5.BÖLÜM "ARAMIZDA KALSIN"

1016 Words
“Sana inanmıyorum.” Dediğimde tek kaşını kaldırarak tepkimi ölçtü ve omuz silkti. “Keyfin bilir.” “Sürekli benden bir şeyler yapmamı istiyorsun, karşılığında daha günlüğümü bulacağının teminatı bile yok! Önce sana olan güvenimi sağlaman gerekir.” Uçurumdan düşen günlüğü bulması kesin bile değilken tıpkı bir aptal gibi tüm söylediklerini yapamazdım, belki de benimle oynuyordu. Daha yeni tanıdığım bir adama nasıl güvenebilirdim ki? “Sen ciddisin?” İfademi dikkatle inceliyordu, sonunda emin olmuş olacak ki kafasını salladı ve yorgun bir soluk bıraktı dudaklarından “pekala, haksız olduğunu söyleyemem." Bana hak verdiği için az da olsa rahatlamıştım. "Ancak bu durumda yapacak bir şeyim yok." Gözlerim dehşetle aralandı "Sana güvenmemi sağlamayacak mısın?" Kafasını onaylamaz anlamda sallayınca durumumuzu kafamda kısaca tarttım ve aklıma gelen fikirle arkamı dönüp çalışma masama doğru ilerledim. Balıklı defterimden bir dal kopartıp şartlarımı oraya sıraladıktan sonra en alta adını yazıp omzumun üzerinden ona döndüm "soy ismin ne?" Ne yaptığımı anlamıştı, bakışları kısıldı, gözleri gülüyor olsa da dudakları ifadesizdi. "Demir." Önüme dönüp soy adını da yazdıktan sonra doğrulsam da avucumun tekini masada bırakıp bedenimi ona doğru döndürdüm. "Pekala, gel bakalım!" Ağır adımlarla yanıma geldi ve bakışlarını üzerimden çekmeden masadaki kağıda eğilip, ayıcıklı kalemi eline alarak imzaladı. "Neden okumadın?" Dudaklarını birbirine bastırdı. "kendime güveniyorum." "Tamamdır, al, bir kopyası sende kalsın." Bu imza defterini tesadüfen almıştım, bir gün gerçekten de ihtiyacım olacağını hiç düşünmemiştim. Tam teşekkürlü hazırlanmama dudak büktü "bu tarz anlaşmaları çok sık yapar mısın?" Bir yandan da kağıdı katlayıp iç cebine sıkıştırıyordu. Okuma tenezzülünde bile bulunmadığı için dudaklarımın arasından yorgun bir soluk bırakarak hayıflanmıştım. "Sadece bir seferlik." mırıltımı kendim zor duyduğumda balkonun önünde olduğunu gördüm. Hızlı adımlarla yanına koşturarak onu azarladım. "Ne yapıyorsun? Biri görecek gel şöyle." Kolundan çektiğimde gözleriyle kapıyı işaret etti ve diretti "hadi bana but getir." Bedenim ona doğru dönük kaldığında kafamı kapıya doğru çevirdiğimde suratımı buruşturdum. Paşanın keyfine kaldığıma inanamıyordum. Kim bilir bir hafta boyunca benden neler isteyecekti? Dişlerimi sertçe birbirine bastırdım ve ona doğru dönerek içimdeki öfkeyi dışarı yansıtmamaya çalışarak konuştum. "Tamamdır!" Daha fazla demoralize olmamak için aynaya bakmadan odadan çıkıp gittiğimde merdivenlerden iniyordum bile. "Sakin ol, söylenilenler bir kulağından girip ötekinden çıkmalı, kimseyi ciddiye almadan butları al ve yukarı çık!" "Oo, Rüya Hanım, sizleri görmek ne şeref!" Hızla attığım adımlar anında durakladığında onun geleceğini hiç düşünmemiştim. Balkondan baktığımda geldiğini görseydim Savaş'ın teklifini kesinlikle kabul etmezdim. Gerekirse Savaş'ı ortaya çıkartırdım ama onunla karşılaşmazdım. Gergin bir soluk alarak merdivenlerin son basamağından da aşağı indiğimde sol tarafımda kalmıştı. Beden dilinden kollarını göğsünün altında bağlayıp kenarda beni izlediğini hissedebiliyordum. Gözlerim doldu. İşte gerçek depresif Rüya saniyeler içerisinde geri dönmüştü. Tenim öylesine irkilip soğumuştu ki biri sanki enseme üfleyip beni huylandırmıştı. Tam şu anda, yukarı çıkıp gitsem, ondan ve söyleyeceklerinden kaçsam göründüğümden daha mı ucube dururdum? Sertçe yutkundum. Gitmek istiyor, onunla yüzleşmek istemiyordum. Geriye doğru döndüğümde o tiz sesini tekrardan duydum. "Ne o, bana bir selam bile vermeyecek misin?" Yorgun bir soluk çektiğimde topuklu ayakkabısından çıkan tiz ses kalp atışlarımla yarışır bir boyut kazandığında başımı daha fazla yere eğdim. Önümde durduğunda suratına bakmasam da altın sarısı saçlarının parlaklığı gözlerimi aldı. Şu anda kendimi dünyanın en çirkin, en pis insanı gibi hissediyordum. Gevşemiş eşofman takımım, taranmamış saçlarım, şiş yüzüm ve vücudumda onun yanında tam anlamıyla bir ucubeydim. Mükemmelliğine bakıp daha da dipe batmak istemiyordum. "Rüya?" Sertçe yutkunup kafamı kaldırıp ona baktığımda pembe, özel tasarım olduğu belli olan ceketli etek takımı gözüme çarptı ilk. Saçları birer pamuk gibi yumuşak, sabundan da temiz gözüküyordu. Sivri burun, ince ve yüksek topuklu ayakkabılarıyla bahçede bile yürüyebiliyordu. Bu kız gerçekten de kendine bakıyor, insanlar içerisinde parlamayı biliyordu. Kendimi daha da çirkin hissettiğimde ağzımı açıp tek kelime edemedim. "Hadi gel! Seni görmek isteyeceklerinden eminim!" Birden koluma girip beni de kendisiyle beraber yürüttüğünde dehşetle dudaklarım aralandı. Durmasını, ne yapmaya çalıştığını sormayı istesem de yapamadım. dudaklarımın aralık kalmasıyla öylece kalakaldığımda bahçeye çıkmıştık. Dışarıdan gelen gün ışığı gözümü aldığında bakışlarımın onu bulmaması için yere bakakaldım. Ayşegül varsa onun burada olmaması imkânsızdı, bahçeye geçmemle birçok sesin hayretle duyulması bir oldu. Hiçbiri gelmemi beklemiyordu. Avucumla dirseğimi tutarak tepesini sıktığımda hala yere bakıyordum. "Aa, Rüya, hoş geldin Halacığım!" Şebnem Halamın sesini duyduğumda az da olsa rahatlamıştım. O, bu kasapların arasında en masum olanıydı. En azından beni iğneleyip rencide etmiyordu. Utangaç bakışlarımı kaldırıp ona bakarak güçlükle gülümsemeye çalıştığımda bana sarılmıştı. "Sen banyo yapmadın mı? O saçlarının hali ne öyle?" Sözde sosyoloji okuyan, insan psikolojisinden çok iyi anladığını söyleyen ablam herkesin içerisinde benimle bu şekilde konuşabiliyordu. Üstelik ben bir genç kızdım... "Ne biçim konuşuyorsun kızla insanların içinde Sevinç?" Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdığımda bakışlarım kaçamak bir ifadeyle Halama gidip gelmişti. "Gel canım oturalım şöyle." Dediğinde annemin kahkahasını işittim. "Kızım? Ne oldu da mağarandan çıktın?" Etrafta bir gülüşme sesi yankılandığında kanım soğudu. Bakışlarımı kaldırıp herkesin suratına baktığımda ben hariç hepsi eğleniyor, gülüyorlardı. Bu her zaman olmaz mıydı? İnsanlar kendi aralarında bir grup kurar ve her zaman en az sesi çıkanı kurban eder, onunla dalga geçip alay ederek eğlenirlerdi. Bu sülalede ki o kurban da ne yazık ki bendim... Bu yüzden hiçbir zaman onlar geldiğinde odamdan dışarı çıkmıyor, çıktığım zamanlarda da tıpkı şu anki gibi yediğim laflarla mabedime geri kaçıyordum. "Kızım ne yabani duruyorsun öyle, otursana!" Burnumu çekerek başımı onaylamaz anlamda salladım. Aklıma Savaş'ın isteği geldi, buraya bir amaç için gelmiştim. Bu kadar lafı yedikten sonra o butları almadan dönemezdim... Ama konuşmaya da cesaretim yoktu. "Ben yemeğimi alıp odama çıkacağım." Dediğimde Ayşegül yanıma geldi ve dudaklarını büzerek o ince tiz sesini duymama izin verdi. "Vallahi darılırım! Bizimle ye, gitme!" Kafamı annemin de dediği gibi tıpkı yabani bir hayan gibi onaylamaz anlamda salladığımda kenara koyulan etlere doğru yürüyordum. "O eşofman moda mı?" İğrenircesine akan teyzemin sesini işittiğimde daha da içime kaçmıştım. Boğazımdaki yumru yüzünden yutkunmam engellendiğinde gözlerim dolu doluydu. Maşayı elime aldığım an biri tabağı tuttu. Kısa süre içerisinde öylesine hüsran dolup yenik düşmüştüm ki, kafamı kaldırıp kim olduğuna bakacak mecalim bile yoktu. Kendimi kaptırdığımı fark ettiğimde taban et dolmuştu. Neyse ki kalabalığın artık kendi arasında konuştuğunu fark ettiğimde biraz olsun rahatlayıp tabağı alacakken tutan kişi geri çekti. Boş bulunup kafamı kaldırdığım an gördüğüm gözler sebebiyle beynimden burulmuşa dönmüştüm. Evet, tahmin ettiğim gibi o... Buradaydı. Birkaç ay önce depresyonumu en ince acısına kadar yaşamama sebep olan, beni karanlığın en koyu tonuyla buluşturan... Mutaf...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD