6.BÖLÜM "BAŞ KALDIRMA"

2519 Words
Gözlerini gördüğüm an elektrik çarpılmışa dönüp tekrardan bakışlarımı aşağı eğdiğimde tekrardan içime kaçmıştım. Bu… Nasıl olurdu? O günden sonra Mutaf’la tekrardan karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim çünkü tüm olasılıkları ortadan kaldırmıştım. Beni o gün uçuruma iten de Mutaf dan başkası değildi. Hayatımın en rezil gününü yaşadıktan sonra onunla bu kadar yakın olmak… Yer yarılsa da içine girsem diye düşündüm içimden. Şu anda buradan kaçıp gitmekten başka hiçbir şey düşünemiyordum. İçimden Savaş’a sayısız küfürlerimi yağdırırken görünmez olmayı veya da ışınlanmayı düşündüm. “Rüya?” İsmimi dudaklarından duyduğumda kalbim yaralanmıştı. Mutaf… Bana fanlığı bıraktıracak kadar çok sevdiğim çocuk… Serpil teyzemin ikinci evliliğinden olan, eşinin oğluydu. İçten içe ona karşı hep hayranlık büyümüş, çocukluk arkadaşıma aşık olmuştum. Duygularımı fark ettiğimde lise iki ye yeni başlamıştım. Onunda büyümesiyle yakışıklı suratına ve nazik tavrına karşı ilgim artmış, zamanla aşka dönüşmüştü. Onun kadar muntazam görünen bir çocuğun benden hoşlanabileceğine inanmıştım, tıpkı bir aptal gibi! Benden hoşlandığını sanıyorken aslında onun acıyor olduğunu öğrendiğim gün… Tamamen pimimin çekilmesine yol açan gündü… Sevgilisi Ayşegül’ün pişkin gülümsemesi, etraftan gelen alaylar ve Mutaf’ın bakışları… O gün gerçekten de hayatımın en iğrenç günüydü. O andan sonra bir daha asla yaşamak istemediğimi düşünürken birkaç ay şimdiden geçmişti bile… Etraftaki uğultu sessizleşti ve akrabalarım tüm dikkatini bize verdi. Bende bunun olmasından korkuyordum… “Neler yapıyorsun Rüya? Hayat nasıl gidiyor?” “Odasından çıktığı mı var, sabahtan akşama kadar yatıyor işte.” Ve evet… Benim cevap vermeme bile gerek yoktu. Annem ve ablam bana konuşmayı unutturmaya yeminliymiş gibi benim yerime yeterince konuşuyor, en ufak bir rencide imkânını bile kaçırmıyorlardı. Konuşmama gerek yoktu… Ağzımla kuş da tutsam benimle alay edecekler, hakkımda istediklerini düşüneceklerdi. Bu yüzden tuhaf gözükmeme izin vererek arkamı dönüp içeri doğru yürüdüğümde annem ve ablam beni ayıplayıp adıma özürler diliyordu. Elimdeki tabağa gözyaşları içerisinde yukarı kata doğru çıktığımda adımlarımı ağır ağır atıyor, kalbimdeki yükün son bulması için içten içe Allah’a yalvarıyordum. Herkesi, her şeyi unutup sıfırdan başlamak ne yazık ki mümkün değildi. Kabul görmediğim bu dünyada artık ne yazık ki yaşamak istemiyordum. Beni artık Savaş da vazgeçiremezdi. Günlüğümde varlığımda umurumda bile değildi. Ben kimin umurundaydım ki arta kalanlarım önemsenecekti? Masayı silip attıkları bir bezden farksızdım onların gözünde… Gururumu da aynı şekilde hiç umursamadan büzüştürüp atıyor, arkalarına bakmadan gidiyorlardı. Adım Rüya… Benimde bir karakterim var dememek için kendimi her seferinde zor tutuyordum. Kapımın önüne geldiğimde yanağımın içini dişliyor, gözlerimde biriken yaşları akıtmamak için kendimi zor tutuyordum. Benim açmama fırsat kalmadan kapı açıldığında hiç suratına bile bakmadan içeri doğru geçmeye yeltendiğimde önümden çekildi ve geçmem için yol açtı. Tabağı masamın üzerine koyduğumda kapının o tok kapanma sesini kulaklarımda işittim. Konuşmadım, konuşmadı. Sinirli de değildim artık. Kendimi sadece yorgun ve depresif hissediyordum. Ne yazık ki bu tarz zamanlarda yalnız olmam gerekiyorken ilk defa birisi bana eşlik ediyordu. Bu şekilde saklanamam ki… Pencerenin önüne oturduğumda sırtım ona dönüktü. Amacım kendimi yalnız hissetmek, karanlık duygularımda kaybolurken belki de birkaç gözyaşı dökmekti. Ardımdan gelen adım seslerini geç idrak ettim ve o an bir şey oldu. İnce örtüyü başımdan ağrı düşürdüğünde hem karanlıkta, hem de yalnız kalmıştım… işte bu kadar… Nefes almak için bundan fazlasına ihtiyacım yoktu. Suratım anında buruştuğunda gözlerim kapanmış, kafam hafif yana yaslanmıştı. Omuzlarım sarsılarak ağlamaya başladığımda deli gibi kendimden utanıyor, kimselerin beni bulamayacağı yerlere gitmek istiyordum. Burası yeterince güvenli miydi? Beni bulabilirler miydi? Onun varlığını bile unutabileceğim sessizlikle yanımda duruyorken kafamdaki örtüyü açmadan konuştum. “Nelere yol açtığını görebiliyor musun?” Sesim suçlarcasına çıkmıştı. Cevap vermedi. Burnumu çekerek karşıma bir manzara varmış gibi ileriye bakmaya devam ettim. “İyi eğlendin mi? Eminim olanları balkondan izlemişsindir.” Sessiz kalması beni daha fazla sinirlendirdi ve dilimdeki kilidi çözdü sanki. “konuşsana! Eminim sen de benim hakkımda belirli fikirlere sahipsindir! Dış görünüşümle ilgili mesela, anlat!” Kafamdaki örtü birden çekildiğinde saçlarım elektriklenerek omuzlarıma düşerken omzumun üzerinden ona doğru döndüğümde irkilmiştim. Tepemde ukala bir tavırla dikilmeye devam ederken örtüyü havaya kaldırarak tuttu ve yere attı. “Bir de duygusal müzik açmamı ister misin?” derken gözlerini devirmese bile o havayı vermişti bana. Yine aynısını yapıyor, yaşadıklarımla dalga geçiyordu. Hızla ayağa kalktım ve öfkeyle karşısında durdum. “Bir de utanmadan alay mı ediyorsun! Hepsi senin yüzünden oldu.” Suçlamamdan etkilenmemiş gibi bir hali vardı. Kafasını hafif yana eğdikten sonra herkeste olmayan, farklı bir anlamla dünyaya bakan o gizemli bakışlarını gözlerimle buluşturarak konuştu “hayır, hepsi senin kafasızlığın yüzünden.” Bu kadar acınası bir durumdayken bile bana karşı merhametli olmadan acımasızca suçlamalar yapmasına hayretle bakakaldığımda soluğum kesildi. Her şey gözlerinin önünde olmuşken, bana karşı yapılan o yüklenmelere yakından tanıklık etmişken o… Nasıl olur da beni suçlardı? “Sen…” İşaret parmağını üzerime doğru dikti ve kelimelerini adeta beni dövercesine dilinde yuvarlayarak konuştu. “Sen izin verdiğin için böyle konuşabiliyorlar. O şekilde alay edip aralarında eğlenirken” işaret parmağını alnıma batırarak kafamı geri itti “Ah!” “o aptal kafan neredeydi? Sen kendine bu derece ucuz davranmasan, kim buna izin verebilir? Ne o?” Etrafına kısa bir bakış attı ve hırsla devam etti “izlediğin o aptal dizilerde olacak gibi mi sandın? Veya okuduğun kitaplarda gibi? Biri gelip seni savunacak, tüm herkesin ağzı beş karış açık kalacak, başrol kız güzelleşecek?” Sorarcasına devam ettiğinde sona doğru sesi alçalmıştı. Kafasını onaylamaz anlamda salladığında devam etti. “Beyaz atlı prens hiçbir zaman gelmeyecek, bu yüzden bir an önce atını almalısın.” Sözleri beni düşündürmeye başladığında gözlerimdeki öfke dinmeye başlamıştı. Farkında olmadan onu büyük bir ilgiyle dinlerken devam etti. “O kadar çok çevrendekileri suçlamışsın, onların haksız ve kötü olduğuna kendini öylesine inandırmışsın ki, kendi hayatına son vermek üzere olan kendinin ne derece cani olduğunu görememişsin.” Tüylerim diken diken olduğunda bana doğru birkaç adım attığında bedenlerimizin arasında çok az bir mesafe kalmıştı. “hiçbiri sen kadar kötü değil. Çünkü hiçbiri seni öldürmek istemiyor.” Dudaklarım aralık kaldığında öylece durdum, nefesim kesildi. Elim ayağım buz tuttuğunda yere kapaklanmamak için kendimi güçlükle ayakta tutuyordum. “Sen, bir canisin… Kendi katili olmak üzere olan bir cani… Sana hakaret eden de, kötü davranan da senden başka kimse değil.” Güçlükle yutkundum ve elimi kaldırdım “yeter.” Bir adım daha atınca geri çekildim, duyduklarım yüzünden soluk soluğa kalmıştım. “Neden? Acıttı mı? Sürekli mağduru oynamaktan yorulmadın mı? İçten içe kendini aşağıladığın, kendinden utandığın yalan mı?” Bir adım daha geri çekildiğimde aynı şekilde üzerime gelmeye devam ettiğinde bağırmıştım “sus!” Sırtımda pencereyi hissettiğimde kolunu o tarafa dayadı ve o lanet olasıca sesini duymama izin verdi. “Deşifre olduğun için üzgün müsün?” Sesi öylesine kısık ve gizemli çıkmıştı ki sanki başka bir diyarlardan gelen kötü huylu ruh bana fısıldıyordu.” Kapım tıklandığında o anki atmosferden çıkıp onu ittirdiğimde dehşet dolu bakışlarla ona bakakalmıştım. Ses vermediğim için kapı tekrardan tıklandı. “Rüya?” Mutaf’ın sesini duyduğumda tüm bu olanların kesinlikle bir rüya olduğuna emin oldum. Gözlerimi kapattım ve kendi kendime sayıkladım “bu bir rüya… Bu bir rüya…” Her şey gerçek olamayacak kadar yapaydı. Uçurum, Savaş’la tanışmam ve daha sonrasında olanlar… Ben sabah akşam anime, drama izleyen yatağından kalkmayan bir kızdım… Bu kadarı çok fazlaydı. Kollarımdan sarsılınca gözlerimi araladığımda Savaş’ın sesini duydum. “Gönder şunu…” Şunu? Mutaf dan mı bahsediyordu? Gözlerimi açtığımda Savaş Hala önümdeydi! “Rüya, biraz konuşabilir miyiz?” Mutaf’ın sesi de hala kapıdan geliyordu, her şey gerçekti! “Açmazsan içeri gireceğim!” “Dağ ayısı.” Savaş kendi kendine mırıldandı ve geri çekilerek göz ucuyla bana baktı ve çenesinin ucuyla kapıyı gösterdi. “Ne duruyorsun, göndersene? Odana bir erkeğin girmesine izin mi vereceksin?” Girdiğim transtan çıkıp garip bir ifadeyle ona baktım ve elimle bedeni işaret ettim. “Sen ne oluyorsun?” İşaret parmağını kendine doğru tuttu ve kararlı bir sesle “beni sen odana attın.” Dedi. Gözlerim irice açıldığında Mutaf’ın sesini duydum “giriyorum o halde!” Kapının mandalı kıpırdayınca korkuyla bağırdım “bekle!” refleksle elimi o tarafa doğru kaldırmıştım. Kapının mandalı olduğu gibi kaldı ve daha sonrasında geri yukarı kalktı. “Tamam, bekliyorum.” Mutaf tüm nezaketiyle konuşmuştu. Rahat bir soluk aldım ve Savaş’ın duvarla arasından çıktım. Etrafa kısa bir bakış attıktan sonra kıyafet paravanımı gördüm ve elimle oraya girmesi için işaret ettim “geç ve sessiz ol.” Dedim fısıldayarak. Kollarını göğsünün altında bağlamış, büyük bir rahatlıkla karşımda duruyordu. Kafasını onaylamaz anlamda salladı ve “oraya girmeme gerek yok, onu gönder.” Dedi. Öyle bir kapana kısılmıştım ki, telaştan neredeyse ölüyordum. Mutaf’ın böyle bir manzarayı görmesi demek bana karşı olan bakış açısını tamamen yerle bir ederdi. Zaten iyi bir izlenimim yoktu birde bu… “Ne olur ne olmaz, gir şuraya ne olur!” Kolundan tutarak ısrarla salladığımda öfkeyle soludu ve gözlerini devirip kolunu çekti. Kollarını göğsünün üzerinde bağlı tutarak paravanın yanına geçti ve eliyle kapıyı işaret ederek dudaklarını hareket ettirerek “gönder.” Dedi. Kafamı sallayıp elimle içeri girmesini işaret ettim. Suratındaki sinir bozucu ifade dağılmadan paravanın arkasına geçtiğinde rahat bir soluk alarak kapıya koşturdum. Gerginlikten on kilo birden vermiş gibi hissediyordum. Boğazımı temizleyip kapının kulpunu yavaşça araladığımda kafamı aralıktan çıkartarak Mutaf’ın suratına bakmaya çalıştım. Boyu en az Savaş kadar uzun olduğu için görüş omuzları boynu girmişti. Kafamı biraz daha kaldırdığımda o bebek suratını gördüm. Baktıkça hala içimin gitmesi hiç de doğru değildi, onun sevgilisi vardı. Kafamı yere eğerek konuştum. “Neden geldin?” Sesim öylesine kısıktı ki, beni duyabildiğine emin bile değildim. “İçeri gelebilir miyim?” Panikledim “hayır.” “Kısa sürecek” kapıyı ittirdiğinde geriye doğru sendeleyerek açılmasına sebep oldum. Hızla içeri girip ardından kapıyı kapattığında bakışlarım istem dışı paravanı buldu. Bir adım geri çekilerek Mutaf’a döndüğümde paravanın arkasında kalmasını sağladım. Resmen soğuk terler döküyorken bir yandan gözüm sürekli paravanı buluyordu. “Bak, o meseleyle ilgili seninle hiç konuşamadık.” Gergince dişlerimi birbirine bastırdım, her zaman kaldığım oda artık bana öylesine sıcak ve küçük geliyordu ki delirmek üzereydim. Mutaf’ın olanlardan bahsetmesini, Savaş’ın da tüm bunlara tanık olmasını istemiyordum. Her şeyden önce bende bunları duymaya hazır değildim. Boğazımı temizlediğimde elimle suratımı ovuşturdum ve “başka bir zaman konuşsak?” Dedim. Sesim çatallanmıştı. Başka bir zaman beni yakalayamayacağını bildiği için kafasını onaylamaz anlamda salladı ve “olanlardan dolayı üzgünüm.” Dedi ve güçlükle devam etti “ben aslında o şekilde söylemek istememiştim.” Tekrardan suratımı sıvazladığımda paravandan kafasını çıkartan Savaş’ı görmemle küçük dilimi yutacak gibi olmam bir olmuştu. Tepkim onu şaşırttı ve kafasını arkaya doğru döndürecekken suratını kenarlarından tutarak kendime doğru çevirdiğimde kocaman açılan gözlerle birbirimize bakakalmıştık. Kapının kulpu oynayınca ellerimi çekip korkuyla kendimi geriye doğru attığımda duvarımdaki mantar panomla beraber yere düşmem bir olmuştu. Aralanan kapının ardından Ayşegül çıktığında kendimi yere atmakla ne kadar iyi ettiğimi düşünerek dehşetle ikiliye bakmaya devam ettim. Ayşegül’ün küçümseyici bakışları beni buldu ve rahatsızlıkla Mutaf’a baktı. Büyük ihtimalle tam da şu anda burada ne aradığını düşünüyordu. “Rüya, iyi misin?” Mutaf endişeyle yanıma doğru gelecekken Ayşegül önüne geçti ve ağır adımlarla yanıma gelip elini uzattı. “bir yerini mi incittin tatlım?” Sesindeki tizliği bozmadan, tüy kadar hafif bir tonda konuşmuştu. Duvardan destek alarak ayağa kalktığımda ikisinin de derhal odamı terk etmesini istiyordum. Tek kaşını kaldırarak manidar bir şekilde masanın üzerindeki tavuk tabağına baktıktan sonra odamda kısa bir göz gezdirdi ve sevgilisine döndü. “Ne için gelmiştin tatlım?” Ayşegül’ün gelmesini beklemiyordu, suratındaki rahatsızlıktan ve gerginlikten onu burada görmesini istemediği belliydi. Yüzü kızardığında bakışları yeri bularak devam etti. “Sadece konuşmak istemiştim.” “Öyle mi? Devam edin lütfen, bölmeyeyim.” İkimizde konuşmadan öylece kalakaldığımızda gülümseyerek inci gibi dişlerini görmemizi sağladı. “Neden konuşmuyorsunuz?”Kafasını onaylamaz anlamda sallayarak sevgilisinin yanına geçti ve koluna girip bana bakarak konuştu. “Hadi ama tatlım, sen…” Bakışları tepeden tırnağa üzerimde gezindi ve devam etti “Rüya’yla ne konuşabilirsin ki? Nasıl olsa o seni yine yanlış anlayabilir…” Bakışlarım yere indi ve aşağılamasının bitmesini bekledim. “Ondan hoşlandığını falan sanabilir!” dedi yalancı kahkahasının arasında. Duygularım herkesin elinde oyuncak olmuştu… En özel, kimsenin bilmesini istemediğim duygularım… Muthaf’ın Ayşegül’ün tüm bu kaba tavrına tıpkı o gün ki gibi tepkisiz kalması canımı daha fazla yakmıştı. “Kuzen olduğunuzu bile geri plana atan bu kızla sen ne konuşabilirsin ki?” “Ayşegül…” Zorlukla konuştu ve onu kapıya doğru yönlendirdi “gidelim.” “Neden? Daha konuşmadınız bile… Rüya? Ne kadar da ayıp! Suratıma bile bakmayacak mısın?” Yumruklarımı sıkmaya devam ettiğimde tırnaklarım etimi eziyordu. “ Anladım, utandığın için bakmıyorsun.” Gelen hareketli kumaş seslerinden Mutaf’ın kolundan kurtulduğunu anladım. Önüme kadar geldi ve “ya da bakacak yüzün olmadığı için…” Dediğinde bende fişler kopmuştu. Evet, belki de yüz kızartıcı şeyler yapmış olabilirdim ama o… Onunda benden az kalır yanı yoktu. Daha fazla kalmasına en özel yerimde, odamda bulunmasına göz yumamazdım. Zaten yeterince her şeyim ortadaydı, tüm güvenimi sağladığım mabedimde daha fazla nefes alamazdı. Kafamı kaldırıp ona baktığımda paravandan çıkan Savaş’ın suratını gördüm. Çattığı kaşlarıyla bana bakıyordu, bana kızıyordu. Ne yapmamı istediği belliydi. Mutaf Ayşegül’ü kendine doğru çekip onu yatıştıracak bir şeyler söylemeye başladığında o sinir bozucu tiz sesini bozmadan yavaşça ona cevap vermeye devam ediyordu. Ayşegül kabaca davrandığı halde ona ağzının payını bildirmiyordu, tavırlarını fazlasıyla kibar karşılayarak iyice tepesine çıkartıyordu. Savaş’ın hâlâ bana dik dik baktığını görünce İkilinin birbirilerine bakmasını fırsat bilerek kafamı onaylamaz anlamda salladığımda kendimi dünyanın en güçsüz insanı gibi hissediyordum. Alt dudağını dişleyerek elini paravanın altından kaldırdığında sözleşmemi yukarıda tutuyordu. Gözlerim irice açıldı, bunu antlaşma gereği yapmam gerekiyordu. İşaret parmağını Ayşegül’e batırır gibi sabitledi ve kapıya doğru kaydırdı, onları odamdan kovmamı istiyordu. Alt dudağımı dişleyerek telaş içerisinde kaldığımda Savaş paravanın yanına doğru bir adım attı, eğer söylediklerini yapmazsam ortaya çıkacak, işleri berbat edecekti. Her şeyin daha da kötüye gitmemesi için söylediklerini yapmak zorundaydım… “Bak, tüm bunları baş başayken konuşalım, tamam mı?” dedi Muthaf, sevgisi pek yanaşmaya meyilli olmadığı için o sinir bozucu tebessümünü suratından silmeden “özel vakitlerimizi berbat etmeye hiç meyilli değilim hayatım. Suratımı buruşturdum, tüm bunları duymak zorunda değilken Savaş oradan hareketler yapmaya devam ediyordu. İkisi de duruma kendilerini öyle çok kaptırmışlardı ki arkalarından kendilerine öldürücü bakışlar atan genç adamı fark etmiyorlardı. Savaş işaret parmağıyla üzerimi gösterdikten sonra parmaklarını düz tuttu ve boynunun önünü keser gibi yaptı. Sen bittin… Alt dudağımda oluşan kabukları kopartıyorken dişlerimi birbirine bastırarak kafamı sallayıp yatışmasını sağladım. “Bırak dedim hayatım.” Ayşegül atik bir hareketle Muthaf’ı arkasında bırakıp tekrardan önüme geldiğinde mavi gözlerine dolan o kine ve nefrete hayretle bakakaldım. Ne olursa olsun biz zamanında arkadaştık… Ve kazık atan ben değildim, oydu. Yine de benden bir türlü hıncını alamıyor, yakamı bırakmıyordu. “Bir zamanlar yaptığımız arkadaşlığa da saygın yok anlaşılan…” Hayretle ona bakakaldım, bu söyledikleri tamamen ona aitti! “Saygısı olmayan sensin.” Kelimeler ağzımdan öylece döküldüğünde bende Ayşegül kadar şaşkındım. “Muthaf seni muhataba alıp odana kadar geldiği için havalandın herhalde?” Bu kadarı çok fazlaydı. Ayşegül ne hakla geliyor da benimle bu şekilde konuşuyordu? Bizim aileden bile değilken utanmadan sanki ben yabancıymışım gibi davranıyordu. Savaş’ın suratını görünce öfkeyle soludum ve dediklerini hatırlayarak ondan aldığım güçle dişlerimi sıktım. Bunu yapmak zorundaydım, daha fazlasını söylemesine izin veremezdim. Bu kız haddini çoktan aşmıştı, üstelik Mutaf bile onu durdurmuyordu. Ayşegül’ü kolundan tuttuğum gibi kapıya doğru sürüklemeye başladığımda irkildi, ardından kolunu kurtarmaya çalıştı. Ondan çok daha iri olduğum için girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Şaşırdığı yüzünden belli oluyordu onu dışarı attım ve kararlılıkla konuştum “bir daha sakın odama girmeye tenezzül etme. Sen ailemden bile değilsin, evimin içerisine girmeye nasıl cüret edersin?” “Sen benimle nasıl böyle konuşursun?” Dediğinde Mutaf’a döndüm ve kapıyı işaret ederek seslendim. “Dış kapının dış mandalını al ve çık odamdan!”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD