Dürüst olmak gerekirse, istemiyordum. Diana'yla konuşma düşüncesi karnımın üzerinde sürünen bir yılandan farksızdı. Hem ne konuşacaktık ki? Tek bir ortak noktamız vardı ve ben de onun hakkında onunla asla konuşmazdım. Sadece yanlış ve rahatsız edici olduğu için değil. Bunu itiraf etmek çok utanç vericiydi ama bu kadınla konuşursam öfkeme hâkim olabileceğimden pek emin değildim. Beni gerçekten çok kızdırıyordu fakat pek rica ediyormuş gibi bir hâli de yoktu. Sadece dinle ve sonra da gitsin. Öfkeme hâkim olmayı becerdiğim sürece bu plan işe yarardı. Tek bir sorun dışında; Biz konuşurken Damien'ın gelme olasılığı vardı. Damien, Diana'yı burada görürse nasıl bir tepki verirdi hiç kestiremiyordum.
Diana tereddütümü elbette fark etti. Zaten aksinin mümkün olduğunu sanmıyordum ama tuhaf bir biçimde bunu oldukça eğlenceli buluyor gibiydi. Daha yakına eğildi, benimle konuşurken sesi ince alayla damıtılmıştı.
"Neden çekiniyorsun? Yoksa benden korkuyor musun?"
"Hayır." dedim. Daha sonra ifadem ciddi bir hâl aldı ve belki, yalnızca belki, onunla ciddi bir şekilde konuşabilirim diye düşündüm ve dürüst olmaya çalıştım. "Bak Diana, bu beni rahatsız ediyor. Hem benimle ne konuşmak isteyebilirsin ki? Konuşabileceğimiz hiçbir şey yok. Seninle laf dalışına girecek türden biri olmadığımı da biliyorsun."
"Ben salak değilim. Biliyorsun, değil mi? Saf, tatlı kız ayağı yaparak beni buradan gönderemezsin ama için rahatlayacaksa eğer buraya gerçekten sadece konuşmak için geldim."
Kaşlarım kaçınılmaz bir şekilde çatıldı. Odanın sessizliği içimi huzursuzlukla doldururken canım sıkkın bir halde etrafa göz attım. Ne yapsam diye düşünüyordum. Sonra da iç çekerek şöminenin önünde duran iki tane tekli koltuğu gösterdim. Koltukların yumuşak kırmızı kumaşları ve zarif işlemeli yastıkları ateşin loş ışığında hafifçe parlıyordu.
"Geç otur, o halde."
Sonra kendi kendime kızdım.
Böyle bir şeyi ne demeye söyledim ben? Kahretsin. Çoktan söyledim bile. Geri de alamam şimdi.
Diana zarif adımlarla koltuklardan birine geçerken ben de asık bir suratla diğer koltuğa oturdum. Yanan şöminenin ateşinden mi yoksa öfkeden mi bilmem ama burası bana aşırı sıcak ve rahatsız edici geliyordu. Diana, zarif bir şekilde bacak bacak üstüne atarken gözlerimi üzerinden süzülüyormuş gibi duran elbisesinde dolaştırmadan edemedim. Kumaşın kalitesini, her bir dikişin mükemmelliğini ve kıyafetinin üzerindeki hafif parıltıyı fark etmemek mümkün değildi. Zarif görünüyordu. Diana, avucunu yanağına yaslayarak bana baktığında, ilk konuşma sırasının ona mı yoksa bana mı ait olduğunu düşündüm fakat sessizce göz teması kurmaktan başka bir şey yapmadı. Bu yüzden, konuşmayı benim başlatmam gerekti.
"Ee? Ne hakkında konuşmak istiyordun?"
Ne kadar çabuk başlarsa o kadar çabuk biterdi, değil mi?
"Olanlar hakkında."
"Olanlar mı?" diye yineledim.
"O aptal gösteriden bahsediyorum."
Bilincimin kenarında belirmeye başlayan sinirleri zaptetmeye çalışarak suratımı hafifçe buruşturdum. O kadar gergin bir hâldeydim ki boğazım Büyük Çöl gibi kurumuştu. Elbette Diana'nın ne hakkında konuşmak istediği çok açıktı ama ona ne diyecektim? Durumu dürüstçe açıklamak istemiyordum çünkü bence Diana bunu hak etmiyordu. Hem Damien'la ilgili hiçbir şey onu ilgilendirmezdi, değil mi? Cevap vermeyeceğimi anlayan Diana yerinde dikleşti, gözleri daraldı, bakışları ne düşündüğümü çözmeye çalışıyormuş gibi benimkilere saplandı. Bir anda gözüme çok daha tehditkâr görünmeye başlamıştı.
Soğuk bir tavırla "Bu bir problem mi?" diye sordum.
Hiç tereddüt etmeden "Evet." diye yanıt verdi.
"Neden?"
"Beni gerçekten şaşırttın. Ben daha önce hiç..." Nefes alamadı, boğulur gibiydi. Bunun onu ne kadar incittiğini görmeyeyim diye başını iki yana sallarken gözlerimi ondan bir türlü ayıramadım. "İtiraf etmem gerekirse, Damien'ın benden sonra başka biriyle birlikte olacağını düşünmemiştim. Özellikle de senin gibi biriyle. Seni bu kadar özel yapan ne anlamıyorum. Alınmaca gücenmece yok ama hem bir asilsin, hem de baş meclis üyesisin. Bana göre, Damien'ın nefret ettiği her şeyin canlı bir temsili gibisin."
Dürüst olup bir ilişkimiz olmadığını söylemem gerekirdi ama kelimeler dudaklarımdan bir türlü çıkmıyordu. Son dediği şey yüzündendi sanırım. Beni gücendirmişti.
"Damien'ın ne düşündüğünü nereden bileceksin? Alınmaca gücenmece yok ama onu gerçekten tanısaydın sırf insanların tepkisinden korktuğun için onu terk ettiğinde bir daha asla sana geri dönmeyeceğini bilirdin."
"Yine de uzun bir süre yakındık. Benimle seninle geçirdiğinden çok daha uzun süre geçirdi. Hiç değilse onu senden daha çok tanıdığıma eminim. Siz tanışalı ne kadar oldu? Altı hafta mı? Ve bir anda onu benden daha çok tanıdığını mı iddia ediyorsun yani?"
Anladım. Siz ikiniz yakındınız. Anladım, Diana. Kes şunu artık.
İçimdeki öfkeyi yatıştıracağını umarak tırnaklarımı avuç içime bastırdım ve bilmem kaçıncı kez kendime sakin olmam gerektiğini hatırlatırken buldum kendimi. Sinirimi asıl tetikleyen şey dediklerinden çok tavrıydı. Bunları bana neden söylediğini görebiliyordum. Kibirli ve daha da önemlisi, insanı şaşırtacak kadar gururluydu. Kendimi gülümsemek için zorladım ama yaptığım tek şey dudaklarımı kıvırmaktı. İçten içe Diana'nın bir an önce evimden çekip gitmesi için dua ediyordum. Amacı canımı sıkmaksa eğer çok doğru yoldaydı çünkü şu an tek yaptığı şey buydu.
Sonunda bir şey dediğimde, biraz bezmiş bir biçimde, "Neden bana bunları söylüyorsun?" diye sordum.
"Neden olmasın?"
"Bir anlamı yok çünkü."
"Kimse senin elinden bir şeyi almaya çalıştı mı, Vanessa? Öyle bir durumda ne hissederdin?"
"Bilmem." dedim. "Herhalde çok kızardım."
Diana gülümsedi ama gülümsemesi gözlerine ulaşmadı. "O halde bu yönden birbirimize çok benziyoruz." derken sesinin tınısı ince bir keskinlikle alçalmıştı, bana olan bakışları avcı bir ışıkla parlıyordu.
"Ne demek istiyorsun?"
"Sen söyle."
Bir şey derken Damien'dan bahsettiğini anlamam biraz uzun sürdü çünkü açıkçası, ondan bir eşyaymış gibi bahsedeceğini düşünmemiştim. Bu beni her şeyden daha çok öfkelendirdi. Bir hışımla, gürültülü bir şekilde ayağa fırladım. Öyle hızlı kalkıştım ki, başım dönmüştü ama o an bunu bile umursamayacak kadar öfkeli bir haldeydim. "Git buradan, Diana. Ve bir daha asla geri gelme. Öfkeli olabilirsin ama evime gelip de yüzüme karşı bu şekilde konuşamazsın." derken sesim hislerimin yoğunluğundan titriyordu. Ona bağırmamak ya da daha kötüsü, vurmamak için kendimi zor tutuyordum. O yüzden ondan hemen uzaklaşmalıydım. Oturma odasından çıkmak için dönüp kapıya doğru yürüdüm ama Diana inatçı bir kadındı. Birkaç adım atmaya kalmadan kolumdan tutup kendine geri çekti beni. Tutuşu öyle sıkıydı ki, tırnakları neredeyse derime batıyordu. Şaşırarak homurdandım ve öfkenin damarlarımın altında fokur fokur kaynadığını hissettim.
"Nereye kaçıyorsun, Vanessa? Konuşuyorduk."
"Derdin ne senin?" diye soludum.
"Sensin!" Bana yaklaşırken kolumdaki tutuşu biraz daha güçlendi ve parlak gözleri meydan okumayla parladı. "Derdim sensin. Senden nefret ediyorum."
"Benden istediğin kadar nefret edebilirsin. Hakkımda ne hissettiğini umursamıyorum." Kolumu elinden hızla çekerek. İçimdeki fırtınayı yatıştırmaya çalışarak derin bir nefes aldım. Bana bir daha dokunacak olursa hiç iyi şeyler olmayacaktı. "Ve Damien'da yapmıyor ve bu gerçeğe bir an önce kendini alıştırsan iyi edersin."
"Hayır! Olmaz!"
Kadının sesi zehir gibi bir acıyla doluydu. Garip ama her şeye rağmen ona acıyorum. Bir yanım, daha sessiz, daha şefkatli bir yanım, durumu mantıklı bir şekilde ele almayı öneriyordu. O yanımı dinledim. Neredeyse nazik, yumuşak bir sesle "Neden?" diye sorduğumda ona vurmamış olmama rağmen Diana sanki ona vurmuşum gibi irkildi. Kibiri ve gururu rüzgara çarpan bir duman tabakası gibi dağılırken gözlerinin içinde müthiş bir acı parladı, sonra da bağırdı.
"Çünkü Damien'a aşığım, tamam mı?"
İtirafı, tüm varlığımı sarsan bir yıldırım gibi çarptı bana. Yüzümden kanın çekildiğini hissedebiliyordum. Ağzımı açıp cevap vermeye çalıştım, bir şeyler demeye... Ama kelimeler boğazımda sıkıştı. Şokun içinde, kaçma isteğiyle dolup taşan bir adrenalin dalgası hissettim. Diana'nın ezici varlığından biraz olsun uzaklaşmak için gerilerken sırtımı birine, bir erkeğin sıcak göğsüne, sert bir şekilde çarptım. Bir an için zaman durmuş gibi geldi, çarpışmanın yarattığı şaşkınlıkla başa çıkmaya çalıştım. Abraham olamazdı. Abraham'ın göğsü bu kadar geniş ve boyu da bu kadar uzun değildi. Ayrıca Abraham olsaydı Diana'nın yüz ifadesi böyle olmazdı. Damien, kolunu omzumun çevresinden dolayarak diğer omzumu tuttu ve beni çekip sırtımı göğsüne yasladı. Kulağıma fısıldamak için eğildiğinde görmüyor olsam da gözlerinin Diana'ya baktığını hissedebiliyordum, bakışlarının buz parçaları gibi olduğundan emindim. Tatlı, derin ses tonu omurgamdan ürpertici bir hissin sürünmesine neden oldu.
"Neden bana misafirimiz olduğunu söylemedin?"
Zorlukla yutkundum, içimde dönen kaosa rağmen kendimi toplamaya çalışırken uzanıp Damien'ın beni kucaklayan koluna hafifçe dokundum. Damien'in kavrayışı hafifçe etrafımda sıkılaştı, bu sessiz bir güvenceydi. Rahatlamama rağmen "Bu... Bu..." diye kekelerken sesim hafif bir fısıltıdan daha fazlası değildi. "Bu karmaşık bir durum, Damien."
"Evet." Sesi buz gibiydi. "Görebiliyorum."
Arkamda durduğu ve bana tek koluyla sarıldığı için Damien'ı göremiyor olsam da, ne yazık ki, Diana'nın yüzü tam önümde duruyordu. O yüzden suratından geçen her bir duyguyu kolayca seçebildim. Önce şaşkınlık, sonra endişe ve sonra da memnuniyet. Evet. Memnuniyet. Kafamın içinde dönüp duran ve bana ait olan o ses fısıldadı; Neden kendine bu işkenceyi yapıyorsun? Kov gitsin şu kadını. Damien'ı onunla görmek hoşuna mı gidiyor? Gitmiyordu. Hem de hiç. Fakat garip bir şekilde Diana gayet umutlu görünüyordu. Yani, Damien'ın bana nasıl sarıldığını fark edene kadar öyleydi. Suratı asıldı ve bir adım attığında kızıl bukleler etrafında uçuştu. Saçlarının tepesinde yeşil mücevherlerden oluşan ince, kristal bir taç şömineden yayılan alevlerin ışığı yüzünden yıldızlar gibi parlıyordu.
"Damien..." dedi endişeyle karışık bir ümitle. Adını söylemesinden nefret ediyorum, diye düşündüm kendi kendime ama sesimi çıkarmadım. "Beni... Beni bir dakika dinler misin?"
Nefesimi tutarak cevabını beklerken Damien Diana'yı küçümseyici bir homurdanma ile susturdu.
"Sen aklını mı kaçırdın?"
Sesi kucaklamasının sıcaklığıyla tezat oluşturuyordu. Diana'nın bakışları Damien ve aramda gidip geldi. Damien hâlâ bana arkadan tek koluyla sarıldığı için kaosun ortasında bir açıklama arıyordu ama hiçbir şey bulamadı. Kendini toparlamak için elinden geleni yaparken göğsü hızlı bir şekilde yükseldi ve alçaldı. "Neden benimle konuşmuyorsun, Damien?" diye sordu, garip ama bunu derken hiç olmadığı kadar savunmasız görünüyordu. "Bizim çok özel bir ilişkimiz vardı. Bunu unutmuş olamazsın."
"Yani bu saçmalık yüzünden mi Vanessa'yı rahatsız ediyorsun?"
"Seni seviyorum."
Damien'ın her sinir ve kasının giysilerinin altında gerildiğini hissedebiliyordum. Oysa bu iki sözcüğü ilk defa duymadığından emindim. "Bir anlamı yok." dedi sert bir şekilde.
Tüm bu durum yüzünden midem bulanıyor, başım dönüyordu. Kendimi kötü hissediyordum ve kötü demenin bile az kaldığı o anlardan biriydi bu. Kıvrandım ve Damien'ın kolunun altından hızlı bir şekilde sıyrıldım. Yine de ondan tam olarak uzaklaşmak istemedim. Orada, birkaç adım ötesinde dururken kalmak ve gitmek arasında paramparça olmuş bir haldeydim. Ellerimi iki yanımda yumruk haline getirdim ve hislerimin tüm ağırlığına rağmen kendimi tam orada durmaya zorladım. Bu son derece kişisel bir konuşma olsa da içimi kemirip duran merak duygusu yüzünden bir yere gitmek istemiyordum.
Diana, Damien'ın tepkisi üzerine gücü tükenmiş bir hâlde ahşap zeminin üzerinde sendeledi. Bir an bir şey demedi, sözcüklerin hepsini tüketmişti. Başını çok yavaş bir biçimde iki yana sallarken anlamakta zorlanıyormuş gibi yineledi.
"Bir anlamı yok, mu?"
"Evet, yok. Benim için kesinlikle hiçbir şey ifade etmiyorsun."
"Bu... Hayır, hayır. Doğru olamaz."
"Ne doğru olamaz?" Kızın tüm üzüntüsüne rağmen Damien delici gözlerini yüzünden ayırmadan Diana'ya doğru bir adım attı. Varlığı bir fırtına gibiydi. Keskin çene hattı ve delici bakışlarıyla özgüvenin sınırlarını zorlayan bir aurayla kaplıydı ancak gerçek öfkenin derinliği gözlerindeydi. İrisleri ber an alevlenmeye hazır kıvılcımlar gibiydiler. Sözcükler dudaklarından hırçın bir bıkkınlıkla döküldü. "Sana bunu sadece bir kere açıklayacağım, tamam mı? Her seferinde karşıma çıkarak beni öfkelendiriyorsun. O zamanki ben ile şimdiki ben aynı kişi değiliz. Artık sana aşık değilim, Diana. Hem de hiç. Biraz bile değil. Öfke, can sıkıntısı ve baş ağrısından başka bir şey hissettirmiyorsun bana."
Omuzları hayal kırıklığıyla çöken Diana'nın yüzünde bir incinmişlik beliriverdi. "Peki ya o?" diyerek beni gösterdi. Kaşlarımı şaşkın şaşkın kaldırdım ve bir an benden mi bahsettiğinden emin olamayarak kendimi gösterecek gibi oldum. Damien kafasını çevirip bana baktı, sonra Diana'ya geri bakarak gözlerini kıstı.
"Ne olmuş ona?"
"Neden onu öptün? Siz birlikte misiniz?"
Birlikte düşüncesi kısa bir an için ifademin sarsılmasına neden olsa da kendimi hemen toparladım. Damien'da şaşırdı. Dişlerini sıkarken kulak uçları hafifçe kızarır gibi oldu ama muhtemelen çok düşünmekten hayal gücüm fazla çalışıyordu. Huysuz bir biçimde "Birlikteysem ne olmuş? Bu seni hiç ilgilendirmez." diyerek tersledi kadını. Açık olmak gerekirse, açıksözlülüğü beni o kadar da şaşırtmamıştı ama kısa bir zaman içinde bir cevapla pes etmeyeceğini bilecek kadar Diana'yı tanıma fırsatım olmuştu. Mantıklı bir şekilde davranıp buradan ayrılmak yerine ağır adımlarla Damien'a doğru yaklaştı. Uzun parmaklarıyla Damien'ın çenesini sertçe kavradı ve ona daha iyi bakması için yüzünü kendi yüzüne doğru çekti. Bir an için, kısa bir an için Diana'nın gözlerinde umursayan birini gördüm ama öte yandan, içinde bir ateş vardı, sönmeyi reddeden bir öfke... Bu doğru hissettirmiyor, diye düşündüm ve Damien'a bu şekilde dokunmasından rahatsız olduğumu hissettim çünkü bakışları bir köle tacirinin bakışlarından farklı değildi. Damien'a ona ait bir mülkmüş gibi bakıyordu.
"Kime ait olduğunu unutmuşsun, Damien ama ben sana hatırlatacağım."
Kanım dondu sanki. Bunu... Bunu dediğine inanamıyordum. Damien, kısık sesle bir küfür homurdandı. Ardından başını sertçe çevirerek çenesini kadının parmaklarından çekip kurtardı. "Bana hiçbir şekilde elini sürme!" dedi öfkeyle, bunun düşüncesinden tiksinmiş gibiydi. "Ve böyle gülünç hayaller kurmayı bırak. Bana beni piste göndermeden önce dediğin şeyi hatırlıyor musun?"
"Evet."
"Güzel," Damien soğuk, öfkeli bir şekilde gülümsedi. "Onu unutma çünkü ben yapmayacağım."
Ne söylemişti acaba? Sorsam bana söyler miydi? Oof. Niye bu kadar meraklı olmak zorundaydım ki?
Diana hissettiği hınçtan kıpkırmızı kesilmişti. Dürüst olmak gerekirse, ben de öyle. Yavaşça gerileyerek hem Damien'dan hem de benden uzaklaşırken kadın öfkeli, küçük bir periyi andırıyordu. Gerçi sevimliliği tartışılırdı. Yumruklarını ya Damien'a ya da bana vurmak istiyormuş gibi sıkıyordu. Çekip giderken bana çarpmasın diye kenara kaçmak zorunda kaldım. İçimden bir ses bu konuşmanın burada bitmeyeceğini, Diana'nın mutlaka geri geleceğini söylüyordu. Sadece bunun çok uzun bir zaman sonra olacağını ümit edebilirdim. Endişeyle Damien'a baktım. Parmaklarını yüzünde gezdirerek nefesinin altından bir şeyler mırıldandı, daha sonra da -Tam orada duruyor olduğumu yeni hatırlamış gibi- bana bakmak için başını kaldırdı. Garip ama göz göze geldiğimiz anda bakışlarındaki sertlik ve huzursuzluk biraz yumuşar gibi oldu.
"Ona defolup gitmesini söylemeliydin."
"Saçmalama. Ben bunu bir insana nasıl söylerim?"
"O zaman bana haber vermeliydin." diye söylenerek bana doğru birkaç adım yaklaştı. Gözlerimi ona diktim ve hiç hareket etmeden durdum. Sonsuz gibi gelen bir sürenin ardından direncimde çatlaklar oluşmaya başladı. Nihayet pes ettiğimi göstermek için omuzlarımı düşürdüm. Diana konusunda ne yapacağımı ben de bilmiyordum. O çok... Hırslıydı. Damien, bir fısıltıyla konuştu. "Bunu yapma."
"Neyi?"
"O, senin nezaketine layık değil."
"Onunla neden... Bilirsin, işte..." Gözlerimi uzaklara kaçırdım. Ne diyordum ben? Damien bana anlamaz bir bakışla bakınca başımı iki yana sallayarak alçak bir sesle devam ettim. "Yani, böyle demek istemezdim ama çok güzel ve aşırı zengin olmasının dışında Diana'nın pek bir özelliği yok gibi geldi bana." Ve bu senin için yeterli mi, diye sormak istiyordum ama kulağa çok salakça geldiği için yapmadım. Damien'ın yüzündeki şüpheyi fark edince kıpkırmızı kesildim. Yoksa o...
Şaşkın bir sesle "Kıskanıyor musun?" diye sordu.
Kahretsin. Anlamıştı demek.
Öyle düşünmesini istemediğim için "H-hayır." diye kekeledim.
Berbat bir yalancıydım ben.
Uzun bir sessizlik oldu.
"Bu çok saçma."
Şaşkınlıkla Damien'a baktım.
"Ne?"
"Bunun çok saçma olduğunu söyledim." diye yineledi ve daha sonra kararlı bir ifadeyle öne doğru eğildi. "Hiç kimseye karşı böyle hissetmene gerek yok, özellikle de ona karşı. Sen inanılmaz derece güzelsin. Ayrıca yeteneklisin de. Zekisin ve naziksin ve..."
Yanaklarım kızarırken beceriksiz bir şekilde güldüm. Tüm bu iltifatların nereden çıktığını anlamamıştım ama hoşuma gitmediğini de söyleyemezdim. Özellikle de ondan geldiği için. Ne diyeceğimi bilmeden bir şeyler demek için dudaklarımı aceleyle araladım; Ama ne yazık ki, tam da o anda, Abraham tarafından bölündüm. Bir anda içeri girmişti. Damien geri çekilerek benden uzaklaştı ve dudaklarını birbirine bastırdı. İçgüdüsel bir şekilde ben de aynısını yaparken Abraham, beyaz eldivenle kaplı uzun, zarif ellerini çırptı ve az önceki misafiri ararcasına gözlerini oturma odasının içinde gezdirdi. Bulamayınca da gülümser gibi oldu. Diana'dan hoşlanmadığını belli etmek konusunda en ufak bir çekince göstermiyordu. Son derece yapay bir nezaketle Damien'a bakıp "Bu kadar hızlı bir şekilde müdahale ettiğin için teşekkür etmem gerekir." deyince şaşkın şaşkın Abraham'a baktım. Gözleri bir an için bana kayıp sonra tekrar Damien'e döndü. Damien'a Diana'nın burada olduğunu o mu haber vermişti? Neden ama? Durum kontrolüm altında sayılırdı. Yani, kısmen sayılırdı.
Hislerime yenik düşerek, alındığımı belli eden bir ses tonuyla, "Ben durumu idare ediyordum. " diye karşı çıktım.
"Elbette ediyordun," diye onayladı Abraham. Ellerinden birini bana doğru hafifçe kaldırdı. "Senden yana en ufak bir endişem yok, Vanessa. Hiçbir zaman da olmadı. Bu sadece destek içindi. O tuhaf kadın sinirlerini bozmaktan başka bir şey yapmıyordu. Ben de Damien müdahale edebilir diye düşündüm."
"Evet ama o kadın..."
Devam edemez bir hâle gelince cümlemi benim yerime Abraham tamamladı. Sesini kaplayan hafif bir hayretle "Damien'ı seviyor mu?" dedi. "Evet. Duydum onu. Ne kadar da... Beklenmedik."
Abraham, Damien'a kaşlarını kaldırarak baktı. Meraklı görünüyordu ama Damien'ın Diana meselesi hakkında Abraham'la asla konuşmayacağını bilecek kadar tanıyordum onu. Sanki Abraham hiçbir şey dememiş gibi benden tarafa bakıyordu. Keşke bir şey diyebilecek bir hâlde olsaydım. Bunun yerine Damien'ın gözlerine bakmaya ve ne hissettiğini anlamaya çalışıyordum. Elbette ki hiçbir şey anlamıyordum. Hem olanlar yüzünden kafam karışıktı hem de Damien ne düşündüğünü çok nadiren belli ederdi. İç çekerek pes ettim. Belki de artık her şeyi akışına bırakmayı öğrenmem ve kendimi böyle strese sokmamam gerekiyordu. Sanki yeterince başım belada değilmiş gibi Diana'yı kafaya takmamalıydım. Baş etmem gereken sorunların en küçüğü sayılırdı o.
"Sanırım gidip biraz çalışacağım." dedim bozulmuş makinemi düşünürken. "Ve Abraham, bir daha gelecek olursa Diana'yı eve alma lütfen."
"Büyük bir zevkle."
Abraham'ın cevabı üzerine gergin bir an için nefesimi tutup Damien'ın bu karara itiraz etmesini bekledim. Yapmadı. Rahatlayarak Abraham'ın yanından geçip çalışma odama yürürken yüzümde dalgın bir ifade vardı. Aklım hâlâ Diana'nın ruh hâlindeki o agresiflikle kaplıydı. Cidden buraya benimle kavga etmeye mi gelmişti? Damien gelmeseydi ne olurdu peki? Acayip öfkelendiğimi hatırlıyordum ama tüm bedenimi kaplayan aleve rağmen bu öfkenin Diana'nın kavgacı, hırçın tavırlarına karşılık vermeme neden olacak kadar yoğun olup olmadığından emin değildim. Olsa bile neye yarardı? Daha önce hiç fiziksel bir kavgaya girmemiştim ki ben. Girmek de istemiyordum. Diana için durumun ne olduğundan emin değildim ama kim olursa olsun, birine o şekilde zarar verme düşüncesi midemin altını üstüne getiriyordu. İçten içe bir gün bu duruma düşmek zorunda olmamayı umuyordum ama 'Ya olursam?' diye düşünmekten de kendimi alamıyorum. Damien her zaman etrafımda olamazdı. Üstelik Diana beni hiç kimsenin yapmadığı kadar çok öfkelendiriyordu. Damien gelmeden önce bana dediği şey...
'Kimse senin elinden bir şeyi almaya çalıştı mı, Vanessa?'
Sanki elinden oyuncağını almışım gibi konuşuyordu, diye düşünürken dişlerimi birbirine öyle kuvvetli bastırdım ki canım yandı. Bir köle olduğunu çok iyi biliyor olmama rağmen Diana'nın Damien'dan bir mülkmüş gibi bahsetmesinden HİÇ hoşlanmamıştım. Sanki ona sahip olmaya gerçekten hakkı varmış gibi! Kadına olan öfkemin en büyük sebebi de buydu ve o durumda nasıl hissettiğimi düşünürsek ağzına bir tane patlatmamış olmam bir mucizeydi. Ah, belki de bunu yapmalıydım. Bir tokat o kadını hem bana hem de Damien'a karşı biraz kibar ve saygılı olmaya ikna edebilirdi. Gerçi bunun için önce kızgın, şımarık bir çocuk olmayı bir kenara bırakması ve olgun bir şekilde düşünmeyi öğrenmesi gerekirdi.
Öfkemi olabildiği kadar kontrol altına almaya çalışırken anahtar üzerinde çalışmayı bırakıp gözlerimi kapattım. Göğsümü sonuna kadar şişirecek bir nefes aldım ve bakışlarımı kaplayan karanlıkta huzur bulmayı umarak sakinleşmeye çalıştım. Son sürat devam eden fırtınanın, çalışan ısıtıcıların -Onu az önce tamir etmiştim-, hafif bir şekilde mırlayan Iron'un sesini duyabiliyordum ve tüm bunların bir şekilde üzerinde sakinleştirici bir etkisi vardı. Kendimi çok daha huzurlu hissederek gözlerimi araladığımda Iron anahtarı sıkı sıkı tutan parmaklarımın üzerine başını sürtüyordu. Ekleme, mekanik ayağını anahtarın üzerine koyduğunda çıkan takırtı sesi beni gülümsetti ama bu anahtara ihtiyacım vardı. Iron onu oyuncaklarından biri hâline getirmesin diye anahtarı çekerken Iron ağzını uzatıp anahtarı ağzından yakalamayı denese de başarılı olamadı. Ona oynaması için renkli bir ip yumağı verdim. Yuvarlanan yumağın peşinde koşan Iron, çok kısa bir süre sonra, bir ip yığının içine hapsoldu. Debelenerek kendini kurtarmaya çalışmasını izlemek komikti çünkü tek yaptığı ipi daha da gövdesine dolaştırmak olmuştu. Kendi kendine kurtulamayacağını anlayınca kocaman gözleriyle bana baktı ve beyaz, pembe patisini iplerin arasından bulduğu bir boşluktan uzattıktan sonra yüksek sesle, yardım ister gibi, art arda miyavlamaya başladı. Etrafı rengarenk iplerle çevrili beyaz tüy yumağına kaşlarımı kaldırmış bir şekilde bakarken bu kadar küçük bir şeyin nasıl oluyor da bu kadar yaramaz olabildiğini düşünüyordum. Iron'un miyavlamaları ben de bir bebeğin ağladığı zaman annesinin verdiği tepkiyi uyandırıyordu. Genelde aşırı kalın olan kabloları kesmek için kullandığım bıçağı alarak Iron'a doğru yürüdüm. Çok dikkatli bir şekilde ipleri keserken her düşen ip parçasıyla birlikte Iron silkelendi, bir süre sonra da kendini kurtarmayı başardı ve yüzüme bile bakmadan kutuların birini devirerek mekanik, küçük demir toplardan biriyle oynamaya başladı. Kalan ip parçalarını aşırı yavaş bir şekilde toplamaya başlarken hafif, imâlı bir sesle "Tabii. Ne demek. Rica ederim, Iron." diyerek kendi kendime konuştum. Iron'un cevabı kısa, anlamsız bir mırlamadan ibaretti.
Gülümsediğimi fark ettim.
Ah, bu kediyi seviyordum.