Sene 1973... yaz ayları...
"Bak çocuk duydum etraftan, mahalleliden... görmüşler seni, sigara içiyomuşun... vallahi teperim seni çocuk! On üç yaşında sigara içmek ne len?Eh bir yakalayayım seni, bak o zaman o burnunun deliklerine sokmazsam o sigaraları ben de Vildan değilim.. duydun mu beniiii? hemen bırakacsksın o sigarayı Nejaat!! duydun mu haa.. bak hala mal gibi yüzüme bakıyor ya... gel ulen eve!"
"Gelmiyom işte gelmiyom... sen inanmıyon ya bana anne.. gelmeyecem işte.. o beni sana şikâyet edenlerde söyle... Nejat size şeyini gösterdi de! yalan söylüyolar işte! Yalan söylüyolaaar!! Bas bas bağırıyorduk annemle birbirimize ve mahalleliye seyirlik eğlence oluyorduk. Ahh o terlik yine beni bulmayı başardı sokak kapısını açıpta dışarıya kendimi zor attığımda. İnsan bir kez oldun sektirmez mi be kardeşim?
Ve iki gün sonra, yine beni terlikle disiplin etmeye çalıştığı o sıcak yaz günün akşamında, evde anamdan yediğim dayağın intikamını aldım. Çok kızmışımya anama bana inanmamıştı diye, İstedim arkadaşlarımdan üç tane sigara, geçtim sokakta tamda kırmızı ateş tuğlayla kaplı üç katlı, eski binamızın önüne, giriş katındaki kiralık evimizin balkonunda sokağımızdan komşuların birkaçıyla çay muhabbetinde olan anama seslendim. Hiç unutmam, üstümde yeşilli kahverengili geniş çizgileriyle ekose gömleğim, kahverengi suni deri kemerim, altında da bayramda alınmış ve giymekten büyük keyif aldığım yazlık ucuz bej rengi keten kumaştan pantalonum vardı.
"Anneeee! Bak sen istediğin için öyle olmuyo o işler... öyle komşu şikâyetiyle olmuyo o işler anneee!"
Annem hem şaşkın, hemde kızgın, arkadaşları ise şaşkın bana baktılar ve ben tek tek yaktığım o üç sigaranın hepsini aynı anda içmeye kalktım. Ulen senin nene gerek sütlü börek diyorum şimdi bugünlerden o günlerdeki çocuğa. O güne kadar sigaradan haz etmeyen ben, bir kez bile ağzına sigara sürmeyen ben, dumandan az daha boğulacaktım. Deli gibi öksürdüm ve aynı anda annemin iyice zıvanadan çıkmış sesini duyuyordum.
"İç ulan iç! zıkkımın pekini iç evlat gibi.. seni eşşoğlusu. Allah belanı vermesin senin çocuk gibi! At ulan onları!" diye ortalığı ayağa kaldırdı.. yetmedi, hızını alamadı, ayağından çıkardığı terliği fırlattı attı bana ama bu kez denk getiremedi. Hazırlıklıydım çünkü. Çocuk bedenimi kavis yapmamla terlik hemen yanıma düştü. Bugün bile o rengini hiç unutmadığım, ancak misafirler geldiğinde yada misafirliğe bir yere gidecek olursa yanında götürdüğü, çok sevdiği o yeni aldığı üstünde kırmızı karanfili olan rugan siyah terliği nasıl oluyorsa tüm detayları ile gözlerimin önünde ve ben önce o terliğe, sonra da anama bakıp pis pis güldüm. Anacım, "ver ulan o terliği bana," dediğinde sesi biraz yumuşamış olsada hala bana ters ters bakıyordu ve biz yine terlikle bakıştık. Dayanamadım, aldım yerden.. yokluğun içinde zar zor alınmış bir terlikti o. Elimde tuttuğum terlikle, balkonun dibine kadar geldim ve uzattım anama..verdim terliğini, aldı oda, alırkende "ah seni yaramaz evlat," der gibi başını sallıyordu... bir an göz göze geldik, korktum o bakışlarından ve az ilerde beni bekleyen arkadaşlarımın yanına koştum. Yoldan çıktığım ilk gündü o...
Yıllar sonra, karşımdaki şu çelimsiz kızın söylediği o söz bir anda beni geçmişime götürdü. Rahmetli anam geldi aklıma.. ahh sonrasında ne çok üzdüm ben onu... ne çok... ne çok.... Hep düşünmüşümdür, eğer o gün öyle bir şey yapmasaydım yada anam, komşuların yerine bana inansaydı, inanmayı tercih etseydi, "yapmaz benim oğlum... sanki onu bilmiyormuşsunuz gibi, nasıl düzgün bir çocuk olduğunu anlamamış gibi iftira ediyorsunuz, karalıyorsunuz çocuğumu deseydi," arkamda dursaydı ben yine bu çetrefilli yollara sapar mıydım? * * *
Adamın sanki anasına küfrettim! Öyle bir bakışı var ki bana, az da olsa ürktüm sanki. Bana olan o bakışları bir an sonra değişti... sanki bir şeyden aynış gibi bir hsli vardı ve bir an sonra yine bana bakan gözlerinde kızgınlık vardı.
Bukalemun Nejat!! Bence bu isim daha çok yakışır la sana... anın, anına uymuyor...
"Kız senin o uzun dilini keser, haşlamasını yapar, üzerine limon sıkar, ye diye önüne bırakırım. Anladık! delibaşın önde gidenisin! daha fazla sabrımı zorlama benim... gel otur şuraya!" dediğinde bana, kızgın bir boğa gibi burnundan solumaya başladı.
Sofia ana yanımdan geçip giderken, kaş göz işaretiyle "git otur," dedi bana.
Gece gece muhabbete gel ya!
Oysa çok yorgundum, uykusuzdum üstelik... elin bu dallamasıyla ne diye oturacaktım ki! Hemde içki masasına!
Ayaklarımı inadına yere sürüyerek masaya doğru ilerledim. Boğazkesen Nejat dayı, yanındaki sandalyesini çekmiş ve başıyla oraya oturmamı işaret etmiş olsada, ben karşısındaki sandalyeye oturma niyetindeydim. Anladı tabii ve bir an başını çevirip, hemen sol yanında duran genç adama başıyla sert bir hareket çekti, oda hemen benim oturacağım sandalyeyi kaptı, başka bir yere koydu, döndü geldi, koluma dokunmak isteyince, elimin içine gizlediğim sustalımı açıp, çenesinin altına dayadım. "Çek o elini... Allah yarattı demem, keserim," dedim. Gözlerimin içine sanki ruhu alınmış, ruhsuzmuş, bir robotmuş gibi baktı bir an ama beni hiç duymamış gibi kolumdan tuttu ve buda yetmezmiş gibi daha çok asıldı.. şaşırdım. Şaşırmak ne ki? Şok oldum. Benim dumura uğramışlığımdan faydalanıp, diğer eliyle sustalımı tutan elimi yakaladı, yavaşça aşağı indirdi ve nasıl yaptı bilmiyorum, parmaklarımla sımsıkı kavradığım cankuşumu elimden çekip aldı. Beni hala canımı yakarcasına tuttuğu kolumdan, sürükledi ve adamın yanındaki sandalyeye oturttu.
"Adam gibi söz dinlesen, buna gerek kalmazdı," diye homurdandı yanımdaki oturan boğa.
"eee oturduk işte.. şimdi ne olacak dayı? bana askerlik anıların mı anlatacaksın?" derken yiğitliğe bok sürmediğimi göstermeye çalışıyordum ve o bunu duyunca kalın, biçimli dudaklarının arasından çıkardığı bir tıslama sesiyle güldü.
Harbi sinir oluyorum ya!.. gece gece adama eğlence olduk şerefsizim! Sahi... benim şerefim var mıydı?
"Öyle de denebilir... bir sen, bir ben anlatacağız... merak ettirdin kendini ve ben seni senden öğrenmeye karar verdim... şunu bil ki..." dedi ve bir an sustu... gözlerinden hiç ayırmadığım gözlerimin içine çok kararlı hatta biraz tehtidkar baktı.."eğer ben bir şeyi istiyorsam alırım," dedi. Kanım, damarlarımdan beynime hücum etti o anda ve bir anda ayağa fırlamamla sandalyemi geri itmem, ama aynı anda omuzumda sımsıkı parmakları hissetmem de bir oldu. Başımı çevirip hala omuzumdan beni sımsıkı tutan o ele, sonrada elin sahibine baktım. Beni yakalayan yine ruhsuz herifti.
Hay lanet ya...ah aklıma sıçayım ya.. herife diklendik, geri vites yapmadık... şimdi de işin yoksa birde geçmiş günlerden anlatacakmışım! Ya bi siktir git ya... bi siktir git be kardeşim ya!
Sandalyem kıçımın altına geri itildi, o parmaklar varlığını daha çok hissettirip, omuzuma baskı uygularken yeniden oturtuldum. Dayıdan korkmuyordum ama niyeyse şu ruhsuz herif beni ürkütüyordu. Belli ki dayının sağ koluydu. İnsan hiç mi göz kırpmaz ya? Hiç mi bir şaşkınlık ifadesi göstermez, yada ne bileyim başka bir şey? Beni oturttuktan sonra, görmesemde duyduğum o yere sürtme sesiyle bir iki adım geri çekildiğini fark ettim.
Ben bunlara takılıp kalırken, Sofia ana, elindeki kahverengi dikdörtgen büyük tepsiyle yanımıza, masaya geldi. Ayağa kalkmak ve tepsidekileri masaya dizmek istediğimi anlayan Sofia ana ile göz göze geldik ve bakışlarıyla "otur," dedi bana.
Tam o sırada lokanta kapısında bir ses duyuldu.
Dönüp baktık hepimiz. Dayının adamlarının, "mekan kapalı, giremezsiniz!" dediğini duyduk ve kapıdaki herif kimse, oturduğum yerden seçemiyordum, çünkü dayının iki adamıda, herifin önünü kesmişti.
Benim arkamdaki ruhsuzla, diğer çocuk hemen silahlarına davrandılar ve başımı çevirip dayının bacağına baktığımda, onunda çoktan silahını çıkardığını gördüm.
"Lan bi çekilin!" diyen herif, her nasıl olduysa kapıdakileri etkisiz hale getirmeyi başardı ve lokantadan içeri adımını attı. Attığı her bir adım beynimin içinde yankılanıyordu sanki. Nefes alış verişlerim anında değişti. Hızlanan adımlarıyla geldi, geldi... tam masamızın önünde durdu. O koyu yeşil gözleri gözlerimdeydi ve tüm yüzüne yayılan o tebessümü görmemem imkansızdı.
"Nasılsın Defnecim?" diye sorduğunda buz kestim. Bakmadan da gördüğüm dayının yüz ifadesi hem şaşkındı, hem de içinde şüphe barındırıyordu.
"Burda ne arıyorsunuz?" diye zar zorda olsa sorabildim.
Ah ne saçma bir soruydu bu ahh?!!
"Özledik be seni Defnem... biraz sohbet edelim istedim. Öyle bırakıp gitmek var mıydı?.. sessiz...sedasız.. habersiz... Allah büyük ama bak... ehh dünyada küçük olunca kuşlar ötüverdi, burda olduğunu kulağıma fısıldayıverdi.. hadi kalkta gidelim.. hasret gidermek isteyenleri daha çok bekletmeyelim," dediğinde mideme yumruk yemiş gibi oldum.
"Hiçbir yere gelmiyorum... beni bekleyenlerede onları hiç özlemediğimi söyle... beni öldü bilsinler," dediğimde, eliyle masaya yumruğunu indirdi ve dayı bir anda ayağa fırladı.
"Hösssttt! Destuuur! Kapattığım mekana zorla girip, yanımdaki kızı almak, almaya kalkmak da neyin nesi laan! Senin bu yaptığın yiğitliğe sığar mı ulaaan! Kimsin sen haaa... kimin köpeğisin?" diye öyle bir kükredi ki ben bile korktum.
Yeşil gözlü, dayıya sırıtarak baktı önce ve elini kalbinin üstüne götürüp, "kimsin nesin bilmiyorum babalık, ama yaşına hürmeten, birde takılıp kaldığın hala modundan çıkamadığın delikanlılığının hatrına saygısızlık yapmak istemem amaaa..."dedi ve sustu bir an ve başını dalga geçer gibi iki yana sallayıp biraz da küçümser gibi bakarken, "ama senin miyadın dolmuş be dayı," dedi ve sonra Boğazkesen'in ateşler barındıran o gözlerinden bakışları bana kaydı. "Bu kız bizim... ve ait olduğu yere geri dönecek! Hadi Defne! oyalanma... bi ton yolumuz var daha gidilecek... buraya kadar!.. bitti artık!" dediğinde tuttuğum nefesimi bıraktım. Korkudan değilsede, öfkemden titriyordum ve ağlayacak hale gelmiştim. Bir anda ayağa fırladım. Kalbim, sanki uzun yol koşusuna çıkmıştı. Ensem yine hiç istemediğim halde terlemeye başlamıştı ve ah can kuşum keşke elimde olsaydı şimdi. Bir anda parmaklarımın arasında sert bir şey hissettim. Arkamdaki ruhsuz, yeşil gözlü daha bize yaklaşırken, bir adım bana doğru yaklaşmıştı, bunu duymuştum ve dayı, öfkelenip ayağa fırladığında bir adım daha yaklaşmıştı. Elimdekine dokununca cankuşum olduğunu anladım ve içime bir ferahlık, güven duygusu çöktü.
Yeşil gözlü, durduğu yerden koluma uzanmaya kalkınca açtığım sustalımı çenesinin altına dayadım.
"Sana gelmiyorum," dediğimde biraz kaldırdığı başını, sabit tuttu. Gözleri gözlerimdeydi ve diğer eli, beline giderken, ruhsuz çoktan arkasına geçmiş, tam kafasının arkasına silahını dayamıştı. Gözleri, dayının gözlerindeydi ve belli ki emir bekliyordu. Dönüp dayıya bakamıyordum da.
"Çek kız elini," diye bana resmen emretti. Deli oldum buna ama yavaşça çektim elimi... dönüp dayıya baktım. Yüzü çok gergindi... dişlerini birbirine sürterken, çıkan o nefret ettiğim gıcırdatma sesini duyuyordum.
"demek bana saygın var haa!... demek miyadımı doldurmuşum ha!.. boşuna demezler, kurt kocayınca köpeklerin maskarası olurmuş.. bana had bildirmek, ne olduğumu hatırlatmak sana mı kaldı ulaan!" diye narayı basmasıyla, kolumdan beni yakaladı ve arkasına gizledi.. yanımdan bir adım uzaklaştığında diğer çocuk önüme geçti ve dayı açığa çıktı. "O zaman sana eskilerden bir hatırlatma yapayım," demesiyle yeşil gözlünün topuğuna sıkması bir oldu.. ortalığı bir patlama sesi kapladı o anda ve ardındanyeşil gözlünün acı dolu haykırışı doldurdu her yanı.. anında sanki ayağını tutarsa acısı kesilecekmiş gibi yere çöktü, resmen ağlar gibi inliyor, hatta böğürüyordu ve dayı onu, başının arkasındaki o uzun at kuyruğundan yakaladı.. başını hızla geri çekerken, o grimavilerinde saf öfke vardı... "bana hâd bildirecek ibne... daha anasının rahminden düşmedi... var git! kimin köpeğiysen, ona de ki Defne... artık bizim değil... Boğazkesen Nejat'ın! gelip alabiliyorsa alsın bu kızı elimden... pilavdan dönenin kaşığı kırılsın! Şimdi siktir git orospunun çıkardığı!" dedi ve silahının kabzasıyla kaşının üstüne hızla vurdu bir anda. Aldığı darbeyle yere yıkıldı o herif ve, "anaam anaam," diye kaldığı yerden yine bağırmaya, hatta ağlamaya başladı ve ruhsuz, onu üstündeki o yazlık açık renk ceketinin yakasından yakaladığı gibi yerde sürüklemeye başladı. Sofia ana olduğu yerde donup kalmıştı ve elleriyle yüzünü kapamıştı. Benim gözlerim ise yerde sürüklenen o herifin ayağından sızan kanın sanki hafif zigzaklar çizerek akan bir nehir gibi yol alırken, ardında bıraktığı kırmızı izlere takılıp kalmıştı. Ne hissettiğimi tam olarak bilmiyordum ama garip, huzur veren bir rahatlama duygusunun, dalga dalga benliğimi, ruhumu kaplamaya başladığının farkındaydım ve hala gözlerim o kırmızılıkta takılıp kalmışken, dayının yine gök gürültüsünü hatırlatan o güçlü sesiyle olduğum yerde sıçradım.
"Kim kız bu dinine yandığımın şerefsiz ibnesi ve sen kimlerden kaçıyorsun?" * * * * *