16

3522 Words
16..BÖLÜM:"Yakıcı Öfkenin Hüznü" ? Duyguları alınmış bir şairin kalemine kalmıştı tüm hislerim. Yokluğunu yazdı beyaz kağıda, yok oldum. Acısını yazdı,içim yandı. Yalnızlığını döktü kelimelere,tenhada kayboldu ruhum. Ben muhtemelen bir gecede öldüm. Lakin bir papatya değildim. Öldüğüm an, hoş kokmazdım. Ölen ruhun kokusu sadece kurumuş gül kadar mevta olurdu. Onca şey yaşamıştım. Babam kaza geçirdi,tek başıma doğum yaptım, çıldırmanın eşiğine de geldim ancak yanımda hiç kimse olmamıştı. Tektim, yalnızdım. Oysaki bana elimi sıkıca tutacak bir ele ihtiyacım vardı, yalancı hüzünlere değil. Zamanla da her şey belli oluyordu. Kimse, kimsenin dostu değildi. Menfaatleri için en yakınım dediği insanın bile sırtına bıçağı geçirecek bir üstün olma hırsı vardı. Kayahan yaralıydı,dün olan olaydan hemen haber alıp gelmiş olan Yaren, sırtımdaki daha önce taktığı bıçağı çekip tekrar sapladı. Kayahan ile yakın halde olduğumuz tekrar aklıma düşünce bir adım geriledim. Yaptığıma sadece baktı, sessizlik yemini etmişti galiba Yaren gelince. "Kayahan amca,"diye gömleğinin kol düğmeleri ile uğraşan adamın bacaklarına sarılan küçük beden ile şaşkınlığımı gizlemeye gerek duymadım. Bu kadar çok mu seviyordu,bu adi herifi? Ona sarılan çocuğa karşılık vermeyen Kayahan'da çok kısa bir an kendimi gördüm. Gül Sancar canlandı gözümde. Oğluna bile dokunmayan kadın belirdi. "Annem, Kayahan amcan yaralanmış, dediğinde hemen buraya geldim. İyi misin?" Gözlerim kapının oraya döndü, kaşları havada bana bakan Yaren ve Erdem ile yüzüm buruştu. Yüzlerini görmeye bile artık tahammül edemez olmuştum. "İyi misin?" Erdem, şaşkınlığı üzerinden atıp ciddi anlamda merak içeren ses tonuyla konuştu. Merak ediyordu ve muhtemelen onun için endişelendiriyordu. "Evet,"dedi Kayahan, bacaklarına sarılan küçük bedeni eliyle uzaklaştırıp. Parmakları, Barkın'ın koyu kestane saçlarına gitti. "Son durumlar nasıl?" Diye sordu. Mükemmel bir dostluk tablosu vardı gözlerimin önünde. Fazla olan ise bendim. Ayakta durmak yerine koltuğa oturdum. Barkın beni görmemişti bile. "Mükemmel,"dedi, çapkın bir sesle Barkın. "Beraber yapacağız ödevi." Ne?! Cidden mi? Kayahan, Barkın'a ne öğretiyordu. Bu işlerde iyiymiş gibi bir de çocuğa öğüt vermesi yok mu. İşaret parmağıma taktığım ince yüzüğe gitti elim. Gergin ve öfkeli olduğumda yaptığım bu hareketi fazlasıyla yapardım. "Aferin,"diye,göz kırptı Kayahan. "O kız, sana sadece ödev için geliyor. Bundan başka anlamlar çıkarma. Senin daha yaşın kaç,"diye, oturduğum koltuktan onların yaptığı saçma konuşmaya dahil oldum. Kayahan'ın yaptığı şey saçmaydı,onun aklı şu anda böyle şeylerde olmaması gerekiyordu. Ayrıca mükemmel anne olan Yaren söz konusu Kayahan beyefendi olunca neden süt dökmüş kediye dönüyordu? Barkın, varlığımı yeni farketmişti. O kadar mı? "Gül teyze,"dedi, şaşkınca. "Sen de mi buradaydın?" Ona cevap vermek yerine kapıda bekleyen ikiliye baktım. Çok net hatırlıyorum, doğum yapacağım gün Yaren'i aramıştım. Yanımda ol, diye. Çünkü korkuyordum ve ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Arayacak kimsem yoktu,ben de Yaren'i aradım. Onun en zor zamanlarında ben vardım yanında, Kayahan değil. Gelemem dedi, İstanbul'dayım,gelsem bile yetişemem,dedi. Ancak şu anda Kayahan'ın kapısında bekliyor oluşu canımı yakmıştı. Üçünün araları hangi ara bu kadar sıkı olmuştu? Ya da ben ne zamandır kandırılıyordum? Bu arkadaşlık yeni falan değildi. Barkın ile bile bu kadar yakınlarsa uzun zamandır vardı bu. "Çok mu endişelendiniz onun için?" Susmam lazımdı aslında. Susup beklemem. Yapamadım, öfkem içimde nüksederken ben susamadım. "Sana bunun hakkında bir şey söylemek gibi bir zorunlulukları yok,Sancar." Şu ses tonu şu anda duymak istediğim değildi. "Sana sorulmayan soruya cevap vermek gibi bir zorunluluğun da yok,kapa çeneni." Sadece bir gün şu adama sinirlenmediğim bir gün olmayacaktı galiba. "Var,konu dostlarım olunca hep vardır." 'Dostlarım' kısmına bile isteye,bana bir şey vurgulamak için yaptığı baskı ile ona baktım. Düşündüğüm gibi o bana bakmıyor, pantolonun kemerini takmakla uğraşıyordu. Ela gözleri ise hastane odasında bulunan dolabın aynasındaydı. Sürekli benim söylediğim şeylerin tam tersini söylüyor,beni sinir ediyordu. Bunu eğlenmek için yapmıyordu,o benimle eğlenmezdi. Yapmak istediği sözlerimin onda bir şey ifade etmediğini göstermekti. Canımı böyle yakmak istiyordu,bir nevi psikolojik şiddetti bu. Ama ben,onun yaptığı şeyi umursamayacak kadar onu önemsemiyordum. "Dostlarının bir ağzı ve dili var. Eğer başka bir şey değillerse bana cevap verecek durumdalar." Aynada olan ela gözleri, hâlen aynadayken benim gözlerime tutundu. Aramızda rekabet vardı; ikimizde, birbirimizden daha güçlü olduğumuzu göstermek istiyorduk. Kim güçlü,kim zayıf ise belli değildi çünkü, ikimiz de her an devrilecek bir ağaç gibiydik. Güçlü bir yel bizi savuracaktı. Sadece o yeli bekliyorduk. Ela gözleri,ona bakan gözlerimden inip hala parmağımdaki yüzüğü amaçsızca çeviren ellerime baktı. Bunu bilinçli yaptı. Onun bakışından etkilenip durmadım. Çünkü o, benim öfkemin yegane sebebiydi. "Şunu yapma, parmağın kızarıyor." "Öfkeliyken yaparım ya da hoşlanmadığım bir ortamdayken." "Madem hoşlanmadığın bir ortamdasın,"dedi, tekrar gözlerime bakarak. O anı hatırlıyor oluşuna şaşırdım fakat renk vermedim. Çenesiylel şu anda ki konuşmaya anlamaz gözlerle bakan ikilinin bulunduğu kapıyı işaret etti. "Def ol." "Dışarı çıkın,"dedim,hala ona bakarken. Az kaldı... Çok az kaldı. Sana ve bana yaptığın bu şeylere sadece biraz daha dayanmam lazım. Hiçbir savaş kayıp verilmeden kazanılmaz. Bazı şeylerden vazgeçmem gerekiyordu. Şu kısa süre içinde gururu da bir kenara bırakmalıydım. "Gül teyze, bugün kay-" "Dışarı çıkın, dedim!" Barkın'ın az kalsın söyleyeceği şey nedeniyle bir hayli yüksek çıkan sesim onu nihayet susturmaya yetmişti. Çocuktu ama birkaç gün önce onunla yaptığım konuşmayı unutacak kadar da aptal değildi. Kayhan'dan haberi olmasın diye üstüne basa basa söylemiştim,şimdi yaptığı ne kadar mantıklıydı. Barkın, ona bağırışım ile sustu,ilk kez ona öfkemi belli ettiğim için ilk önce küçük bir şaşkınlık geçirse de daha sonra hüzün uğradı yüzüne. Kayahan,"Çocuğa bağırma," diye uyarıcı bir tonla bana çıkıştı. "Her sike atlama." Ciddi anlamda can sıkıcı olmaya başlamıştı. Şu tavrına daha ne kadar dayanabilirdim acaba. "Gel oğlum,biz iki dakika onları yalnız bırakalım." Erdem, sonunda konuşmayı akıl edip çıkmaya karar vermişti. "Özür dilerim,"diye mırıldandı, Barkın. Kısa bir an,onun yüzünde Kayhan'ın yüzünü gördüm. Aynı hüznü ve korku onda da olmuştu. Galiba sorun sadece bendim. Kayhan ya da bir başkası değil, bendim. Gerçekten de bir psikolojik tedavi almam lazımdı. Öfkemi kontrol etmem gerekiyordu ancak bu çok zordu. Öfkem mayın tarlası gibiydi, üstüne kim basarsa azabını ona sunuyordu. Onda patlıyordu. Herkes odadan çıkınca bir ben ve o kalmıştık. Ama onun burada değilmişim gibi ceketini de üzerine geçirmesi öfkemi daha da körüklemesine rağmen sadece onu izledim. "Benimle konuşurken kelimelerini seç,"dedim, oturduğum yerden milim kıpırdamadan. Beni ne zaman patlarım diye test ediyorsa doğru yoldaydı. Çok az kalmıştı. "Seninle konuşmak gibi bir çabam yok,bu da kelime seçme gibi bir zahmete girmek zorunda olmadığımı gösterir." "Öyle mi?" Alaylı sesimin arkasına saklandım. "Öyle. Söylesene neden geldin?" Bana karşı bunu kullanacağını biliyordum, zayıf noktadan vurmak onun gibilerin yapacağı bir işti. "Vicdan mı yaptın yoksa? Yoksa... Merak mı ettin?" "Hayır, yaşıyor musun diye bakmaya geldim. Karşımda boş boş konuşman ise seni vuran her kimse işini tam iyi yapmıyor demek ki." Merak etmiştim, sadece kendim için. Onu orada bıraktım,bunun vicdan azabını çekmek istemiyordum. Ceketinin yakasını düzelttiği esnada söylediğim şeylere kaşlarını kaldırarak bana bir çeşit yanıt verdi. "Yaşayacağım ancak sen buna pek şahit olamayacaksın." "Bu da ne demek?" Hiçbir kelimesini anlamamıştım. "Birkaç gün önce Osman Gök ile tesadüfen karşılaştım. Çok üzgün görünüyordu. Bana,bizi ne kadar özlediğini, yaptığından ne kadar pişmanlık duyduğunu anlattı. Hissini geri almak istediğüni söyledi bana. Yaptığınız anlaşmaya baktığımda ise bir yıl içinde zaten biteceğini gördüm ancak olur ki, Osman Gök cayarsa diye de yüklü bir para yazmışsın oraya. Ben,onun hasretini gidermek için o parayı ödeyip,işinin başına geçmesini sağlayacağım. Sen de muhtemelen Antalya'ya dönersin." "Onu tehdit ettin!" Dedim, ayağa kalkarken. Osman Bey hissesini bana satmaya dünden razıydı. Hasan Demircioğlu'ndan nefret ediyordu. Kayahan, adamı büyük ihtimalle tehdit etmişti. Yaptığı şerefsizlikti. "Hayır, kimseyi tehdit etmedim." "Beni oradan çekince eline ne geçecek?" Osman Bey'i güçlü biri sanmıştım. Halbuki değilmiş, Kayahan gibi bir adamın sözlerine hayır diyememesi onu gözümde pasif bir karakter haline getirmişti. "Ne mi geçecek,"diye durgun bir sesle konuştu. Aramızda sadece bir adımlık mesafe vardı. Onu da tamamen kapattı. İri eli ensemi kavradığı an, damarımda akan kan durdu. Dondu. Ellerinden gelen nefret işledi içime. Enseme uyguladığı baskı ile yüzlerimiz aynı hizaya geldi. Bunun içinse benim parmaklarıın ucunda yükselmem gerekti. " Sen olmayacaksın. Seni göreceğim bir gün olmayacak. Daha sayayım mı?" Her yakıcı sözlerinden sonra yüzüme esen nefesinden ilk kez bu kadar nefret ettim. Ondan gelen ve gelecek olan her şeyden nefret ediyordum. "Senin yüzüne hasret miyim, sanıyorsun ben? Gözlerimin önünde yıkılışını görmeden İstanbul'dan gitmeyeceğim. Bu da sana en büyük yeminim olsun. Seni her şeyden mahrum edeceğim. Ve sen bunların farkına vardığında geç kalınmışlık çökecek yüreğine." •••• Arabadan inen Kayhan'a tutması için elimi uzattım. Ona verdiğim sözü tutmuştum. Bugün ne olursa olsun onu sinemaya getirmiştim. Buna Yaren'in yüzünü görmek de dahildi. Sadece birkaç günde dostum dediğim kadının yüzünü görmek bana işkence gibi gelmeye başlamıştı. Kayahan ile bağı olan herkes benim için isimlerinin üzerine çizgi çekilen,unutulan insanlar oluyorlardı. Kayahan ile ben,aynı yerde bile bulunamayacak kadar birbirimizden nefret ediyorduk. Onunla benim olurum yoktu. Bunca şeye rağmen sevsin diye çabalamazdım. Ki o da zaten beni hiç sevmemişti. O gün bana,'Ben sana âşık değildim,' dediği an metruk bina gibi ayakta duran ruhum yıkıldı. Enkaza döndü. Sözlerinin vurduğu her darbe can yakıyordu. "Sen bizimle neden izlemeye gelmeyeceksin?" Küçük çocukların izlediği çizgi filmini izleyecek değildim. Yaren yanlarında durduğu esnada ben de Naz ile buluşacaktım. Onunla konuşmam lazımdı,son konuşmadan sonra ikimizde birbirimizi aramamıştık. "İşlerim var, Kayhan. Hem benden çizgi film izlememi bekleme." Suratı düşse de ses etmedi. Bunun üzerinde durmayıp yanımda benden gelecek olan emri bekleyen Tarık'a baktım. "Git sen, aradığım zaman kapıda olursun." Elini tuttuğum çocukla beraber içeri girdik. Filmin oynayacağı salonun kapısında bizi bekleyen ikili ile yüzüm buruştu. Yaren. Dertlerim, zaaflarım, acılarım... Her şeyimdi. Onca şeyden sonra bir kişiye güvenmiştim;o da beni sırtımdan vurmaktan asla çekinmemişti. Hepimiz nankördük. Yaşadığımız bu dönemde bencil olmak sanki hayatımızı daha iyi yapacak gibi davranırdık. Elimizdekini değil, sahip olmadığımızı isterdik. "Sizi masaların olduğu kısımda bekliyor olacağım,"dedim, elini bırakıp. Yanlarına gelmemize rağmen ona bir kez bile bakmamış olmam benim için daha sağlıklıydı. Bazen, yokmuş gibi davranmak daha iyi olurdu. "Tamam,"dedi Kayhan, Barkın'a bakarak. Bu sebepten dolayı bana bozuk atıyor oluşuna takılmadım. Her şeyi kafaya taksaydım muhtemelen şu anda bir tımarhanede olurdum. "Gözünün önünden bir saniye olsun ayırma. Nasıl bıraktıysam öyle görmek istiyorum." Yaren sadece kafasını salladı. Bu tavrım hoşuna gitmiyordu. Ne bekliyordu ki? Olsun diyip, bağrıma basmamı falan mı? "Gül," diye tam gideceğim esnada adımı seslendi. "Buradan çıktıktan sonra biraz konuşalım mı?" "Hayır." Bunu söylerken bir saniye düşünemedim. Reddettim. Onunla ikili bir diyaloga girmeyecektim. Bir daha asla... Asla onunla iki yakın arkadaş gibi olmayacaktım. Zaten arkadaş olduğumuz ise meçhuldü. "Gül,lütfen. Beni bir saniye dinlesen, anlayacaksın." "Bak Yaren,sen ve mükemmel mazeretlerini dinlemek gibi boşa harcayacak zamanım yok. Dinlemek de istemiyorum,anlamak da. Kalsın,sen bundan sonra bende sadece ufak bir detay kal. İstemiyorum çünkü, bazı şeyleri bilememek daha iyidir." Onları orada bıraktım. Masaların olduğu yere geldiğimde kahvelerim dolu masalarda tanıdık bir yüzü bulmak için dolandı. Tam ortada bulunan masada gelişigüzel bir tavırla oturan kadın, benim aradığım kişiydi. Bir eli masanın üzerinde telefonunu amaçsızca sallarken, diğer ise bacağının üzerindeydi. Rahat bir şekilde oturan kadının çekici görünüşü karşısında inansın nutku tutulurdu. Siyah askılının üzerine giydiği siyah gömlek salaş bir görünüm kazandırmıştı. Boynunda olan gümüş kolye buradan seçilemiyordu ancak ayrı bir havası vardı. Bacaklarını sıkıca saran siyah pantolon,düz bacaklarını öne çıkmakta başarılıydı. Siyah postallarıyla ise baştan aşağı simsiyahtı. Simsiyah olan dalgaları saçları ise asi bir tavırla sırtına dökülmüştü. Zıt karakterlere sahiptik. O rahatlıktan yanaydı,ben ise resmi olmayı daha iyi bulurdum. İspanyol paça beyaz kumaş pantolon vardı üzerimde. Onun üstünde ise lacivert bir crop. Tüm bunlara ek, kalçamın biraz üstünde biten beyaz ceket ile onunla benzer asla bir yanımız yoktu. Gözleri etrafta dolandığı esnada onu süzmekte olan bana takıldı. Duruşu değişmedi, sadece bana baktı. Başıyla verdiği selam ile kısa bir an mahalle abisi canlandı gözümde. Topuklu ayakkabılarımı zemine vura vura ona ilerlediğimde gözleri üzerimde kısaca gezinip tekrar gözlerimin içine baktı. "Burada buluşmak zorunda mıydık? Çoluk çocuk kaynıyor resmen,"diye etrafa bakarken konuştu. Üzerimdeki ceketi çıkarıp yanına oturdum. "Oğlum burada,onu bugün yalnız bırakamam." Söylediğim sözler sanki akıl alır şeyler değilmiş gibi yüzüme bakması üzerine kaşlarım çatıldı. Ne bu yüz ifadesi? "Senin oğlun mu var?" Vardı, kimsenin varlığından haberi olmadığı bir oğlum vardı. Kayhan Sancar. Yıllar sonra benim yerimde olacak tek kişiydi. Sancar ailesinin devamını getirecekti. "Evet, bilinmiyor sadece." Ona anlatmakta bir sorun yoktu. O, hayatımda yoktu zaten. Geçici biriydi, sadece bana çalışıyordu. Kayhan'ı bilmesi bir şeyi değiştirmezdi bu nedenle. "Babası peki,"diye normal bir sesle sordu. "Babası kim?" Rahat bir şekilde,"Kayahan Demircioğlu,"dedim. "Kayahan bilmiyor değil mi?" Kafamı salladım. "Sen tam bir şeytansın. Babasından oğlunu saklamak da ne demek? Delirmişsin sen." "Onun nasıl bir adam olduğunu bilseydin, sen benden bile daha beter olurdun." Herkes benim kadar sakin olmazdı. Yakardı, yıkardı,kırardı. Ben böyle biri değildim,beş yılım bir anlık öfkeme kurban gitmeyecekti. "Neden sakinsin o zaman. Sana belli ki bir şey yapmış, sen nasıl böyle hiçbir şey olmamış gibi karşımda durabiliyorsun?" Yağmur yağmadan önce çiselerdi. Haber verirdi. Benim öfkem ise bir anda üzerlerine yağacaktı. Suskunluğum birkaç ay sonra yapacağım felâket içindi. "Gün tut,"dedim,kafamı kaldırıp. "Bir ay sonra ya da daha fazla bir süre sonra seninle tekrar bir masada oturalım. İşte o zaman benim yüzümde mükemmel bir gülümseme olacak. O gülümseme, sessizliğimin ardında sakladığım zaferimi temsil edecek." Emindim. Yapacaktım. Konu onlar olunca gözüm hiçbir şey görmezdi. Ben hiçbir şey yapmayacaktım. Zaten her şey benim ayağıma geliyordu. Ben sadece asaletimi koruyacaktım. İntikam arzusu muydu içimde bu sönmeyen,diri ateşin adı? Gerçekten ben, intikam mı almak istiyordum? Bana yapılan değildi beni bu kadar yakan. Taner Sancar. Yani babam. Onun iyi kalbini kullandılar. Canını yaktılar. Dost diyerek masasına aldığı her insan kör bir kılıçı kalbinin tam ortasına savurmuştu. Ölmedi. Ölmedik. Ben de biliyordum hepsini alıp yurtdışında kimsesiz bir hayat yaşamayı. Peki ya, sonra? Annemin yaptıkları ne olacaktı? Hasan Demircioğlu yaptığı ile kalacaktı. Kayahan, onun yalan aşkı yine yanaklarımı süsleyecekti. Belki de annemle kaderimiz birdi. Çünkü Hasan Demircioğlu, annemi sevmiyordu. Ondan gelecek her şeyi seviyordu ancak annemi değil. Ya da ben yanılıyordum. Bilemiyorum,aşk denen şeyi daha önce tatmamıştım. "Kendinden çok eminsin Gül,ben bile böyle biri değilim." Gülümseyerek,"Eğer kazanacağından emin olduğun bir harpa girersen, korkman gereken tek şey yaşatacağın ızdırap olur,"dedim, gülümsemem solarken. Bu harp için beş yıl bekledim. Ve evet,ben kazanacaktım. Antalya için arabama bindiğim an, yüzümde tatmin olmuş bir gülümseme olacaktı. Gül Sancar, sonunda üstün olacaktı. Herkesten, her şeyden. "Kürşat Sağlam ne oldu?" Diye tamamen konudan bağımsız sorumla Naz kısa bir an gülümser gibi oldu. "Naz,"dedim şüpheyle. Yüz ifadesi hiç de hayra alamet değildi. Sinsi bir gülümseme vardı o yüzde. Bu da beni şu anda farklı şeyler düşünmek zorunda kılıyordu. Naz'ın yapacağı şeyler belli olmazdı,o her şeyi yapabilecek potansiyelde bir kadındı. "Ne yaptın?" Naz, eliyle saçlarına hacim verdi,bunu yaparken gözleri kısa bir anlığına başka yöne gitti. Daha sonra tekrar bana baktı. "Kürşat Sağlam'ı kaçırdım." Anlamam birkaç dakikamı aldı. Anlaşmamızda böyle bir şey yer almıyordu. Sadece onu oyalatacaktı. Başıma iş açmayacaktı. "Ne yaptım, dedin sen?" Hayır,bunu yapmış olmazdı. Kürşat Sağlam, oradan çıktığı an bana gelecekti. İlk hedefi ben olacaktım. Sanki çok monoton bir hayatım varmış gibi bir de onun gibi bir psikopatla uğraşacaktım. "Sana oyala dedim, kaçır demedim! O adam kurtulduğu an,bana saldıracak." Emri ben vermiştim çünkü, hasmı da ben olacaktım. "Sakin ol. Ne bekliyorsun ki, adamı yatağa atmamı mı? Onun gibiler durmaz,ben de onu tamamen durdurdum. Hep erkekler mi, kadın kaçırıp esir tutacak? Bu kez de bir kadın kaçırdı. Hem bakarsın,bana âşık da olur, kitaplardaki gibi.Bir de beni erkek sanıyor. Ettiği küfürleri bir duysan... Hem merak etme, başında adamlar var. " Diye dalga geçmesi ile dişlerimi parçalamak ister gibi birbirine bastırdım. "O adam, kapıma dayandığı an senin adını veririm. Bir dakika düşünmem. Başımda Kayahan belası varken bir de onun ortağı ile uğraşamam." Naz bana cevap vermedi. Gözleri belli etmese de bir noktaya sürekli kayıyordu. "Bir sorun mu var?" Diye sordum. "Hayır, yok." Vardı,tam iki masa uzağımızda tek başına oturan bir adam, kahverengi gözleriyle sürekli bizi izliyor daha sonra da sanki hiçbir şey olmamış gibi önüne dönüyordu. O tarafa hiç bakmadım ancak bunu gözlerinin verdiği ağırlık nedeniyle anladım. İzleniyorduk. "Buraya gelirken peşimde bir araba vardı,"diye gülümseyerek konuştu. Gülümsemesi ve saçıyla oynaması kadınsal bir mevzu hakkında konuşuyormuş izlenimi yaratıyordu. " Aslında iki araba vardı yolda ancak şüphelendim. Yoldaki sapaktan döndüm. Ora çok nadir kullanılan bir yoldu. Ama o arabada döndü. Daha sonra ise araç kayboldu. Muhtemelen arabanın sahibi şu anda bizi izleyen adamdı." "Buraya takip edildiğini bile bile mi geldin?" Kayhan vardı, böyle bir şeyin olacağını bilseydim onu buraya asla getiremezdim. Yavaş yavaş hata yaptığımı düşünmeye başlamıştım. "Takibi bıraktı sandım." Diye geveledi. O da şu anki adamın ne derdi olduğunu merak ediyordu. "Hassiktir!" Diye, ağzında gevelediği küfür ile Naz'a baktım. Siyah gözleri bir yere odaklanmış, hayretle bakıyordu. Gözlerinin içine sızmış olan şaşkınlık ile ben de şaşırdım. Naz Gümüşoğlu duygularını iyi saklardı. Şu anki şaşkınlığı bu yüzden beni de şaşırtmıştı. "Nasıl,"diye aynı yere bakarak konuştu. Merak ettiğim için arkamı dönüp nereye baktığına ben de baktım. Ama asla üzerinde jilet gibi bir takım elbise giymiş Kürşat Sağlam değildi. Onun şu anda depoda bağlı hâlde olması gerekiyordu, Kayahan ile bizim olduğumuz yere yürümesi değil. Kayahan... Bu gün daha ne kadar beter hal alabilirdi?! Kayhan,şu anda sinemadaydı. Ve benim bu zamana kadar korktuğum şey başıma gelmişti. Kayhan birazdan sinema salonundan çıkıp yanıma gelecekti. Aynı şekilde yanıma gelen Kayahan gibi. Ne hissedeceğimi çözemedim. Kürşat Sağlam nasıl kurtulmuştu? Ve neden buraya doğru geliyordu. "Hani adamlar vardı başında,"diye öfkeyle konuşup Naz'a baktım. Kendinden o kadar emindi ki, pürüz olmadığına inanmıştım. Sorun o adam değildi, Kayhan'dı. Bana anne diyecekti! Sikeyim! "Vardı,bir sürü adam koydum başına,öyle geldim. Kaçmış olması imkansız." "Kaçmış ki, gelmiş!" Sesim duyulmasın diye kısıktı ancak yine de öfkem her türlü belliydi. Çekilen sandalye sesiyle yüzüm hala Naz da iken kendimi düzeltmeye çalıştım. Sandalye sesine döndüğümde gelen iki adamın da karşımıza izinsiz oturması ile tek kaşım manidar bir tavırla kalktı. Kürşat Sağlam'ı sadece fotoğraflarda görmüştüm ancak orada da,burada da ayrı bir çekiciliği vardı. Naz bu adama bir şey yapmadan nasıl dayandı? Şimdiye yatağa atması gerekirdi? Kürşat Sağlam, arkasına yaslanıp ilk önce Naz'ın aynı benim gibi düzelttiği yüzüne daha sonra da bana baktı. Bu adam başıma bela olacaktı! Aptal Naz,adam kaçırmak da neyin nesiydi! Gözlerim Kayahan'a döndü. Dirseğini sandalyenin kenarına koymuş, sakallarını ovuyordu. Ela gözlerinin hedefi ben iken,"Sorun nedir?" Diye sordum. Sorun, Naz'ın kendi başına adamın tekini kaçırmış olması! "Merhaba hanımlar,"diye konuşmaya başladı, Sağlam. "Kayahan sizi görünce bir selam vermek istedi." Bizi izleyen adam onların adamı da olabilirdi. "Merhaba,"dedim, ensemden endişe akarken. Kömür karası saçlarım ensemde topuz yapmıştım,iki tutamı ise önüme hoş bir görüntü olsun diye bırakmıştım. Ancak sanki boğuluyormuş gibi hissediyordum. "Tanışmadık tabii,ben Kürşat,"dedi, adam elini bana uzatıp. Uzattığı ele sadece baktım. Adamla bir bağım yoktu ama bundan sonra başımdaki belalardan sadece biri olacaktı. Sürekli kendi ayağıma sıkıyor oluşum, Kayahan'ı bir adım öne taşımaktan başka bir şey yapmıyordu. "Gül,"dedim, elini tutup selamlaşırken. "Gül Sancar. Ne hoş bir tesadüf böyle,"diye devam ettim gözlerim yanında oturan Kayahan'a döndü. Her an Kayhan buraya gelip anne diye bana sarılabilirdi. "Buraya senin yaptığın şeyleri konuşmaya geldik, Sancar." Kayahan'ın ciddi ses tonu, hastanedeki konuşmayı hatırlattı bana. Öfkeyle ağzımdan firar eden kelimeleri az sonra yutmaktan deli gibi korkuyordum. "Ne yapmışım ben?" "Gül Sancar,bana yaptığın suikast çok adiceydi,"diye araya girdi Sağlam. "Sizin gibi bir kadından böyle şeyler beklemiyordum." "Sizi anlamıyorum." "Bana beni esir tutan adamınızın ismini verin. Sizinle ben ilgilenmeyeğim, sadece o herifin ismini verin bana." Yanımda oturan Naz, sert bir soluk verdi. Ancak bu mesele benim hoşuma gitmişti, benimle değil de Naz ile uğraşacak olması az da olsa keyiflendirmişti. "Kayahan,hoş geldin." Yaren. Daha filmin bitmesine çok vardı,en az otuz dakika gibi bir süre varken bir anda burada nasıl belirdi? Kayahan'ı buraya Yaren çağırdı. O söyledi. Yaren'i artık tanıyamıyordum. Bambaşka birine dönüşüyordu ve bu aslında gerçek Yaren'di. Bir ses bekledim, küçük bir çocuğun sesini duymak... Olmadı, Kayhan'ın sesi kulaklarıma ulaşmadı. Gözlerim masanın başında dikilen Yaren'e ardından da Kayhan'a indi. Bana bakmıyordu,benim düşündüğümün aksine. Gözleri Kayahan'daydı. Ona bakıyordu, sessizdi. Belki de benim varlığımı bile unutmuştu, bilmiyorum. Ela gözlerindeki yabancı ışık,bana tuhaftı, yabancıydı. Şu anda yıllarca görmeyi dilediği babasına hayranlıkla bakıyordu. Oturduğum yer dalgaların en hırçın olduğu okyanus gibiydi, boğulmak üzereydim. Gözlerim Kayahan'ın olduğu yere döndü. Tek eli alnında iken kaşları çatık bir halde ona hayranlıkla bakan adama bakındı. Gözünde bir şey aradım, bulamadım. Sadece baktı, Kayhan'a. Anlamadı,ona bakan gözlerdeki hayranlığın nedenini. "Merhaba,"dedi, naif bir sesle Kayhan. Bana değil, Kayahan'a dedi bunu. Kayhan, babasını anladığı an benden gidecekti. Yanımda durmayacaktı. Ona hak vermiyordum,bu isteğini ise asla olur gözüyle bakmayacaktım. "Kimin çocuğu?" Kayahan,ona selam veren çocuk yerine Yaren'e merakla sordu. "Şey,bir arkadaşımın." Ne olursa olsun, bundan sonra Yaren bana yaptığı her şeyi ödeyecekti. Kayhan bana baktı,daha sonra ise yüzükle oynayan parmaklarıma. Aralanmış ağzı kapandı. Yaptığımın farkında bile değildi. "Milletin çocuğun bakıcısı mı oldun, Yaren." Senin o ağzına bir tane vurmak vardı ya şimdi... Neyse. "Yapacağı şeye de mi sen karar veriyorsun?" Neden sinirlendim bilmiyorum. Kayhan'a milletin çocuğu demesi beni öfkelendirmişti. Milletin değil, benim çocuğumdu. Eli, alnından indi. "Gül, sadece biraz susmayı dene." "Sen de kelimelerini seç, çocuğa şu şekilde davranamazsın sen." "Kendi çocuğun olsa bu kadar korumazsın. Her şeyde benimle inatlaşmak için yer arıyorsun." O zaten benim çocuğum piç! "Evet, senin konuşmana katlanamıyorum." "Ulan-" "Ona bağırma,"diye Kayahan'ı uyaran ses, ikimizi de susturdu. Bizi izlemiş olması, Kayahan'ın nasıl bir adam olduğunu anlamaya yetmiştir. Kayahan'ı kışkırtıyor oluşum da bundandı. Sadece benim öfkemi bilen bir çocuğun, Kayahan'ın da nasıl biri olduğunu görmesini istiyordum. "Senin adın ne?" "Kayhan." Gül Sancar, ölümle kardeş olan zehirli bir yılandı. Pusuya yatmış, ortaya attığı yeme gelmelerini bekliyordu. Amacına ulaştığı an, zehrini hepsinin ruhuna akıtacaktı. Ve zafere ulaştığı an, kendi zehri onun panzehiri olacaktı. Öfkesi, onun panzehiriydi. Sessiz insanlar en tehlikeli olanlardır. Çünkü yapacakları ölümcül bir hastalığın bedene yayıldığı gibi sessiz sedasız yayılır. Habersiz gelir,bir anda. Gül'ün ölümcül tohumu yavaş yavaş yayılacaktı, Kayahan'ın bedenine. Tam kalbinin üzerinde çiçek açan kırmızı gülü gördüğü an,onun sonu olduğunu dikeninin zehrini tadınca anlayacaktı. Güller, masum ve hoş görünen ancak tehlikeli olan nadir çiçeklerdendir. Gövdesine kuşandığı dikeni cellattın kılıcı gibi can alırdı. |•Bölüm sonu•| Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum buraya yazabilirsiniz.?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD