Başkent, bayraklarla süslenmiş caddeleri ve coşkulu kalabalığıyla her yıl büyük bir festivale ev sahipliği yapıyordu. Bu Westland halkı için çok hoş bir şeydi çünkü özellikle de bu günlerde her yer bir renk cümbüşüne dönerdi. Tıpkı o gece olduğu gibi. Abartılı bir şekilde süslenmiş devasa çadırlar, yöresel lezzetler, el sanatları sergileri, canlı müzik performansları, ateş yutanlar, akrobat gösterileri, ip cambazları... Bu, aynı zamanda da bölgenin kültürel zenginliğini ve toplumsal birlikteliğimizi kutlamak için bir fırsat; Ve elbette sosyalleşmek için... Ama en son Lumina Festivali'ne gittiğimde bir çocuktum.
Lumina.
Bu, Westland'ın tarihi kadar eski, yöresel bir sözcük.
Işık anlamına geliyor. Sanırım bu yüzden festivalin olduğu gece her yerde fenerler, lambalar, parlayan taşlar, dilek balonları ve yüzlerce renkli ışık kaynağı kullanılıyor. Bir de geleneksel olarak, bereket ve mutluluk getirdiğine inanıldığı için, doğaya ateş böcekleri salınıyor. Tüm bunlara şahit olmak, yıldızların yeryüzüne düşmesini izlemek gibi bir şey. Her yer öyle ışıltılı ki, insanın gece olduğuna inanası gelmiyor.
Gittiğim son festivale dair anılarım sokaklarda kaybolup renklerin, insanların ve her yeri soluduğum hava gibi saran neşenin büyüsüne kapılmamla ilgiliydi... Bir de babamla. En son babamla gitmiştim oraya. Sanırım bu yüzden bu anı hâlâ canlılığını koruyordu. Dürüst olmak gerekirse, babam ortadan kaybolduğundan beri neden bu festivale hiç katılmadığımı o ana dek düşünmemiştim. Sanırım, derinlerde bir yerde, onun yokluğunu hissetmemek için onu bana hatırlatan her şeyden kaçmak isteyen bir parçam vardı. Şimdi de öyleydi. Geçmişin gölgeleri bu geceki festivalin coşkusunu yaşarken bile varlığını hissettiriyor, ruhumu hüzne boğuyordu. Balkonda tek başıma durup festival yüzünden parıl parıl parlayan şehre ve arada sırada gülüşerek malikanemin önünden geçen çocuklara, gençlere, yaşlılara bakarken kendi yalnızlığımı daha derinden hissettim. İnsanlar mutlu görünüyordu. Mutlu insanlar beni de mutlu ederdi ama o gece garip bir hüzün vardı kalbimde. Belki de dün yaşananlar yüzünden bu duygular içindeydim. Diana'nın sözleri zihnimde beni hâlâ rahatsız eden bir bulanıklık yaratıyordu. Başkan Eugine bir yana, Diana'nın aurasında bambaşka bir ürkütücülük vardı. Damien'a sahip olma arzusunu görmeyecek kadar kör olmayı istesem de değildim. Görüyordum ve bu beni gerçekten rahatsız ediyordu. Özellikle de Damien artık onu istemediği için. Diana neden bunu kabullenemiyordu? Aşk böyle bir şey miydi? Takıntılı? Hastalıklı? Malikanenin önünden geçen yaşlı çifte bakarken gülümsedim. Saçları iyice beyazlaşmış olan adam kırmızı bir çiçeği beyaz saçlı kadının kulağının arkasına sıkıştırırken bir şey diyor, mutlulukla gülümsüyor. Hayır. Aşk buydu. Öyle bir aşk, zehirli bir bitkiden farksızdı.
Düşüncelerimin gittiği yöne rağmen yine de güzel bir geceydi. Abraham bir süre önce dinmiş olan fırtınanın kalıntılarını temizliyor, bahçedeki ağaçlardan sarkan kırık dalları toplamakla ve çiftleri düzeltmekle uğraşıyordu. Bense balkonda durmuş, korkuluklara yaşlanmış bir hâlde şehrin diğer ucundaki festivali seyrediyordum. Daha önceki fırtınadan eser taşımayan dingin hava ve festival ışıkları yüzünden her şey adeta bir peri masalından fırlamış gibi bir atmosfer oluşturuyordu... Ama ne yazık ki, bu peri masalı Yeraltı Şehri'ndeki insanlar için değildi. Onların buraya gelmek için izni yoktu. Yaşam ne garip, ne kadar da zıtlıklar üzerine kurulu. İyi ve kötü. Güzel ve çirkin. Huzur ve kaos. Bir yerde neşe ile dolu anlar yaşanırken, başka bir noktada melankoli kol geziyordu.
"Bu kadar derin ne düşünüyorsun?"
Damien'ın derin ve sakin tonuyla zihnimdeki karmaşıklık adeta bir sis perdesi gibi dağıldı. "Hiçbir şey." dedim, renkli festival ışıklarının dans eden yansımalarından gözlerimi ayırmayarak. Yanıma yaklaştı, gözleri benimkiler gibi uzaktaki parıldayan ışıklara doğru kaydı. Bir an sustuktan sonra sakin bir sesle onunla konuşmaya devam ettim. "Sadece biraz temiz hava almak istemiştim ama böyle güzellikler arasında düşüncelere dalmak kolay oluyor."
"Tüm bu festival gerçekten etkileyici, değil mi?"
"Evet." dedim. "Neredeyse gerçeküstü. Bir festivalin bu kadar mutluluk getirebilmesi inanılmaz."
Bir an için uzaktan duyulan müzik ve kahkahalar dışında tek ses olmadı. Bir süre sonra dayanamayıp derin bir nefes alarak yanımda duran ve benim gibi manzarayı izleyen Damien'a omzumun üzerinden baktım. İlgili gözlerim üzerinde dolaştı çünkü festivalin yumuşak ışıkları altında neredeyse mitolojik bir figürü andırıyordu. Yüzü çarpıcı derecede yakışıklıydı. Cildi fenerlerin saçtığı ışık süzmeleri yüzünden hafifçe aydınlanmış, adeta ışıldıyormuş gibiydi. Bir peri masalının ana karakteri gibi görünüyordu; Ama en ilgi çekici yanı gözleriydi. Bakışlarındaki derinlik, beni düşüncelerinin derinliklerine yolculuk etmeye davet ediyordu. Aklından ne geçiyordu acaba? Daha önce nasıl bir hayat yaşadığını biliyordum. Bir festivale katılmayı bırakın, görmediğinden bile o kadar emindim ki...
"Damien?"
Ona deneyimleyemediği her şeyi yaşatmak istiyordum.
"Evet?" dedi, dalgın bir biçimde.
"Bu akşam için bir planın var mı?"
"Bu akşam mı?" Ses tonu, kadifemsi bir şekilde akıp gidiyordu, zenginliğiyle beni içine çekiyordu. Nihayet bana baktı, lacivert gözlerinde derin bir ilgi vardı. Nazikçe esen rüzgar havayı hafifçe hışırdatıyor, saçlarında kıpırdıyordu. "Bir şeyler mi yapmak istiyorsun?" diye sordu, merakla.
"Evet."
Yavaşça yutkundum. Sonra da korkuluğun soğuk metaline sıkıca yapışıp içimdeki bir hissiyatla güç toplamak için sıktım. Sadece ona benimle festivale gelip gelemeyeceğini soracaktım, o kadar. Bunda yanlış bir şey yoktu ki. En kötü 'Şimdi olmaz. Her şey çok yeni.' diyerek reddederdi beni. Ben de tüm gün boyunca yaptığım gibi anahtar üzerinde çalışmak için çalışma odama geri dönerdim.
"Bu festival yılda bir kere oluyor." dedim göğsümdeki heyecanı hafifletmeye çalışarak. "Bilirsin... Sen... Beraber gitmek ister misin?"
Sözlerim nazik bir vaat şeklinde aramızda asılı kalırken "Sen neden gitmek istiyorsun?" diye sordu bana.
"Ah, şey... Bu festivale en son babamla katılmıştım. Harika zaman geçirdiğimi hatırlıyorum ama çok uzun zaman oldu. Gitmek istiyorum ama tek başıma yapmak istemiyorum. Birlikte gidersek... Daha eğlenceli olur. Hem sen de hiç böyle bir festivale katılmadın, değil mi?"
"Hayır, yapmadım."
"Öyleyse? Benimle gelir misin?"
Ondan artık korkmuyor olmama rağmen ona bir şeyler sorarken hâlâ ilk zamanki kadar geriliyordum. Bu duygu nasıl eskimezdi, anlamıyordum.
Damien teklifimi düşünürken kaşlarını hafifçe çattı ama bu fasıl olacağını düşündüğüm kadar uzun sürmedi. "Evet, gelirim." dedi uysalca.
"Harika, bence bu çok eğlenceli olacak." İçimden taşan bir hevesle geri çekildim, bundan neredeyse emindim. "Teşekkür ederim, Damien."
"Hâlâ çok teşekkür ediyorsun."
Bence, asla itiraf etmeyecek olsa da, bundan hoşlanıyordu.
Odama çıkıp üzerimi değiştirmekle vakit kaybetmek istemedim çünkü zaten güzel bir kıyafet giyiyordum; Kollarımın ve dizlerimin yarısına kadar uzayan ve geniş eteği haricinde vücudumu kusursuzca kavrayan lacivert bir elbise... Kalp şeklindeki yakası haricinde hiçbir süsü olmamasına rağmen elbise çok zarif ve şık duruyordu. Bence böyle bir şenlik için gayet uygundu. Omuzlarımdan göğsümün üzerine dökülen siyah, dalgalı saçlarımı ellerimle tarayıp merdivenlerden inerken merdivenlerin bittiği sahanlıkta Abraham'ı gördüm. Açık olmak gerekirse, o gece onu hiç görmediğim kadar dağınık bir hâldeydi. Son basamaktan indim ve gülerek ceketinin omzunda duran bir yaprak parçasını aldım. Abraham parmaklarını gri saçlarının arasından geçirerek "Kötü bir haberim var. Fırtına bahçeyi mahvetmiş. Yeniden düzenlemek biraz zaman alacak." diye söylendi. Ben de yeniden güldüm. Böyle ufak şeyleri dert etmesi anlamsızdı.
"Tahmin ettim. Neden bu kadar uğraşıyorsun? Yarın sabah halletmeni söylemiştim sana. Hem diğerleri de sana yardım ederdi."
"Ne kadar erken, o kadar iyi." Daha sonra bir adım geri çekilerek beni yavaşça süzdü. "Bir yere mi gidiyorsun?"
"Evet. Damien'la festivale gideceğiz."
"Vanessa!"
Abraham'ın ikaz dolu sesi beni pek etkilemedi ama memnunsuz olduğunu görmek moralimi bozdu. Omuzlarım düşerken düşüncelerimi toparlamak için başımı iki yana salladım ve 'Sorun ne?' der gibi "Ne?" diye fısıldadım. Oysa festivale gitmemin onu memnun edeceğini düşünüyordum. Her sene çalışmaya ara verip festivale giderek biraz eğlenmem için nutuk çekip dururdu. Bir anda fikrini değiştirmesi garipti ve bunun sebebinin ne olduğunu bildiğim için tüm hücrelerim gerilmişti. Abraham ellerinden birini yüzünde gezdirdi. Sonra da parmaklarını göğsünde birleştirip mantıklı düşünmem için yalvarır gibi konuştu benimle...
"Ortalık zaten yangın yeri. Bir de onunla tüm halkın olduğu bir festivale mi gideceksin? İnsanlar sizi rahatsız edebilir. Üstelik başkanın orada konuşma yapacağını da biliyorsun. Ya Damien ve seni görürse? Sana zarar verebilir."
"O kalabalıkta bizi fark etmesi imkansız. Hem herkesin içinde bize bir şey yapamaz ki. Bunu sen de biliyorsun. Diğer insanlara gelince... Sorun olmazlar. Hepsi Damien'dan korkuyor."
"Yine de daha önemli sorunların var, değil mi?"
Bir şaşkınlığın kalbimi esir aldığını hissettim ve saçımı kulağımın ardına sıkıştırırken konunun gittiği yönden rahatsız olarak "Sorun derken Diana'dan mı bahsediyorsun?" diye sordum. Sonra da açıkça suratımı astım. Son olanlardan sonra o kadının adını söylemeyi bile sevmiyordum.
"Hayır," dedi Abraham. "Bahsettiğim bu değildi."
"Ah, yine ne oldu? Açıkça söyler misin?"
"Ne olduğunun farkında değil misin gerçekten?"
"Hayır... Cidden. Neden bahsediyorsun?"
Kaşları çok hafif bir şekilde hareket ederken Abraham'ın suratındaki huzursuzluğun daha da yoğunlaştığını gördüm. Konu her neyse, ciddi anlamda can sıkıcı bir şey olmalıydı. Bunu fark etmek hissettiğim merakın iyice kabarmasına neden oldu. Abraham, gözlerini gözlerimden kaçırdı. Ben utangaç tepkisi karşısında daha da meraklanırken alt dudağını ısırdı. Bakışlarındaki gerginlik yoğunlaştı. Sonra da çok alçak bir sesle homurdanarak -Nihayet!- konuştu benimle.
"Artık iş gelmiyor."
Neyden bahsediyor olduğunu çok iyi biliyor olmama rağmen resmen beynim durmuştu. Yüzüme yapışıp kalan donuk bir ifadeyle "Ne?" diye fısıldadım.
"İş gelmiyor. Olanlardan sonra yani. Tek bir tane bile yok. Fark etmedin mi?"
"Ben..." dedim. Dudaklarımı hareket ettirmekte zorlanıyordum. Şaşkınlıktan düzgün bir biçimde konuşamıyordum bile. "Hayır, etmedim." Ve gerçekten de etmemiştim. Son zamanlarda makinemin kontrol anahtarı üzerinde çalışmakla o kadar meşguldüm ki.
"Bu, cidden büyük bir sorun Vanessa."
"Biliyorum." dedim. Panik dalgası üzerime çökerken kendimi toparlamak için mücadele ettim. Tüm para giriş çıkışlarını Abraham kontrol ettiği için "Durum tam olarak ne kadar kötü?" diye sordum. "Demek istediğim, düzenli para kazanmadan ne kadar süre idare edebiliriz?"
"Pek değil. Üzgünüm."
Kahretsin.
"Ama hesabımda yığınla para var." diye yakındım huysuz huysuz. "Var, değil mi?"
"Var, ama bir o kadar da giderin var. Alacağın şeyin fiyatına bakmak gibi bir alışkanlığın olmadığı için söylüyorum, sadece çalışma odandaki o ıvır zıvırların fiyatı bile normal bir ailenin yıllık masrafına eş değer. İş gelmezse ve giderlerin de bu şekilde devam ederse o parayla bir buçuk yıl ancak idare edersin. İşinde ne kadar iyi olursan ol, insanlar seninle çalıştıkları için dışlanma tehlikesini göze almazlar, Vanessa. Damien'la festivale gidip onu ne kadar umursadığını insanların gözüne sokmak yerine bu konuda bir şeyler yapman lazım."
Kendi kendime 'Bir şey?' diye düşündüm. Abraham'ın aslında ne imâ ettiğini fark ettiğimde zihnimde bir yıldırım çaktı. Midemde bir düğüm oluştuğunu hissederek irkildim. Sonra da öfkeyle söyledim.
"Damien'ı göndermeyeceğim, Abraham!"
"Biliyorum, biliyorum... Bunu bunun için söylemedim. Sadece sonradan şaşırmaman için durumun ne olduğunu bilmeni istedim."
"Daha sonra bunun için bir çözüm bulurum, olur mu?"
"Eh, elini çabuk tutsan iyi olur."
Ne yapmam gerektiği hakkında en ufak bir fikrim olmamasına rağmen, yorgun bir sesle, "Tutacağım, merak etme." dedim.
"Festivalde iyi eğlenceler, bu arada."
Belki o da gelmek ister diye "Sen de gelmek ister misin?" diye sordum. Gerçi cevabının ne olacağını biliyordum. Tahmin ettiğim gibi de oldu.
"Ah, hayır. Teşekkür ederim ama kalabalıktan ne kadar nefret ettiğimi biliyorsun. Sen keyfine bak."
Daha sonra sokak boyunca uzanan renkli fenerlerle süslü dar bir caddede Damien'la birlikte yürürken gözlerimi taşlarla döşeli zeminden ayırmıyordum. Dalgın ve endişeliydim. Abraham'ın daha öncesinde dedikleri zihnimi kurcalayıp duruyordu. İtiraf etmem gerekirse, işim benim her şeyimdi. Hayatta yapmaktan keyif aldığım tek yegane şey... Ama şimdi, o şey parmaklarımın arasından kayıyordu ve ne kadar istesem de onu tutamıyordum.
Derin bir nefes alarak bir süreliğine bunu düşünmeyeceğime ve festivalde keyifli vakit geçirmek için elimden geleni yapacağıma dair kendime bir söz verdim.
Geleneksel kıyafetler giymiş genç, aşık bir çift yanımızdan gülüşerek geçerken festivalin ne kadar güzel olduğu hakkında konuşuyorlardı. Erkeğin tatlı sayılabilecek bir çiftlik oğlanı havası varken, kız daha zarifti. İkisi de çok mutlu görünüyordu, en azından yanından geçen kişilerin kim olduğunu fark edene kadar. Gergin adımlarla ve suratlarla yanımdan geçerlerken onları daha fazla rahatsız etmek istemediğim için gözlerimi çiftten çektim. Umurumda değilmiş gibi davranmak için elimden geleni yapsam da insanların bana böyle tepki vermelerine, benden böyle kaçmalarına alışkın değildim...
Ne kadar garip, diye geçirdim içimden. Ve bir o kadar da rahatsız edici.
Nefesimi bırakarak "Damien," dedim ve gecenin içine ışıklar yağdıran küçük ışık lambalarına bakarken bunu vurgulamak için biraz bekledim. "İnsanların böyle tepki vermelerine alışkın mısın?"
"Neden soruyorsun?"
"Çünkü ben değilim." Bana baktı. Ben de ona baktım. Festivalin canlı ışıkları arasında bile Damien'ın güzelliği dikkat çekici bir şekilde parlıyordu. "Bu düşündüğümden daha rahatsız edici." diye itiraf ederek devam ettim.
"Senin için öyle olmalı."
"Senin için değil mi?" diye sordum, merak ederek.
"Hayır. İnsanlar benimle yakınlaşmaktan çekinirlerdi."
Koyu renk kaşlarımı kaldırdım çünkü Damien nereye giderse gitsin bakışları üzerine çeken doğal bir çekiciliğe sahipti. İnsanlar ondan neden çekinsindi ki? Ama başta ben de öyleydim, değil mi? O zamanlar neden çekiniyordum acaba? Doğru ya. Eski sahibinin kolunu kırmıştı ve ilk tanıştığımızda kafese girmeye zorlanmış bir kaplan kadar evcil görünüyordu. Damien hafif bir tebessümle dudaklarımı kaplayan gülümsemeyi seyrederken ilk başta hakkında kurduğum ön yargılarımdan dolayı utanç duydum. Eski sahibi pisliğin tekiydi ve birine 'hediye' edilmek sinir bozucu bir şey olsa gerekti. Ayrıca bana da hiç güvenmiyordu.
Damien, gerçek bir ilgiyle, "Aklından neler geçiyor?" diye sordu ve kısa bir an için sorusu ruhumu okumak için derinlere inmek istiyormuş gibi hissettirdi.
"Hiçbir şey." dedim.
"O halde neden gülümsüyorsun?"
"Güzel bir gece. Sence de öyle değil mi?"
"Haklısın," Damien, başını çevirdi ve sokağın ucundaki alanı kaplayan kalabalığa baktı. "Böyle bir yerde gülümsememek zor."
"Hey, dikkat et." Uzun, ahşap bacaklar takan ve renkli kostümler giyen adamlardan biri yanımdan geçerken ona çarpmamak için Damien'a doğru kaydım. Festival alanı insan seliyle dolup taşıyordu. Renkli kıyafetler ve çeşitli aksesuarlarla süslenmiş kalabalık denize bakarken gülümsemem büyüdü. Her yer ışıl ışıldı. Çeşitli enstrümanların sesleri birbirine karışarak ritmik bir melodi oluşturuyor ve çılgınca dans eden çiftler de festivalin ruhunu canlandırıyordu. Birden sade, lacivert elbisemle kendimi çok sönük hissettim ama muhtemelen dikkat çekmemek daha iyiydi. Şimdi bile insanlar Damien ve bana bakıp duruyordu, ki bazıları bunu saklamak için uğraşmıyordu bile...
İnsanları umursamamak için elimden geleni yaparak, Damien'a, "Eee? Öncesinde ne yapmak istersin?" diye sordum.
"Festivallerde ne yapıldığını bilmiyorum."
"Eğlenirsin, Damien." Bir rüzgar esip geçti ve yandaki tezgahlardan çiçeklerin tatlı kokusunu taşıdı. Etrafa bakınarak ellerimi hafifçe çırptım. "Tamam, öncesinde biz..."
İnsan yığınının arasında aşina bir yüz görür gibi olunca sözcükler dudaklarımda yarım kaldı. Önce Mina'yı fark ettim, o küçük köle kızı. Bayan Contessa yanındaydı ve çocuğun elini tutuyor, oyuncaklarla dolu alana doğru yürürken gülerek bir şeyler anlatıyordu. İki de şey görünüyordu... Mutlu. Daha sonra Mina'nın inanılmaz tatlı ve şık giyindiğini fark ettim. Pembe elbisesi ve iki yandan örgülü saçlarına taktığı pembe kurdeleyle bir köleden çok zengin bir kadının çocuğu gibi görünüyordu. Değişim sadece elbisesinde değildi. Bayan Contessa Mina'ya tahmin ettiğimden bile daha iyi bakıyor olmalı ki, küçük kız yaşlı kadını dinlerken ona sanki yeryüzüne düşmüş bir melekmiş gibi bakıyordu. Bu manzara beni anlam veremediğim bir şekilde duygulandırırken Mina için mutlu olduğumu hissettim. Taciz edilmiş bir köle çocuğu Bayan Contessa'ya verme konusunda -Özellikle de Asiller Konseyi'nde bir milletvekili olduğu için- başta tereddütlerim olsa da artık ne kadar doğru bir tercih yaptığımı biliyordum. Nasıl başardığı hakkında en ufak bir fikrim olmasa da o yaşlı kadın bir şekilde o çocuğu iyileştiriyordu.
Ben ona bakarken Mina başını çevirdiğinde bir anda göz göze geldik. Çocuk hâlâ benden çekiniyor olmalı ki, tereddütle Bayan Contessa'nın eteğinin arkasına saklandı. Ardından yanımda duran Damien'ı fark etti. İfadesi değişti, yüzü aydınlandı. Daha sonra da hiç beklemediğim bir şey yaptı; Koşmaya başlayarak Damien'ın olduğu tarafa doğru geldi. Ben de çocuğu daha fazla rahatsız etmemek için birkaç adım geri kaydım. Mina, "Damien!" diyerek bacaklarından birine sarıldığında Damien'ın yüz hatlarından bir şaşkınlık geçti. Artık onu az çok tanıdığım için böyle bir samimiyete alışkın olmadığını biliyordum ama ne olursa olsun, Mina onu gerçekten seviyor gibiydi. Hatta ona yakın olmaktan hiç rahatsızlık duymuyordu. Başta bunun garip olduğunu düşünmüştüm. Ne de olsa olanlardan sonra Mina'nın çok uzun bir süre yetişkin insanlara güvenmeyeceğinden emindim fakat şimdi anlıyordum ki, Mina'nın gözünde Damien bir yabancı değildi. Ona kötü şeyler yapan adamın kolunu kıran adamdı. Muhtemelen onu bir kahraman ya da koruyucu melek olarak görüyordu.
Damien, "Merhaba, ufaklık." diyerek çocuğun gözlerine bakmak için dizlerinin üzerine çöktü. Örgüsünden sarkan kurdelenin ucuna dokundu. "Pembe sana çok yakışıyor."
"Öyle mi? Bunun için Bayan Contessa'ya teşekkür etmeliyim. Saçlarımı yapmak için sabah erkenden kalktı ve benim için bu elbiseyi diktirdi. Festival için çok güzel olmamı istiyormuş... Sen nasılsın?"
"İyiyim." dedi Damien. "Beni merak etme sen. Bayan Contessa sana iyi davranıyor mu?"
Sanırım Bayan Contessa'ya güvenmiyor. Vay be. Ne şaşırtıcı.
"Evet." dedi Mina saf saf, ardından yeniden gülümsedi. "O harika biri, Damien."
Damien ve Mina'ya bakarken içimdeki boşluk büyüyor, kalbimin derinliklerinde bir yaraya dönüşüyordu. Sebebi çocuk muydu? O masum varlık? Ne garip. Bir köle olduğu için Damien'ın evlenmeye izni yoktu ama onu ona benzeyen bir çocukla hayal edebiliyordum. İyi bir baba olurdu. Ne var ki, bu hayale çocuğun annesi olarak birini yerleştiremiyordum. Bayan Contessa bana yaklaşırken saçma sapan şeyler düşünmeyi bırakarak gözlerimi Damien ve çocuktan çektim. Yaşlı kadının şapkasının tepesinde büyük, mavi bir tüy vardı ve desenleri beyaz eldivenlerindeki desenlerle uyumluydu. "Vanessa?" diyerek bana sıkıca sarıldığında sersem bir halde ben de ona sarıldım. Kadın çiçek bahçesi gibi kokuyordu. Geri çekilirken yüzündeki sıcak gülümseme gözlerindeki parıltıyla birleşmişti. "Nerelerdeydin sen? O son olaydan beri seni görmedim." diye alay ederek yanağımı sıktığında sözleri oyunbaz bir melodi gibi kulaklarımda yankılandı. Yüzündeki kırışıklıklar neşesini yansıtırken, Bayan Contessa, parıldayan gözleriyle beni alaycı bir şekilde süzdü...
"Meşguldüm." diyerek cevapladım.
"Evet. Tahmin ettim."
Dudakları yavaşça kıvrılırken Bayan Contessa'nın yüzünde mistik bir gülümseme belirdi ve bu esrarengiz hava, farklı bir konuya geçmeye karar vermeme neden oldu.
"Sizi festivalde daha önce hiç görmemiştim."
"Evet, çoğunlukla gelmem ama bu gece, benim tatlı Mina'ma festivali göstermek istedim. Daha önce hiç katılmamış. İnanabiliyor musun? Ne kadar büyük bir kayıp."
"Hayır fakat onu burada görmek gerçekten güzel. Mina çok özel bir kız, mutlu olduğunu bilmek kalbimi ısıtıyor."
Bayan Contessa kalbinin üzerine dokunarak, sesinde anlam bulan bir sıcaklıkla, "Ah, benim de." dedi ve bunu gerçekten kastettiğini biliyordum. Gözleri Damien'a döndüğünde ifadesi aniden değişti. Şimdi gözlerindeki parlaklık kaybolmuştu, yerini derin bir bulanıklık almıştı. Bana doğru eğilerek "Seni mecliste desteklemek isterdim, Vanessa ancak sen de biliyorsun ki teklifinin kuruldan geçmesi imkânsız. Burada işler o şekilde yürümüyor. Üzgünüm." dediğinde konunun birdenbire meclise gelmesine şaşırmıştım. Ardından her şeyin yolunda olduğunu göstermek için başımı iki yana salladım. Ona kızgın değildim ki. Mina'yı nasıl mutlu ettiğini gördükten sonra değil.
"Biliyorum," dedim. "Sorun değil."
Bayan Contessa ve Mina yanımızdan ayrılırken, Mina, Damien'a el sallamak için kısa bir an geri döndü. O kadar sevimliydi ki 'Keşke ona dokunmak konusunda daha cesur olabilseydim!' diye düşündüm. Hassas davranıp kendimi ağırdan satmam gerektiğini biliyor olsam da Mina'ya sarılmak ve yanaklarını sıkmak istiyordum ama muhtemelen çocuk bundan hiç hoşlanmazdı.
"Seni seviyor." dedim Damien'a. "Mina yani. Ne tatlı bir kız."
"Kahretsin," dedi memnunsuz memnunsuz.
"Ne?"
Neden bunu dedi ki şimdi?
"Gel, gitmeliyiz."
Beni elimden tuttu ve hızlı bir şekilde yürüyerek kalabalığın içine çekti. Başta neden bunu yaptığını anlamasam da daha sonra festival alanına yaklaşan makam aracını gördüm. Aracın siyah gövdesi, parlak metal detaylarıyla dikkat çekiyordu ve önündeki ışıklar kalabalığın üzerine renkli yansımalar saçıyordu. Arabanın etrafında toplanan insanlar, heyecan ve merakla içinden çıkacak kişiyi bekliyordu. Başkan Eugine. Aceleci bir şekilde Damien'a ayak uydururken bu geceyi kötüleştirmek için Başkan Eugine'nden daha iyi bir seçenek olmadığını düşünüyordum. İçimdeki heyecan, kalabalığın içinde hızla yürüyen adımlarımızla birleşerek beni sürükledi. Göz alıcı renkleriyle dikkat çeken şekerler, çikolatalar, kurabiyeler satan bir tezgahın yanından geçtik ve yeterince uzaklaştığımızdan emin olunca Damien durdu. Işıklarla süslenmiş ahşap sütunlardan birine sıkıca yaslandım, kaslarımın ağrısı ve kalbimin hızlı atışlarıyla mücadele etmeye çalışırken başımı geriye attım; Kesinlikle koşmaya alışkın değildim. İyi tarafından bakmaya çalıştım, Başkan Eugine bizi burada bulamazdı.
"Pardon, hanımefendi? Siz Vanessa Born musunuz?"
Daha önce hiç duymadığım bir ses dikkatimi çekerken, daha önce hiç görmediğim bir adamın bana doğru yaklaştığını gördüm. Damien'in kasları aniden gerginleşti ve koruma moduna geçerek olası bir sorun çıkmasına karşı bana biraz yaklaştı. Uzun, ince adam ellerinde tuttuğu kağıtları sıkarak karşımda durdu. Arada sırada bir kaplan kadar tehlikesiz bir şekilde yanımda duran Damien'a bakması haricinde gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Damien'da yabancı adama hiç sıcak bakmıyordu doğrusu. Muhtemelen daha önce olanlar yüzünden densizlik yapacak başka bir Westland'lı olduğunu düşünüyordu...
Konuşabilecek bir hâle geldiğimde "Evet, benim?" dedim tereddütle.
"Ah, harika! Tüm bir hafta boyunca sizi arıyordum. Benim adım Xavier, Yeraltı Dövüşlerinin muhasebe bölümünde çalışıyordum." Bize resmi damgası olan bir kart göstermek için elini ceketinin iç cebine attı, sonra da kartı yerine geri koydu. "Daha önce arena dövüşleri üzerine bir kupon oynamışsınız galiba. Doğru mu?"
"Ne?" dedi Damien, şaşkın şaşkın.
Bir anda hatırladım.
"Ah," dedim. "Evet, oynadım."
Adam elindeki kağıt parçalarını hızlıca karıştırarak, yapay bir neşeyle, "Kazanmışsınız. Tebrikler." dedi ve daha da şaşırdığımı hissettim.
"Kazanmış mıyım?"
"Evet. Kurallara göre eğer dövüş taraflarından biri arenayı terk ederse diğer taraf otomatik olarak kazanır. Sizi arıyordum çünkü miktar fazla olduğu için para transfer süreci için resmi iznine ihtiyacımız var."
Damien'ın gözleri yavaşça bana döndü. İnce lacivert irisleri festivalin ışığında belirsiz bir şekilde parladı. "Cidden bana karşı mı oynadın?" dedi hafif şaşkın bir tonla. Sanki içimdeki her düşünceyi okuyacakmış gibi hissederken gözlerindeki yoğun bakışlar beni dondurdu. Utansam da omuzlarımı silkerek cevap verdim.
"O an sana kızgındım, Damien."
"Ama ben..." Kendini açıklamaktan vazgeçti, dudaklarını birbirine bastırarak başını salladı. "Neyse. Boş ver. Bu iyi bir şey. Paraya ihtiyacın var, değil mi?"
Bunu nereden bildiğini merak ettim çünkü Abraham'ın finansal durumum hakkında Damien'la konuşacağını hiç sanmıyordum ama öte yandan, Damien benim kadar dikkatsiz değildi. Eve hiç müşteri gelmediğini fark etmiş olmalıydı. Önce parayı reddetmeyi düşündüm çünkü o kanlı arenadan gelecek hiçbir şeyi istemiyordum ama içinde bulunduğum durumda kabul etmemek aptallık olurdu. Cidden paraya ihtiyacım vardı. Kabul ettiğimi göstermek için başımı sallayınca Xavier bana birkaç belge uzattı ve dikkatlice her bir cümleyi okuduktan sonra can sıkıcı hiçbir madde olmadığını fark edip para transfer onayını vermek için imzamı attım. Xavier, paranın hesabıma yarın geleceğini söyleyerek yanımdan ayrıldı. Yeniden baş başa kalınca Damien'a geri baktım ve çekinerek aklımdan geçen şeyi sordum.
"Damien, o arenadan gelecek para seni rahatsız edecekse eğer ben..."
"Hayır, ama bana karşı oynaman beni rahatsız ediyor. Kaybetme ihtimalinin büyüklüğüne rağmen neden yaptın bunu? Kazanmanın tek sebebi arenadan çıkıp peşinden gelmem."
"Biliyorum. Dedim ya, sana çok kızgındım."
Damien başka hiçbir şey demeden beni süzdü. Aklından neler geçiyordu acaba? Neyse. Önemli değildi. Aramızda çatırdayan bu gerilimi azaltmak için avucumu ona uzattım ve yüzümde bir tebessümle sordum.
"Sana festivale dair en sevdiğim şeyi göstereyim mi, Damien?"