"Rahat mısın kız sen orda?" diye sorduğunda dönüp ona baktım. "Çook... çok rahatım hemde," dedim ve başımı aracın camına dayadım.
Bir daha buraları, Sofia anamı, Totori'mi görebilecek miyim ben ya?
İçimi hüzün bastı iyice... rahat olsam ne olmasam ne? yine düştüm yollara... üstelik bu defa yalnız da değilim.
Bir anda hayatımda ilk defa gördüğüm, ismi aslında bir aralar bir şekilde kulağıma çalınmış olan, ama hiç üstünde durmadığım için de unuttuğum ve cismini daha önce hiç görmediğim bu adamın kanatlarının altına girdim.. hoş bununda beni ne kadar koruyabileceğine dair hiçbir fikrim yok ya! ama denize düşen yılana sarılır misali, birazda beni sahiplenmeyi, korumayı kendine görev biçtiği için işte şimdi onun aracında, arka koltukta, sağ tarafta oturuyorum ve gerçekten uykudan bayılmak üzereyim.
Yola çıkalı iki saat olmuştur herhalde ve öncesinde benim evime gidildi. Bir koşturmaca ki görme gitsin.
Her haline, her tavrına iyiden iyiye tutulmaya başladığım, gıcık olduğum Bora cinsi, en önde girdi eve...kapının ağzından onu izliyordum.
ay ay ay... hallere bak hallere... o silahını da uzatmış öne doğru, bir eli horozu kalkık, her an ateşlenmeye hazır, o parmak tetikte, diğer eliyle de, silah tutan eline destek veriyor artist bozması. Görende CIA ajanı sanır. Kulaklaklarımda bir replik döndü.
"Ben Bond! Ajan 007 Bora Bond!" Sanırsın burda aksiyon filmi çekiyoruz.. ve esas oğlan Ajan bozuntusu Bora, CIA BAŞKANI Nejat hönküreninden, aldığı emirle korumakla yükümlü olduğu esas kız manyak Defne'nin evine giriş yapar, bütün odaları gezer.. bi bok bitirmiş gibi ateş etmediği silahının, dumanı tütmeyen namlusuna üfler, sonra kapıya çıkar ve artist artist "temiz... içeri girde ne bok alacaksan al.. oyalanma baş belası," der... esas kızda zaten zıvanadan çıkmak üzeredir, en pisinden bir bakış çakar Bora ruhsuzuna ve patlar sonunda... "ne diyon lan sen dürzüü... asıl siz benim başıma bela oldunuz bee.. çekil önümden," der ve ajan bozuntusu, sağ kol, koruma, fedai artık her ne boksa herifi itmek ister, ve işte o an hapı yuttuğunun resmidir.
Bora ruhsuzu, bir an araca, arkada oturan Nejat dayıya baktı ve ona çaktırmadan, beni bileğimden yakaladığı gibi eski köy evimin içine çekti, kapıyı kapamasıyla sırtımın, kapıyı öpmesi bir oldu..
Orrroosspu çocuğu canımı yaktı ya!
Kör olmasını çok istediğim o çağla yeşillerini gözlerimin içine dikti.. o gözlerinde sanki görünmez ipler var ve o irisleri çok hareketli... baktıkça baktı elalarımın ta içine, büyüyüp küçülen siyah gözbebeklerimin derinine..
"ne bakıyon lan sen öyle cins cins... kaybettiğin mutluluğu mu arıyon gözlerimde?" diye diklendiğimde cidden çok sinir olmuştum ve o, yüzünü iyice yüzüme yaklaştırdı. Öyle ki sanki açık denizmiş gibi kokan o nefesini dudaklarımda, çenemde hissedebiliyordum. Bakışları kızgın, ucunda ateşler yanan iki ok gibiydi. Bir eli hala beni yakaladığı bileğimi, git gide daha çok sıkarken, diğer elinide tuttuğu o silahıyla beraber kapıya, başımın hemen yanına dayamıştı.
"Kız bana bak! Senin o zehir gibi dilini kökünden söker alırım... beni dinden, imandan çıkarma ve sakın ola da babayla karıştırma... o biçim tutuldum sana.. saygısız, hadsiz, edepsizsin! onu anladık... ama sende şunu anla.. ben baba kadar sabırlı değilim... aklınıda ruhunu da alırım senin," dediğinde sandı ki korkacağım... pehh!
"Sen hele şöyle bir geri dursana... sen bi kendine gelsene ya..." dediğimde, anladı... hissetti... başını biraz benden çekip, kafasını aşağıya eğdi... karaciğerine batırmaya niyet ettiğim sustalımın çelik ucunu gördü.. başını kaldırıp, yine gözlerimi hapsetti gözlerine ve bu kez, o gıcık bakışlarının yanında pis pis, beni daha da delirtmek istercesine sırıtmaya başladı.. aslında sırıtmıyordu... gıcık bir çekiciliğe sahip bir tebessüm kondurdu o şekline ilk defa dikkat ettiğim biçimli dudağının kenarına, ve mann- yyaakk herif, sustalımın keskin ucuna daha çok dayandı.. biraz daha zorlasa gerçekten karaciğeriyle öpüşecekti sustalım.
"Madem çektin emaneti... o zaman dibine kadar sokacaksın ruh hastası!" diye tısladı sıktığı o dişlerinin arasından.
Ruhsuz bana ruh hastası dedi ya!.
Ulan dinime küfreden müslüman olsa gam yemicem.
Acaba hangimiz daha çok ruh hastasıydık, orası da tartışmaya açık bir konuydu... ve son anda yutkunduğumu fark ettim.. dudaklarımı bir titreme alırken, onun o deli bakışları dudaklarıma kaydı ve kısa bir an dudaklarımda gezindi.
Tam ağzımı açıp, ötecektim ki, bedenini benden geri çekti... ne mi diyecektim... aslında biliyordum, hazır etmiştim kelimeleri tek tek... bir kızın çeyizliğindeki süslü, kırmızı kurdelerle sarılmış bohçalar gibi dizmiştim o kelimeleri aklımda ard arda.. sıra sıra ama garip, çok garip bir şey oldu... ne olduğunu anlayamadım, çözemedim... susuverdim...sustum kaldım öylece... döndü oda arkasını bir hışımla... başı önündeydi, yere baktı kaldı öyle... silahını belindeki yerine yerleştirirken, hala yere bakıyordu ve sonra iki elini de az önce silahını yerleştirirken, yana çektiği ceketinin altından gördüğüm kemerine dayadı ve hala yere bakıyordu. Bir şey düşündüğü belliydi ama neydi işte o, hiç bilemiyordum. Sonra tüm bedeniyle dönüp, hala kapıya yapışık duran bana baktı... gözlerinde delicedine bir kızgınlık vardı...
"Hadiii! daha kaç saat bekleyeceğim senii?" diye bir anda bağırınca sıçradım durduğum yerde... o garip ruh halinden sıyrıldım ve bir anda harekete geçtim, yanından geçerkende yüzüne, "hanzoo!" diye tısladım. "Kız bana bak!" diye arkamdan öfkeyle bağırdığında, "siktir bee! Sana belediye baksın! pislik herif!" diye cevabı yapıştırdım... ama hiç dönüp arkama bakmadım... niyeyse buna cesaret edemedim... * * *
"Kız cama yapıştın kaldın, gel böyle koy kafanı buraya," dediğinde dönüp hemen ona baktım. Sol eliyle sağ omuzunu gösteriyordu bana ve eline takılan gözlerim, artık loşlukta zor seçtiğim gölgelerin vurduğu gözlerine kaydı.
Bunu niye istiyordu ki, niye yapsındı ki!
Şüphelerimi hissetmiş gibi gülümsedi yine gölgede kalmış dudaklarıyla.
"Boynun tutulur kız öyle bir süre sonra... onun için dedim.. yine de sen bilirsin," dedi bana. Sesindeki yumuşaklık ve hatta gizlemeye çalıştığı o şevkat, dikkatimden kaçmadı.. içim bir tuhaf oldu.. kimsenin daha önce benimle böyle konuştuğuna pek şahit olmamıştım.. alışık değildim... son zamanlarda işte, Totori ve Sofia anam bana öyle şevkatle yaklaşıyorlardı.
Bak yine düştüler aklıma... offf!! kötü oldum ya..
İnsanın burnunun direği hissettiği acıyla sızlar mı ya! Şu an sızlıyor işte benimkisi ya... şimdiden çok özledim ben onları ya... ama varlığım artık onlar içinde bir tehtid ki! keşke hiç gitmeseydim o lokantanın önüne, hiç bakmasaydım başımı dayayıpta o kapalı cam kapıdan içeri ya... hiç çıkmasaydım karşılarına, beni hiç ama hiç görmeselerdi... biliyorum korkar şimdi Sofia anam benim için.. sarılmıştır tesbihine... geçmiştir Meryem Ana heykelinin önüne... yakmıştır da mumlarını... başına da beyaz dantel örtüsünü örtüvermiştir... dua ediyordur yaradana benim için kendi lisanında.. ağlıyordur da o şimdi... tıpkı şimdi benim ağladığım gibi...yüreği benim için hem korkuyla hemde acıyla sızlıyordur da..
ahh ulan manyak kız!... nasıl düşündün sen ya geçmişinden kurtulabileceğini... ne diye çıkarsın o masum insanların karşısına ahh deli kız!
"Ne çok düşündün be Defne kız!" dediğini duyduğumda, çaktırmadan karanlıkta da kalmış olmanın verdiği rahatlıkla, yanağımı sildim. Biraz çekinerek olsada yanaştım oturan boğaya.. o az önce işaret ettiği omuzunun biraz altındaki o noktaya başımı hafifçe dayadım..
Daha önce kimse başımı koymam için bana omuzunu uzatmamıştı ki... yok!! tövbe.. Allah çarpar ya... Sofia anam, sadece omuzunu değil ki, dizlerinide başımın hizmetine sermişti bir krize girdiğimde... o kadarını söylemiştim ki ben... mecbur kalmıştım... hastalamaya başlayınca, çıkamaz olmuştum evden...
boşver... düşünme şimdi ya.. bitti, gitti.. temizim ben ya.. temizim işte... yok o pislik artık kanımda... ama kulağımda Sofia anamın sesi kaldı ya..
"Kisiim... güseliimm... as daha sabir be more evlatçiim... geççik be kisim.. as daha sabiir jannimo..."
Başımı bastırmamaya çabalıyorum ama öyle tatlı geliyorki şu uykum... ve kalbim öyle güvende hissettiriyor ki bu bedeni.. salıveriyorum kendimi.. kaydı başın yavaş yavaş onun bacağına... o hiç kıpırdamıyor ama.. sadece sol elindeki tesbihini yavaş yavaş çekiyor... aracın motorundan yükselen o tatlı seste sanki ninni bana ya..
ahh huzur! sen ne tatlı bir şeysin ya! ve ben seni ne çok özlemişim ya.. en son ne zaman böylesi huzurluydum ben ya... kafam bi dünya olmuşken mi... uçuşa geçtiğimde mi? ve bu huzuru bana bu kabadayı armağan etti ya.. içimdeki bu teşekkür duygusu da ne böyle? Ben nasıl bunu ona hissettirebilirim ki? Parmakları saçlarımda mı benim ya... başımı okşuyor ya... o yıllardır belki de tetik basan, silah tutan, adam dövmekten belki de nasır bağlamış eliyle, usul usul saçlarımı okşuyor ya.. sanki, sanki bir baba gibi... babalar böyle mi okşar kızlarının, yada oğulların saçlarını? hep böyle sıcaklık mı yayar o parmaklar ve insanın içine ılgıt ılgıt, sıcak sıcak bir şeyler mi akar böyle? Benim de bir yerlerde babam var yani vardır, yaşıyordur herhalde... ama ben hiç onu tanımadım ki! Ve ben bu yüzden kimseye piç demem... diyemem.. bana söylendiğini, hemde zevkle, ezercesine söylendiğini çok duymuşluğum var ama ben kimseye diyemedim.. dedirtmesinde rabbim.
Tutamadım kendimi... başımı kaldırdım ve onun yüzüne baktım... eli havada kaldı, öylece bakıyor bana... tedirgin oldu sanki... tuttum iki elimle o havada kalan elini, gülümsedim önce... sonra öptüm, alnıma dokundurdum ve yine gülümsedim... ben, ben değilim sanki... yeniden başımı bacağına bıraktım... o eli çenemin yanına doğru ufak ufak vurdu ve "aferin kızım... aferin!" dedi bana... ve ben hayatım boyunca ilk aferinimi aldım... ilk defa ya ilk defa biri bana "aferin," dedi ya... Sofia anamdan yada Totori babadan bile duymamıştım... nasıl güzel bir şeymiş bu ya... içim kıpır kıpır... gözlerimden akan yaşlar, pantalonunu ıslatmakla meşgul... inşallah hissetmez.
Saçlarımı okşayan parmakları durdu bir anda.. bende nefesimi tuttum. Vallaha da hissetti... utandım ya. Nerden çıktı şu ağlama ya... kıpırdanıyor ama utancımdan başımı kaldırıp bakamıyorum.
Parmakları yanaklarıma dokundu.. tühhh! keşke siliverseydim elimle. Bir mendil, eskiden özellikle erkeklerin kullandığı beyaz, kumaş bir mendili yanağımda gördüm yan gözümle.. yanağımı siliyor ya... yapmasan ya bana bu dayı ya.. daha çok ağlatacaksın beni haberin yok... ıslanacak o mendilin gözyaşlarımla... yapma, alıştırma beni buna ya.... * * *
Başı bacağımda öyle sessiz sessiz ağladığını bilipte, hiçbir şey yapmamak olmazdı işte.. offf bee! İçimi efkar bastı... "Bora, evlat bir sigara yakta uzat!" dediğimde, adını duyar duymaz bana baktı ve hemen bir sigara yakıp, uzattı.. açtım sol yanımdan camı, hafif aralık bıraktım... camın kenarına doğru tuttuğum aralıktan sızan gri duman, sanki akıp giden benim hayatımdı.. bir süre gözlerim o dumana takıldı ve sonra, yerini sevmiş olacak ki, rahatlamış olacak ki kendisini tatlı bir uykunun kollarını bırakan şu kızcağıza baktım.. deli dolu ama çokta sevimli bee!
Aslında gördüğüm anda, daha lokantanın dışında öyle durmuş bize bakarken başımı kaldırıp baktığım an içim ısındı ona... bi de bu kadar edepsiz olmayaydı iyiydi.. usul usul uyuyor şimdi ve ne kadar masum görünüyor... hoş tam eli sopalı bir cadı ya. Bizim oğlanıda belli ki evin içinde zıvanadan çıkarmış... o önde, kız arkada arabaya yaklaşırlarken ki halleri çok komikti.. ikisi de bilmiyor ama uzun zaman sonra şöyle keyifli bir kahkaha attım sayelerinde... belli! bunlar çok didişecekler... gençlik işte yav... ahh gençlik! Nasıl güzel bir şeydir o... insanın damarlarında kanı nasılda deli deli akar... geldi benim saat... geldi işte..
"Bora! başlat oğlum benim eğlenceliği," dediğimde "tamam baba... her zamanki ile mi?" diye sordu..
"Evet evlat... evet! her zamanki ile!" dedim ve beklemeye koyuldum..
Taze delikanlılığımda da hastaydım bu şarkıya, yıllar geçti hala hastayım be kardeşim. Milyon kere dinledim ama hiç bıkmadım... eh tamirci çırağı olunca, birde ufaktan aşka düşmüşsen bundan iyisi Şam'da kayısıydı...
1975 yılı...
Kış ayları...
Yorgun, argın çıkmışım sanayiden... soğuğa inat, titreyen parmaklarımın arasında tuttuğum cigaramı, tüttürüyorum da tüttürüyorum...bir yandan da Cem Karaca'nın yeni çıkan şarkısını mırıldanıyorum.. nasılda beni anlatıyor kardeşim bu şarkı ya... okulu anama kızıp bırakınca, babam baktı olmuyor iyice yoldan çıkacağım düşüncesiyle verdi beni sanayiye.. etim ne kemiğim ne benim... olduk çırak işte.. birde sevdaya düştüm ki feleğim şaştı.. benim arkadaşlarda biliyo işi... dalga geçip duruyorlar benimle.. geçin bakalım, geçin o dalganızı.. görücem bende siz birine sevdalandınız mı kıçınızı diye her gün posta koyuyorum onlara.. okul çıkışı, bahçe kapısında alıyorum soluğu.. bekle bekle yok... göremedim.. kızla iki laf konuşmuşluğumda yok.. konuşmaya kalksam kekelerim kesin.. öyle de utanıyorum.. bir Allah'ın kulu kalmayınca, düştü omuzlarım... eve gideyim bari düşüncesiyle, başladım yürümeye..
Noluyo lan dememe kalmadı baktım Misket İbo, koşarak yanıma geldi. "Olum noluyo kim bunlar?" diye sokağın ortadında kapışan, birbirini pataklayan kalabalığı işaret ettim.
"Ali, İbrahim, Murat... sıkıştırdılar çocukları ya!" dedi ya İbo.. Allaah! Kim tutar beni.. üç yakın arkadaşım... "laaaaan! Savuluuun ibnrnin evlatlarııı!" diye bodoslama daldım kalabalığa.. Allah ne verdiyse vuruyorum ama çoğu karavana anasını satayım! Yaş on beş... eh öyle çok kalıplıda değilim.. ergeniz işte şimdikilerin deyimiyle.. vay arkadaş! olduk mu patates? her şeyi, herkesi çift görüyorum Kur'an çarpsın... kaş gitti, ağız burun dağıldı.. kafanın her yerinde yumrular çıktı.. tsm çillenmiş patates olduk a.... na koyayım ya! bizi pataklayanlar bi de bizden büyük... yaşları on sekiz, on dokuz... çuval gibi üst üste yığdılar bizi, siktir olup gittiler.. kaldık mı yerde, tozun, toprağın içinde... o zamanlar nerde böyle sokak içleri falan asvalt olacak... çamur olmadığına şükrettik zar zor birbirimize tutuna tutuna ayağa kalkabildik.. anam anam anam... kemiklerimi kırdılar sanki...
"Lan olum biz niye dayak yedik şimdi?" diye sordum yere kanlı tükürüğümü attıktan sonra.
Ali, dudağının kensrındaki kanı pantalonuna silerken, "onlar sağcı," dedi... kaşımın üstüne bastırırken kanı dursun diye öyle bir kaldım.. "e siz?" diye sorunca, "bizde solcuyuz!" dedi ve ben hepten şaşırdım. "O ne lan.. sağcı solcu... bandoya falan mı girdiniz mahallenin?" dediğimde onlarda birbirlerine baktılar. "Bilmiyoruz ki!" diyince ben hepten şaşırdım. "Lan biz şimdi bilmediğimiz bir şey yüzünden mi dayak yedik?" diye afkırınca ben bunlar bir iki adım geri gittiler. Zoruma gitti be... ne bok olduğunu bilmediğim bir şey için bir araba dayak yedik be şerefsizlerden... zaten kızıda görememişim... üstüne birde mükafat gibi dayak! Tam oldum... öyle bakıyom çocuklara sinirli sinirli... onlarda tırstılar tabii.. sinirim geldi mi babamı tanımıyorum artık.. en kısaları Ali, biraz daha bsksam öyle kötü kötü salacak çişi pantalonundan aşağıya.. ulan düşünüyorum düşünüyorum, çıkamıyorum işin içinden... e gurur da yaptım o biçim.. "olsun lan! Ne bok olduğunu bilmiyom ama bende solcuyum bundan sonra... öğreniriz elbet neymiş bu zıkkımlar... anca beraber, kanca beraber!" dedim ve halimize bakıp, bastım kahkahayı... çocuklarda rahatlayıp başladılar gülmeye... omuz omuza vura vura dağıldık evlere... sanki az önce anası ağlatılan biz değildik!
Olduk mu çiçeği burnunda solcu?... ah ahh! Gençlik mi, cahillik mi, kader mi?... bugün hala bilemedim, çözemedim ben bu işin sırrını.. ölene kadar da çözemeyeceğim herhalde...