıma gelmemişti. Ben..."
"Açıklama yapmana gerek yok. Seni suçlamıyorum." dedi. "Ama bu eve geri gelecekse en azından onu benden uzak tutar mısın? Daha kötü olanlarını gördüm ama ondan özellikle hoşlanmıyorum."
Damien konuşunca sesi beni irkiltti.
"Seni suçlayamam." dedim fısıltıyla. Yüz ifademi kontrol edemiyordum. Gerçekten utanıyordum. "Aslında bu kadar kötü biri değil, Damien. Özellikle senden nefret ediyor da değil. Peter sadece... Beni kıskanıyor işte."
Odanın içindeki her ses birden yok oldu. Ben de gözlerimi kapattım. Damien'ın yüzüne bakmaya cesaret edemiyordum, sanki gözlerinin derinliklerindeki bir şey beni karanlık bir kuyuya çekiyordu. Çeneme dokunan parmakları hissettiğimde bu narin temasın etkisi altında içim ürperdi ve kısa bir an için bile olsa zaman durmuş gibi hissettim. Keşke daha kayıtsız kalabilseydim. Ne yazık ki Damien'ın dokunuşu tenimin üzerinde gezinen bir buzdan farksızdı; Ürpertici, yakıcı ve görmezden gelinmesi imkânsız. Yüzümü yukarı kaldırdığında ona bakmak için gözlerimi açacak cesareti buldum. Damien'ın bakışları benimkileri yakaladı, yoğun ve sorgulayıcıydı. Gözlerinden kaçmak, bakışlarının şiddetinden geri çekilmek istedim ama bir şey beni esir almıştı. İçimdeki bir parça onun dokunuşuna yaslanmayı, sunduğu sıcaklığı kucaklamayı arzuluyordu. Üzerime çöken sersemliği atmak için gözlerimi kırpıştırdım. Dudaklarım yavaşça aralandı ve kapandı. Bir şeyler söylemek istiyordum ama kelimeler Damien'in bakışlarının yoğunluğu tarafından boğuluyordu.
Yumuşak bir sesle fısıldadı.
"Öyle hisseden tek o değil."
Hiç kıpırdamadan Damien'a gözlerimi dikerken duyduğum şey karşısında elimden gelen tek şey buydu.
Beni kıskanıyor mu?
Ardından baş parmağının çenemin ucunu okşadığını hissettim, tenimde kıvılcımlar çakmasına neden olan bir dokunuştu bu. Onun gibi bir savaşçının birine böyle davranabilmesi ne garipti. Bunu hayal bile edemezdim. Anın tadını çıkarmak için gözlerimi kapattım ama her şey başladığı kadar aniden bitti. Damien geri çekildi, dokunuşundan beni serbest bıraktı ve büyü bozulurken heyecan ve gerginlik sabah güneşindeki bir sis gibi dağıldı.
"Damien..."
Neredeyse benimle aynı anda konuştu.
"Peter konusunda bu kadar endişelenmene gerek yok. Tavrı ve boşboğazlığı beni inanılmaz öfkelendiriyor olsa da ona vurursam bunun seni mutlu etmeyeceğini biliyorum. Gerçi bu bunu yapmayı ne kadar istediğimi değiştirmiyor... Ama ona vurmayacağım. O yüzden endişelenme, tamam mı?" Bana bunun sözünü verdiğine inanamıyordum. Başımı yana yatırarak Damien'a baktım, ciddiydi, bunu anlayabiliyordum. Parmaklarını şampuan kokan saçlarının arasından geçirirken dudağının köşesinde gerginlikten hafif bir çukur oluştur. Hiç de rahatsız edici olmayan bir sessizlik oldu. Daha sonra Damien "Sen iyi misin?" diye sordu. Basit ama anlamlı bir soruydu, bunu derken hastalığımı sormadığını biliyordum.
"Bilmiyorum," diye itiraf ettim, dürüstlüğümde savunmasızlığımı hissediyordum. "Her şey sadece... Çok karışık geliyor."
"O halde seni dinlenmen için yalnız bırakayım."
Damien bunları söyleyip odadan çıkınca bir süre kıpırdamaya cesaret edemeyerek camdan fırtınayı izledim. Daha sonra dinlenmeye ihtiyacım olduğunu düşünerek yatağıma geri döndüm. Son birkaç saatin olayları beni hem fiziksel hem de duygusal olarak tüketmişti, bu yüzden hemen rüyalar alemine dalacağımı düşünüyordum ama uykunun beni yanına kabul etmesi sandığım kadar kolay olmadı. Gözlerimi kapattığımda düşünceler ve duygular ruhuma sel gibi akın etti, her biri kasırga gibi dönüyordu; Kuşkular, korkular, umutlar... Hepsi de hissedilmeyi talep ediyordu. Yine de derinlerde bir yerde başka bir şey vardı, daha derin bir şey, daha anlamlı...
Yüzümü yastığa bastırdım.
Ne oluyordu bana?
🔸🔸🔸
Daha sonra Abraham söz verdiği gibi beni kontrol etmek için geldi, hem de üç kere. Her seferinde de ilk seferinde olduğu kadar endişeli ve ilgiliydi. Peter ile aramda bir gerginlik olduğunu fark etmişe benziyorsa da hasta olduğum için ne olduğunu sormadı. Bunun için minnettardım çünkü ona az önce burada olanları nasıl açıklayacağımı bilmiyordum. İçtiğim ilaç yavaş yavaş etkisini göstermeye başladığında yatağımdan çıkıp Peter'ı bulmaya gidecek kadar iyi olduğuma karar verdim. Abraham benim için getirdiği bitki çayını komodinin üzerine bırakırken cesaretimi toplayıp ona Peter'ın şu an nerede olduğunu sordum. Hâlâ bu evde olduğundan bile emin değildim gerçi. Ona gitmesini söylediğimde çok öfkeli görünüyordu, malikaneyi terk etmiş olabilirdi.
"En son kış bahçesine giderken gördüm. Neden soruyorsun? Kavga mı ettiniz yoksa?"
Aceleyle "Hayır," diye karşı çıktım. Yalan söylediğimi fark ettiğimde suratım düştü ve beceriksiz bir edayla düzeltmeye çalışırken saçımla oynamaya başladım. "Yani... Evet ama düzelteceğim, merak etme."
"Neler olduğunu anlatmak ister misin?"
"Hayır, önemli bir şey değil. Sadece... Bazen nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum." diye mırıldandım. Elbette ki cevabım hayırdı. Abraham'a ne diyebilirdim? Oğlun Damien'ın sinirlerini bozuyor, mu? Çenesini tutamıyor, mu? Onu resmen kovdum, mu? Bunların hepsi doğruydu ama Abraham'ın bu tür detayları bilmesine gerek yoktu.
"Onunla konuşmamı ister misin? Bence iyi bir baba azarının düzeltemeyeceği şey yoktur."
Abraham'ın anlayış ve sakinlikle kaplı yüzüne baktım. Ciddiydi. Bu durumu daha kötü yapar diye korktuğum için "Teşekkürler ama ben halledebilirim." diye reddettim. Zaten ince bir buz üzerinde yürüyor gibiydim.
"Tamam, ama lütfen, yine kavga etmeyin."
Keşke bu konuda ona söz verebilseydim.
Daha sonra Peter'ı bulmak için odamdan ayrıldım. Gerçekten de kış bahçesindeydi. Ağaçtan örülü bahçe koltuklarından birine oturmuş, sanki bu dünyada varolan en ilginç şeymiş gibi dizime ancak gelen bir limon ağacına bakıyordu. Ona yaklaşmadan önce tamamen sakinleştiğimden emin olmak için kış bahçesine geçen cam kapının önünde biraz bekledim. Yanına otururken Peter'ın varlığımı fark ettiğini biliyordum ama garip bir şekilde hiçbir şey söylemedi. Oysa daha önce konuşma konusunda oldukça istekli görünüyordu. Gözlerimi ondan çekerek limon ağacına dikerken dişlerimi birbirine bastırdım. Fırtına kış bahçesinin cam duvarlarına çarpıp duruyor olsa da o küçük, sakin limon ağacına bakmak insanı garip bir şekilde düşünmeye sevk ediyordu. Bir noktada Peter'la empati yapmaya bile çalıştım ama ne yaparsam yapayım bir türlü tavırlarının nedenini anlayamıyordum. Sadece kıskandığı için böyle hırçınlaşıyor olamazdı. Damien'da hırçınlaşırsa olacakları hayal etmek baş ağrımı geri getiriyordu.
"Peter, bunu söylemekten çok yoruldum ama terbiyeni takınır mısın lütfen? Gerçekten çok kötü davranıyorsun."
"Kötü falan davranmıyorum."
Bunu derken küçük, istediğini elde edememiş bir çocuğa benziyordu.
"Kendinin farkında değilsin sen."
"Ben..." Bir an gözüme çok üzgün ve yalnız göründü ama ona karşı yumuşarsam en başa döneceğimizi biliyordum. Bu yüzden derin bir nefes alarak havalanmış toprağın kokusunu içime çektim ve onu dinlerken ifademi sabit tutmak için elimden geleni yaptım. "Bilmiyorum. Hislerime engel olamıyorum, Vanessa. Eski seni özlüyorum."
Neredeyse gülecektim ama öfkeden. Başımı iki yana sallayarak alaycı ama bir o kadar da üzüntümü gizleyen bir sesle konuştum. "Bu kaba davranmanı mazur göstermez. Artık seni tanıyamıyorum. Orada söylediğin şey..." Yavaş yavaş azar çekmeye başladığımı fark edince başımı iki yana salladım. "Dinle, sana bunu sadece bir kez söyleyeceğim. Diana meselesini umursamıyorum, hem de hiç. Bu Damien'ın geçmişi ve beni ilgilendirmez, seni de ilgilendirmez. Bu konuda evime gelip ona hesap soramazsın. Sana cevap vermez zaten."
"Hadi ama, merak etmiyor olamazsın."
Kahretsin ki ediyordum, hem de çok...
Kendimi 'Sorun yok, ben iyiyim!' gülümsemesini yapmaya zorlayarak "Hayır, etmiyorum." diye yalan söyledim. "Bu merakla ilgili değil, Peter. Saygı ve güvenle ilgili. Son zamanlarda bana hissettirmediğin şeyle ilgili. Ne olursa olsun, sen benim arkadaşımsın. Bu eve dönmeni her şeyden çok istiyorum ama bunu yapacaksan beni Damien'ı öfkelendirmeyeceğine inandırman lazım. Buna Diana meselesi de dahil. Ciddiyim, o kadının adını senden duymak istemiyorum." Sonra sustum. Biraz daha bir şey söylersem Peter'ın Diana hakkındaki rahatsızlığımı fark edeceğinden endişeleniyordum.
Bir sessizlik aramıza girdi.
Peter'ın ifadesi biraz yumuşadı ama gözlerinde hâlâ biraz direnç vardı.
"Onu neden herkesin önünde öptün?"
"Bu..." Hafifçe güldüm. Böyle bir soru bekliyor olmama rağmen pat diye meseleyi oraya getirmesini beklemiyordum. Kızarmaya başladığımı hissedebiliyordum. Başımı yana çevirdim ve asık bir suratla, kekeleyerek, "Bu... Bu karmaşık bir şey, Peter." dedim.
"Karmaşık mı? Vanessa, işleri karmaşıklaştıran sensin."
"Ne düşündüğümü bilmiyorum. Kafam karışmıştı, gergin ve stresliydim. Oradaki herkes Damien'a zarar vermemi bekliyordu... Bunu yapamazdım..."
"Ona güvenmiyorum."
Diyeceğim şeyi demeden önce kendime biraz zaman tanımak için birkaç saniye duraksadım.
"Hayır, bu güven meselesi değil. Öyle olsaydı anlardım. Sen Damien'dan nefret ediyorsun."
Bunu dile getirdiğim için Peter'ın yüzünde şaşkınlık belirdi, sonra öne eğilerek kendinden güç almak için dizlerine tutundu ve acı bir şekilde güldü. "Ondan nefret etmiyorum, Vanessa. Ona bakış şeklinden nefret ediyorum."
"N-ne?" Peter'ın sözleri beni hazırlıksız yakalamıştı, kafa karışıklığı ve utanç karışımı bir duygu içime işledi. Onu teselli etme arzusu ile kendimi koruma ihtiyacı arasında sıkışıp kalmıştım. Ona bakış şeklim? Nasıl bakıyordum ki? Şefkatli mi? Tamamen serseme dönmüş bir halde, onun imâ ettiği şeyi bir kenara itmeye çalışarak, "Neden bahsettiğin hakkında bir fikrim yok. dedim. "Ben herkese öyle bakıyorum, Peter."
"Hayır, yapmıyorsun."
"Neden böyle düşünüyorsun?"
"Belli ki farkında değilsin ama o gladyatöre zaaf besliyorsun. Ona bakışın... Sanki dünyadaki tek önemli kişi oymuş gibi. Ve nedenini anlayamıyorum. Ona acıyor musun?"
"Hayır, acımıyorum."
Acıma duygusunu bilirdim.
"Öyleyse neden?"
Alacağı cevaptan korkar gibi sormuştu bunu. Bir an sustum. "Bilmiyorum," dedim dürüst olmaya çalışarak ve bu cevap karşısında Peter irkildi. Bu duyduğu en saçma şeymiş gibi bakıyordu bana.
"Bilmediğin bir şey için mi tüm şehri karşına aldın?"
Verecek bir cevap bulamayınca gözlerimi yeniden limon ağacına çevirdim. Böyle söyleyince kulağa çok aptalca geliyordu ama gerçekten de bilmiyordum. Beni bu noktaya getiren her şey yabancısı olduğum hislerdi. Tek bildiğim Damien'a ihanet etmemem gerektiğiydi. 'Gladyatör-köle' kavramı toplumumuzun köklerine kadar iniyor olabilirdi ama herkes yanlış yapıyor diye o yanlış doğru olamazdı. Yanlış, sadece yanlıştı. Bu, doğru olan şeydi. Daha da önemlisi, istediğim şeydi.
Peter hâlâ benden bir cevap bekliyordu. Yapabildiğim kadar ne hissettiğimi açıklamaya çalıştım.
"Başkan Eugine sırf mecliste kölelik karşıtı reform önerdiğim için o saçma gösteriyi ayarladı. Başta beni cezalandırmak istediğini düşündüm ama sanırım amacı Damien'ı cezalandırmaktı. Sadece kafamın içine girdiğini düşündüğü için değil, ondan nefret ediyor. Elinde olsaydı onu öldürürdü ama hukuksal olarak Damien benim himayemde olduğu için bunu yaparsa başına daha büyük bir bela alır. Açık olmak gerekirse, yapabileceğimi düşünerek oraya çıktım ama yanlış olduğunu düşündüğüm bir şeyi yapmamam gerekir, değil mi?"
"Başkan Eugine senden istediği şey berbat ama Damien ona hangi şartlar altında vurduğunu anlamayacak kadar kör bir adam mı? Bence bir yanlışı hangi şartlar altında yaptığın da önemli. Başkan Eugine'nin istediği şey yanlış, senin Damien'a vurman da yanlış olurdu ama sonuçta herif şehir başkanı. Onu ya da şehrin geri kalanını karşına almak istememen neden yanlış olsun ki?"
"Ah, Peter. Bu çok toy bir düşünce tarzı. İki yanlış hiçbir zaman bir doğru etmez. İki yanlış sadece iki yanlış eder."
Çok düşündüğü zamanlarda olduğu gibi Peter'ın alnında bir çizgi belirdi. Dediğim şeyi ciddi ciddi düşündüğünü görebiliyordum. Sonra başını iki yana sallayarak güldü. Ne alaycı ne de acı bir gülüştü bu. Bir an bir zamanlar tanıdığım oğlana bakıyormuş gibi hissettim. Uzanıp omzuna dokundu, garip bir şekilde tüm kaslarım gevşedi. Buna beynimdekiler de dahildi, ben de gülmeye başladım...
Daha sonra, gülüşümün arasından, "Ne düşünüyorsun?" diye sordum. Onu böyle eğlendiren şeyin ne olduğunu merak etmiştim. Söylemeden önce beni taktir ettiğini göstermek için omzumu hafifçe sıkıp bıraktı.
"İnanılmazsın, bunu biliyorsun, değil mi? Damien hayatında senin gibi biri olduğu için çok şanslı."
Gülüşüm bir gülümsemeye dönerken içten içe Damien'ın da böyle düşündüğünü umut ettim.