Bölüm 4 Hani Senin Yolunda Yoktum Ben?

2294 Words
Demin ki olay değilde, bu herifin böyle aniden kükremesi sonunda aklımı alacak ya! Az öncesinde bedenini bedenime siper eden bu çocukta sanki rajon buymuş, olmazsa olmazmış gibi içine sıçtığım ve nefret ettiğim o siyah takım elbisesiyle, cidden canımı sıkıyordu. Şimdi beni kolumdan yakalayan bu çocuk, yirmi beşinde ya vardı ya yoktu ve ruhsuza görece biraz daha zayıf , sanki biraz da sevimliydi.. evet, o asker tıraşı siyah saçlarıyla, koyu kahverengi gözleriyle, temiz yüzüyle o ruhsuzun bed suratının yanında biraz daha sevimliydi ama yanılmışım. Oda sımsıkı tuttuğu koluma daha çok asılarak sürükledi beni ve bir anda bağıran boğanın önüne sanki yemmişim gibi attı. Ters ters baktım o çocuğa ama bir şey demedim. Sinirli sinirli, yakası kayan mavi tişörtümü düzelttim. Söyleniyordum içimden. Ulan şimdi başlayacağım hepinizinde yedi sülanenizden be! Biri omuzuma asılır, zorla oturtur, diğeri koluma yapışır, fırlatır atar... top muyum lan ben? Boğazkesen ayısıda dikti o içinde alevler yanan gözlerini gözlerime..kızgın kızgın bakıyor! Hay Allahım yaa.. ben bu gecenin taa a.... koyayım ya! "Kim kız bu göt herif haaa! senin ne işin olur bu şerefsizlerle? Kız yüzüme öyle arsızlar gibi bakma vallahi alırım şimdi seni ayağımın altına haa!" diye adeta boğazı yırtılırcasına bağırınca yine, birde o iri ellerini öfkeyle sallayınca bana doğru, boşta bulunup, yerimde sıçradım. Herif öfkeden, sinirden resmen titriyordu ve gözümdeki yansıması, olduğundan iki kat daha iriydi. "Babaaa!" Bu sesi duyunca, Boğazkesen'in o yeşil, kalın damarı patlayacak gibi şişen boynunun yan tarafından, gördüğüm kadarıyla arkasına, ona seslenene doğru baktım. Hızlanan adımlarıyla bize doğru gelen ruhsuzdu bu ve ben ilk kez onun sesini duydum. Herif bed suratlıydı ama sesi de bir o kadar güzelmiş.. götüm!! Gelipte tam bizim boğanın sağ arka yanında durdu ve başını hafif benden yana yatırıp, aynı anda o çağla yeşili gözleriyle resmen beni dövdü. "Baba... çocuklara "Saksağan Hikmet'in adamıyım," diyince çocuklar mecbur kalmışlar, bırakmışlar içeri ama ben yine de cezalarını kestim," dedi ve baba dediği herife çaktırmadan başını hafif yan çıkarıp, yine gözlerimin içine baktı ve ve sağ elinin işaret parmağını, "senin canına okuyacağım, bedava işsin kızım sen başımıza," der gibi bana doğru salladı. Durur muyum hiç? O bana parmak sallayacak, ben 'eyvallah koçum' diyip, sineye çekeceğim.. kitabımda yok bu benim. Bende ona, kıçımın kenarına gizlediğin sol elimle iki buçuk hareketi çektim, yetmedi bir de pis pis sırıttım ve tüm bunlar yaşanırken, bizim hönküren boğa da yere bakmakla meşguldü... düşünüyordu ve sessizdi. Ona baba diyen ruhsuzda çektiğim hareketi gördü tabii... görmez mi ibne? Gözlerini kısıp, deli gibi alt dudağını ısırdı. Eline geçsem beni öldürürdü herhalde. Öyle kötü bakıyordu bana. Siktir laan! Adam olmuşta bana posta koyuyo... "Kesin laan didişmeyiiii!" diye dayı yine kükredi bir anda ve beni hayretler içinde bıraktı. Herifin ensesinde de gözü vardı sanki. Hadi benim çektiğim hareketi fark etti diyelim, bu ruhsuzun bana yaptığını nasıl gördü? Çok şaşkındım ve o, bir anda kulağıma asıldı... "lan senin tozcularla ne işin olur haaa... ne işiin oluuuuur?" diye öyle bir bağırdı ki nerdeyse sağır olacaktım. O iri, boğum boğum güçlü parmakları kulağımı, bir kuş tüyünü tutar gibi, bir kelebeğin kanadını tutar gibi tutuyordu. "Hay Allahım ya!! Lan şuraya iki kadeh demlenelim diye geldik... içine düştüğümüz, üstümüze sıçrayan boka bak ya... la havle vela kuvvete ya!" diye hatim indirecek nerdeyse beysadeem! "Ya bırak kulağımı bee! Ben mi çağırdım sizi ya... hatta çıkın gidin demedim mi ben size! Bokmuş.. basmasaydın o zaman üstüne! Allah Allah ya! Suçlusu ben oldum şimdi," diye birde bir güzel zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalıştım. "Bak hala dikleniyor bana ya! deminde diklenseydin ya öyle diline sıçtığımın kızı... ama bir tek bana işliyor o papuç kadar dil...dil değil.. yelpaze mübarek... aç açabildiğin kadar.. her kanadında bin türlü laf... edepsizin önde gideni seni!" dediya bana, vallahi içimden o kulağımı tutmaya devam eden parmaklarını bir anda yakalayıp ısırmak geldi. Öyle tutuldum yine bu herife.. "kör müsün be adam! Bıraksaydın sokacaktım o göteleğin çenesinin altından cankuşumu, burnunun deliğinden çıkaracaktım... bırakmadın ki.. her boka maydanozsun be.. bi rahat bırakın beni ya!" diye bu kez deli gibi bağıran bendim ve o çok şaşkındı. Bıraktı kulağımı... öylece bir adım uzaklaştı benden ama gözlerini gözlerimden hiç çekmiyor. O bana, ben ona öyle hint filimlerindeki gibi uzun uzun, mal mal bakıp durduk. "Geç şu masaya, otur yerine... ötmeye başla, benim daha fazla asabımı bozma!" diye hırladı resmen.. anladım ya anladım... kurtuluşum yok bu gece benim bu dallamanın elinden.. "Boraa!! sende diğer veledleri çağır buraya... kalın gelsinler.. kapıda güvenliği arttır ve lokantanın her yerine, arkaya adamları yerleştir.. ibneler bir saate kalmaz gelirler... tabii başta polis gelmezse.. Totori'yi ve Sofia kadını da alın, götürün... güvenli bir yere kapayın.. şenlik var bu gece... bizde bu yürek yemiş, hanım mı hanım kızımla biraz laflayalım," dedi tek nefeste ve pis pis bakıştık yine. Sokayım senin hanım hanımcık kızına ben ya! "Çocukları aradım baba.. on dakikaya burdalar.. Totori amcayıda kumsaldan aldırdım zaten. Sızmış kalmış orda.. başka bir emrin var mı?" "Aferin... aferin!! Yok evlat şimdilik... gözün etrafta olsun!" dedi adının Bora olduğunu öğrendiğim ruhsuza, yok artık ruhsuz değilmiş, kızabiliyormuş onu anladık artık bu denyoya ve herif yine eski ruhsuz haline geri döndü. On numara beş yıldız aferini kaptı ama herifte tık yok... hiç mi şımarmaz insan ya... hiç mi hoşuna gitmez bu aferin sözü... oysa ben ne çok duymayı isterdim o sözü... tüüh Allah kahretsin... gözlerim yaşardı yine! * * * 2008 Yılı... Bahar ayları... "Saat akşamın kaçı oldu ve sen hala şu taşları fırçalamayı bitiremedin be çocuk! Nankörsün işte nankör... seni o yetimhaneden aldım, ev verdim, aş verdim, yeni kıyafetler, yeni ayakkabılar verdim ama minnete geçti mi peki?... yooo!! nerdeee? İnsan bunun hatrına biraz çaba gösterir, yaptığı işin hakkını verir! ama sen?... Şurayı adam gibi fırçala be çocuk!" diye beni azarlamakla, ve sözde benim için yaptığı o iyilikleri başıma başıma vururken, o çok güzel, gıcır gıcır parlayan ayakkabısının ucuyla bana evlatlık verildiğim o eski konağın, bir zamanlar başkaları tarafından sürekli fırçalandığı için artık cilası gitmiş, üstünde yer yer derin çizikler oluşmuş içinde gri damarlı rengi kırmızı mı yoksa vişne çürüğü mü nedir, bir türlü çözemediğim mermer karo taşları gösteriyordu. Oda biliyordu aslında bunların fırçalanmakla bir şeye benzemeyeceğini... sırf bana eziyet olsun diye ellerimden büyük, tel dişli fırçayla yerleri fırçalatıyordu.. Sekiz yaşındaydım o zamanlar ve ben o eve evlatlık verileli bir yıl olmuştu.. orda Nesrin anne, Osman baba, biricik kızları Ece, oğulları Efe ve büyükanne Nevra nene ile yaşıyordum... tabiii buna yaşamak denirse.. evlatlık değil, bildiğim beslemeydim ben.. hoş, yetimhane de şartlar daha mı iyiydi? Yoo... yok öyle bir şey... eğer hamurunda asilik varsa, o zaman işin hepten zor... hayata bir sıfır yenik başlamış olmak, insana başlarda acı verse de zamanla o acı seni güçlendiriyor, pişiriyor hayata ve onun getireceklerine karşı.. beni de pişirdi zamanla hissettiğim o acı duygusu... o kimsesizlik, bir yere, birilerine ait olamama duygusu.. eh madem öyle, bende bana aitim dedim ve isyan bayrağını çektim.. o günde işte beni bu çok sevdiğim sustalıma kavuşturacak ilk bıçak deneyimini yaşadım. "Şu soğanları doğru dürüst soy... kaç kabuk birden kesmek ne ya? Be kızım nolur bir günde sana öğrettiğim bir işi layıkıyla yapsan... ölür müsün, geberir misin?" Bunları söylerken de bir yandan da habire omuzumu dürtüyor.. korkuyorum ondan... o uzun tırnaklarını böyle kedi tırnağı gibi çıkarıyor ya.. çok korkuyorum... ya yüzümü çizerse o tırnaklar?... omuzumda acımaya başladı zaten... içimde bir şey birikiyor... ufff! Şeytan diyor ki şunun koluna bıçağı sapla... yapabilir miyim ki? bak yine dürttü ya.. canımı acıtıyor ama bu kedi kadın.. "canım acıyor Nesrin anne... omuzum acıyor," diyince bu defa tuttu kulağımı, yukarı doğru çekmeye başladı... çok canımı yakıyor ve ben, nasıl yaptım bilmiyorum ama daha fazla dayanamadım, elimdeki bıçağı koluna savurdum. Acıyla bağırırken, kolunu tuttu... parmaklarının arasından kıpkırmızı kanı sızmaya başladığında, çığlığı basmasıda bir oldu..nolurdu sanki bir kez ya bir kez yaptığım bir şeyde bana 'aferin," deseydin...nolurdu ki... bak şimdi seninde canın yandı ve bunun için hiç üzgün değilim!' demeyi çok istedim ama diyemedim ve biliyorum... şimdi bana ceza verecek!!! Olsun... versin.. bende ona aferin demiyorum işte. * * * Bir saat geçtiği halde hala gelen giden yok.. bu sessizlik canımı sıkmaya başladı. Düşünüyordum, sürekli düşünüyordum ve ne kadar zorlarsam zorlayayım bu kızın ağzından tek laf alamadım. Yok... bu sessizlik hayra alamet değil... fırtına öncesi sessizlik bu ve yanımda oflayıp puflayarak oturan şu edepsiz, tamda bu fırtınanın, kopacak olan bu kasırganın o her şeyi içine alıp, etrafında deli gibi döndürüp, atacak olan gözünün içinde... yaktım bir sigara daha ve ilk kez onada bir tane uzattım. Belli... içiyor zilli bu meredi.. canı cekiyor... kedinin ciğere baktığı gibi bakıyor sigaraya.. "Al kız... bakıyon öyle melül melül... iç! zıkkımlan... saçlarına sinen tütün kokusunu bir kilometre öteden alırım... sarma içiyon belli.. peki sana bir soru... boş mu, dolu mu içiyon?" "sence?" diye sordu ve bunu yaparkende o tek kaşını kaldırdı yine.. Hay senin tribine ben? Artist! "bir kilometre öteden alıyormuşsun ya kokuyu, boş mu dolu mu bilmen lazımdı dayı... bana boş yapma!" demesin mi? "torbacı mısın lan sen?" diye sorunca, bi çenesi kasıldı. Burun delikleri bi açıldı, kapandı ve o elaların göz bebeği titredi, tıpkı siyah...uzun... gölgesi dibine düşen müjganı gibi... seyiren, o hafif çıkık elmacık kemiklerinin çeperini saran hassas derisiyle kaplı yanaklarına takıldı gözlerim. Dişlerini sıkıyor, yavaş yavaş birbirine sürtüyor. Geceleri korktuğunda da böyle birbirine sürter miydin o inci gibi dişlerini çocuk? Parmaklarımın arasındaki sigaramda tıpkı onun bedeni gibi titremeye başladı.. anladım.. yok diyecek... yok diyecek olsada, torbacı... torbacı bu kız... yapmış bunu... kimbilir nerde... kimbilir kaç canın yanmasına vesile olmuş... kim bileki bunun içinde elli takla atmış... pişmanlığı, karanlık iki gölge oldu, gözlerinin üstüne bir sis dalgası gibi çöktü kaldı... hafiften başını önüne eğdi... suçluluk, suçluluk duygusu buda... bilirim ben o duyguyu... çok iyi bilirim... insanın kalbinde çıngıraklı bir yılan gibi çöreklenir kalır... duymak istemezsin o çıngırağından gelen, sana her daim her fırsatta hatırlattığı o suçluluk duygusunu... her hatırladığında için için yanan bir kor gibi yakar durur kalbini... ince ince sızlatır vicdanını... ve insan sebep bulma yarışına girer o her şeyin hakimi olduğunu sanmasını sağlayan aciz aklıyla... sebep arar bulur, atar vicdanına bir çizik... ve o çizik tıpkı hapisane duvarlarının içinde, karanlık hücrelerde ceza dolduran, vakti saati bilemeyen bir mahkumun o rutubetli, yer yer dökülmüş, kimbilir kimlerin çıldırırken kafa attığı duvarlara atılan o çizikler gibi atılır vicdana ve karartır zamanla o vicdanı... işte insanın, insanlıktan çıkmaya başladığı yoldur kararmaya yüz tutan o vicdan... "ulan bir soruma da cevap ver bee! torbacıysan de gitsin işte... belli yapmışın bunu... susman neyi değiştirecek ki?" diye çıkıştığım an, gözleri gözlerimi buldu. "Senin beynin sulanmış dayı... iç şu zıkkımını da benide bi sal artık be! bırakın, evime gideyim ya!" dediğinde, güldüm... güldürdü beni ve aynı anda Bora'nın telefonu çalmaya başladı. Açtı hemen yiğidom... gözlerimiz buluştuğunda, "tamam," dedi... bakışından anladım.. gelen, geliyor olan benim için değilsede bu kız için geliyordu.. Çok geçmedi.. iki araç, camları simsiyah filitre ile kaplanmış iki araç, peş peşe durdu ve öndeki aracın sürücü kapısı hızla açılıp, yine aynı hızla adeta kırmak, parçalamak istercesine kapatıldı ve aracın içinden çıkan otuzlarında var yok, karayağız bir çocuk, sinirli, aceleci adımlarıyla bahçe yolunu geçip kapıya vardığında, Bora'nın çoktan haberdar ettiği benim iki veledim, kenara çekildiler ve gelen çocuk, yoluna taş konmadığı için memnun, hemen lokantadan daldı içeri ve girer girmez de, "Defneee!" diye bağırdı. Tanıdı yanımdaki deli onu ve bir ökeyle masaya iki elini birden kaldırıp indirdi... rakı dolu bardağım olduğu yerde titredi... titretti bu çelimsiz kız masayı... ve zıpkın gibi fırladı yerinden.. ne ben, ne Bora tutabildik onu... kendisine yaklaşmakta olan herifin tam önüne geldiğinde de bir an için yüzüne baktı ve çaktı yumruğu herifin midesine... ayağa fırladım o anda ve Bora'ya işaret vermemle fırladı çocuk.. tam benim deliyi arkadan sarıp, geri çekecekti ki o yumruğu afiyetle yiyen çocuk, aldığı ani darbeyle midesini tutup öne doğru eğilmişken, doğruldu ve eliyle benim oğlana dur işareti yaptı.. "Senin geçmişini sikerim ulan ben göt heriif! hani bulamayacakları ha beni... hani bulamayacaklardı cevap veeer!" Hay Allahım ya!! Erkek gibi de küfrediyor ya, hem hoşuma gidiyor, hemde içten içe delleniyorum... bas bas bağırıyorbir yandan ve karşısındaki henüz nefesi düzelmişken, öylece kızın yüzüne bakıyor... "Bende seni özledim Defne! Çok sağol yaa... hoşgeldin karşılaman baya iyiydi!" diye bildiğim kızla dalga geçiyor. "Siktir git lan burdan!! Sizden gelecek iyilik Allah'tan gelsin be! Ulan senin kendine hayrın yok, bana mı olacaktı? defol git burdaan!" diye bastı kalayıda, narayıda bizim ki.. "Lan bi sus! Laf mı dinledin lan, lafı mı dinledin mi haa! dinlemedin... sana sabret demiştim dimi, sabrettin mi peki? Yoooo!! Ne zaman kıçına taktın ki sen beni!! Ulan memuriyeti mi yaktıracan sen bana! aylardır seni arıyorum ben... seniii! Senin yüzünden işitmediğim azar kalmadı be! İyice sapıtmışın... şu hale bak ya! Elledin mi yine ha... elledin mi?" "Sikerler ellemeyide, malınıda, sabrınıda, senide bee! Ellemedim laan, ellemedim.. temizim... aylardır temizim... hem sanane bundan haa sananeee?" Aralarında var bir yakınlık bunların ama husumette var...anlarız yakında... anlarız elbet! "yürü gidiyoruz!" dedi ve kızın koluna davrandı bir anda... aman Allahııım! Herifin kolunu kesti iyi mi? "Kız senin ben var ya!!" çocuk kesiğin üstüne eliyle tampon yaparken, benim ki geri geri uzaklaştı ondan... "Bir daha bana dokunacak olursan, o kesik mesik olmaz... kalbine sokarım anladın mı? Beni koruyan var artık... sittin sene geçsin, sizin gibi beceriksizlerin korumasına girmem ben! Şimdi siktir git! ananın şeyine kadar yolun var!" dedi ve bir hışımla döndü, Bora'ya da ters ters, sülalesine küfreder gibi baktı."Sende çekil be ruhsuz!" diye onu da azarladı ve yiyidomu kıvırdığı koluyla tam midesinin üstünden ittirip, bana doğru gelmeye başladı... yanıma vardı, tam dibimde dikildi, eğildi sakız rakı dolu bardağımı aldı, yarısına kadar dolu bardağı tek dikişte mideye indirdi, bardağı kırarcasına masaya bıraktı, elinin tersiyle ağzının kenarını sildi... alev almış o gözlerini gözlerime dikti ve," eee nerde kalmıştık dayı?" dedi ve pis pis sırıtırken, utanmaz birde çapkınca göz kırptı bana! Güldürdü beni... "Hani senin yolunda ben yoktum başı belalı kız... hayırdır, ne değişti?" diye sorunca ben, hala açık tuttuğu sustalısını kapatırken, bilmiş bilmiş güldü... "yol var... yürünür gider, yol var... serde, gönülde, kaderde birleşir dayı... çaktın sen köfteyi.." dedi bana ve bakışları az önce kestiği herifi buldu yine... ve o bakışları hiç sevmedim ben! * * * * *
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD