Kabus gibi üstüne çöken o gecenin ardından yaklaşık üç hafta geçmişti ve Laura bu süre zarfında bir daha Thomas Mccain ile karşılaşmamıştı. Bunun için şükrediyordu. Sıcak yaz günleri, iş ve ev arasında mekik dokuyarak geçiyordu. Ara sıra Mathilda ve David ile buluşuyor, kasabanın en sevilen restorantlarında yemek yiyorlardı. Onlarla birlikte olmak Laura'ya gerçekten çok iyi geliyordu. İnsanın hayatında daima ve her koşulda güvenebiliceği dostlarının olduğunu bilmek muhteşem bir duyguydu.
Çocukluklarını aynı banliyo mahallesinde birlikte geçirmişlerdi.Yaş olarak aralarında birkaç ay farkı vardı ve Mathilda her fırsatta "ben senden büyüğüm ve benim sözüm geçer" derdi. Yıllar birbirini izlemiş, dostlukları iyice pekişen genç kızlar ayrılmaz ikili olmuşlardı. İkisi de birbirlerini asla yalnız bırakmamışlardı. Geçen zaman içinde çok anı biriktirmişlerdi.
Mathilda ilk aşkını büyük bir heyecanla anlatırken yerinde duramamıştı. Laura'nın sakin kişiliğine karşı tam bir tezat oluşturan Mathilda ele avuca sığmazdı. Neşeli yapısıyla girdiği her ortamda dikatleri üzerine çekmekte çok başarılıydı. Sosyal bir yaşantısı olup, çoğu zaman Laura'yı adeta peşinden sürükleyerek en büyük tutkusu olan sinemaya götürürdü. Sinema ve tiyatro hayatının vazgeçilmeziydi.
Tam bir matematik tutkunu olan dostu Laura ile yolları sadece üniversite yıllarında ayrılmıştı. İlk yılın sonunda yaz tatili için yuvaya döndüklerinde uzun zaman ayrı kalmanın yarattığı hasretle tüm gün ve geceyi birlikte geçirmişler ve Mathilda okuduğu bölümde tanıştığı David hakkında uzun uzun konuşmuştu. İkisi de iç mimarlık okuyor ve çok iyi anlaşıyorlardı. Geçen aylarda ilk zamanlar sadece "arkadaşça takılmaktan" ibaret olan birliktelikleri ikinci yılın sonunda aşka dönüşmüş, okul bittiğinde ise David hiç zaman kaybetmeden ilk ve son aşkı Mathilda'ya evlenme teklifinde bulunmuştu. Ailelerinin de desteğini alan bu iki, deli gibi aşık genç, güzel ve çok eğlenceli geçen düğünle dünya evine girmişlerdi.
Laura tanıştıkları ilk günden itibaren David'i sevmiş ve O'na güvenmişti. Dolayısla en başından beri, evlilikle sonuçlanan bu ilişkinin en büyük destekçi olmuştu. Düğün hazırlıklarının her aşamasında bir an olsun Mathilda'yı yalnız bırakmamıştı. Düğün bittiği ve sıra vedalaşmaya geldiğinde Mathilda gözyaşlarıyla ailesi ve sevdikleriyle vedalaşmış, en sona sakladığı ve sımsıkı sarıldığı dostundan hiç ayrılmak istememişti. Laura, gözyaşları içinde yüreğine bastırdığı Mathilda'nın gelenek olduğu üzere arkasını dönüp fırlattığı çiçeği sevgiyle öpmüştü."Diğer yarım " dediği dostunu bir süreliğine ayıracak olan aracın arkasından, gözden kayboluncaya kadar el sallamıştı. * * *
Uyku kokulu uzun bir esnemenin ardından, ağırlaşmış göz kapaklarını isteksizce araladı. Yumuşak yastığında başını yavaşça çevirip, ısrarla çalmaya devam eden telefonuna baktı. Yanaklarının içine doldurduğu soluğunu havaya bıraktı. Dirseğinin üzerinde doğrulup, komodinin üzerinden uzanıp aldığı telefonunu kulağına götürürken, göz ucuyla dijital saate baktı.
Saat sabahın dokuzunu gösteriyordu. "Evet başımın tatlı belası" dedi ve uzunca esnedi. "Sana da günaydın prenses. Güzellik uykundan uyandırdığım için üzgünüm" dedi ve kıkırdadı diğer yarısı. Ard arda esnemekten yorulduğunu hissederken "günaydın güzellik" dedi uyku mahmuru sesiyle. "dışarda muhteşem güzel bir hava var. Senin aksine gözümü uyku tutmadı. Diyorum ki, hani sizde teşrif ederseniz prenses hazretleri sahildeki hep gittiğimiz cafede kahvaltı yapalım, sonrasında kasabada takılırız" dedi. Bu teklife ayakta uyuyan dostunun yanaşmayacağını tahmin ediyordu kendince. Çoğunlukla O'nu ininden çıkarmak için ya dil dökerdi ya da emri vaki yapardı. Bu kezde pes etmeye niyeti yoktu. Tamam, eskidende sosyalleşmeği pek seven biri değildi. Özellikle ailesini kaybettikten sonra daha bir içine kapanmış, hele son zamanlarda iyiden iyiye kabuğuna çekilmişti. Geçen bir kaç haftada yine Mathilda'nın dayanılmaz ısrarları sonucunda yelkenleri suya indirmiş, birkaç kez dışarı çıkmıştı. "hımmm"... ne sadece "hımmm" mı?" "Biliyor musun dostum, bazen beni bile çıldırtmayı başarıyorsun!" dedi bezmiş bir sesle biricik dostu. İçindeki umut kırıntıları un ufak olmuştu. "Aslına bakarsan iyi fikir canımın içi. Seni mi kıracağım? Dişimi kırarım daha iyi" dedi ve küçük bir kız çocuğu gibi kıkırdadı. Mathilda "yaa off...yani şimdi sırası mı?" gibi sızlanma dolu bir yanıta hazırlanmışken, duydukları karşısında yeşil gözleri şaşkınlıkla açıldı. Kısa süreli şaşkınlığından sıyrılırken mutlulukla "incilerin yerine kalsın dostum. İnan çok sevindim. Bir saate cafede buluşulalım o halde" dedi.
Telefonlar kapandığında genç kadın bedenini tüm ağırlıyla yeniden yatağa bıraktı. Aslında bu hafta sonunda uzun zamandır dokunmaya fırsat bulamadığı evine zaman ayırmayı ve bir güzel temizlik yapmayı planlamıştı. Derin bir nefes aldı.
Düşündükçe aslında hiçte temizlik yapma havasında olmadığını farketti. Ev-iş arasında geçen hayatı son zamanlarda iyice tekdüzeleşmişti. Rutinini biraz olsun değiştirmek iyi gelecekti belkide... Doğruldu, ayaklarını indirdiğinde dokunduğu beyaz,ince peluş halısının hissettirdiği yumuşaklığı ne çok sevdiğini düşündü ve gülümsedi. Yarı istekli kalktı ve uzun uzun gerindi. Hala esniyorken adeta sürünen ayaklarla duş almak için banyoya yollandı. * * *
Tek katlı geniş verandalı sahil evinin, etrafını çevreleyen ahşap çitler bebek mavisine boyanmıştı ve sahilde beyaz bir inci gibi duran evi daha bir güzel hale getirmişti. Rengarenk ektiği çiçekli bahçesinin içinde çitlere dayamış olduğu bisikletini aldı ve bahçe kapısını açtı. Temmuzun bu ilk haftasında hava,sabahın ilk saatleri olmasına rağmen yürüyüş yapmak için fazlasıyla sıcaktı.
Yola çıkmadan alışkanlığı üzere evinin önündeki beyaz, ahşap büyük bir kuş evi tarzındaki posta kutusunu kontrol etti.Birkaç tanıtım broşürü ve beyaz bir zarftan başka birşey yoktu. Dudağını bükerken zarfı evirip çevirdi. Üzerinde kimden, nerden geldiğine dair bir bilgi yoktu. Kaşları merakla çatılırken gizemli zarfı açtı. İçinde bir not kağıdı vardı. Git gide artan merakıyla kağıdı aldı. "Beni özledin mi?" Şaşkınlıkla dolgun dudakları aralanırken, gri-mavi gözlerindeki merak yerini kuşkuya bıraktı. Hemen etrafına bir bakış attı. Aslında kimi aradığını çok iyi biliyordu. Bu notu bırakan uzun zamandır bir buhar gibi ortadan yok olan ve yokluğuna şükrettiği Thomas'tan başkası olamazdı. Başka kim olabilirdi ki?!
İki yıldır yaşadığı bu kasabada herhangi bir yasa dışı yada içinde gizem barındıran herhangi bir olayın gerçekleştiğini duymamış, şahit olmamıştı.
Kendisini güvende hissettiği bu yerde,gerek yerel halk, gerek gelen turistlerde kendi hallerinde yaşayıp giden insanlardı. Öfkeyle not kağıdıyla birlikte zarfı da küçük parçalara ayırırken "ya ne demezsin! Hasretinden öldüm pis domuz" diye söyleniyordu.
Düşündükçe kızgınlığı artıyor, kalbinde yanardağlar patlıyordu. Hızlı bir iki adımla posta kutusunun az ilersindeki pedalına basıldığında kapağı açılan çöp kutusuna paramparça ettiği kağıtları attı. Burnundan öfkeyle solurken döndü, bisikletine bindi ve kızgın gözleriyle etrafı taradı. Sadece birkaç tatilci vardı. "Tam bir domuzsun" diye tısladı. Sinirden titreyen elleriyle başındaki beyaz,spor şapkasını son kez düzeltti. Mavi şifon bluzunun fırfırlı yakasına taktığı kaliteli güneş gözlüğünü aldı ve gözlerine yerleştirdi. Derin bir nefes alıp pedalları çevirmeye başladı.
Yol boyunca ister istemez gözleri her yerde Thomas'ı aradı. Tek bir iz yoktu. Emin olmak için arada bir dönüp arkasına bakıyordu. Karabatak gibi bir görünüp bir yok olan adam belki de aracıyla onu takip ediyordu. Tam rahatlamış, kendisini güvende hissederken adeta "ben burdayım ve benden kurtulduğunu mu sandın?" mesajını veren o notla sarsılmıştı. "Zorba" dedi öfkeyle. Ne olursa olsun bu adama boyun eğmeyecekti. Ne demişti o gece?! "İstediğimi eninde sonunda alırım ve ben istediğim sürece benim olur." Bir anda kulaklarında adamın o kendinden emin güçlü sesi yankılandı. "kıçımı alırsın sen lanet olası" dedi öfkeyle. Düşündükçe öfkesi tüm bedenini ele geçiriyordu. Öyleki birkaç kez dikkati dağılmış, düşmekten son anda kurtulmuştu. "bok herif! Adamdaki özgüvene bak yaaa!! Tavan yapmış...Ama yook... senin o kahrolası güvenini yerle bir etmesini bilirim ben baş belası pislik herif," Küfürden nefret ederken ağzından çıkanlara şaşırıyordu."e ama hak edenede edeceksin kızım" dedi kendi kendisini onaylarcasına.
Derin bir nefes aldı. Sakinleşmesi gerekiyordu.
Bu adamın yaptığı herşeyle kendisini böylesine alt üst etmesinden nefret ediyordu. Onunla ilgili herşeyden nefret ediyordu. Kahrolasıca dünyayı ben yarattım tavırlarından, pervasızlığından, farkında olmadan beynine kazıdığı o yakışıklı yüzünden, okyanus mavisi gözlerinden, insanın içini delip geçen o güçlü sesinden ölesiye nefret ediyordu. "Tamam! Sakin ol kızım...bugünü berbat etmesine izin verme! Öküz"
Yol boyunca gerginliğinden biraz olsun sıyrılan genç kadın, dostlarının yanına vardığında derin bir nefes aldı. Bisikletini park ettikten sonra döndü ve kendisine el sallayan dostuna karşılık verdi. Yüzüne yerleştirdiği gülümsemesiyle masada yerini aldı ve neşeli bir merhaba salladı. Kasabanın o çok sevdikleri Fransız tarzının hakim olduğu cafede, tabaklarındaki birbirinden leziz kahvaltılıkları hele de bayıldıkları kruvasanları büyük bir iştahla mideye indiren üçlü, filte kahvelerini yudumluyor ve sohbet ediyolardı. "Bu ne güzel sürpriz" dedi bir ses. Elindeki porselen fincanı tabağına koyarken, başını kaldırıp bir şekilde tanıdık gelen sesin sahibine baktı. Adam oyuncağını bulmuş gibi mutlulukla gülümsüyordu. Laura hayal meyal hatırladığı adama bakarken, O'nun kim olduğunu araştırıyordu hafızasının gizli odalarında.
"Aslına bakarsanız o gün kartımı size verirken ararsınız diye ummuştum," dedi açık yüreklilikle ve sitemkar bir sesle genç adam.
Laura da bir anda jeton düştü. Tabii ya. Dalgınlığının sonucu önüne atladığı aracın sahibiydi bu adam. "Merhaba" derken yine o günki utancı hissetti yüreğinde. "Hay aksi!...adamın adı neydi?" Öyle ya varlığını unuttuğu o karta hiç bakmamıştı."Sam" dedi bir anda genç adam. Laura'nın yüzünde gördüğü kararsızlık, isminin hatta varlığının çoktan unutulduğunu anlamasına sebep oldu.
İçten içen buna üzülsede belli etmedi. Laura mahçup bir ifadeyle" tekrar merhaba Sam" dedi.
Mathilda ve David, tanımadıkları bu yabancıya dikkatle bakarken neler olduğunu merak ediyorlardı. Mathilda "bankadan bir müşterisi olsa gerek" diye düşünüyordu. Amma da yakışıklıydı. Zümrüt yeşili gözleri, adamın bedenini sımsıkı sarmış olan tşörtünden fırlayıp çıkmaya hazır olan kaslı vücudunda gezindi. David, yan gözle karısına bakmış, O'nun dikkat kesildiğini gördüğünde gülmemek için dudaklarını kemirmeye başlamıştı. Çok sevdiği o yeşil gözlerdeki pırıltı Mathilda'nın beyninde kırk tilkinin tura çıktığını ilan ediyordı. Sam güçlükle de olsa Laura'dan ayırdığı koyu kahverengi gözlerini, David ve Mathilda'ya yöneltti. "Sizlerede merhaba" dedi içtenlikle. Karşılıklı merhabalaşma bittiğinde David genç adama masaya katılmasını teklif etti. Sam minnetle gülümseyerek Laura'nın hemen yanındaki sandalyeye ilişti. Kısa bir sessizliğin ardından Laura arkadaşlarını tanıttı. Gözleri Mathilda'nın soru soran gözleriyle buluştuğunda dostunun bir açıklama beklediğini anlaması uzun sürmedi. "Çocuklar, Sam ile birkaç hafta öncesi garip bir rastlantı sonucu tanıştık" dedi. "Aslında talihsiz bir kazaydı ve ben gerçekten çok üzgünüm" dedi Sam tüm saflığıyla.
Laura 'kaza" sözünü duyduğu anda tüm bedeninin buz kestiğini hissetti. Hüzün bulutunun kapladığı gözleri koyulaşmıştı. Üçlü arasında bu söz kolay kolay kullanılmazdı. Can dostunun bu konudaki hassasiyetini çok iyi bilen Mathilda irkilerek dostuna baktı ve hemen havayı dağıtmak amacıyla " nasıl bir rastlantı?" diye atıldı . "önemli birşey değildi Mathi... iş dönüşü dalgınlığım sonucu Sam'in aracının önünde buldum kendimi. Hafif bir dokunuştan fazlası değildi" dedi ve gülümsedi. Dönüp kendisine hayranlıkla bakan adama "öyle değil mi Sam?" dedi. Kendisini olumlayan Sam'a "birşey içer misiniz?"diye sordu.
Sam boşalmış kahve fincanlarına baktı ve "bende sizleri kokteyllerini çok beğeneceğinizi tahmin ettiğim Rainbow'a davet etmeyi düşünüyordum" dedi ve ekledi "tabii sizin için sakıncası yoksa?"
Bu teklif karşında Mathilda'nın beynindeki tilkiler hep bir anda durdu ve bir birine baktı. 'Neden olmasın?!' Sahte bir hüzünle ki bunu ancak O'nu çok iyi tanıyanlar anlardı "ahh çok iyi olurdu ama maalesef David'le şehre inmemiz gerekiyor" dedi. Uyarıcı bakışları yanındaki biricik aşkını buldu ve aynı anda sertçe kocasının ayağına bastı. Çünki David'in dikkatinin dağıldığını fark etmişti. "Ahh nasırım" diye feryadı basmamak için dişlerini sıkan David, zorlukla gülümsedi ve "evet maalesef" diyebildi.
Arkadaşlarına kızgın bakışlar atan Laura tam "benimde eve gitmem gerekiyor. Yarım kalan önemli işlerim var" diyecekti ki, söze başlamasına Mathilda fırsat vermedi. Her zamanki çabukluğu ve çocuksu heyecanıyla "ama Laura gelebilir sizinle Sam. Oldukça yoğun bir hafta geçirdi. Eminim şu kokteyller O'na yorgunluğunu unutturacaktır" dedi. Bir anda Sam, telefonundan duyulan melodik sesle özür dolu bakışlarını masadakilerde gezdirdi buna bakmak zorundayım, izninizle" dedi ve masadan uzaklaştı.
Laura'nın şaşkınlık ve öfkenin birbiriyle harmanlandığı bakışlarının odak noktası Mathilda idi. "Çıldırdın mı sen? Ne diye beni adamın önüne atıyorsun?" diye tısladı. Mathilda "yeni bir arkadaş edinmenin nesi kötü Laura? Belli işte, iyi biri." dedi umursamazca. Yeniden David'in ayağına sertçe bastığında canı fazlasıyla yanan adam bu kez gözlerinin yaşarmasına engel olamadı. "Kahretsin Mathi...ikide bir dozer gibi ezme ayağımı! Nasırımı dümdüz ettin" dedi öfkeyle.
Kendisine dikilmiş iki çift kızgın gözden kaçırdığı bakışlarını, yanlarına yaklaşmakta olan genç adama kaydırdı. Zamanlama müthişti doğrusu.
Parmak arası terliğindeki zonklayan ayağına dokunmamak için kendisini zor tutan David,zehir saçan bir sesle "bunu yanına bırakmam bilesin" dedi. Mathilda bu uyarıyı hiç dikkate almadan "çabuk kalk! Yoksa yemin ederim, o nasırını deler geçerim" dedi ve çok ciddiydi. Böylesi bir tehtidi gözardı etmek kesinlikle aptallıktı. Hele de söz konusu Mathilda ise.. "pis çöpçatan"dediğinde çoktan ayağa kalkmışlardı sevgili karısıyla. * * * * *