Sınıftan çıkarak ilerlediğin de Elifin kendisini takip etmesi için bir süre bekledi. Alt kata indiklerinde Elif sınıfına kendisi ise müdür odasının bulunduğu kata yöneldi. Kapıyı tıklattı ve içerideki ilahi sesin kendisini çağırmasını bekledi. "Gir."
Beklenen ses eşliğinde odaya girmesiyle müdüre tebessüm ederek baktı. "Yine kimin ayağı tasa takılmış hocam? O taşı oraya ben koymadım şimdiden söyleyeyim."
Mudur ciddi tavrını korudu ve koltuğu işaret etti. "Sorun pek seninle alakalı değil. Küçük Hanımla ilgili. Sen yetmiyordun birde basımıza kardeşin çıktı."
Alisa'nın odanın içerisin de kösede oturuyor olduğunu henüz görmüştü. Okulun ikinci gününden neler olmuş olabilirdi ki? Sıkıntıyla koltuğa yayılarak nefes aldı. "Dinliyorum hocam. Ne yapmış?"
Bakışlarını kaçırmaksızın Alisan'ın gözlerine dikti. "Sınıf arkadaşını bıçakla üzerindeki montundan duvara çivilemiş."
Hayretle kaşları yukarı kalktığında müdüre döndü. "Daha neler. Adam öldürdü deyinde tam olsun."
"Doğru Alp, çocuğun montunda büyük bir delik vardı."
Müdür masanın üzerindeki ince küçük ve keskin bıçağı eline aldı. "Alette burada. Daha önce böyle bıçak görmemiştim."
"Alisa savunma dersi alıyor."
"Okulda bunu gelişi güzel kullanmaya hakkı yok."
"Öncelikle neden fırlattığını sordunuz mu?"
"Hayır."
"Hiç şaşırmadım."
Müdürün gözleri Alisa'yı buldu.
"Neden sınıfından birine bıçak fırlattın?"
"Bana dokunmaya çalıştı. Bende sadece göz boyadım. Elini, kolunu kırmadığıma şükür etsin."
Alp'in alnındaki damar gerginlikten atmaya başladığında, öfkesini bastırmak için nefes aldı ve sonra yutkundu.
"Çocuğu uyarıp bizi gönderir misiniz? Yoksa ben gidip döveyim mi?"
"Buraya seni konuşmaya çağırdım Alp. Çocuğun icabına bakılacak ama kardeşin bu tür bıçaklar yanında okulda gezemez."
"Haklısınız."
Alisa'ya baktı ve ifadesiz gözlerle konuştu.
"Bütün bıçaklarını çıkart ve müdürün masasına koy."
"Üzerimde başka bıçak yok."
"Olduğunu ikimizde biliyoruz. Gelip hepsini bulmamı ister misin yoksa kendin çıkaracak mısın?"
Alisa usanmışa ayağa kalktı. Ceketinin farklı yerlerinden üç tane keskin cisim çıkardığında iki tanesinde ayakkabılarının yanlarından çıkarttı.
Alp'in gözü Alisa'nın sol elini rahat etmediğini açıkça görmüştü.
"Sol bileğinin oradakini de çıkart."
Alisa öfkeli şekilde baktığında kaşlarını hadi dercesine kaldırdı. Son olarak bileğindekini de çıkarıp masaya koydu.
"Bir daha böyle bir tolerans göstermeyeceğim Alp."
"Ben hallederim hocam. Çıkabilir miyiz?"
Alp ayağa kalkarak odadan çıktı ve sırtını duvara yaslayarak Alisa'yı bekledi. Müdürün odasından çıktı ve kapıyı kapatarak bakışlarını kendisine dikti. İlerleyerek koridorun orta kısımlarına geldiklerinde kolundan yavaşça tutarak Alisa'yı duvara yapıştırdı.
"Senin derdin ne kızım? Okulun içinde kafana göre bıçak fırlatamazsın."
Alisa sertçe Alp'i itmesiyle aralarında yarım metre boşluk açıldı.
"Sakın bana bir daha dokunma!"
Alpin yüzü öfkeden kızardığında yumruklarını sıktı.
"Bana bak! İnsanlarla iyi geçin bir daha beni buraya çağırttırma."
"Kusura bakma. Yıllarca müdürün odasına gidip anneme babama ulaşmadıklarından kendim hesap vermeye alışmışım. Seni düşünemedim."
Sesi fazla alaylı ve yapmacıktı. Onunda mı okul problemleriyle ilgilenmiyorlardı? Hem de yanlarında yaşamalarına rağmen.
"Bana bak kızım. Düzgün davran. Müdür odalarına taşınmaya pek niyetim yok."
"Gelme sende. Sana kim gel dedi?"
Koridorda görüş alanına giren çocuk Alisa'ya korkak bakışı attı ve önüne dondu. Alp durumu fark etmiş ve işten çoktan geçmişti kolundan tuttuğu gibi duvara yapıştırdı.
"Bir daha bu kıza dokunursan, dokunmayı bırak tenezzül bile edersen. Senin ağzını burnunu kırarım."
Çocuk korku içinde Alp'e baktığında Alp'in gözlerinden ateş fışkırıyordu. Alisa gözlerini kocaman açtı ve şaşkınlıkla durumu izledi. Hızla yanına giderek çocuğun boğazındaki elini çekti ve onu geriye itti.
"Manyak mısın sen? Ne yapıyorsun?"
"Evet, manyağım! Napacaksın lan?"
"Psikopat."
"Siz ikinizde manyaksınız."
Çocuk Alisa ve Alp'e bakış atarak müdür odasının kapısını çaldığında, Alp gergin sinirleriyle baş basa merdivenden ilerleyerek Alisa'yı gerisinde bıraktı.
-
Yağmur sessizliğini koruyarak yumuşak şekilde yer ile buluştuğunda asfaltın bütün rengi koyulaşarak değişmeye başlamıştı. Etraf ıssız ve gün batımının hemen ardında zifiri karanlık yerini almıştı. Adımlarını içi titredikçe daha büyük attı. Vücudunun en üç noktalarındaki kaslarında bile gerginlik vardı ve bütün bedenini uyarıyordu.
"Furkan."
Kendisine seslenen tanıdık ses mavi gözlerin sahibine aitti. Hiçbir şey demeyerek duymamazlıktan gelirken adımlarını biraz daha hızlandırdı.
"Furkan!"
Kendisine yetişerek kolundan tutarak cevirdi.
"Beni duymuyor musun?"
Konuşmak istedi fakat ağzını kıpırdatamadı. Yüzünü şaşkınlık ifadesi kapladığında kasları havaya bile kalkamadı.
"Furkan senin neyin var? Betin benzin solmuş."
Yavaşça kolunu kurtardı ve binaya doğru ilerledi.
"Hiç." diyebildi sadece. Konuşmaya takati yoktu. Kafasındaki cümleleri toparlayacak kadar içindeki sorunla boğuşuyordu.
"Nasıl hiç?"
Apartmandan içeri girdi ve merdivenleri tutunarak çıktı. Dengesine güvenemiyordu. 1. Kata ulaştıklarında kolundan tutarak kendisine dondurdu.
"Furkan neyin var?"
"Hiç sadece yorgunum."
"Sen nereden geliyorsun?"
"Alp'le beraberdik."
"Kimle beraber olduğunu değil nerde olduğunu sordum farkındaysan."
Kolunu kurtardı.
"Rahat bırak beni papatya."
2.kata çıkmak için döndüğünde daha sert biçimde kolundan tutması ile dengesini zor toparladı. Düşecek gibi oldu fakat düşmedi. Cansu'nun ağzı şaşkınlıkla iyice açıldığında kollarının iki yanından tuttu. Bu kadar sert çekerken dengesini ayarlayamayacağını düşünmemişti.
"Furkan neyin var senin?"
"Başım ağrıyor yok bir şeyim."
"Dengeni bile toparlayamıyorsun. Nasıl bir şeyim yok?"
Kolunu kurtarırken bakışları içini donduracak kadar buz ve ifadesizdi. Sesi bir ton yükseldi.
"Başım ağrıyor dedim ya!"
İçine acı otururken, gözleri dolmaya başladı. Furkan'ın bu denli öfkesine anlam veremiyordu. Dün akşamki tavırlarıyla aynıydı. Sabah gayet iyilerdi şimdi ne bir anda ne olmuştu da ona böyle davranıyordu.
"Nereye gittiğini bana söyleyeceksin!"
"Öyle bir zorunluluğum olduğunu nereden çıkarttın?"
"Furkan davranışlarına anlam veremiyorum."
"Vermeye çalışma o zaman! Zorlama. Zorlamaktan vazgeç."
"Bana nerede olduğunu açıklayacaksın!"
"Sana açıklama yapmak zorunda değilim!"
"Zorundasın!"
"Sana niye açıklama yapmak zorundayım. Söyle?"
"Sen nedenini gayet iyi biliyorsun."
"Bence bir neden yok."
Gözlerindeki yaşları zorlukla içinde tutarken, ellerini yumruk yaparak sıktı. Normal davranmadığının, öfkesinin farkındaydı. Alınganlık yapmayacaktı. Gözleri dediklerinin aksine bakarken, kaçmayacaktı.
Konuşmak için ağzını açtığında elini yumruk yapmayı bırakarak ağzını kapattı.
"Kapa çeneni. Sakın canımı yakayım deme, yoksa bunu sana ödetirim."
Elini ağzından çekti ve Furkan'ın yakalarından yakalayarak sertçe kendine çekerek milim kala durdu.
"Hesap vermek zorundasın! Çünkü ben senin olduğum kadar, sende benimsin!"
Göz bebeklerinin içinde şimşek çaktığını hissediyordu. Bakışları derin ve bir o kadar tehditkârdı. Gözlerini ayırmaksızın Furkan'a bakıyordu ve geçen her saniye boş öfkesinin azaldığını gördü.
"Sakın bir anlık öfken için pişman olacağın laflar söyleme!"
Yakasından tuttuğu ellerini sımsıkı yumruk yaptı. Öfkesi Furkan'ınkini geçmek üzereydi. Derin nefes alıp verdiğinde, öfkesi sönmeye başlamıştı.
Ne kendisi nede Furkan tek kelime etmiyordu. Onunda susarak sakinlemeye çalıştığını biliyordu. Kendisine bakan kahverengi gözler haddinden fazla dolmuş, yüzünün her yanı kızarmış, boynundaki damar belirginleşmişti. Bu sefer öfkesinden değil, ağlamamak için kendini kastığındandı.
Cansu'yu kendisine çekerek sımsıkı sarıldı. Söylememesi gerekenlerin, uçurum kenarından dönmüştü. Bunu Cansu'nun ağzını kapatmasına borçluydu. Aklı doğru düşünemiyor ve içindeki öfkeyi zapt etmek, kudurmuş hayvanı zapt etmeyi başarmak gibiydi. Korkusu bütün zihnine hüküm ediyordu.
Yüzünü Cansu'nun boynuna gömdü, şuan kokusundan başka daha iyi sakinleştirici bilmiyordu. Titrekçe burnunu boynuna yaklaştırdı ve nefesini en derinlere çekti. Tutuşları sertti. Sarılırken, Cansu'nun kemikleri bir birine geçmek üzere olduğunu hissediyordu fakat canının acıdığına dair hiçbir itirazda bulunmamıştı.
Kendisinin saran kolların sıkılığı kendi canını yakacak kadarda sertti. Aynı sıkılıkta kendisine sarılıyordu.
"Beni sakın bırakma papatya. Kolların hiç bırakmayacakmış gibi sarılıyor. Hep böyle sarıl."
"Gitmen gerekse bile, seni sırf kendi iyiliğim için bırakmam."
"Özür dilerim."
Kısa saçlarının arasında el hissettiğinde kendisini sakinleştirmek isteyerek oynuyordu.
"Dilemene gerek yok. Kötü olduğunu ve öfkeden böyle davrandığını biliyorum."
"Söyleyemem. Lütfen ısrar etme."
"Neden peki? Neden söyleyemezsin?"
"Zamanı var papatya."
"Sadece beni endişelendiriyorsun."
"Endişelenme."
Kollarını gevşeterek Cansu'dan ayrıldı. Gözlerinin içine baktı ve tebessüm etti.
"Papatyam yanımdayken endişelenecek bir şey yok."
Cansu tebessüm ederken, konuyu değiştirmek istedi.
"Bayım günlerdir hamle yapmıyorsunuz. Haber vereyim dedim."
"Hatırlattığın iyi oldu. Zaman yakındır. Sinirden kudurmaya hazır ol."
"Zevkle bekliyorum."
"Yerinde olsam o kadar emin olmazdım papatya. Çünkü.."
Yüzüne yaklaşarak dudaklarına üfledi.
"Tam anlamda delireceksin."
"Göreceğiz."
Cansu gülümseyerek merdivenlerden çıktı ve kapıya ulaştığında, yanından geçerek yukarı kata çıktı ve eve girdi. Üzerinde hissettiği büyük baskının üzerine uykuya ihtiyacı vardı. Odasına ilerledi. Dolabını açtı ve üzerini değiştirerek yatağa yattı. Gözlerini kapatırken, bu sefer kendini çok huzursuz ve rahatsız edici uyku bedeni ile buluştu.
-
Eve girdiğinde ortalığa hakim olan sessizlik huzurluydu. Alisa'nın uyumuş olmasını diliyordu. Okulda olan tartışmalarının ardından, konuşmamışlardı. Saat 10'a geliyordu. Birkaç saat dışarıda dolanmış ve sahil kenarına gidip hava almıştı. Zihnini boşaltmaya ihtiyacı vardı.
Işığı yaktığında büyük malikâne de yankılanan miyavlama sesi ile ürktü.
"Hay ben senin."
Yerde kendisine bakan çift göz Alisa'nın kedisinden başka bir şey olamazdı. Düşündüğünde adının Tarçın olduğunu hatırladı. Beyaz tüyleriyle oldukça sevimli görünse de ona dokunmayacaktı. Tatlı olduğu kadar ürkütücü bir havası vardı.
Alisa'yı almaya gittiğinde, Tarçın'ı Hollanda'da gerilerinde bırakmışlardı. Umut'un kediyi getireceğini söylemişti. Alisa kedi gelebilir mi diye izin aldığında, odası dışında takılması sorun olmayacağını kısa ve net biçimde belirtmişti.
Adımlarını merdivene çevirdiğinde, kedi kendisini umursamayarak arkasını döndü ve solana doğru gitti. Alisa'nın gelmesi yetmezmiş gibi birde olaya kedisi eklenmişti.
Kata ulaştığında Alisa'nın odası önünden geçerken, kapının açık olması meraklı gözlerinin içeri turlamasına engel olamadı.
Yerde oturmuş ders çalışıyordu. Bir süre sessizlikle bakındı. Bakışları ders kitaplarından kalkarak gözlerini bulduğunda, içten şekilde gülümsedi.
"Hoş geldin."
"O kediyi odamdan uzak tut."
"Tarçın çok tatlı bir kedidir."
"Sana göre."
"Odanın dekorasyonu için bakmaya ne zaman çıkarız. Malum yarın okul yok. Cumartesi. Yarın bakabilir miyiz?"
"Sana bakmayacağımızı söylemiştim."
"Bende ısrar etmiştim."
"Pek yararlı olmamıştı."
Alisa oturduğu yerden doğruldu. Kollarını birbirine bağladı ve Alp'in gözlerinin içine uzun süre baktı.
"Öyleyse, sen ikna odana kadar odam olmayacak."
"Keyfin bilir. Bel ağrısı çekecek olan sensin."
Adımlarını odasına çıkmak için koridorun sonuna ulaştı. Son merdiveni çıkarken, Alisa'nın sesi kendisini durdurmadı.
"Yemek yedin mi?"
"Yedim."
"İyi, bende acıkıp yemiştim zaten. Başında beklemek için sormuştum."
"Yemek yerken yalnız kalmayı tercih ederim."
Odasına girerek kapıyı kapattığında, Alisa'nın son dediğini sesini incelterek taklit ettiğini duydu.
"Uyuz Derin!"
Söylenmeleri kapıya yakın olduğundan kulaklarına zorda olsa ilişiyordu. İstemsizce yüzüne sırıtma oturdu. Onu sinirlendirmek hoşuna gitmişti. Çantasını kenara fırlattığında, bilgisayarını açtı. Üstünü seri biçimde değiştirdi ve çantasındaki kitapları çıkarttı. Rahat koltuğuna yayıldı ve birçok gözden geçirmesi gereken konunun için gömüldü.
Eski Alp'ten çok şey kaybolmasa da çalışmak konusunda en azından önüne oturttuğu belli hedefler vardı. İnat saçmalıkları ile okulu uzatma gibi bir lüksü yoktu. Bütün şirketlerin ağırlığı kendi üzerindeydi. Neyse ki, Derya Hanım üstündeki bütün yükü kendisine almıştı. Rahattı. İmza ve prosedür konularında arada kendisine uğrayacağını söylemişti. Birde ay sonlarında gelir ve giderleri kontrol etmesi gerekiyordu.
İhale işini de unutmamak gerekliydi tabi, Amerika'da verdiği büyük gözdağının ardından işi yakından takip etmeli ve elinden geldiğince işin hızlanması konusunda destek olmalıydı. İhaleler, ailesini kaybetme nedeniydi. Annesi ve babası bu iş uğruna canlarını feda etmişlerdi ve amaçları para kazanmak değildi.
Evsiz olanlara ev, bir yuva vermekti.
Site yapıldığında, çok düşük fiyatta fakir ailelere satılacaktı. Zararı holding kapatacaktı.
O zararı kapatmak için diğer ihalenin de birlikte yürüdüğüne emin olmak zorundaydı. Son derece lüks, pahalı ve kusursuz bir minik kent oluşumu satışa sunulacaktı.
Ders kitaplarına tekrar döndü. Düşünmek, ortaya sonuç ve çözüm çıkartmayacaktı. Kesintisiz dikkatle çalışmanın ardından, telefonun melodi sesiyle yerinden sıçradı. Bakışları kaydığında, Kerim yazısını gördü. Telefonu açarak hoparlöre aldı.
"Efendim Kerim."
"Söylediğiniz paket hazır ve getirildi."
"Öyle mi? Tamam, eve yollat."
"Peki efendim. Şimdi mi istersiniz?"
"Evet."
Telefonu kapattı ve bir süre daha çalışmaya devam etti. Kapı sesi çalışmasını bölerken, ayaklandı. Hızla merdivenlerden inerken, Alisa'nın çoktan alt kata ulaşarak kapıyı açtığını duydu. Evin giriş kapısı görüş alanına girdiğinde, küçük çaplı şok yaşadı.
Kapıyı açan Alisa ve karşısındaki kişide büyük şok içinde birbirlerine bakıyorlardı.
"Alisa?"
Alisa'nın ağzı şaşkınlık içinde açıldı.
"Dayı?"
"Sen burada ne arıyorsun ufaklık?"
Harikaydı. Ne hoştu? Alisa'yı kendisi dışında herkes biliyordu ve hiçbiri ona bu gerçeği söylememişti. Yavaş adımları son basamağı da indiğinde, Alisa'nın tam yanında dikilerek alayla gülümsedi.
Dayısının bakışları kendisini buldu.
"Alp? Alisa nasıl buraya."
"Sen yokken."
"Oğlum hiç triplere girme başlarım tribine. Annen yolladı beni Çine. Kaldım öyle elin memleketinde, rahmetlinin işleri garipti."
"Çin mi? Ne çini lan?"
"Dayınızı içeri almayacak mısınız?"
"Öylece çekip gittin haber verme zahmetine girmedin."
"Vaktim yoktu oğlum. O zaman Alisa'yı Amerika'dan götürmekle meşguldüm."
Alp alaylı bakışlarını Alisa'ya çevirdiğinde ciddiliği arasında gözlerini yere devirdi.
"Harika. Alisa'nın varlığından bir benim haberim yokmuş."
Alisa'nın bakışları üzgünlükle daha çok yere eğildi. Dayısı kendisine baktı.
"Oğlum çık şu karı triplerinden. Ne güzel mis gibi kardeş işte al sana."
Uzun boylu adam içeri daldığında, elindeki paketi Alp'e fırlattı. Ani refleks ile havada yakaladı.
"Kerim paket getirecekti sana. Ben getireyim dedim."
Bakışları sarılı pakete kaydığında yavaşça yere bıraktı. Dayısı genellikle konuşmak için gelirdi ve neden geldiğini bilmiyordu. Evde kalmak isterse bu evde kalmasına izin vermeyecekti. Annesi istediği için uzun zaman kalmıştı fakat o kadardı.
Dayısını sevse de çok geçindikleri söylenemezdi. En azından aynı evde kalacak kadar. Tüm denemeler hüsranla sonuçlanıyordu.
Salona geçtiklerinde dayısı kendini koltuğa atarak yayıldı. Alp sakin tavırlarını korudu ve koltuğa oturduğunda, Alisa'da hemen yanına oturmuştu. Sanki her şey çok normal gibi davranıyordu. Kardeşini kaybedeli bir hafta bile olmamıştı.
"Hoş geldin Alisam."
"Hoş bulduk dayı."
"Alışabildin mi bizim piçe?"
Uzun boylu ve kendine has çekiciliği olan adamın bakışları Alp'i bulduğunda Alisa'da çevirdi.
"Sayılır."
"Alışamaman normal. Çocuk dengesizin teki. Sene başından beri barlardan topluyoruz. Hatta arabasını duvara sürecek kadar manyak."
Alisa'nın gözleri korku içinde açıldı. Alp yüzünü görmesi ile dayısına döndü.
"Konuya geçsek dayı. Çinde ne işin vardı? Sen Çindeysen Şafak Bar ile kim ilgilendi?"
"Birileri ilgilendi işte. Ne yapacaksın? Çine annen yolladı bir borç meselesi için. Olay kapandı."
"Yani."
"Ne yanisi oğlum?"
"Sen durup dururken gelmezsin."
"Seni göreyim kontrol edeyim dedim. Beklediğimden iyisin. Alisa'yı da almışsın."
"Öyle oldu."
"Kendinize dikkat edin. Bu adamlar sağlam papuç değil."
"Ben başımın çaresine bakarım."
"Sen bakarsın da, yanındaki ufaklığa bakman gerek. Alisa'yı 4 sene içinde tam 7 kez kaçırdılar."
Bakışları Alisa'yı bulduğunda gözlerini kaçırmıştı.
"O küçük Derin ve en büyük koz o. Annen ve baban içinde öyleydi. Senin içinde öyle. Tekrar deneyeceklerdir."
Alisa'nın bakışları dayısına döndü.
"Ben başımın çaresine bakarım dayı."
"7 kez kaçırıldın, orası belli olmaz."
"3 kez de ellerinden kurtuldum. Unutma."
"Öyle mi zaten giden git..."
Alisa elini sertçe sehpaya geçirdiğinde, öfkeli bakışlarını dayısının üzerinde gezindirdi.
"Ben başımın çaresine bakarım dedim! Kapat konuyu!"
Alp'in şaşkınlığı beyin hücrelerini yakmış gibiydi. Alisa'nın dengesiz ruh hali onu etkiliyordu. Kendisine ne kadar benzediğine bir kez daha şahit oldu.
"Tamam, minik kız sakin ol. Ben sadece şu dengesiz Alp'i uyarıyorum."
"Benim evimden kimsenin bir şey almasına izin vermem. Çöp bile."
Uzun boylu adam yayıldığı yerden kalktı ve karşısında kendisine bakan yeşil gözlerin sahiplerine baktı.
"Siz iki manyak aynı evdeyken, ordu bile gelse sağlam çıkamaz zaten."
Sakin adımlarla büyük hole ulaştı ve kapıyı açarak gitti. Çıkarken kapıyı kapatmayı da unutmamıştı.
Alp'in bakışları sıkıntı içinde Alisa'ya döndü. Elleriyle koltuğu sıktığını görebiliyordu. Bakışları tedirgin göz kapakları bir anlık kıpırdamıyordu.
"7 kez kaçırıldın mı?"
Cevap vermeyerek sustu.
"Sana diyorum."
Başını kendisine çevirdi ve gözlerinin içine baktı.
"Senin de dediğin gibi kendimi acındırmayacağım."
Oturduğu koltuktan tutunarak kalktı. Seri adımları salonun çıkışını bularak görüş alanından kaybolduğunda, beyninden vurulmuşa döndü.
Beynini yiyen sorulara aldırmadan, kalktı ve salondan çıktı. Dayısının kendisine verdiği paketi yerden alarak odasına çıktı. Düzgün köşeye bıraktığında, bir kez daha ders kitaplarının arasına gömüldü.
Boğazındaki kuruluk bütün benliğini rahatsız etti. Bakışlarını kitaptan kaldırarak gözlerini ovuşturdu. Daha fazla çalışmayacaktı. Beyni kazan gibiydi. Oturduğu yerden doğrularak, odasından çıktı ve mutfağa indi. İki bardak su içti ve tekrar adımları odasına ulaşmak için merdivenleri çıktı, kitaplara gömüldü. Fazlasıyla çalışmıştı. Son yarım saate daha ihtiyacı vardı.
Beklenmedik anda çakan şimşek kendisini yerinden sıçratırken odayı aydınlattı. Tekrardan konsantre olması zaman almıştı.
Dışarıda şiddetli yağmurun başladığı terasın zeminine çarpan sert sulardan anlayabiliyordu. Dolu yağıp yağmadığını düşündüğünde kulakları keskin acı bırakacak gök gürültüsü ve şimşeklere şahit oldu.
Aynı anda alt kattaki tıkırtılar kulağına ilişti. Yeri ve göğü sarsan büyük bir şimşek daha çakarak daha şiddetli gürültü bir bütün olduğunda Alisa'nın ağzında kopan çığlık büyük villada yankılandı.
Yukarı çıktığını duyuyordu. Adımları tam kapının önünde durdu ve usulca tıklandı.
İşte başlıyorlardı.
Cevap vermediğinde bir kez daha tıklandı.
"Gir."
İçeri girmesiyle Alisa'ya baktı. Ürkek ve sinmiş görünüyordu.
"Ne var?"
"Imm. Şey."
"Ney?"
Bir kez daha şimşek çaktığında yerinden sıçradı. Gök gürültüsünden korktuğunu kavrayabilmişti. İsteyeceği şeyi de biliyordu fakat bu kadarını da kabul edemezdi.
Alisa ağzını açacağı sırada konuştu.
"Hayır."
"Ama.."
"Hayır."
"Lütfen.. Sadece dinene kadar . Bak şurada sessizce yerde oturur ders yaparım. Çıtım çıkmaz."
"Çık dışarı."
Bakışları öfkelendi ve kendisini umursamayan yeşil gözlere baktı.
"Senin hiç korktuğun bir şey yok mu?"
"Yok."
"Herkesin korktuğu bir şey vardır Alp Derin."
"Vardı. Kaybedince korkun kalmıyor. Alışıyor ve korkunu yeniyorsun."
Alisa dolu gözlerini odada gezdirdi. Bu denli kötü davranılmayı hak etmiyordu.
"Bak benim gök gürültüsünden korkma nedenim başka.."
"Sordum mu?"
Alisa Alp'in ağzına bütün lafları tıkacağını biliyordu. O yüzden derin bir nefes alarak diretmedi.
"Kapılar kilitli mi?"
"Ne alaka?"
"Uzatma söyleyeceksen söyle, yoksa gidip kontrol edeceğim."
"Evet."
"Tamam."
Odadan çıkarken yavaşça kapıyı kapattı. Merdivenlerden inişini ve odasına geçerek kapıyı kilitleme sesini duydu. Bakışları odaya kaydı. Kendi odasının kapısını mı kilitlemişti?
Ne yaparsa yapsın ona karışmayacaktı. Yorgunluk üzerine çöktüğünde kitapları kapattı ve yatağına yöneldi. Kendisini attığında ışığa uzandı ve tuşa dokundu. Odası artık zifiri karanlık ve uyumaya hazırdı. Kenarda duran paket aklına takıldı. Elif'in parfümü gelmişti. Bir kez daha kırılma faciası yasamadan teslim etmeliydi. Sabah olanları düşündü. Her zaman onu kırıyordu ve bunu en usta şekilde başarıyordu.
Belki de artık zamanı gelmişti. İki tane seçtiği anahtarların bulunduğu yere onu götürmeliydi. İlk anahtar güzel yazlık bir evin anahtarıydı kafa dinlemek için kaçtığı orman kenarında bir yerdi. Sorun oraya gitmek zaten değildi. Sorun eski anahtarlı eve götürmekti. Aylardır gitmediğini hatırladı. Acaba olanları duymuş muydu?
Bir anda aklı çok farklı bir yere kaydı. Son gidişinde kütüphanenin orada Alisa'nın küçüklük fotoğrafı düşüncelerine sızdı. Onunda Alisa'dan haberi vardı.
Tabi ya, zaten kendisi dışın da herkesin haberi vardı. Tamda bu durum onu daha öfkelendirip paramparça ediyordu. Çevresindeki herkes bilirken onu ayakta uyutmuşlardı.
Son konuşmalarında ciddi ve umursadığı bir kız olduğunda getirmesini söylemişti. Elif onun için ciddiydi. Götürecekti. Belki zamana ihtiyaçları vardı. Kestiremiyordu. İki anahtar seçtiği yere gitmek en iyisiydi. Başka zamanda oraya götürürdü.
Düşünceleri okulda olanlara kaydı. Yüzüne pis bir sırıtma yayıldığında kafasını yastığa gömdü.
Elif'i öpmüştü. Sırıttığını fark ettiğin de bir anda ciddileşti. Başını iki yana salladı. İlk defa bir kızı öpmüyordu. Salak ilkokul ergenleri gibi davranıyordu. Ah kimin umurundaydı. O sevdiği kızdı. Gerisini de bilmek istemiyordu.
Uyku mutluluk içinde onu kollarına alırken huzur bütün bedenini kapladı.
Karanlık ve dehşet belirtisi adımlar bütün malikanede gezindi ve Alisa'nın odasının önünde durdu. Yavaşça kapıyı açtığında yanında maskesi olan iki adama eliyle işaret verdi. Alisa'nın yatağının önüne geldiğinde sertçe ağzını kapattı.
Uykudan ayılan yeşil gözler, ürkerek korktu. Bu seferki kabus değil, canlı ve kanlı gerçekti.
Kollarından tutmasına izin vermeden ağzını kapatan ele bıçak savurduğunda maskeli adam boşluğa gelerek sendeledi ve eli ağzından kaydı. Kendisine gelmekte olan diğer adamın bacağına bıçak fırlatarak vakit kazandı. Başını havaya kaldırırken, hayatında atabileceği en yüksek ve tiz çığlığı attı. Etinden et kopartılıyor gibiydi.
"Abiiiiiiiiiiiiiiiiii!"
Malikane de yankılanan ses sanki villa sitenin giriş kapısına ulaşabilirmiş gibiydi.
Alp kulaklarını dolduran yırtınış sesiyle, uykusunun derinliklerinden sıçrayarak yataktan kalktı.