8.BÖLÜM "ARADA KALMA"

2005 Words
Uzun süre sonra ilk defa bu kadar huzurlu uyuduğumu hissediyordum. Dudaklarımda oluşan tebessüm genişlediğinde suratımı yastığıma iyice sürterek kollarım ve bacağımla sıkıştırdığımda mis gibi kokuyordu. Bu öylesine tatlı ve derin bir uykuydu ki hiç uyanmak istemiyor, ölene kadar bu şekilde yatmak istiyordum. Birkaç mırıltı duyduğumda güneşin doğuşunu suratımda hissettim. Işıkları perdelerimi zorlayarak tüm yüzümü okşuyordu. Normalde kaçtığım güneş bile güzel geliyordu. Gerinerek iyice yapıştım yastığıma, o da beni sıkıca tutuyordu. Duyduğum mırıltılar giderek derinleştiğinde rüya gördüğümü düşündüm, yoksa bu erkek sesini andıran mırıltılar kime ait olacaktı ki? “Neden böyle yaptın?” Gözlerim birden kocaman açıldığında az önce bir erkek sesi duyduğuma en az adım kadar emindim. Sertçe yutkunarak kafamı kaldırmamla Savaş’ın suratını görmem bir olmuştu! Dirseklerimi bedenine sabitleyip kendimi ondan ayırmaya çalıştığımda sırtımdaki kolları sıkılaştı ve dönerek beni devirdi. Dehşetle bedenlerimize baktığımda tüm olanlar bir film şeridi gibi gözlerimin önünden akıp geçti. O uyanmadan bir an önce bu halimize bir son vermek istiyor, buna tanık olmasına engel olmak istiyordum. Suratımda telaşlı bir ifade oluştuğunda bedenimin hafif çapraz üst kısmında kaldığı için kolları sırtımda kilitlenmişti. İkimizi de hafif manevralarla döndürerek ayırmaya çalıştığımda soluk soluğa kalmıştım. “Neden anne…” Soluk soluğa konuştuğunda hareketlerim anında kesildi, kafamı çevirip masum suratına baktığımda kaşları bükülmüştü. Terk edilmiş, masum bir çocuğa benziyordu… Gözlerinden akan birer damla yaşı gördüğümde içim eridi ve o anda boğazıma sert bir yumru oturdu. “Gitme… Anne…” Sesi içine içine çıkan bu adam beni tam anlamıyla dumura uğratmaya başladığında saç diplerinin ıslandığını gördüm, onun için zor geçen bir kabus olmalıydı. Boğazımı temizleyerek sesimi incelttim ve mırıldandım “gitmiyorum, buradayım.” Avucumu omzuna koyup onu yatıştırırcasına yavaş hareketlerle vurduğumda dudakları düz bir çizgi halini aldı, ardından kenarları yukarı doğru kıvrıldığında başı hafif yana düştüğünde suratı omzuma yapışmıştı. “teşekkür ederim…” Ağzının içerisinde mırıldandığında ne gördüğünü deli gibi merak ediyordum. İlk gördüğüm andan beri oldukça güçlü bir duruşu olan, saf zekadan oluşan bu adamın… Şimdiden duygularına, gözyaşlarına şahit olacağımı hiç düşünmezdim… O an duygularındaki üzüntü öylesine içli ve kederliydi ki, kalbime kadar geçmiş, ona yardım etmem için adeta bana yalvarmıştı. Hayatıma girdiğinden beri tüm bu olanlara hala inanamıyor olsam da bunu daha sonra düşünmeye, daha sonra hayret etmeye kadar verdim ve gözlerimi yumarak uykunun huzurlu kollarına kendimi geri bıraktım… Yüzüme çarpan nefesle tekrardan gözlerimi araladığımda alarmımın durmadan çalan melodisine odamın dışından gelen annemin sesi eşlik ediyordu. Tüm olan biteni idrak etmeye çalıştığımda gözlerim aralandı ve bir çift yeşil gözle buluştu. Burnumun hemen ucunda olan gözler de benimle beraber aralandığında öylesine halsiz ve sersemdik ki ne olduğunu idrak edemiyorduk. Öylece baktığımızda alarmımın sesini net bir şekilde duyabilmeye başladım. "Rüya! Geç kalacaksın uyan artık!" Annem? Alarm? Yeşil gözler! İkimiz de kendimizde hızla doğrulmaya çalıştığımızda kafalarımız birbirine çarptı. "Ah!" "Rüya! Ne yapıyorsun orada!" Ayağa kalkacakken Savaş'ın ayağına basıp üzerine düştüm. Canı acıdığı için bağıracakken avucumla ağzını kapattım ve kapının dışına doğru bağırım "hazırlanıyorum!" Annem söylene söylene aşağı doğru indiğinde rahat bir soluk vererek önüme döndüğümde elimi ağzından itti ve "üzerimden bugün kalkacak mısın?" Dedi. Kafam karışmıştı "ne?" Gözlerinin yakınlığını ve kalbimin altında atan sıcak kalbi hissedince hiddetle bağırarak üzerinden kalktım. Kalkarken istemeden de olsa onu hırpaladığım için inlemişti. Alt dudağımı dişleyip ona bakmayı sürdürdüğümde acı içerisinde kendisini toparlamaya çalışıyordu. Kolay değildi, yetmiş beş kilo kız üzerinde az önce acımadan tepinmişti! "Özür dilerim!" Suratım acıyla buruştuğunda ona elimi uzattım. "Gel hadi?" Ters bir ifadeyle bana baktı ve hırladı "saat kaç?" Elime tutunmadan yerden aldığı destekle ayağa kalktığında üzerini düzeltiyordu. Duvardaki ananaslı saatime bakarak konuştum "sekize geliyor." Tekrar ona doğru döndüğümde ağır bir küfür savurdu ve "beni hemen bu evden çıkart, senin yüzünden işe geç kaldım." Dedi. Çocuğu dün işinden ettiğim yetmiyormuş gibi bugün de geç kalmasını sağlamıştım. Gerçekten de başına dert olmuştum. "Tamam! Şu an zaten sadece annem vardır evde, gel seni çıkartayım." Kolunu tuttuğum gibi onu peşimden sürüklediğimde adımlarıma ayak uyduruyordu. Kilidi açıp kapının kulpunu indirdikten sonra kafamı aralıktan çıkartıp minik koridoruma bir bakış attığımda kimse görünmüyordu. "Anne!" "Çabuk yüzünü yıka kahvaltıya gel!" Sesinin mutfaktan gelmesiyle rahat bir soluk bırakmam bir olmuştu. Arkamı dönüp Savaş'ın suratına baktım. Kumral saçları tepesinde darmadağın olmuş, uykulu suratıyla öfkeli bir civcive dönmüştü. "Gel." diye fısıldadım ve onunla beraber ilerleyip sol tarafta kalan dış kapıma doğru ilerledim. Kapıyı aralayıp Savaş'ı dışarı çıkarttığımda yüz yüze kalmıştık. "Annem seni pencereden görmesin diye gidip onu oyalayacağım, sende oyalanmadan hemen git, tamam mı?" Kısık bakışlarıyla bana ayıplarcasına baktı ve "bu evde daha beş dakika bile kalmam! Ne oyalanması?" Suratımı buruşturdum "abartma abartma, saçını düzeltmeyi unutma, manyaklara benziyorsun, hadi dikkatli ol." Cevap vermesine fırsat vermeden kapıyı bir anda suratına kapattığımda yüzünün aldığı şeklin hayaliyle gülümsedim. Vakit kaybetmeden koşarak aşağı indiğimde annem yumurta haşlıyordu. "Anne!" Korkarak bana döndüğünde pencere arkada kalmıştı. "Ne bağırıyorsun deli gibi! Ödümü koparttın." Alimle suratımı sıvazlayıp saçlarımı geriye doğru yatırırken bir yandan da pencereye bakıyordum. "Şey, peynir de koy diyecektim." "Bu yüzden mi deli gibi bağırıp duruyordun?" Pencereden Savaş'ın bedeni geçince rahat bir soluk bıraktım. "Nereye bakıyorsun sen?" Kafasını çevirip arkasına doğru bakacakken ne yapacağımı bilmediğim için avazım çıktığı kadar bağırarak "ne demek peynir yok!" Dedim. Annem kulaklarını tutarak yüzünü buruşturup elindeki odun kaşıkla üzerime geldi. "Manya mısın kızım sen! Kim sana peynir yok dedi! Ay iyice delirdin sen!" Geri kaçtığımda hala peşimden geliyordu "bir daha sakın deli deli bağırma!" Koşarak merdivenleri tırmandığımda hala arkamdan bağırıyordu. "Doktora götüreceğim seni az kaldı, çabuk üzerini giyin in aşağı!" Bir şey söylemeden odama girip balkona koşturduğumda Savaş'ın bedeni giderek uzaklaşmıştı. Rahat bir soluk verdim, resmen üç çocuk doğurmuş kadar rahatlamıştım. Büyük bir rezilliğe yol açıp kendimle ilgili kötü söylentiler yaydıracakken son anda kurtulmuştum. Yavaşça bıraktığım soluğumla beraber odama girdiğimde o yoğun et kokusunu aldım. Suratımda kızgın bir ifade oluştuğunda dişlerimin arasından mırıldandım "Savaş..." Aklıma gelen diğer ayrıntıyla birlikte suratımı buruşturarak bedenimi sırt üzeri yatağa attığımda yorgundum. Bugün yarı yıl tatilinin sona erdiği ilk okul günüydü.... "Ah... Gitmek istemiyorum..." Kaşlarım üzüntüyle aşağı doğru büküldüğünde yumruklarım ve topuklarımla beraber yatağı yumruklayarak hayıflandım. "İstemiyorum, istemiyorum!" Dudaklarım büzüldüğünde tavana hüsran dolu bakışlarla bakakaldım. Okulumdan, sınıf arkadaşlarımdan nefret ediyordum... Suratlarını görmek bir yana, seslerini bile duymaya katlanamıyordum. Yarı yıl tatiline gelene kadar sürekli günleri saymış, okulda olduğum her anda son teneffüse kadar saatleri hesaplamıştım. Bunu lise ikiden beri yapıyordum. Çünkü o zamandan beri üzerimde sosyal bir fobi hissediyordum. Kilo almaya başladığım, ergenlik yüzünden suratımın çirkinleşmeye başladığı zamandan beri insan içine çıkmayı sevmiyordum. Suratımdaki sivilceler sürekli gurumu kırıyordu. Kimsenin yüzüne bakabilecek haddi bile bulmuyordum kendimde. Bakışlarım saate takıldığında kalbim korkuyla atmaya başladı. Artık hazırlanmam lazımdı. Kendimi celladına giden bir mahkum gibi hissediyordum. Midemdeki rahatsız kıpırdanmayla beraber ayağa kalkıp dolabımı açtığımda okul üniformam en arkada, göremeyeceğim bir yerdeydi. Sertçe yutkunarak onu olduğu yerden çekip çıkarttığımda giymeye korkuyordum. Bu benim için bir yüzleşmeydi. Tatilde aldığım kiloları birazdan formamdan fark edecek, mümkünmüş gibi tüm günümü daha da zehir edecektim. Yanaklarımın ısındığını hissettim. Üzerimdekileri çıkarttım. Üniformamın gömleğini üzerime geçirdiğimde kolları olduğundan daha dar, sırtı ise gergin durmuştu. Boğazıma sert bir yumru oturdu ve anında dolan gözlerimdeki yaşlar yanaklarımdan aşağı sıyrılmaya başladı. Önündeki düğmeleri zar zor iliklediğimde boğazımdaki yumru iyice yakıcı bir hal almıştı. Eteğimi üzerime geçirdiğimde bu benim için en zor kısımdı. Kalın ve çirkin bacaklara sahip olduğum için bu eteği giymekten her seferinde nefret ediyordum. Okul ne yazık ki pantolon giyme hakkını bize vermiyordu. Düğmesini kapatmaya çalıştığımda karnımı sırtıma kadar çekmem gerekmişti. Yapamadım, göbeğim dışarı doğru taştığında soluk soluğa kaldım. Hıçkırarak ağlamaya devam ettikten sonra düğmeyi iliklemek için tekrardan nefesimi sonuna kadar içime çektim ve iki parçayı arkadan birleştirmeye çalıştığımda soluksuzluktan kıpkırmızı kesildiğimi aynadan görebiliyordum. Parmağımın ucunda eşelenen minik iliği sonunda düğmeden geçirdiğimde az bir şey hareket etsem patlayacak gibiydi. Soluğumu korkuyla, yavaşça bıraktığımda göbeğimin ortasına bir bıçak saplanmış gibi hissediyordum. Kravatımı takıp bol süveterimi giyindiğimde 4xl almama rağmen eskisi kadar bol durmuyordu üzerimde. Moralim tam anlamıyla berbat olduğunda adeta dibe çökmüştüm. Kendimi son derece depresif hissediyordum. Dağınık saçlarımı taramadan ensemde uyduruk bir topuz yaptım ve internete düşen ders programını açıp çantamı hazırladım. Gözlüklerimi elime alıp taktığımda camları kirliydi. Umursamadım, az da olsa insanların suratlarını filtrelemeye yeterdi. Unuttuğum son ayrıntıyı hatırlayınca dertli bir soluk bıraktım. Uzun çoraplarımı giyinmeyi unutmuştum. "Bunu en başında yapmam gerekirdi!" Göbeğimi sıkan eteğimin kemer kısmı yüzünden giyinmem çok zor olacaktı. Tekrardan eteğin düğmesini iliklemekle de uğraşamazdım! "Aptal kafam!" Çekmecemden çoraplarımı çıkartıp sandalyeme oturduğum an tüm iç organlarım hareket etmişti. Bir şey söylemeden o acıya dayanıp ayağıma doğru eğilmeye çalıştığımda bu ağrının haddi hesabı yoktu. Yüzüm kıpkırmızı olduğunda zorlukla çoraplarımı giyindiğimde doğrularak sırtımı sandalyeye yasladım. "Oh!" Bu da bitmişti, sonunda... "Rüya!" Annem aşağıdan bağırdığında güçlükle yerimden kalktım ve masamın üzerindeki telefonumu elime aldım. Anında titremişti. İnternetten tanıştığım arkadaşlarım dışında kimseyi sevmediğim için suratım anında acılı bir ifadeye büründü. Bu saatte okul arkadaşlarımın mesaj atabilme olasılığı daha yüksekti. Belki de okula beraber gitmek isteyeceklerdi? "Bari yol boyu sizi görmeyeyim..." Acı çekercesine mırıldandım ve telefonumun kilidini açtım. İnternet arkadaşlarım mesaj atmıştı. Suratımda oluşan tebessümle w******p da ki "KARANLIĞIN BEKÇİLERİ" Grubuna girdim. Hira: Bugün okulun ilk günü, kendimi berbat hissediyorum ^.^ Selma: Evet, dünden beri ağlıyorum çok boktan ve depresif hissediyorum. Selçuk: Bugün bir an önce bitmeli .@ Dilini bir türlü anlamadığım embesillerin yanında daha fazla durmak istemiyorum. Mesajları okudukça suratım düşmüştü. Bu gruba birimiz bir şey attığında diğerleri de anında dönüş yapardı. Onları endişelendirmemek için parmaklarımı hızla kıpırdatarak yazdım. Siz: Evet! Tüm tatil yüzünden yediğim yemeklerden dolayı formamın içine zor girdim, kendimi öldürmek istiyorum. Selçuk: Çok kötü bir durum olmalı... Selma: günün hızlı geçer umarım. Hira: Senin için çok üzgünüm :( Siz: Şimdilik çıkıyorum, annem kahvaltıya inmediğim için beni öldürebilir. İyi şanslar! Ahmet: İyi şanslar. "Oh!" Ahmet'in mesajını görünce şaşırdım. Normalde konuşmalara her zaman çok geç katılırdı. Bu sefer erken davranmıştı. Bir şey demeden sohbetten çıkıp çantamı koluma taktığım gibi aşağı doğru koşturduğumda annem yine kendi kendine söyleniyordu. "Bir gün de vaktinde gel!" Kahvaltı tabağıma baktığımda benim için sağlıklı bir menü oluşturduğunu gördüm. Bilmediği bir şey vardı, ben hiçbir zaman onları yemiyordum. "Çıkıyor musun?" "Evet, geç bile kaldım." Çantasını omzuna takıp evden çıktığında rahat bir soluk verip tabağımı strecledim. Okula gitmeden önce asla yemek yemez, su bile içmezdim. Okulda da aç kalırdım. Bu benim için değişmez bir bağımlılıktı. Aklıma odamdaki butlar gelince bir poşet daha alıp yukarı koşturup onları da poşete döktüm, bozmamışlardı. Ardından vakit kaybetmeden evden çıktığımda hızlı adımlarla durağın yanındaki mendil satan küçük arkadaşımın yanına gittiğimde beni görünce gülümsemişti. "Gelmişsin!" El sallayarak yanına koştum ve tabağımı ona uzattım "aç olmalısın." Gülümsedi "hem de kurt gibi!" Tabağı elimden alınca poşeti ona doğru uzattım. "Tanıdığın sevimli hayvanlar var mı?" Ayşe kahkülünün altından bana kaçamak bir bakış attı ve kafasını salladı. "Olmaz mı?" Dokuz yaşlarında bir kız çocuğuydu. Hem okuyor, aynı zamanda da mendil satarak okul masraflarını karşılıyordu. O benim en sevdiğim arkadaşımdı. "Tabağı saklamayayım mı?" Annem genelde sabahları bana sağlıklı bir ekmek arası hazırlardı. Tabak yaptığı günler vaktim varsa içindekileri ekmeğe koyar, yoksa da strecleyip Ayşe'ye getirir, yedikten sonra da atmasını söylerdim. "Gerek yok, çöpe atarsın." Otobüsün yaklaştığını görünce aceleyle konuştum "her neyse, hadi sıkı çalış, sona yine gelirim!" Koşarak otobüse yetişmeye çalıştığımda tam durak yerinde durmuştu. Benden başka bekleyen olmadığı için acele ederek benim için açtığı orta kapıdan içeri daldım. Sesli bir soluk bıraktıktan sonra şoförün yanına ilerleyip İstanbul kartımı bastığımda işte şimdi tamamdım. Cehenneme girmeden önceki son çıkıştaydım. Okul otobüsüne her bindiğimde hiç inmemek, son durağa kadar gitmek için derin bir arzu duyardım içimde. Hatta bir gün bunu deneyeceğimi söylerdim kendime. Devamsızlığım sürekli sınırda olduğu için bu hayali hiçbir zaman gerçekleştiremezdim. Okul günlerini az da olsa azaltabilmek için devamsızlık haklarımı sonuna kadar kullanır, özürlü devamsızlık haklarıma kadar bitirip evde yatardım. Cam tarafına oturduktan sonra çantamdan çıkarttığım kulak üstü kulaklığı kafama takıp müziği son ses açıp dışarıyı izlemeye başladım. Otobüse binmeyi çok seviyordum. Annem okul servisiyle veya taksiyle gitmem için bana defalarca kez baskı yapsa da bu konuda onun kararlarına asla ayak uydurmuyordum. Oldukça cep yakan bir koleje gittiğim için oradaki öğrencilerin hiçbiri otobüse binmiyordu. Burası benim için adeta bir dinlenme tesisiydi. Burnumdan yavaş bir soluk verdikten sonra geriye doğru yavaş bir soluk bıraktım ve saate baktım. "Dersin başlamasına daha on beş dakika vardı. Kısık bakışlarımla minik bir hesaplama yaptım ve "yedi kırk beş..." Dedim. Son ders zilinin çalmasına, bugünlük okulun bitmesine, özgürlüğüme kavuşmama tamı tamına yedi saat kırk beş dakika ve otuz iki saniye kalmıştı. Yavaş bir soluk daha verdikten sonra mırıldandım "bugünde bitecek..."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD