3.BÖLÜM "GEÇMİŞTEN GELENLER"

2063 Words
Annemin sesini duyunca ona korkarak baktım. Benden daha rahat gözükse de gergin olduğunu hissediyordum. Annem bana az önce kiminle konuştuğumu mu sormuştu? Alt dudağımı dişlerimin arasında sertçe ufaladım. Odamda birinin olduğunu anlamış mıydı? Kapıyı tekrar zorladı. Açılmayınca birkaç kez vurdu. "Kime diyorum ben! Rüya! Kiminle konuşuyorsun diyorum!" "Anne ne saçmalıyorsun kimseyle konuştuğum yok!" Kekelememek için resmen üstün bir çaba sarf etmiştim. Dilim damağıma yapıştığında kalbim göğüs kafesimi delip geçercesine atıyordu. Popoma sanki biri diken batırmış gibi yerimden yukarı fırladığımda bugün için gereğinden fazla aksiyon yaşadığımı düşünüyordum. Hatta bugün için de değil, benim hayatıma göre çok fazlaydı! "Yine o garip Kore filmlerine başladın değil mi? Kaç kere diyeceğim sana izleme diye? Kendine yeni oppa mı yaptın?" Sıkıntıyla kıvranırken Savaş'la göz göze geldim. Gözleri mantar panomdaydı. "Anne, gider misin lütfen işim var." "Ne işiymiş? Hayali oppanla mı öpüşüyordun yine? Bırak artık o yastığı!" Gözlerim panikle kocaman açıldığında utana sıkıla Savaş'a bakıyordu. Yatağımın üzerinde duran Kim Hyun Joong'un suratının olduğu yastığa bakıyordu bu seferde. Kahretsin... Ağzımda bir şeyler geveleyerek kapıya gittim ve oradan anneme seslendim. "Anne! Lütfen beni yalnız bırak." "Ah kızım ah! Akşam yanımıza ineceğine söz ver, o zaman giderim." "Tamam anne söz... Geleceğim..."Uzaklaşan adım sesleriyle beraber rahat bir soluk verdim ve korkarak arkamı döndüm. Savaş yerinden kalkmış, yatağın üzerindeki yastığı almış yakından inceliyordu. "Aa!" Birden yanına doğru koştum, hızımı ayarlayamadığım için omzuna çarpıp yatağın üzerine düştüğümde kafasını çevirip halime baktı. Omzuna çarpan alnımı ovuşturup güçlükle yerimden kalktığımda inliyordum. "Omzuna bıçak mı soktun bu ne böyle?" Yanında durunca elinde tuttuğu yastığı görünce tekrardan kendime geldim ve ona uzandım. "Ver onu bana!" Yastığı bedeninin gerisine, yukarıya doğru çekti bir ona, bir de bana bakıyordu. "Yastıkla mı öpüşüyorsun?" Garip bir tonda konuşmuştu. Yastığın üzerinde ki idolümün öpücük atan suratı ve annemin talihsiz açıklamalarıyla çok kötü bir uyum içerisine giriyor, beni zora sokuyordu. Zor da değil resmen çocuğa rezil olmuştum. Suratımı ekşiterek yere baktım. O andan gerçekten de buharlaşarak uzaklaşmak istiyordum. "Bak, tabii ki de öyle şeyler yapmıyorum tamam mı?" Boğazımı temizleyip gözlerine baktım. "Şimdi o yastığı verir misin?" Aklına bir ayrıntı gelmiş gibi suratını buruşturdu ve yastığı bana attı, havada tuttum. "Evet, gözümün görmediği bir yere kaldır lütfen. Neler yaptığını düşünmek istemiyorum." Ne demek istediğini anlamam biraz sürmüştü. İdrak edince ifadem dağıldı ve bağırarak omzuna vurdum "Ya! Saçmalama!" "Rüya! Ne yapıyorsun yukarıda getirtme beni oraya!" Aşağıdan annemin sesi gelince gözlerimi sıkıca yumdum ve içimden düştüğüm duruma karşı saydırmaya başladım. Kendimi tam bir gerizekalı gibi göstermiştim, berbat bir izlenimim vardı rehinciye karşı. "Her neyse!" Sessizce cırladığımda yanaklarım utançtan yanıyordu. Yüzümün önüne düşen saçı kulağımın arkasına ittim ve "hadi yemek yiyelim." Dediğimde ikiletmeden yerine oturdu. Hamburgerini yemeğe başladığında bende koca bir ısırık aldım. Bu iğrenç andan çıkmak istiyor, her şeyi unutmak istiyordum. Yemeklerin o güzel lezzeti bana tam da bunu yapıyordu. Her şey Savaş'ın sesini tekrardan duyana kadar gayet de güzel gidiyordu. "O bandın gerçekten de o adama ait olduğunu mu düşünüyorsun?" Gözlerimi devirdim. Bıkkın bir soluk bıraktım ve ağzımdaki yemeği püskürtmemeye dikkat ederek "tabii ki! Onu almak için tam 200$ ödedim." Suratını ekşitti ve azarlar bir tonda "Bir de marifetmiş gibi söyleniyor! Nereden biliyorsun ona ait olduğunu aptal mısın sen?" "Tabii ki ona ait, evini temizleyen kadından satın aldım." Suratını buruşturdu. "Gerçekse bile iğrenç, iğrençsin. Adamın siyah noktalarının sende olması nasıl bir haz veriyor olabilir ki?" "Sen anlamazsın!" "Her neyse, daha fazla bu konuyu konuşmak istemiyorum, midem kalkıyor." Bana imrenircesine baktı ve yemeğini yemeğe koyuldu. Yeni tanıştığım birinin beni böylesine derinden tanıması gerçekten de korkunçtu. Hamburgerimi bitirip kafamı kaldırdığımda göz göze geldik. Yemeğini ne ara bitirip beni izlemeye başlamıştı kestiremiyordum. "Demek bu depresif kız aynı zamanda da akıl almaz bir fan ve usta yalancı he?" Gözlerimi kısıp bilenircesine ona baktım. "Sadece merak ettim. Hayatında sevebildiğin bir şeyler varken, neden ölümü düşünüyorsun?" Dalgacı tavrı yok oldu. Bunun cevabını bende merak ediyordum, yanıtını bulmak çok da uzun zamanımı almamıştı. Peçeteyle ağzımı temizlediğimde gözlerim boşluğa düştü. Yavaş bir iç çektim ve "artık onlarda keyif vermiyor desem?" İşte özüme dönmüştüm. Karşılık vermediğinde devam ettim. "Her ayın iki haftası ruhum yoğun bakıma giriyor sanki... Çıkabilecek miyim? Çıkamayacak mıyım diye çok düşünüyorum o zamanlar... Bu öylesine sancılı bir süreç ki yaşamayan bilemez..." Sesim tekrardan o karanlık tonuna bürünmüştü. Kafamı kaldırıp gözlerine baktığımda beni büyük bir önemle dinlediğini görebiliyordum. Bu durum o an öyle çok hoşuma gitti ki kendimi önemli biri gibi hissettim. Bu zamana kadar kimse beni böylesine önemseyip sorgulamamıştı ki... Ailem beni anlamaya çalışmak yerine sürekli azarlayıp aşağılamayı, yargılamayı seçiyordu. Arkadaşlarımsa bu halimden tamamen memnundu. Çünkü insanlar, her zaman onlardan kötü durumda olan kişileri üstten izlemeyi severdi, acımayı severdi. Bu durum onları önemli, şanslı hissettirirdi. Ben eğer daha iyi yaşam süren, başarı sahibi biri olsaydım o zaman benden nefret ederlerdi. Arkadaşlarım beni sağlıksızken seviyorlardı. Acımdan besleniyorlardı. Kulağa gerçekten de ürkütücü geliyordu. "Hayattan tat almak için yemek yiyorsun demi?" Ses tonu fazlasıyla ciddiydi. Belki de kendince bana bir kanı koymak istiyordu. Koyu yeşil gözlerine daldım ve başımı salladım. "Evet, bazen o kadar çok mutsuz oluyorum ki gün içerisinde yirmi tane çikolata yediğim oluyor." Gözleri irileşti "yirmi mi?" Tekrar kafamı salladım. "Evet, verdiği o mutluluk hissini seviyorum. Kalbimi kısa süreliğine de olsa ısıtıyor." "Ama yemekler bittikten sonra mutluluğun da sona eriyor. Duygularını geciktirdiğinin farkında mısın?" Duruşunu düzeltip bana doğru yaklaştığında bakışlarında daha önce hiç tatmadığım bir duygu vardı. Şefkat? Eve... Şefkat... "Nasıl yani?" O konuşurken aynı zamanda da sürekli suratını inceliyordum. Bu kadar güzel yüzü olan biriyle otururken kendi çirkinliğimden utanıyordum. Bakışlarım kucağımı bulunca keskin sesini duymama izin verdi. "Sen duygularını sürekli yemeklerle bastırmaya çalışıyorsun. Aslında o anki üzüntüyü yaşamayı ertelemesen, dibine kadar hissetsen o bahsettiğin ayın iki haftalarında bu kadar çok sancı çekmeyeceksin." Diğerlerine göre daha uzun ve düşündürücü olan konuşması bittiğinde ne demek istediğini kavramaya çalışıyordum. Aklımda bazı ışıklar yanmaya çalışsa bile onları söndürdüm. Ben acılarımı yaşamayı bilmezdim ki... Düşüncesi bile ürkütücü geliyordu. Ben o kadar güçlü biri değildim. "Sende ki bu duygusal açlık." Önündeki yemek paketlerini kaldırdı. "Sen aslında bunları yemeği istemiyorsun, duygularını bastırıyorsun sadece." Kafasını onaylamaz anlamda salladı ve "bakma bana öyle... Bu söylediğim kadar masumane bir şey değil, aslında kendini zehirliyorsun." Dudaklarım aşağı doğru kıvrıldığımda suratımda acı bir tebessüm oluştu. "Lafı dolandırmana gerek yok, ne kadar kilolu olduğumu söylemeye çalışıyorsun, açık konuşabilirsin." Hızla gözlerim doldu. Bu konuda öylesine hassastım ki en ufak bir konuşmayı bile kaldıracak halde değildim... Kaşları çatıldı. Hassasiyetimin belki de ilk defa o an farkına varmıştı. Kafası karıştı. Bakışları odamda kısaca gezindiğinde doğru kelimeleri aradığına yemin edebilirdim. "Bak, ben öyle bir şey demedim ki..." Bakışları kısaca üzerimde gezindi "bence sen kilolu biri de değilsin." Suratımda acı bir tebessüm oluştuğunda gözlerimi belerterek ona baktım. Üzülmemem için yalan söylüyordu Bilmiyordu ki bu kilolu bir kız için çok acınasıydı. Bir de utanmadan beni aptal yerine koyuyordu. "Bak, ben sadece kiloluyum, tamam mı? Aptal değilim." Bir şey söylemeden gözlerimin içine baktığında sanki bana bakışlarıyla aptal olduğumu haykırıyordu. Kafasını usulca onaylamaz anlamda salladı ve "biliyor musun? Sen sadece aptalsın." Burun direğim sızlamaya başladığında kendimden nefret ettim. Tam da o an? O kadar rezil olmuşken bir de karşısında ağlayacak mıydım? Aptal, aptal Rüya! O da aynıydı işte, diğerleriyle aynıydı. "Sen sadece... Kilolu değil de..." Dilinin ucuna kadar gelen şeyi bir türlü söyleyemiyordu ama bir şey vardı aklında. Neden bu kadar zorlandığını anlamamıştım. Burnumu çekerek gözlerinin içine baktığımda yutkundu ve güçlükle. "sadece..." Öfkeli ifademe eşlik eden sesimle konuştum. "Sadece ne?" Boğazını temizlediğinde şakakları kızardı "sadece yaşına göre biraz fazla kıvrımlısın." Gözlerim irileşerek halıyı bulduğunda benimde şakaklarım kızarmıştı. Kahretsin! Nerelerden bahsettiğini çok iyi biliyordum. Bu durumdan o kadar çok şikayetçiydim ki. Ergenliğe girdiğim gibi resmen balon gibi şişmiştim. Küçücük yaşta kadınsı hatlara sahip olmak beni çok utandırmış, aynı zamanda da bastırmıştı. Teyzelerim sürekli sutyen numaramla ilgili şaka yapıyordu. Göğüslerimi füzeye benzetiyorlardı. Bu onlara göre komik gelse de o zamanki yaşıma, on üç on dört yaşlarındaki bir çocuğa göre çok fazlaydı. Onur duyacağım veya mutlu olacağım bir mesele değildi ne yazık ki. Sürekli yaşıtlarımdan fazlaca erken olgunlaştığım için bol hırkalarla gezmiştim. İlk okuldaki arkadaşlarım benden o kadar çok küçük bir görüntüye sahiptiler ki kilo takıntısı o zamanlarda oluşmuştu bende. Özellikle bir kere sınıfımdaki bir arkadaşımla kavga etmiştik. Bana göre çok fazla kısa ve inceydi. Kız annesiyle birlikte bizim evi bulup geldiğinde neyse ki babam beni güzelce savunmuştu savunmasına ama söylediği öyle bir şey vardı ki o zamandan beri aklımdan çıkmıyordu. Her şeyden önce benim kızım senin kızınla yaşıt bile değil, onunla neden oynasın demişti. O zaman hissettiğim utanç ve yerin dibine girme isteği.... Handan'ın bana karşı olan ukala gülümsemesi, bakışları... Daha sonrasında okulda alay konusu olması... Geçmişe bir dönüp bakıyordum da sürekli yaralarla doluydu. Bana kalsa bu ana kadar yaşamam bile mucizeydi. "Daha fazla bu durumu konuşmak istemiyorum." Yanık bir tonla konuşmuştum. Sessiz kalmasını saygı duyması olarak kabul ettim. Elini saçlarına atıp düzeltti ve "her neyse, peki arkadaşların hakkında ne diyorsun? Neden onlarla gitmedin?" Güzel yüzüne baktım. Bu çocuk acaba bana sürekli böyle açıklama mı yaptıracaktı? Şimdiden yorulmuştum. Yaptığımız anlaşmayı hatırladım. Birbirimize bir süreliğine katlanmamız gerekiyordu ne yazık ki... Derin bir soluk verdim. Bu mesele, haksız gözükmek istediğim bir mesele değildi. Onların sinsiliği yüzünden yalancı durumuna düşmek istemiyordum. "Bak, onların tavırlarından pek hoşlanmıyorum tamam mı? Bu yüzden." "Bu yüzden sende hoş olmayan bir tavır sergiliyorsun?" Sorarcasına konuştuğunda güçlükle bir soluk bıraktım. Kafamı onaylar anlamda salladım ve "peki sen neden iki işte çalışıyorsun?" Konuyu birden değiştirmemi beklemiyordu. Kafamı çapraz bir açıda eğdim ve "sürekli beni konuşacak halimiz yok herhalde?" Dediğimde kafasını salladı ve düşünceli bir tavırla. "Tabii, sürekli çalışıyorum çünkü düşünmeyi sevmiyorum." Beklemediğim bu cevap karşısında kaşlarım çatılmıştı. Bende onun gibi bağdaş kurarak oturdum ve dikkatle dinlemeye devam ettim. "Yorulmayı seviyorum." Dudaklarımı birbirine bastırarak mırıltılar çıkarttım. "Görüyor musun? Sende epey tuhafmışsın." Gözlerini kısarak bana iflah olmaz bir baş belasıymışım gibi baktı ve "sen gerçekten de aptalsın, buna hemen inandın." Benimle dalga geçmişti! Hem de bir hayli kolayca! "Neden iki işte çalışabilirim? Tabii ki para kazanmak için." Dudaklarımı birbirine bastırıp masum duygularımla ona bakmayı sürdürdüm. "Dil kursu ödemesi için daha fazla para kazanmam gerek.." Dişlerimi birbirine bastırdım. "Gerçekten de aptalca davrandım kabul ediyorum, kusura bakma." Gülümsedi. "Baksana, dizilerdeki klişeleri oynamana gerek yok. Bu utanacağım bir durum değil." Kafamı onaylar anlamda salladım ve merakıma yenik düşerek sordum. "Zor olmuyor mu?" Omuz silkti. "Yapacak bir şey yok, yaşamak için dayanmak zorundayım, yeniliğe açık olmalısın." Bu yaşıma kadar hiç parasal anlamda bir durumu sıkıntı etmemiştim. ailemin durumu her zaman iyiydi ve hep bana en iyisini verdiler. O an Savaş'ın hayat mücadelesine karşın tüm bunları elimin tersiyle itip canıma kıymaya çalıştığım için kendimden utandım. Ama biliyordum ki bu durum sadece o ana özel kalacaktı. Daha sonrasında depresif olduğum herhangi bir anda tüm bunlardan eser kalmayacaktı, sadece yaşamıma son verme düşüncesi olacaktı aklımda. "Her neyse, seninkiler artık içeri geçmiş midir?" "Efendim?" "Gidebilir miyim artık?" "Aa, evet yani sanırım." Gülümseyerek ayağa kalktım. Annemlerin çay saati çoktan bitmiş olmalıydı. Tabii, önce kapıyı kontrol edecektim. "Seni geçireyim." Ayağa kalktığında oda tekrardan küçücük kalmıştı. Boyu tahminime göre bir seksen beşin üzerinde olduğu için bana göre de fazlasıyla uzundu. Bir altmış yedi olmama rağmen yanında kendimi kısa hissediyordum. Bu benim normalde hissettiğim bir durum değildi, tanıştığım insanlar genelde boyuma yakın veya daha kısalardı. "Bekle önce balkondan bakayım." Yanından geçip balkonun kapısını açtım. Burnuma nefis bir mangal kokusu gelmişti. Gülümseyerek ona döndüm. İşte benimde en mutlu olduğum anlardan biri yemek kokusu aldığım, ardından da yemek üzere olduğum anlardı. "Mis gibi mangal kokuyor!" İştahıma gülümsedi, nedense o an benim tatlı olduğumu düşündüğünü hissettim. "Hadi bak aşağıya, işe gitmem gerek!" Acele etmeden korkuluğun kenarına geçip aşağı doğru baktığımda gerçekten de boka bastığımızı anladım. Mangalı bizimkiler yakıyordu! Ağzım bir metre aralandı ve dehşet saçan ifademle ona doğru döndüm. Kaşları çatıldı, neden öyle baktığımı henüz bilmiyordu, bildiğinde belki de beni mahvedecekti. Çocuğu da işinden etmiştim. "Ne oldu söylesene!" Dudaklarımı ağzımı içine doğru çektiğimde suratımda oluşan telaşlı ifadeyle harfleri olabildiğince yumuşak bir biçimde telaffuz etmeye çalışarak "mangalı bizimkiler yakıyor..." Geleceğimden çok daha parlak olan dişlerini görebilmem için dudaklarını araladı ve "ne?" Derken kıstığı gözleriyle mimiklerini bile kıskanmama sebep oldu. Bu çocuk her haliyle karşımda bir mücevher gibi parlamak zorunda mıydı? Kafasını onaylamaz anlamda salladı ve kapıya doğru ilerledi. "Bak, sizinkilerin mangalı yüzünden işimden kovulmak istemiyorum tamam mı?" Onu iyice zor duruma düşürmüştüm. Suratım utançtan buruşmuştu. Önüne çıkarak karşısında durdum. "Bak, bizi evlendirmelerini istemiyorsan çıkmamalısın tamam mı?" Yerinde durup bana iflah olmaz bir bakış attığında hızla devam ettim. "Hem unuttun mu? Biz aramızda bir anlaşma yaptık bu yüzden benimle iş birliği yapmak zorundasın," Çatık kaşları ve kısık gözleriyle bana bakıyorken gözlerinin akına kadar parlıyordu. Bu çocuğun lakabı kesinlikle mücevher çocuk olmalıydı. Eliyle suratını sıvazladıktan sonra kafasını kaldırdı ve "kabul ediyorum." Gülümsedim "ama bir şartla." Somurttum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD