2.BÖLÜM "SAÇMA TESADÜF"

2129 Words
O gün eve geldiğimde kimse dışarı çıktığımı bile anlamamıştı. Ertesi gün olduğunda üzerimdeki hırkayı yavaşça çıkarttım. Küçük koridorumdaki askılığa asıp merdiven oluğundan aşağıyı dinlemeye koyulduğumda ses gelmiyordu. Belki de evden gitmişlerdi. Kolumdaki saate baktım. Annem ve ablam o aptal arkadaşlarıyla buluşmaya gitmiş olmalılardı. Her zamanki şarkılarımdan birini açıp banyoya girdim. Katy Perry- Harleys in hawai çalarken üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup duşa girdiğimde fazla kilolarımdan dolayı anında moralim bozulmuştu. Sırf bu yüzden banyo yapmayı sevmiyordum. Vücudumla bir türlü yüzleşemiyordum. Yıllardır bu kiloda olmama rağmen sanki her seferinde ilk defa görüyor muşum gibi oluyor, anında modum düşüyordu. Dişlerimi birbirine bastırdığımda ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. "Kendimden nefret ediyorum." Dişlerimin arasından tıslayıp güç bela kendimi yıkadığımda tam anlamıyla yıkıkları oynuyordum. Bu şekilde yaşamak öyle çok zordu ki... Kilomdan dolayı kullanamadığım uzun, siyah saçlarımı tarayıp kuruturken bir an önce bu adımların geçmesini istiyordum. Tadım kaçıyordu. Aynadan kendime öldürücü bir ifadeyle bakıp saçlarımı kuruttuktan sonra odama girdim ve bir daha kesinlikle aynaya bakmadım. Üzerime siyah bol, kalçalarımı kapatan bir kazak giydim. Her seferinde olduğu kadar bol olmamıştı. Kalça kısmı biraz daha dar kalmıştı. Suratım kızardı, dişlerimi birbirine bastırdım. Göğsüm hiddetle inip kalkmaya başladığında kendimi parkelerimi kazıp arasına gömmek istiyordum. Kulağımın içini kaşıdım. Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdiğimde gözlerim yanıyordu. "Nasıl, nasıl olur?" Mideme derin bir ağrı girdi. Bu öylesine büyük bir sorundu ki... Kıyafetlerinin eski bollukta olmaması, gram tadım kalmamışken beni iyice eksilere düşürmüştü. Aynanın karşısındaki duvara çöküp sırtımı dayadım ve dizlerimi kendime doğru çektim. Göz yaşlarım birbiri ardına akmaya başladığında midem ağrıyordu. Kendime düşmanca baktım ve "senden nefret ediyorum!" Dedim. Kaşlarım çatıldı "sen hiçbir şeyin iyisini hak etmiyorsun. Kilolu halinden nefret ediyorum, seni hiç sevmiyorum! Aptal! Aptal! Aptal! Yine başaramadın, hiçbir boku beceremiyorsun sen." Sesim giderek karanlık tonlarda çıkmaya başladığında gözlerimi sıkıca yumup kafamı duvara yasladığımda midem ağrıyordu. "Of..." Ne kadar süre orada öylece durduğumu bilmiyordum. Kendimi tam anlamıyla bok gibi hissediyordum. Yerimden kalkıp eşofmanımı üzerime giydiğimde az önce tadan kaçımı az bir şey bastırsam da tekrardan hareket haline geçince o ağır depresiflik gün yüzüne çıkmıştı. Hareket ettikçe öne doğru çıkıntılı olan göbeğimi hissediyor, onu bıçakla kesme güdüsü duyuyordum. Mutfağa girdiğimde kendimi güvende hissettim. Evde kimse yokken mutfakta vakit geçirmek, benim için dünya hayatında cenneti yaşamaktı. Buz dolabını açtığımda krem peynir ve dilim salamı çıkartıp masanın üzerine koydum. Çekmeceli kilerden de muzlu keklerimi ve dilip ekmek paketini aldım. Çatal ve suyu da aldıktan sonra mutfak masasına oturup ayağımı tabureye uzattım. Masayı kenarlarından tutup kendime doğru çektiğimde aramızda hiç mesafe bırakmamıştım. Böylesi çok daha huzurlu hissettiriyordu. Poşetteki ekmeklerin de yeni paket krem peynirin hepsi bitene kadar durmadan yediğimde zaman su gibi akmıştı sanki. Ara vermeden hemen keklerime geçtim, yemekten sonra kapanışı tatlıyla yapmayı seviyordum. Tüm yemekler bittiğinde tekrardan o mutsuzluk hissi çöktü. Az önce bedenimi kısa süreli de olsa huzur kaplamışken şimdi daha da büyük bir çöküşle karşılaşmıştım. Dudak kenarlarım aşağı doğru kıvrıldığında ruhum sancılanmaya başladı. Yemek yedikten sonra kendimi her seferinde daha da kötü hissediyordum. Bu kısır döngü dayanılacak gibi değildi. "Of..." Parmaklarımı saçlarımın arasına daldırıp çekiştirmeye başladığımda kendimi tokatlamayı arzuluyordum. Bakışlarım camdan dışarısına denk geldi. Ben hiçbir zaman dışarıda gezinen insanlar gibi olamayacaktım... Evde kalıp yemek yiyerek çürüyecektim... Telefonumu alıp yemek sepetine girdim ve beni iyi hissettirmesi için bir hamburger sipariş ettim. Yoksa bu mutsuzlukla her an kendime vurabilirdim. Siparişimin gelmesini beklerken internetten yeni dizileri arattım. Uzun süredir başlayabileceğim, beni iyi hissettirecek bir dizi bulamıyordum. Dişlerimi birbirine bastırdım. Tepinmek istiyordum. Buna bile tahammülüm yoktu, bu hayatta hiçbir şeye tahammülüm kalmamıştı. Bilgisayarın başında birkaç tur oyun oynadıktan sonra telefonum çaldı. Duygu arıyordu. Çocukluk arkadaşlarımdan biriydi. Son iki senedir onlarla arama ciddi bir mesafe koysam da peşimi bir türlü bırakmıyorlardı. Ben artık küçükken güldüğümüz şeylere gülmüyor, aynı sohbetlerden haz almıyordum. Ama onlar öyle mi? Yıllar önce ne konuşuyorsak hala aynı kafadalardı. Kendilerini geliştirdikleri tek nokta cinsel hayatlarıydı. Ergenlikle beraber sürekli değişen sevgililerine bir türlü ayak uyduramıyor, zihinlerinin tam açılmadığı bu yaşta radikal kararlar aldıklarını düşünüyordum. Yarını düşünmeden yaşamaları doğru değildi. Nasıl oluyor da bu kadar korkusuzca insanları hayatlarına soktuklarına anlam veremiyordum. Yarın öbür gün düzgün bir evlilik yapmak istediklerinde başlarına bela almaktan korkmuyorlar mıydı? Ben onlara göre eski kafa ve yaşlı düşünüyordum. Bunu onlar söylemişlerdi. Özellikle Duygu beni bu konularda çok sıkıyordu. Yaptıkları sanki çok güzel bir haltmış gibi sürekli övünerek anlatıyor, benim hayatıma henüz birini almamamla dalga geçiyordu. aklınca bana birilerini ayarlamaya çalışıyor, en azından ilk öpücüğümü yaşamam konusunda ısrarda bulunuyordu. Saçmaydı, kimin arkadaşı böyle bir şey için çabalardı? Veya bu tarz meseleler ağzımızda sakız olacak, bu denli basitleştirilecek şekle ne zaman gelmişti? İşte tam da bu yüzden hayat bana göre bir yer değildi... Suratımı buruşturarak telefonu sessize aldım. Kapandıktan sonra hemen w*****p dan bildirim geldi. "Hazırlan, kızlarla kahve içmeye geliyoruz sizin oradaki kafeye." "Iyy, Allah'ın cezaları. Bir siz eksiktiniz." Mesajı üstten okuduktan sonra tuşları kilitledim. Aslı'nın buradaki kafe de kesiştiği bir çocuk vardı. Bu yüzden sık sık geliyorlar, ısrarla beni de çağırıyorlardı. Daha güzel gözükmeleri için bana ihtiyaç duyuyorlardı. Hiçbir şeyin farkında olmadığımı sanan salaktan fazlası değillerdi. Çok fazla kitap okuyan biriydim. Özellikle yaşıma göre fazla kaçan psikoloji kitapları okuyordum. Öğrendiklerimle birlikte gözlemime göre Duygu narsist bir insandı. İlk tanıdığı insanlara iğne ucu kadar yardım eder, kendini sevdirirdi. Bu karşı tarafın istemediği bir yardımdı. Bu sayede ne kadar da iyi biri diye düşünülürdü. Daha sonrasında yaptığının karşılığının çok fazlasını isterdi. Yapılmadığı taktirde işi büyütürdü. Ona mecbur olduğumuzu hissederdi. O tamamen insan psikolojisine sıçan bir tipti. Aslı'ysa sinsi insandı. En zor anında ağzından bir şey kaçırdığında dost gibi görünür, güzelce sırtını sıvazlardı. Daha sonrasında zora düştüğün ilk an suratına çarpmak için sırada beklerdi. Veya bir kişi hakkında konu açardı. Yaptığın en ufak yorum olumlu veya olumsuz olsun bire beş katarak diğer kişiye sanki onun dedikodusunu yapmışsınız gibi gidip anlatır, sürekli ortalığı karıştırırdı. Henüz on yedi yaşımda çocukluk arkadaşlarımın yüzlerini bu kadar net çözmem mucize gibi gözükse de geç bile kalmıştım. Küçüklüğümüzden beri bu davranışları sürekli tekrar ederdi. Aynı liseye geçtiğimizde daha da arttı ve bana lisede yapmadıkları zorluk kalmadı. Her Allah'ın günü lisenin biteceği zamanı sayarak gider, son zilin çalması için içimden sürekli saati hesaplardım. İnsanlar beni çok yormuştu... Telefonum tekrardan titreyince tiksinerek baktım. "Seni almaya geliyoruz." Suratımı buruşturdum ve cevap yazmaya başladım. "Evde değilim." Telefonu cebime tıkıştırdıktan sonra perdeleri kontrol ettim. Evimiz müstakil olduğu için beni görebilirlerdi. Çok fazla güneş aldığı için sabah akşam güneşliklerin çekili olması şahaneydi. Işıktan nefret ederdim. Zil çaldı. "Çok şükür. Neyse ki onlar gelmeden yemeğim geldi." Parmak uçlarımda zıplayarak kapıya gidip dürbünden baktım. Kızların olmadığına emin olmam lazımdı. Kapının önünde bir adam vardı. Kafasındaki şapkadan dolayı yüzünü göremiyordum. İleride durduğu için elindeki burger torbasını gördüm. Bu bile beni heyecanlandırmıştı. Kapıyı açıp elimi uzattığımda adam torbayı vermedi. Kafamı kaldırıp suratına baktığım an öylece kalakaldım. "Rehinci! Senin burada ne işin var!" Kavisli bir yol çizip yukarı doğru kıvrılan kaşlarından onun da beni görmeyi beklemediği belliydi. Kaşları çatıldı. Garip bir şekilde ona rehinci diye hitap etmemden hoşlanmıyordu. Boğazımı temizleyip lafı ağzımda geveledikten sonra "yani Savaş, ne yapıyorsun burada?" Kafasını hafif yan yatırdığında aklımı sorgular gibi bir hali vardı. Elindeki torbayı yukarı kaldırdı ve "aslında ne yaptığım çok da gizemli değil he? Ne dersin?" Kafamı onaylar anlamda sallayıp etrafa baktığımda ileriki kaldırımdan kızların geldiğini gördüm. Ağzım panikle aralandı ve bir nida kopardım "eyvah!" "Ne oldu?" Ona dert anlatıp geri gönderecek kadar bile vaktim yoktu. Yakalarından tuttuğum gibi hızla içeri çekip kapıyı kapattığımda bir şeyler söyledi. O anki korkudan ne olduğunu anlayamamıştım. Kızlar giderek yaklaşıyor olmalılardı. "Bıraksana kızım ne yapıyorsun?" Avucumla ağzını kapattığımda bedenlerimizin arasında bir karış mesafe vardı. Savaş'ın sırtı kapıya yaslıydı. "Yalvarırım sus, sakın konuşma." Kısık bir sesle fısıldadığımda dışarıdan kızların seslerini duymaya başladık. Kafamı çapraz bir açıyla eğip o anın geçmesini beklediğimde korku ve heyecandan titriyordum. Sanki beni görebilirlermiş gibi... Kapıyı çaldılar. Alt dudağımı dişledim. Kalbim sanki kulaklarımda atıyordu o an. Zili çaldılar. Bir karşılık alamayınca Aslı'nın sesini duydum. "Gerçekten de evde yok." "Neyse gidelim." Dedi Duygu. Kısa bir hareketliliğin ardından sesleri kesilince rahat bir soluk koy verdim. "Oh, gittiler." Bakışlarım Savaş'ın gözlerini bulduğunda hayretle bana bakıyordu, gözleri iyice irileşmişti. Onu bu kadar neyin şaşırttığını anlamıyordum. Ağzında kapattığım elimi görünce benimde aynı şekilde gözlerim açıldı. Başından beri ağzını sıkı sıkı tutmaya devam mı ediyordum? Garip bir nida çıkartarak elimi ağzından çektim ve bedenlerimizin arasında en az beş adım kalacak şekilde geri çekildim. "Affedersin, ben... Fark etmedim." Ellerimi bedenimin arkasına sarıp kalçamın üzerinde birleştirdiğimde bakışlarım yerlerde geziniyordu. Çok utanmıştım... Bedenini gerindirdikten sonra eve kısa bir bakış attı ve tekrardan bana baktığında göz göze gelmiştik. "Neden böyle bir şey yaptın?" Alaycı tavrından eser yoktu, sebebini merak ediyordu. "Ben..." Ne diyeceğimi bilemedim. "Çünkü onlarla gitmek istemiyorum..." "O halde ben gelmeyeceğim demen yeterli olmaz mıydı?" Suratımı buruşturdum. "Onlar laftan anlar mı sanıyorsun? İki saat öttürecekler beni sonrasında da zorla götürecekler. Hiç uğraşamam." Kaşları çatıldı "onlar senin arkadaşın değil mi? Neden öyle konuşuyorsun?" "Arkadaşım..." Yerime sindim, garip bakışlarını görünce "yani tam olarak değiller..." Karşısında tam bir aptal gibi göründüğümü biliyordum. İç çektim "sana ne acaba? Neden küçük bir çocuk gibi her şeyi sorup duruyorsun?" Kaba tutumumu ayıpladığı gözlerinden belli oluyordu. Rahatsız olsam da belli etmeyip dik bir ifadeyle öylece durduğumda karşılık verdi. "Evet bana ne!" Karton keseyi uzattı. "Al, yemeğin!" Karnıma çarpan keseyi aldım. Gitmek için arkasını döndüğü garaj sesini duydum. Bu sefer gerçekten de bitmiştim. Annem ve kardeşim gelmişti! "Hiçbir yere gidemezsin!" Koluna yapıştığım gibi onu içeriye doğru çekiştirmeye çalıştım, bir işe yaramadı. Kafasını omzunun üzerinden çevirdi, göz göze geldik. "Umurumda değil, bırak dükkâna gitmem lazım." Garaj kapısı kapanmıştı. "Çok özür dilerim, annemler geliyor bu durumu onlara açıklayamam lütfen gel!" Donuk bakışları kısa süreliğine gözlerimde sabitlendi. İçinden bana lanetler okuduğuna yemin edebilirdim. Kolundaki saate baktıktan sonra kararsız bakışları etrafta dolandı, giderek yaklaşan adım seslerini duyunca dudaklarının arasından bıkkın bir soluk bıraktı ve "başıma bela mısın kızım!" Dedi. Kolundan çekip onu yönlendirerek merdivenlere gittiğimde ben koşuyordum, peşimden de onu sürüklüyordum. Yukarı kata çıktığımız an kilit sesi duyuldu. Yavaşladım. Neyse ki burası benim katımdı, tamamen bana aitti. Güvendeydik. Adımlarımı yavaşlatıp benimle beraber ilerlemesini sağladığımda kapının kulpunu kavrayıp yavaşça aşağı indirdiğimde annemler içeri girmişti. Gelen poşet seslerinden yine bütçe yakan bir alışveriş yaptıkları belliydi. "İçeri gel..." Fısıldayarak onu odama soktum, peşimden girince kapıyı kapatıp yavaşça kilitledim. Bu çok sık yaptığım bir durumdu, rahatsız olmak istemediğim zamanlar yada kimseyle konuşmak istemediğim zamanlarda kapımı kilitlerdim. Bana seslenseler de cevap vermezdim. Rahat bir soluk verdim. Arkamı, yani Savaş'a doğru dönerek konuştum. "Neyse ki ucuz atlattık!" Ona döndüğümde mantar panomdaki notlara doğru eğilmiş, hatta bir tanesini çıkartmıştı. "Go jung pyo'nun siyah nokta bandı mı?" Garip bir ifadeyle şeffaf poşete soktuğum banda bakınca sanki popoma iğne batmış gibi zıpladım ve yanına gittim. Geçen sene o bandı alabilmek için tam 200 $ ödemem gerekmişti. Bunu henüz annemler bile yakalamamışken Rehincinin görmesi... İlk defa odama bir erkek giriyordu ve tüm bu olanlar... Çok garipti. "Şey... Onu alayım." Elinden kaptığım gibi mantar panoma tekrardan astım ve boğazımı temizledim. "Gel, şöyle otur istersen..." Elimle beyaz puf halımı gösterdim. Eliyle işaret etti. "Yere mi oturacağım?" Etrafa bakındım. Başka oturacak bir yer yoktu ki. Odam genel olarak büyük olsa da yatak dışında herhangi bir şey kullanmıyordum. Günün tüm vakitlerini yatarak geçirdiğim için ihtiyacım da olmamıştı. Yatağımın üzerindeki yastıkları alıp birini bazaya diğerini de yanında ki dolaba dayadım ve "gel..." ondan önce davranıp dolabın önündeki yastığa doğru oturup sırtımı dayadığımda kısa bir süre öylece dikildi. Ardından tekrar saatine baktı, kararsız kalmıştı. Bıkkınlıkla bir soluk verip halının üzerine oturduğunda üç adım ötemde, çaprazımda kalmıştı. Bakışlarım halının üzerinde gezinirken ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Normalde kocaman olan odam içeri bir erkek girince küçücük kalmıştı sanki... "Garip oldu biraz..." Ürkek bir ifadeyle gözlerine baktım. "Yemek ister misin?" "Evden ne zaman çıkabilirim?" İkimiz de aynı anda konuşmuştuk. Aramızda kısa bir bakışma ve beraberinde sessizlik oluştu. Suratımı buruşturdum. Annemler salonda olduğu için çıkması tehlikeli olabilirdi çünkü şu vakitler onların çardakta çay içme saatleriydi. Bu da demek oluyordu ki evden çıkarken onu direkt göreceklerdi. "Şey... Bu şu anda pek mümkün değil..." Huzursuzca yerinde kıpırdandı ve saatine baktı. Dudaklarım aralandı. Onu zor durumda bırakmıştım. "Yarı zamanlı işin mi?" Kafasını salladı. "Seni bu durumda bırakmak istemezdim..." "Sorun yok." Sesindeki endişeyi hissedebiliyordum. Cebinden telefonunu çıkartıp endişeyle bekledi, mesaj sesini duyunca vakit geçirmeden açtı ve hızla okudu. Her ne yazıldıysa rahat bir soluk bırakmasına sebep olmuştu. Dudaklarımı birbirine bastırarak gülümsedikten sonra önümdeki karton keseyi ortamıza ittim ve sorumu tekrardan yönelttim. "Sanırım şimdi bir şeyler yiyebilirsin..." Tekrardan aramızda tuhaf bir bakışma oluştu. Zaten en başından beri neyimiz normaldi ki? Bana gıcık bir bakış attıktan sonra kese poşeti yırtarak açmaya başladı. İçinden çıkanları gördükçe kaşları daha da çatıldı. Üç tane hamburger ve ekstra patates istememe şaşırmıştı. Açıkçası biraz utandım. "Çok acıktın herhalde?" Utandığımı fark edince "yani bölmeyeyim, karnını güzelce doyur." Paketi tekrardan bana doğru uzatınca boğazımı temizledim. "Hayır, aslında tokum..." Pakete bakarak konuşmuştum. Düşünceli bir ifadeyle beni inceledikten sonra kafasını salladı ve içinden en büyük hamburgeri alıp yemeğe başladı. O an idrak ettim. Uzun süre sonra ilk defa birisiyle beraber yemek yiyecektim... O anda birden kapımın kulpu oynadı. Gerin bir tavırla kapıya döndüm ve annemin sesini duydum "Rüya? Ne yapıyorsun orada? Kiminle konuşuyorsun sen!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD